14 Temmuz 2012 Cumartesi

Kitap Günlüğü (Kısa Kısa #7)


Biri çocuk yaşta zorla bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen, biri de annesi ölü, babası hapiste kimsesiz bir mezarlık çocuğu olmak üzere iki farklı Derda'yla ilgili ve Hakan Günday'ın alıştığımız tarzından da bir hayli uzak olan Az, yılın en iyileri anketimizde birinci olmuştu. Okurların verdiği ödüllerin galiplerine film, dizi ve oyun alanlarında katılsam da edebiyatta pek katılamadım; sadece bizim ankette değil medyada da "yılın en iyi kitabı" gibi ödüllere layık görülen Az, benim için okuması keyifli, bilhassa ilk yarısı çok ilginç ve sürükleyici bir kitap oldu son kertede, hepsi bu. O kadar ciddiye alınacak bir eser gibi göremedim kendisini. Kitabın kopardığı tantanadan da, Hakan Günday'ın kaleminin geçirdiği değişimden de çok haz ettiğimi söyleyemeyeceğim. Ekşi Sözlük'te pinup isimli kullanıcı "Bence edebiyatımıza bir tane Elif Şafak yeter, daha da artmasın." diye bir yorum yapmış, al benden de o kadar.

Doğu Yücel'in Varolmayanlar'ı, favori çerez kitaplarımdan olan ve son 10 yılda birkaç kez sıkılmadan okuduğum Hayalet Kitap'tan sonra tam bir hayalkırıklığıydı. Kitabın arka kapağına bakacak olursak, konusu şu: "Genç bir iş adamı, babasından kalan antika dolmakalemle bir hikaye yazar. Ertesi gün gazetede, yazdığı hikayenin aynen gerçekleştiğine dair bir haberle karşılaşır. Kahramanımız bu gizemli olayın nedenlerini araştırırken tarihin en iyi saklanmış sırrını öğrenecek, dünyayı değiştirecek anahtarın tek sahibi olacaktır." Bu konu ilk duyduğumda beni çok heyecanlandırmış, Doğu Yücel faktörüyle de birleşince bir heves kitabı edinip hızla okumaya başlamama neden olmuştu, ama romanın konusunun bu arka kapak yazısında anlatılan konuyla tamamıyla örtüştüğü söylenemez aslında. Yine kitabın arkasındaki "yeni bir hayalperest manifesto" beyanıyla ilgili ise hiçbir şey diyemiyorum. Çok acımasız bir eleştiri gibi olacak ama Varolmayanlar, lisedeyken hayalgücü zengin arkadaşınızın yorum yapasınız diye zorla elinize tutuşturduğu, klişelerle ve anlatım bozukluklarıyla dolu ve bir türlü bitmeyen ilk roman denemesini okumaya benziyordu. Her bölümünün küçükken izlediğim üçüncü sınıf Amerikan filmlerini çağrıştırması da cabası.

Daha önce Gülayşe Kolçak'ın sadece ilk baskısı 1997 yılında yapılmış olan Gözlerindeki Şu Hüznü Gidermek İçin Ne Yapmalı? isimli kitabını okumuşum, bunu da kitabı kitaplığımda sırtı yıpranmış halde bulduğum için biliyorum, yoksa kitabı hiç hatırlamıyorum. Çıkalı birkaç ay olmuş son romanı Siyah Koku'yu ise, konusunun (özellikte Türk edebiyatı düşünüldüğünde) ilginçliğine tav olup aldım. Kitap gelecekte, devasa bir ekolojik krizin ortasına düşmüş Türkiye'de, yeni ismiyle "Bizistan"da geçiyor. Doğal kaynaklar tükenmek üzere, kuraklık artmış, özellikle de su çok mühim, çok nadir bulunan bir kaynak haline gelmiş ve ayrımcılık, mümkün mü bilmiyorum ama, günümüzdekinden de beter bir halde. İnsanların yürürken sokaklarda püskürtülen maddelerle uyuşturulduğu, hükümetin ekonomik gelir için vatandaşlarından zorunlu olarak organ bağışı yapmalarını talep ettiği bu dünyada, bir gazetenin "Güzin Abla" sütununda tavsiye mektupları yazan kadın kahramanımız, şehirlerarası bir yolculukta ilginç bir adamla tanışıyor ve aralarında bir ilişkimsisi başlıyor. Siyah Koku pek çok yerde "distopik roman" diye geçiyor ama, aslında romanın merkezinde bu var - her ne kadar kitabın arka kapağında "aşk" şeklinde tanımlanmış olsa da benim gözüme aşktan başka her şeye benzeyen, bir türlü bitmeyen ve oldukça rahatsız edici bir ilişki gibi göründü. Yazar, kahramanının bu hastalıklı ilişkisi ile zorunlu askerlik ve yaşlıların ötekileştirilmesine bu kadar (yer yer kendini tekrara girecek biçimde) değinmek yerine biraz da sistemle, ekonomiyle, kapitalizmle ilgili iki laf etseymiş bu dünya daha bütünlüklü çizilmiş olurmuş gibi geldi bana okurken. Yine de yaklaşık 500 sayfalık bu roman toplumsal eleştiriye Türk edebiyatında örneklerini çok az görebildiğimiz bir yolu kullanarak giriştiği için bile okunmalı belki de.

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, tüm Barış Bıçakçı romanları gibi insanı sessizce, usul usul çarpan, okurken sürekli eline bir kalem alıp her beş satırdan birinin altını bastıra bastıra çizme isteği uyandıran, okuduktan sonra da günlerce aklından çıkmayan, usta işi bir kitaptı. Bir de Umut vardı içinde üstelik. Arka kapak yazısı: "Bir intiharın çevresinde, insanlar… O kızın intiharıyla birbirine yaklaşan… Kendi içlerinde geçmişe dalan… Onu kaybetmenin acısıyla başka sevdiklerine eğilen… Nasıl da mühimdir aşk sakarlıkları, sevgi ihmalleri; nasıl hayat kurtarır eşin-dostun bakım, onarımı…" Şu linkte Murat Gülsoy'un kitapla ilgili bir yazısı var. Kitaptan bir de alıntı: "Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım, diyeceğim. Öyle olsun."

11 yorumcuk:

even better than the real thing dedi ki...

Kısa Kısa formatını seviyorum :) Buradan sadece Doğu Yücel'in Varolmayanlar'ını okudum ve evet yazın dili oldukça zayıf olsa da kurgusundan çok etkilenmiştim ben açıkcası. Konu da ergenlik çağlarında hep düşündüğüm, hayalini kurduğum ama bir türlü gerisini getiremediğim yaratıcı hikaye/roman konularını andırdığı için çok sevmiştim. Siyah Koku da ilgimi çekti baya, bir boş zamanda alıp okuyayım :)

Leylək Xəlifə dedi ki...

Ben de "AZ" romanını okuduğum zaman Elif Şafak anlatıyor gibi gelmişti...

Orhun Gençosmanoğlu dedi ki...

Fikirlerine en çok saygı duyduğum bloggerın AZ ile ilgili benimle aynı şeyleri düşünmesi oldukça sevindirici. Kendi adıma kitabın çok abartıldığını düşünüyorum. Özellikle ilk kısmından sonra ikinci kısmı okuma açısından bir hayli randıman kaybetmişti. Elinize sağlık

Taro dedi ki...

Aaah :) Az, benim için de içindeki Oğuz Atay saygı duruşu için içten bir takdiri hak eden ve ilk yarısı bir solukta okunan değişik bir hikayeye sahip olan ama tüm o tesadüfleriyle tüm o üslubuyla bir Elif Şafak romanıydı, aynı yorumu Ekşi Sözlük'te de burada da gördüğümde çok eğlendim diyebilirim.

barış dedi ki...

Barış Bıçakçı'yı ben de yeni yeni ve yanlış anımsamıyorsam bu blog sayesinde okumaya başladım ve doğrusunu söylemek gerekirse çok beğendim. Bir Süre Yere... kitabına sıra gelmedi henüz ama son derece ilginç geldi konusu, bugün eve dönerken hemen satım alıcam öyleyse :)

Adsız dedi ki...

AZ'ı beğenen insana, Elif Şafak'ı tatil bavuluna koyan insana üzüldüğüm kertede üzülüyorum. Yine ekşidendi sanırım; 'edebiyatın Serdar Ortaç'ı' da deniyor bu tiplere. Yine de kültürel baskı yüzünden çekici gelen eski sevgiliyle nasıl seviştim muhabbetinden iyi tabii. Beterin beteri var sayın yazar Çavlan.

A-H dedi ki...

Az'i henuz bitirdigim ve etkisinin en sicak oldugu su gunlerde benimle ayni dusunceye sahip insanlar gorunce pek sevindim :)
Bir benmiyim bunun fazla sisirilmis oldugunu dusunen diye supheye dusmustum...

emili dedi ki...

Az'ı bitiremedim maalesef anlatımı çok yavan geldi. Belki de Sabahattin Ali okuduktan hemen sonra okuduğum içindir.

Helen de Waldebere dedi ki...

Az, Hakan Günday'ın neredeyse en kötü romanı bence. belki aceleye gelmiş, belki çok zorlamış. Ziyan'dan sonra biraz beklemeliydi sanki. Varolmayanlar da bitmiyor cidden. ortasındayım ama bir türlü ilerlemiyor kitap. çok ergen, çok acemi...

Burcu Apaydin Düşel dedi ki...

Az'in ilk bölümü bence de güzel idi ama ikinci Derda ile ilişki kurması bana da tuhaf gelmişti ve ikinci bölümün gidişi çok tahmin edilebilirdi. Akışı belli olan bir film izler kitap okumak pek tat vermiyor doğrusu...

thegood dedi ki...

Utanmalı mıyım bilmiyorum, bugüne kadar yüzlerce kitap okudum, ilk kez bir kitabı okurken edebi vasatlığı bir yana, ahlaki sorumsuzluğuna öfkelenerek kitabı yırtıp çöpe attım... Hakan Gündayın AZ isimli matbuatı idi...