18 Mart 2012 Pazar

Syndicate’la Yeniden


Bir tek bana mı öyle geliyor yoksa başka fark eden var mı acaba, şu günlerde konsol için FPS geliştiren firmalar kendi oyunlarını tanımlarken çok sık “not just another shooter“ lafını kullanmaya başladı. Bu tarz oyunları seven insanlar bile her şeyiyle birbirine benzemeye başlayan FPS’lerden sıkılmaya başlamış olsa gerek (ki ben çoktan umudu kestiğim için tahmin yürütüyorum), “yok vallahi abi bak bu farklı” şeklinde bir refleks geliştirmişler herhalde. Sen o kadar marketing'e para akıt, kendi çalışanlarına metacritic’te övgüler yazdırıp oyun puanını yukarılara çektir, istediğini yazmayan inceleme yazarlarının işiyle oynayacak kadar kendini kaybet (bkz. Jeff Gerstmann), aylarca üstüne para harcadığın oyunun kaderi şu cümlenin inandırıcılığına kalmış olsun.

Yanlış anlaşılma olmasın, bu yazdıklarımın AAA oyun üreten firmaların bende yarattığı genel izlenime dair olduğunu söylemekte fayda var, sıradan bir oyuncu olarak Syndicate'ın yapımcılarının yukarıdakiler arasından yaptığını bildiğim tek şey "not just another shooter" açıklamasıydı.

Oyun camiasında, Syndicate ismini duyanlar arasında zannetmiyorum ki bilmeyen kalmış olsun, 2012’de çıkan Syndicate, esasında ilk oyunu 1993 yılında çıkmış olan Syndicate serisine ve evrenine dayanarak yapılmış olan, yeni bir oyun. Bir devam oyunundan çok, serinin orijinal oyunlarının (“Syndicate” ve Syndicate Wars”) evrenlerini temel alarak yapılmış olan bir uyarlama.

Haliyle orijinal oyunu bilenler ve bilmeyenler için farklı şeyler ifade edebilecek bir oyun Syndicate. Sağolsun yeni oyunun arkasındaki ekipler (EA ve Starbreeze), orijinal oyunu seven benim gibi insanların iyiliğini düşünüp bizi tamamen gözden çıkararak oyunu FPS yapmaya karar vermişler (Evet, aynı 2K Marin’in XCOM’a yaptığı gibi. Bir sonraki nesilde Civilization falan da FPS olacak herhalde).

Eski oyunu, bilmeyenler için biraz özetlemek gerekirse: Devletlerin yerini şirketlerin aldığı ve tamamen çıkarlarına göre haraket ettiği, insan yaşamının değersizleştiği bir distopya evreninde, bu şeytani şirketlerden birinin başındaki yönetici olarak, diğer şirketlerin bölgeleri üzerindeki hakimiyetlerini ele geçirmek amacı güttüğümüz bir oyundu eski Syndicate. İzometrik kamera açısıyla (Diablo benzeri) 4 ajanı yönettiğimiz görevlere çıkıyor, bu görevlere çıkmadan önce kafalarına çip takarak ele geçirip koyunlaştırdığımız insanların bulunduğu havuzdan ajanlarımızı seçip, zevkimize ve o anki mevcut teknolojimize göre silahlarla ve vücut eklentileriyle donatıyor, ayrıca aktif olduğumuz bölgelerden kendi ayarladığımız oranlarda vergi alıyor ve bunlarla yeni teknolojileri araştırabiliyorduk. Oyunun hem görev hem de ana kısmında farklı taktik uygulamalara imkan eden ilginç detayları vardı (görev öncesi intel satın alma, fazla vergi basınca ele geçirilen bölgenin ayaklanması, persuadertron ile sivillerin zihnini yıkayıp silahlandırıp yanımızda savaştırma, ajanların bazı davranışlarını/özelliklerini görev sırasında ilaçlarla modifiye edebilme, görev sırasında diğer şirketlerin ajanlarından ele geçirilen silahları araştırabilme..), bunun yanında az sayıdaki silahların hepsi ayrı muhteşemdi, ama sanırım en etkileyici kısmı, içine girdiğimiz karanlık görev bölgelerinin (o zamanın kriterleriyle) “yaşayan” atmosferiydi. Sivilleri, polisleri, arabaları ve genel mimari tarzıyla, içinde istediğimiz gibi gezinebildiğimiz bir şehirde göreve çıkıp, kendi istediğimiz şekilde görevi planlayıp uyguluyorduk. Ana hikaye ve bizim oyuncu olarak konumumuz itibariyle oyun basit bir güç fantezisinden ibaretti aslında, ama kendi içinde tutarlı ve gayet de eğlenceli bir fanteziydi. Oyunun bu haliyle açıkça yazılmış başka bir hikayeye de ihtiyacı yoktu.

Yeni oyuna gelirsek, oyun evreni eski oyunla aynı çıkış noktasına sahip. Yine hükümetlerin önemini yitirdiği ve şirketlerin ülkelerin kontrolünü ele geçirdiği bir evrende, kendi gücünü diğerlerinin üzerinde uygulamaktan çekinmeyen kirli bir şirketin elemanıyız. Fakat bu sefer, ajanlarını göreve hazırlayıp yollayan ve şirketi için en iyi olan taktik kararları almaya çalışan bir yönetici olmak yerine, o görevlere çıkan ajanlardan biriyiz. Bizimkisi bir “intikam” hikayesi, one man, one rule, one world to conquer, bir Hollywood esintisi falan… Sıkıntı da burada başlıyor. Her şeyden önce, ben neden kafasına çip takılmış, bilinç olarak bir muzdan farksız olan bir ajanı yönetmek, onun hikayesinin başrolü olmak isteyeyim ki, sevgili Starbreeze? Hani farklı bir isme sahip farklı bir oyun olsa, tamamen bilincini kazandıktan sonra kendisine yapılanlara başkaldıran bir karakter olsa, klişe olmasını es geçip bir nebze empati kurabilirim belki ama oyunun ismi Syndicate. Ve oyunun yönlendirilmesine bakınca bu çelişki içinde kalan tek kişinin benim olmadığım da belli oluyor. Yeni Syndicate eski oyunla aynı evrende geçiyor olsa da, kendi hikayesinden çok farklı bir temayı işleyen eski oyundan aldığı öğelerle kendi yaratmaya çalıştığı yeni hikaye hiçbir şekilde uyuşmuyor.

Hikaye dediğimiz de patetik seviyede zaten. Ajanımızın adı Miles Kilo (isme gel), görevlerimize bize eşlik eden psikopat arkadaşla (adını unuttum) çıkıyoruz, görevimiz icabı diğer şirketlerin ajanlarının çiplerini çalıyoruz, o sırada yolumuza çıkanları da öldürüyoruz. Sonra göğüs dekoltesi en önemli karakter özelliği olan bilim kadınımızla ilgili sıkıcı bir şeyler oluyor, bizi yönettikleri kafamıza dank ediyor ve iyi biri olmaya karar veriyoruz, çalıştığımız şirketi de yok etmeye and içiyoruz. Hikaye bundan ibaret. Klişe olmasını geçtim, burada insanı tüm oyundan soğutan şöyle bir saçmalık oluşuyor: Eski oyunun sunduğu özgürlükten sadece bunu tutmayı düşünebilmiş olan tasarımcılar sağolsun, oyunun ilk yarısı karşımıza çıkan sivilleri keyfimizce, emir falan olmadığı halde öldürüp kafamıza göre takılabiliyoruz. Ne zamanki bizim Kilo ağırlığına uygun davranıp (dayanamadım üzgünüm) iyi olmaya karar veriyor, bana satılmak istenen hikaye, oyuncu olarak kafamda bir rol biçerek oynadığım karakterin o ana kadar yaptığı her şeyiyle zıt düşüyor.

Bu noktaya kadar “eski oyundan bana ne, oynamadım bile” diyenler için oyunun kendi başına bağımsız bir oyun olarak ne sunduğuna gelirsek: Yeni Syndicate, standart bir “koridor” shooter. Tamamen çizgisel oyun anlayışı içerisinde, hedefinize giden tek yol üzerinde ilerleyerek, sizin çıkmanızı beklemek üzere ayarlanmış düşmanları temizleyerek ilerliyorsunuz. Oyunun farklı olarak sunduğu şeylerin başında, ateş etmek dışında yapabileceğiniz “breach” adlı eylemler var. Bunlar temel olarak, beyninize takılı olan çiple gerçekleştirebildiğiniz hack’ler, size uzaktan düşman ünitelerinin veya ajanlarının davranışlarını etkileme ya da kalkanlarını indirme gibi opsiyonlar veriyorlar. Her zaman uygulayabileceğiniz breach sayısı hepi topu 3 tane: Karşı tarafın beynini ele geçirip seninle savaşmasını sağlamak (orijinal oyundaki Persuadertron gibi), intihara zorlamak, silahının geri tepmesini sağlamak.

Ayrıca dart mode diye bir görüş moduna geçip, duvar arkasında kalan ajanları da kısa bir süreliğine görebiliyoruz. Bazı güzel kullanım alanları oluyorsa da, breach’ler hem az hem de çok özellikli olmadığı için belli bir süre sonra ezberleyeceğiniz ve çekiciliğini yitiren bu özellikler yerine çok sayıdaki düşmana normal yöntemlerle ateş etmek daha kolay geliyor. Sadece bazı yerlerde (robotların süper güçlü zırhını indirmek veya breach’lere özel hazırlanmış birkaç bulmacayı çözmek gibi) zorunlu olarak kullanmak durumunda kalıyorsunuz doğal olarak.

Oyun görsel olarak cyberpunk kültürünü temel aldığı için yakın zamanda çıkan Deus Ex: HR’a benzetmemek mümkün değil, modern geometrik binalar ve tasarımlarla çevrili bir dünyada geçiyor oyun. İlk başta etkisi fena gelmese de, abartılı parlak neonların ve aşırı ışıklandırmanın gözleri oldukça yorduğu oluyor. Güzel manzaralar var ama genelde içinde oynadığınız kapalı alanların camdan baktığınızda ya da balkona çıktığınız zaman gördüğünüz şeylerden ibaretler. Oyun fazlasıyla ölü bir dünyada geçiyor bu yüzden, arada tek tük gözüken siviller dışında hep aynı tipli ajanları görüyoruz soğuk renkli koridorlar boyunca. Ayrıca oyunda ilerlerken oyun dünyasına dair bilgileri içeren paketleri toplayıp sonradan okuyabiliyoruz, yalnız okuma ekranında da, görsel atmosfere uyumlu gözüksün diye CRT monitor etkisi yapalım demişler, hem renk kanallarını kaydırıp hem de 3 puntoyu basmışlar yazılara, kim akıl ettiyse tebrik ediyorum, görsel rahatsız edicilik kategorisinde benim favorim oldu bu. Ben oyunu PC’de oynuyorken ve o yazıları okuyamazken, konsol oyuncularından okuyabilen oldu mu merak ediyorum.

Bir başka özellik olarak, karakterimizi aynı Deus Ex’deki Adam Jensen gibi modifiye edebiliyoruz, bu ekstra özellikleri açabilmemiz için de oyunda ilerledikçe diğer şirketlerin ajanlarını yenip onlardan alacağımız çiplere ihtiyacımız var. Bu modifikasyonlar da oldukça temel seviyede (rejenerasyon süresini azalt, damage’i artır gibi..), bir RPG oyunu seviyesinde özelleştirme veya yeni deneyimler katmıyorlar oyuna.

Bir FPS için en önemli öğelerden biri olan silahlar ise aynı orijinal oyundaki gibi az sayıda ama hepsini kullanmak farklı bir zevk veriyor, belki de oyuna dair verilebilecek yegane artılardan biri bu. Çoğu silahın iki modu var (sprey veya tekli atış gibi), bunlarda da aynı silah üzerindeki farklı optik dürbünleri kullanmak hoş olmuş. Eski oyundaki efsanevi gauss gun'ı farklı bir silah olarak görmek nostaljik yanımı üzdüyse de, tüm silahların genel olarak iyi bir oynama hissi verdiğini söyleyebilirim.

Sorun şu ki, eski oyunu hiç oynamamış ve tamamen yeni oyunun sunacağı şeylerin beklentisiyle gelmiş oyuncular için de bunların yeterli olacağını söylemek güç. Tek kişilik modu oldukça kısa süren, hem hikayesiyle hem oynanışıyla ilk 2 saatten sonra hep aynı şeyleri tekrarlıyormuş gibi hissettiren (koridorda ilerle, açık alandaki düşmanları temizle, başa dön ve tekrarla) bir oyun yeni Syndicate. Yapımcılar sağolsun, bu modern ve çok gelişmiş dünyada her iki dakikada bir, sürekli "f"e basarak açmamız gereken sıkışmış bir kapıya rastlıyoruz. “Eski oyunu alıp, içindeki tüm orijinal fikirleri çıkarıp, ekleye ekleye bunu mu eklediniz” diye sormadan edemiyor insan. Co-op’u belki daha iyi olabilir ama etrafta bu kadar shooter varken niye biri Syndicate’ı tercih etsin, bu da benim için bir muamma.

Güya bu yazıya eski Syndicate’ın bendeki hatırası için başlamıştım. Yazının sonunda yaşama zevkim kalmadı yeni oyunu incelerken. Neyse artık, Paradox Interactive’in orijinal Syndicate’a çok daha benzeyeceği iddia edilen Cartel’ini bekleyeceğiz bakalım. 2K Marin’in geliştirdiği FPS olan XCOM’una morali bozulanlar da üzülmesinler, Firaxis de orijinal Ufo’yu tekrar canlandıracak gibi duruyor.

5 yorumcuk:

Mrs L... dedi ki...

Harika bir yazı olmuş! Ben de sırf baş tacım Syndicate'tan neler aldıklarını görmek için alıp oynamak istiyordum ama elim gitmiyordu bir türlü. Neden gitmediğini daha iyi anladım şimdi. Bu ruhsuz oyunu oynamak için kendimi zorlamayacak, Syndicate'imin hatırasını kirletmeyeceğim :D

Adsız dedi ki...

Şu oyuna verdiğim 50 yuroya acıdığım kadar hiç birşeye acımıyorum. 100 lira desem 5'e böl, 20 tombik döner ediyo. Yazıklar olsun. Just another shooter işte. Bir de 100 üstünden 80 vermişler.

maniac1987 dedi ki...

Hem fps hem diğer oyun türlerini seven bir oyunsever olarak benimde bu oyun oynanacaklar listemin üst sıralarındaydı ama artık güzel yazınız sayesinde alt sıralara düştü.

Ama önemli iki hususu atlamamak lazım .

Birincisi artık oyunlar eskisi gibi 2-3 kişiyle kısa zamanda yapılan ürünler değil.
Yüzlerce kişi ve çok büyük meblalar gerekiyor bu iş için.
Yani bu işe çok kaynak ayrılıyor .
Bu yüzden oyun firmaları çelişkiye düşüyor , satması garanti , kar ettirebilecek fps gibi türlerde oynanması basit oyunlar mı yapalım , yoksa değişik türler mi deneyelim .

Değişik türler deneyen firmaların bazıları inanılmaz paralar kazanırken bazıları batıyor.Örneğin gerçek aktörlerin yüzünü ve davranışlarını oyuna aktaran La Noire oyunu gibi.Çok güzel bir oyun olmasına rağmen oyunu yapan Team bondi firması battı.Bunun gibi örnekler mevcut.

İkinci husus bırakın değişik türlerde oyun denemeyi , artık fpsler bile birbirinin fotokopisi gibi.
Oyunların alıcı kitlesinin büyuük çoğunluğu neredeyse hiç hikayesi anlamı olmayan bu vur ve ilerle türü oyunları satın alıyor , bu yüzden firmalarda mal bulmuş mağribi gibi bu oyunlara balıklama atlıyor.

Yorumum biraz uzun oldu , kusuruma bakmayın.

Selim Yeniceri dedi ki...

Öncelikle harika bir yazı, yazarın ellerine, diline sağlık. Boş zamanlarımda hem biraz dinlenmek hem de bazen ilham almak adına oynadığım bilgisayar oyunları uzun yıllardır hayatımın bir parçası oldu ama FPS tarzı oyunları neredeyse hiç sevmedim. Şimdiki oyunların görselliğine ve teknolojisine sahip olmasa da, yine de "Outlaws" benim için bir efsanedir. Hikayesi, müzikleri, atmosferiyle her yönden kendini tamamlayan bir oyundu. Al eline en ileri teknoloji ürünü silahları - hatta çoğu da hayali, gerçekle ilgisi yok - indir karşına çıkanı. Ne strateji, ne beyin, ne başka bir şey. Kaliteli hazırlanmış RPG'leri FPS'lere her zaman tercih ederim. (Bu yorum oyunlara, yazar üzerine alınmasın, yazı gayet başarılı.)

Bay Kavun dedi ki...

Syndicate benim de en çok ve büyük keyifle oynadığım oyunlardandı. Yeni Syndicate'i duyduktan ve türünü öğrendikten sonra ise değil oyunu satın alıp bir bakmak, hakkındaki haberleri takip etme gereği bile duymadım. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyeceksiniz, ancak çok uzak geliyor bana artık bu yeni nesil shooter'lar. Orjinal Syndicate'i bir kez daha oynarım da, bunu bilgisayarıma kurmam. Ellerinize sağlık, yazılarınızı özlemiştik Umut.