25 Ekim 2010 Pazartesi

Aksak Ritim

Aksak Ritim, yeniyetme bir çingene kızıyla maço bir taksi şoförünün ve aralarındaki şiddetle arzunun sınırlarında dolaşan ilişkinin hikayesi. Romanın yazarı, daha önce yine İletişim'den çıkmış Hepsi Hikâye ve Meçhul adlı kitapların yazarı, ama asıl, Bir İstanbul Masalı ve Hırsız-Polis gibi dizilerin senaristliğiyle tanınan Gaye Boralıoğlu.

Güldane, günlerini kavşaklarda arabalara çiçek satarak, geceleriniyse mahallenin bıyıkları yeni terleyen yeni ergen gençlerinin ağzı sulanarak izlediği bir camın öte tarafında, mum ışığında banyoda soyunarak geçiren, kardeşi Yunus'un organize ettiği bu 'gösteri'ler sayesinde cinselliğini ve insanlar üzerindeki gücünü yeni yeni keşfeden 15 yaşında, kızıl saçlı, pek bir işveli ve de cilveli bir hatun. Kendisine her daim yanık 11 yaşındaki kardeşi darbukacı Yunus, Annesi Safiye ve babası Cevdet romanımızın yan karakterleri ki, çok sahici olamasalar da (ne de olsa bir Roman ailesi ve mahallesi anlatılan, böyle bir kültürü anlatırken içeriden bir bakış tutturmaya çalışmak riskli ve zor bir iş olmalı), benim hoşuma gittiler.

Çiçek sattığı kavşakta bir gün, Halil'le karşılaşıyor Güldane. 35 yaşında bir makam şoförü olan Halil, şoförlüğünü yaptığı koskoca, yüksek mi yüksek cipin sürücü koltuğundan Güldane'yle dalga geçiyor, çiçeklerini alacak gibi yapıyor ama almıyor, durup kalkarak kızı peşinden koşturuyor, anlaştığı parayı vermiyor ama çiçeği kızın elinden çekip çalıyor, bir başka sefer kızın yemennisini başından kapıp yola, diğer arabaların altına atıyor. Birkaç kez bu anlamsız aşağılanmalara maruz kaldıktan sonra Güldane, bunlara rağmen bu boktan heriften hoşlanıyor olmanın getirdiği utançla, yerden bir avuç inşaat tozu (gibi bir şey) alıp, arabanın içine atıyor. Toz Halil'in gözlerinin içine kaçıyor, Halil arabanın hakimiyetini kaybediyor ve arabayı, devasa inşaat çukuruna sürüp çok ciddi bir kaza geçiriyor.

Buraya kadar çok hoş ve ilginç bir öyküsü var Aksak Ritim'in, bu noktaya kadar çok da merak ederek ve eğlenerek okudum açıkçası. Ama Halil'in hastane günleriyle Güldane'nin bu olay sonrası yaşamını anlatmaya geçtiğinde yani 30. sayfadan sonra, hikaye bölük pörçük, asla toparlanamayacak bir hale dönüşüyor. [Eğer Aksak Ritim'i okumadıysanız ve okumayı planlıyorsanız, yazının bundan sonrasını okumanızı önermem, ilerleyen bölümlerde neler olduğundan açıkça bahsedeceğim çünkü.] Romanın bana kalırsa en büyük eksisi, Halil'le ilgili ortaya attığı soru işaretleri. Halil karakteri asla derinleştirilmediği gibi, bu ana karaktere dair pek çok yan öykü, sonradan tamamlanmak, çözülmek üzere ortaya atılmış da, sonradan unutulmuş gibi bir hava veriyor. Gözleri mesela; hastanede doktor bakımı altında aylarca kör geziyor ama, taburcu olduktan bir süre sonra kademe kademe, hiçbir tıbbi açıklama olmadan açılıyor gözleri. Peşini bırakmayan anne imgesi sonra, bunun hikayeye derin bir psikolojik açı katmış olması gerekiyordu sanırım, ama bana, özellikle anneyle Halil'in arasında geçen diyaloglar (daha doğrusu Halil'in kafasında yazdığı iç diyaloglar), annenin kurduğu cümlelerin yapısı, tavırları, söylemleri çok amatörce ve sığ geldi. Halil'in belleği kaza sonrasında bir boş levha, hastanede gözlerini açtığında hafızasını kaybetmiş buluyor kendini (geçirdiği travmadan dolayı ya da başka bir nedenden, çok önemli de değil bana kalırsa). Halil de okuyucu gibi yabancılaşmış durumda kendisine. Ancak anıları yavaş yavaş eski yerlerine dönüyor, ama buna rağmen karakterin bu 'yabancı olma hali' hiç değişmiyor, okuyucu hiçbir zaman Halil'e yakınlaşamıyor, bir de bakıyor kitabın bir yerlerinde Halil eski Halil olmuş, her şeyi hatırlıyor, ne bir bellek, ne bir göz sorunu kalmış, ama hâlâ geçmişini hatırlayamayan, kendine bile yabancı bir adam gibi davranıyor. Patronuyla arasında ne geçmiş mesela, niçin Murat adı kötü çağrışımlar yapıyor onda, niçin tüm hastane masraflarını ödemesine rağmen kendini ziyarete geldiğinde yüzüne bakmıyor Halil'in eski patronu? Bu hiçbir şekilde çözülmeden roman bitiveriyor.

Halil'in gerçeklik algısı, özellikle romanın ikinci yarısında iyice bozuluyor, bununla okurun algısının da bozulmasını planlamış olmalı yazar. Örneğin Halil Güldane'yle gerçekten yatıyor mu, bir noktaya kadar bilemiyoruz bunu. Halil'in yastık kılıfının içindeki cam kırıklarını gerçek zannediyoruz. Ama evinde gerçekten de bir zehirlenme yaşadı mı, yaşadıysa gazı açık bırakan kendisi miydi, bunun gibi asla emin olamadığımız, yine bir yarım kalmışlık hissiyle roman bitiverince mecburen rafa kaldırılan olaylar da var, yani gerçeklik algısıyla oynanırken ipin ucu biraz kaçmış.

Aksak Ritim'in anlatımında yazar, üçüncü tekil şahıs kullanmış. Ama her şeyi bilerek üstten bir yerlerden bakan ve sadece gözlemleyen tanrı-yazar değil de, aralara küçük yorumlar serpiştiren, hatta yargılayan bir bakış açısına sahip, pek tarafsız olamayan bir sesi var anlatıcının. Anladığım kadarıyla Boralıoğlu karakterlerin bir nevi sesi (hatta iç sesi) olan, "karakterlerin içinden konuşan" bir anlatım tarzı yakalamaya çalışmış, ama özellikle tarafsız, hissiz, sessiz olması gereken üçüncü tekil şahıs söz konusu olduğunda, pek mantıklı gelmedi bu bana. Örneğin bir piknik sahnesini betimlerken "Allah ne verdiyse çıkarıp örtünün üstüne koydular" gibisinden bir cümle, çok rahatsız edici olabiliyor okuyucu için. Sadece durum bildiren cümlelerin sonuna konuşlanmış ünlemler de keza.

Bir de "günah" meselesi var. Romanın sonlarına doğru, mahallenin gençlerinin Güldane'nin striptiz gösterisini izledikleri gece, evlerine dönüp yataklarına girdikten sonra mastürbasyon yapacakları ima edilerek bundan günah diye bahsediliyor. Yine aynı yerlerde, 35 yaşındaki Halil ile 15 yaşındaki Güldane'nin seks yapmış olmasının da ne büyük bir günah olduğu geçiyor. Fakat bu anlayışa göre cinayete teşebbüs bir günah değil, çünkü Halil'in Güldane'ye yaptıklarına dair hiçbir sonuca, sorgulamaya, pişmanlığa, en basitinden irdelemeye rastlanmıyor romanda. Hiçbir karakter tarafından hem de -ne Halil, ne Güldane, ne de sık sık görüş bildiren anlatıcı (anlatıcının aslında üçüncü tekil şahıs olduğunu, o yüzden herhangi bir görüş bildirmesinin onlarca açıdan yanlış olduğunu söylemiş miydim?). Peki ne yapmıştı Halil, Güldane'ye? Arabasıyla peşinden kovalamış, kız tökezleyince de iki kez üzerinden geçmişti. Son derece bilinçli bir şekilde arabayla çarpıp, ezip geçmişti yani. Her nasılsa ölmeyen Güldane'yi arabanın bagajına kapatarak kaçırmıştı. Bir de kucağına aldığı gibi köprüden Haliç'e atması var. Bunlar bir adam sırf "maço" diye normal kabul edebileceğimiz davranış şekilleri olmamalı. Ama bu cinayet girişimlerinin hiçbiri günah değil, bunların hiçbiriyle bir sorunu yok yazarın. Yunus'un ablasına düpedüz aşık olması bile, gayet normal. Ama evet, gençlerin mastürbasyon yapması günah. Boralıoğlu'nun hiç de ahlakçı bir yazar olmadığını, o yüzden üstte saydıklarımı bilinçli bir şekilde kurgulamadığını düşünüyorum, sadece özensizliğin bir sonucu bunlar bana göre.

Romanın dili son derece akıcı, ancak pek güçlü olduğu söylenemez; sık sık karşımıza çıkan ve okurda metnin taslak halini okuduğu hissini uyandıran ünlemler, Halil ve Güldane arasındaki 'aşk ilişkisi' başta olmak üzere romanın meselelerinin tamamının herhangi bir bütünlükten uzak olmaları, ana karakterin gelişimden yoksun kalması ve bana başta tutarsızlık gibi gelen, ama aslında sadece özensizlik sonucu oluşmuş istikrarsız anlatımlar (örneğin fahişe ücretini önce mi alıyor, sonra mı? Yemekte sadece patates mi yiyorlar, tarhana çorbası da var mı? Yunus ilk iş Halil'in evine mi gidiyor, mezarlığa mı? Uykuya mı dalıyor, Güldane'yi mi takip ediyor, ikisi birden olamaz, hangisi?), Boralıoğlu'nun kaleminden çok görsel yanının güçlü olduğuna, aslında televizyon ve beyazperdeye daha yatkın olduğuna işaret ediyor. Zaten romanın film hakları satılmış, yakında sinemaya uyarlanacakmış. Güldane'nin mum ışığındaki gösterileri ve mahallenin ortasına dikilerek geçici olarak mahallenin vicdanına dönüşen beton Cevdet'in beyazperdede çok vurucu görüneceğini düşünüyorum.

Sonuç olarak ilginç konusu, inceliği (236 sayfa) ve basit diliyle, kafa boşaltmak için iyi bir seçim olabilir Aksak Ritim. Ama daha fazlasını beklememek lazım.

3 yorumcuk:

new version of me dedi ki...

konuyu çok ilginç anlatmışsınız, alıp okucam bu kitabı sanırım, kafa dağıtmak için hafif bir kitap arıyordum tam da

aikon dedi ki...

Gaye Boralıoğlu'nun Hepsi Hikaye adlı kitabını çok beğenerek okuduktan sonra beni hayal kırıklığına uğratan kitap.Evet hafif bir kitap ,,arada insan doğası ile ilgili değişik fantezileri olmasına rağmen vasat diyebileceğim bir roman.

Lord of Kobol dedi ki...

Enterasan, benim de bir kaç hafta önce elime geçti bu kitap, ben de yeni okudum. Kitapla ilgili yazdığınız herşeye katılıyorum, aynı şeyleri düşünmüşüz ama tabi ben böyle yazıya dökemezdim. İnceleme için teşekkürler.