19 Şubat 2013 Salı

Girls



Şu an ikinci sezonunun ortalarında olan HBO'nun hit dizilerinden Girls, üçüncü sezon onayını çoktan aldı, Altın Kürelerde de En İyi Komedi ödülünü kaptı. Dizinin yaratıcısı, Lena Dunham isimli genç mi genç bir yetenek. Dunham aynı zamanda başrolde oynuyor, çoğu bölümü de tek başına yazıp yönetiyor. Yapımcılardan bir diğeri, Superbad, Knocked Up, 40 Year Old Virgin ve Bridesmaids komedilerinin arkasındaki adam, yeni Amerikan komedisinin en önemli isimlerinden birisi haline gelmiş olan Judd Apatow.

Girls, New York'ta yaşayan, 20'lerindeki dört kadının yaşamları üzerine. Böyle diyince ister istemez Sex and the City geliyor insanın aklına – nitekim dizinin ilk bölümünden, hemencecik değinmiş Dunham buna. Shoshanna'nın odasındaki Sex and the City posteri karakterlerimizle dalga geçer, onlara nanik yapar gibi duvarda asılı duruyor. Onlar asla Carrie gibi haftada ufak bir köşe yazıverince dolaplarını çifti 500 dolarlık ayakkabı ve marka kıyafetlerin yüzlercesiyle donatamayacaklar çünkü. Her hafta bir başka parlak, yakışıklı ve başarılı bir adamla tanışıp onlarla şahane seksler yapamayacaklar. Her akşam bir başka partiye, sergiye, konsere, mekan açılışına gitmeye ya halleri, ya paraları, ya da zamanları olmayacak. Midelerini lezzetli yiyecekler ve kıpkırmızı Cosmopolitan'larla doldurup doldurup hiç çaba harcamadan tığ gibi ince kalmayacaklar. Tuvalet büyüklüğündeki dairelere ayda binlerce dolar ödeyecek güçleri de olmayacak, bu nedenle Brooklyn'den Manhattan'a geçiş yapmayacaklar. En azından 20'lerindeyken ve bu dizinin kahramanlarıyken. Yani Girls, ille de Sex and the City ile karşılaştırılacaksa, onun çok daha ışıltısız, çok daha arızalı, çok daha komik ve çok daha gerçek bir versiyonu olarak tanımlanabilir. Kahramanlarınının 30'ların değil 20'lerin ortalarında olması da cabası.

Erkekler de var bu dizide tabii ki. Sadece kadın izleyicilere hitap eden, erkek karakterlerin ya tek boyutlu kaldığı, ya son derece itici ve/veya zayıf resmedildiği, ya da baş karakterlerin yaşamaları gerekenlere yardımcı olmak için oraya buraya serpiştirilip gayet tek yönlü vaziyette arz-ı endam ettikleri "kız dizileri"ne benzemiyor bu bağlamda Girls. Sevmek için ne 20'lerin başlarında, ne de kadın olmanız gerekiyor. Erkek karakterleri de, tıpkı kadın karakterleri gibi bizim günlük hayatımızda karşılaştığımız, hatta yakın çevremizde, arkadaşlarımızın arasında olan, hatta aynadan bize bakıp tek kaşını kaldıran insanlara benziyor. Bolca sorunlu, takıntılı, seyirci olarak yer yer hoşumuza giden, sempatik bulduğumuz, yer yer de yüzümüzü kızartan, davranışlarıyla ekrana bakmamızı engelleyecek kadar bizi utandıran, belki biraz fazla kendilerine dönük, bencil karakterler.



Pilot bölümde, 24 yaşındaki süpürge saçlı hafif tombik Hannah'yı tanıyoruz – bu da dizinin diğer mainstream dizilerden bir farkı; sadece kaşı gözü kalemle çizilmiş gibi düzgün olan ve her gün saatlerce vücut çalışıp kuş kadar yiyerek beslenen, gerçek hayatta etrafta pek sık rastlayamadığımız o "televizyon güzelleri" yerine, gözlerimizin çok daha aşina olduğu sıradan insanı da bize göstermesi. Kadrodaki dört kadının ikisi çok güzelse, ikisi eh işte. İşte bu "eh işte"lerden birine dahil edilebilecek Hannah (Lena Dunham) üniversiteden iki yıl önce mezun olmuş, bir yıldır bir yayınevinde ücret almadan staj yapan ve yazmayı planladığı ilk kitabının taslağının belki dörtte birini ancak tamamladığı halde kendini "yazar" olarak tanımlayan bir kızımız. Hannah çok zeki, çok iyi bir gözlemci ve çok bencil. Kendinden nefret ederken kendine bayılıyor. Bizse seyirci olarak bazen onu seviyor, bazen de kendine dönüklüğünü, kendini arayıp dururken etrafındaki her şeyi ve herkesi ıskalamasını çıldırtıcı buluyoruz. Vejetaryenmiş, ama çok acıktığı bir gün, arasıra takıldığı çocuğun evinde çocuğun akrabasının bilmemnerden gönderdiği bilmemne eti dışında yiyecek hiçbir şey bulamayınca tekrar et yemeye başlamış (çünkü çıkıp yiyecek bir şeyler alıp dönerse çocuğun yani Adam'ın -ki dizideki önemli karakterlerden biri sayılabilir o da- ona kapıyı açmayabileceğini düşünüyormuş). Eti yerken yerken güçlendiğini hissedince de, vejetaryenliği bırakmaya karar vermiş. Hannah işte böyle bir karakter.

İlk bölümde anne babası artık Hannah'ya onu maddi olarak desteklemeyi bırakacaklarını, kirasını ve faturalarını daha fazla ödeyemeyeceklerini, artık kendi ayaklarının üzerinde durması, gerçek dünyayla tanışması gerektiğini söylüyorlar. Hannah büyük bir öfkeyle karşılıyor bunu ve "Tek çocuğunuzum, o kadar da yük olmamalı ayda 2 bin lira size" ve "Sabah akşam çalışırsam nasıl kitabımı bitirebilirim? Kendi jenerasyonumun sesi olacağım! Ya da herhangi bir jenerasyonun herhangi bir sesi..." gibi laflar ediyor. (Hannah işte böyle bir karakter demiş miydim? Girls'ün duyguların tweet'ler yoluyla anlatıldığı "herhangi bir neslin" temsilcisi olduğu doğru gerçi.) El mahkum razı oluyor bu duruma sonunda, fakat staj yaptığı yayınevinden maaş talep edince onu kapı önüne koyuveriyorlar. Bu noktada Hannah'nın, hesapladığı kadarıyla onu New York'ta 3,5 gün idare edecek kadar parası var. Öğlen yemeği yemezse 7.



Hannah'nın kendisi gibi ergenlikle yetişkinlik arasındaki boşluğa sıkışıp kalmış üç arkadaşı var: Allison Williams'ın oynadığı Marnie, Hannah'yla aynı evde yaşıyor. Bir sanat galerisinde çalışıyor, 4 yıldır birlikte olduğu erkek arkadaşını bir erkekten çok oğlan çocuğu gibi gördüğü için çok sıkılmış ama onu terk etmiyor, etrafındaki herkesi yargılamayı kendine iş edinmiş tiplerden. Bıcır bıcır, fazla hevesli, fazla saftirik ve fazla bakire Shoshanna'yı farklı roller ustası Zosia Mamet canlandırıyor. Shoshanna belki de aralarındaki en sempatik karakter, ama şimdilik öyküsüne en az yer verileni. Son olarak özgür ruhlu, belki biraz gösteriş meraklısı, serüvenci gezgin Jessa (Jemima Kirke), Shoshanna'nın kuzeni ve dizinin başında, uzun bir seyahatten sonra New York'a dönüp kuzeninin yanına yerleşiyor. Dizinin erkek kadrosundaysa Hannah'nın "fuck buddy"si marangoz/tiyatrocu Adam (Adam Driver), Marnie'nin uzatmalı erkek arkadaşı, sevgi dolu ama sıkıcı Charlie (Christopher Abbott) ve Charlie'nin sanki hafif psikopat arkadaşı Ray (Alex Karpovsky) var. İlerleyen bölümlerde aralarına Hannah'nın eski sevgilisi Elijah rolünde Andrew Rannells da katılıyor.

Girls'ün seks sahneleri de ayrı bir hikaye. Evet şimdiye dek gördüklerimizden çok ama çok farklılar ve oraya izleyeni uyarmak ya da oyuncuların bedenlerin güzelliklerine imrendirmek amacıyla konulmamışlar ve yer yer rahatsız edici/utanç verici de olabiliyorlar, ama çok komik oldukları da bir gerçek. Buna dizinin işlediği kürtaj, eşcinsellik ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi temalar eklenince, Girls'ün seveni kadar itileninin de olacağı anlaşılıyor. Arıza karakterler, omuz büzüştürücü ve utandırıcı diyaloglar, açık saçık sahneler ve bu sahnelerde pek güzel olmayan vücutlar, sorumluluk kaçkını bencil tipler ve pembe olmayan sonlar size itici geliyorsa, hiç başlamayın, zamanınızı harcamayın. Ama konusu ve bu saydıklarım ilginizi çekiyorsa, şans vermeye değer bir dizi Girls. Hem orijinal, hem de komik. Benzerleri kadar "güzel" değil belki, ama daha gerçek.

Bonus bilgicik: Girls'ü zaten biliyor ve seviyorsanız ama Lena Dunham'ın daha önceki işlerine göz atma fırsatınız olmadıysa, yine kendisinin yazıp yönetip oynadığı 2010 yapımı düşük mü düşük bütçeli ve hoş mu hoş bağımsız film Tiny Furniture ilginizi çekebilir. Filmin Girls'e bir hayli benzer bir teması var: Üniversiteden yeni mezun olup New York'ta annesiyle kızkardeşinin yaşadığı eve dönen Aura ve birkaç aylık bir kendi sesini ve yolunu bulma (ya da bulamama) sürecinde yaşadıkları. Filmde Dunham'ın annesi ve kardeşini oynayan aktörler, gerçek annesi ve kardeşiymiş. Ayrıca Girls'de eksantrik ve yitik İngiliz hatun Jessa'yı canlandıran Jemima Kirke ile garip ötesi muhabbetler müdürü Ray rolündeki Alex Karpovsky de filmin kadrosunda.


14 yorumcuk:

Persephone dedi ki...

Ben bu diziyi cok seviyorum ya. New York'ta, daha dogrusu Brooklyn hayat hakkaten boyle. Ama onu kenara birakirsak bile, yasadiklari sorunlarla hakkaten ozdeslestirebiliyor kendini insan. Ve dizinin guzelligi karakterleri tek bir kaliba sokamiyorsun. "Ah ben tam bir Hannah'yim" ya da "marnie'yle cok benziyoruz" diyemiyorsun. Onlar da sen ben gibi insan, karakter disi hatalar yapip, beklenmeyen kararlar verebiliyorlar. Hepsini birbirine baglayan bir sey var cunku: New York'ta ya da herhangi bir buyuk sehirde yirmilerin basinda kendi ayaklari uzerinde durmaya mecbur bir kiz olmak zor.

multiplexslut dedi ki...

Cok guzel bir dizi tavsiyesi olmus, ilk firsatta bakacagim cok tesekkurler :) Ayrica yeni yazinizi gormek de cok sevindirici..

Citizen Erased dedi ki...

Çok büyük umutla başlayıp sevemediğim bir dizi olmuştu Girls. Çok ayıp belki ama Lena Dunham çok kötü bir bedene sahip, o dizide sürekli çıplak kaldıkça ben onun adına utanıyordum izlerken. Tamam belki normalleştirmeye çalışıyor, aslında sıradan kız bu görüntüye daha yakın filan ama alttan alta da en güzel vucut bende olmasa da üstün zekam ve keskin dilimle tüm erkekleri kendime aşık ederim gibi bir ego patlaması yaşıyor gibi geliyor bana. Özellikle 2. sezonda bir dolu insanın Lena ablamıza aşık olması benim diziyi izlemeyi bırakmama neden oldu. Genç bir kadının yazıp yönetip oynadığı bu diziyi sevmeyi çok isteyip yine de beceremedim malesef. Belki Lena'nın durmaksızın verdiği ben her şeyi yiyebiliyorum, üstümde kilo baskısı yok vs. demeçleri de (kendinden bu kadar memnun olması kısacası) beni iten bir başka sebep olmuştur.

KadirBey dedi ki...

Hmmm...Açıkçası yazıyı okumadan önce diziyle ilgili bir fikrim yoktu ama girls isminden yola çıkarak bilindik gençlik dizilerinin biraz daha komik olanıdır diye düşünmüştüm.Bayağı yanılmışım sanırım.Benim komedi olarak şu sıralar favorim modern family ama Girls'e de başlayacağım.Hem de daha ikinci sezonunda, çabuk da yetişirim.

Bu arada survivor ve the amazing race'e başladınız mı :)? Ben torrenti yeni öğrendiğimden ilk defa youtube dışında izleyebiliyorum.Philip'in pembe donu ne kadar itici...Bir de boston rob taktiği uygulamaya çalışıyor kıytırık ingilizcemle anladığım kadarıyla.Sen kim boston rob kim philip efendi!!!

Umut dedi ki...

Sevdiğim kız diye demiyorum pek hoş yazıyorsunuz matmazel :P

Dizide hoşlandığım ne varsa yazılmış zaten ama ben de fikrimi özetleyeyim, dizi standart kız dizisi değil kesinlikle, yazıda da denildiği üzere. Örnek olması babında, Battlestar Galactica ne kadar uzay gemilerine dairse, bu dizi de o kadar kızsal fantezilere dair benim gözümde, en azından benim izleme takılma nedenim bu değil diyelim.

Şu ana kadar olanların merkezinde ikili ilişkilerden çok, ergenliği aştıktan sonra üstlenilmesi gereken sorumluluklarla hayata dair önceden kurulmuş hayallerin acımasız çatışması var genelde. Başta insan diyor ne güzel çocuklar özgür ruh, mis gibi hayallerin peşinde koşacaklar tabii. Ama bazen karakterlerin bu ergen serzenişleri, her türlü gerçekten kaçışlarını rasyonalize etme çabaları öyle bencil boyutlara varıyor ki, "her şey istediğim gibi olsun, herkes benim etrafımda hayatını şekillendirsin ama ben kimseyi takmak zorunda değilim" zihniyetine karşı içinizdeki vahşi ebeveyn uyanıyor, bi tokat atasınız geliyor ekrana "eeeh yeter be haddini bil" diye :p Bu da oldukça ilginç ve gerçekçi kılıyor diziyi :)

Bakalım nerelere gidecek.

Çavlan dedi ki...

persephone: bunca zaman sonra sizi buralarda görmek ne hoş.

multiplexslut: teşekkürler, dizi de hoşunuza gider umarım.

citizen erased: ego patlamasının allahını yaşıyor hannah bence de ama 2. sezonda hangi bir dolu insan aşık oldu ki ona, ben mi bir şey kaçırdım? eski sevgilisi (spoiler buralar) hem gey hem de marnie'yle takıldı, kızın 5. bölümdeki taş herifi iki günde nasıl soğuttu da ortada, bir adam vardı belki ama adam'ın ilgisi de, aralarındakinin sağlıklı bir ilişkiye dönüşür gibi olduğu anda hannah'nın bucak bucak kaçtığını ve "bana bok gibi davrananı severim ancak"cılardan olduğunu göstermesi açısından gerekliydi bence.

kadirbey: "sen kim boston rob kim phillip efendi"nin altına imzamı atmak istiyorum :)) neden bu sezonun 'favorites' kısmında phillip ve brandon gibi şaka karakterler var anlamış değilim. reyting uğruna atmayacakları takla kalmadı herhalde. ama olsun gayet zevkli olacak gibi bu sezon yine de :P amazing race'i son sezonlarda seyretmedim çünkü sıkmıştı beni artık ama yeni sezon ümit verici başladıysa bir göz atayım.

umut bey: o nasıl lakırdı, utandırıyorsunuz kuzum beni.

even better than the real thing dedi ki...

Güzel olmuş yazı gerçekten. Dün akşam bunu okuduktan sonra ilk sezonu indirdim ve bir oturuşta ilk 3 bölümünü seyrettim. Nasıl geçtiğini anlamadım o 90 dakikanın. Çok keyifli bir seyirlik kesinlikle.

HayalBozan dedi ki...

lena dunham'ı ne kadar sevip sayıyorsam hanna'dan da o kadar nefret ediyorum.zannetmiyorum ki daha önce bu kadar ateşli bir şekilde gıcık kaptığım bir başka televizyon dizisi kahramanı olmuş olsun. çevremde de var aynı modelde bir kaç tane.

Citizen Erased dedi ki...

Herkes aşık oluyordan kastım şuydu; zenci taş abi, Adam ve keş komşu, bunların 3ü de epey pervane oldu bu kızın etrafında hatta sanırım hepsi aynı bölümdü ki zaten ben de bu bölümde izlemeyi bıraktım. "Aşık" kelimesi biraz güçlü bir ifade olmuş olabilir kabul ediyorum:)
Aslında bu satırları yazarken anladım ki derdim diziyle değil Lena'yla. Olmadı onun olduğu kısımları atlayıp izleyeyim diyeceğim ki bunu yapsam herhalde 25 dk.lık diziden geriye 4,5 dk. kalır. Manasız bir çaba benim için sanırım.

Mathilde dedi ki...

Benimkisi alaksız bir yorum olacak; ama demeden geçemeyeceğim: Black Mirror dizisine başlamalısınız!

Çavlan dedi ki...

birkaç yerden daha duydum black mirror'ı cidden, ilerisi için yazdım bir yere :)

Unknown dedi ki...

Kesinlikle cok gercekci bir dizi. Tabi Gossip Girl yada Sex and The City sevenler pek ic acici bulamadilar diziyi.onlara gore gorsellikten uzak olan GIRLS bana gore tavri cok yerinde, kurgusu dikkat cekici ve ileride adini cok sik duyabilecegimiz bir dizi olmaya aday.Tek kelimeyle komplekssiz ve ozguveni cok cok yuksek bir proje diyebilirim.

Judy Abbott dedi ki...

İlk sezonu bir oturuşta seyrettim. Epey dokunaklı geldi bana, komedi dizisinden ziyade. Karakterlerin hepsini ayrı ayrı sevdim diyebilirim. Tabii o İngiliz aksanı ve dünyayı iplemeyen haliyle Jessa'yı bir tık daha sevdim diyebilirim.

Adsız dedi ki...

Gerçekten mükemmel bir yazı olmuş. Ekleyecek pek bir şey kalmamış.
Ben yeni başladım diziye, ama anında etkilendim. Son zamanlarda izlediğim dizilerin hepsinde sürekli seks sahneleri... Artık bir yerden sonra bunun sadece izleyici çekmek için yapıldığını anlamamak için aptal olmak lazım. Kurgunun önemi yok, kamera öyle, senaryo pek yok... En basit örneği ise Femme Fatales belki de. Çok düşünülmeden çekildiğini düşünüyorum. Ama seks sahneleri evet muazzam, oyuncular muazzam, bir tane sokakta tanışabileceğiniz bir insan yok.
Ama bu Girls, arkadaşlarımızı, sevgililerimizi, bizim hayatımızı anlatıyor. Dejavu, doğru kelime değil ama akla ilk geleni (: Ve nedense komedi dizisi gibi göremedim bence hayli eğitici bir dizi. Güzel mesajları da var sosyal ilişkiler üzerine, tüketici toplum üzerine...