3 Haziran 2010 Perşembe

Güzel Bir Kız

Güzel Bir Kız, takma isimle yazdığı romanları ve novella'larını da sayacak olursak, Joyce Carol Oates'un tam 57. romanı. 57! Oyunlarına, şiirlerine, çocuk/ilkgençlik romanlarına ve hikayelerine girmiyorum bile. Aklımın almadığı nicelikte bir yaratıcılık bu. "İlham" diye tabir edilen şey sürekli Oates'un yanı başında olmalı, Oates da gece gündüz, yemeden içmeden yazıyor olmalı, sonuçta kolayca tüketilen çerez kitapların yazarından değil, ABD'deki en prestijli ödüllerden biri olan National Book Award'u kazanmış, Pulitzer'e de üç kez aday gösterilmiş bir yazardan bahsediyoruz. Yine de bu kadar geniş çaplı, neredeyse 'seri' diye tanımlanabilecek bir üretimin sonucunda arada ilgiye değmeyecek, çok da nitelikli olmayan eserlerin çıkması kaçınılmaz, Güzel Bir Kız neyse ki onlardan değil. Oates'un en güçlü çalışmaları arasında sayılamaz belki, ama kesinlikle usta işi ve etkileyici bir roman. Yazarın, sorunlu bir genç kızın zihnini mesken tutabilme konusunda şaşırtıcı bir kabiliyet sergilediği romanın ana teması, günümüzde iktidar ve para, sınıflar ve illüzyonlar. Güçlü ve güçsüz arasındaki sağlıksız ilişkiye bütün yalınlığı ve çıplaklığıyla tanık oluyoruz.

Romanın baş karakteri, 16 yaşındaki Katya Spivak, New Jersey'nin varoş kesimlerinden, işçi sınıfından bir kız. Seçkin mi seçkin bir yazlık bölge olan Bayhead Harbor'da, bir ailenin iki çocuğuna dadılık yapıyor, yaz boyunca sürecek bir iş bu. Öykü üçüncü tekil şahsın ağzından anlatılmış olsa da, kameranın kadrajında Katya var hep; bir tek onun hislerini, isteklerini ve motivasyonlarını biliyoruz, olayları sadecce onun algılayışından görüyoruz. Roman başlar başlamaz bir tanışmaya tanık oluyoruz; Katya bir iç çamaşırı mağazasının vitrininin önünde hülyalara dalmış asla alamayacağı giysilere bakarken, bastonlu, uzun boylu, beyaz saçlı, hali tavrı dinamik, ama aslında ihtiyar bir adam yaklaşıp “Peki sen ne isterdin, eğer bir dilek hakkın olsaydı?” diye soruyor Katya'ya. "Dile benden ne dilersen" ekseninin üzerinden ilerleyen büyücülü, fakir kızlı, yakışıklı zengin prensli masallara bir gönderme bu da. Ancak Güzel Bir Kız bir masal değil. Hiç değil hem de.

İhtiyar adamın ismi Marcus Kidder (Kidder, evet). Saygın mı saygın biri, 70'ine merdiven dayamış, müzisyen, çocuk kitapları yazarı ve çizeri, ressam, her şeyden öte de Katya'nın tasavvur dahi edemeyeceği kadar zengin. Katya'ya takıyor, öyle böyle değil, ciddi ciddi takıyor ve onu stalk etmeye (Türkçesi varsa bile bilmiyorum) başlıyor. İlk birkaç seferde olağanüstü ısrarcı davranarak, Katya'nın bakıcılık yaptığı çocukları da alıp evine çaya gelmesini sağlıyor, ardından da Katya'yı, ona modellik yapması için ikna ediyor. Katya Kidder'ın ona karşı duyduğu yoğun ilgiyi bir açıdan mide bulandırıcı ve sinir bozucu bulsa da, bir yandan da gururunun feci okşandığını hissediyor, hele hele sevildiğini, ihtiyaç duyulduğunu fark etmek, daha önce hiç duymadığı bir haz veriyor kıza.

Katya peri masallarına inanmak için fazla büyük olabilir, ama bir hayalci o. Her 16'lık gibi bir sürü isteği var, kumarbaz ve alkolik annesinden daha iyi yaşamak istiyor, yaşamı bir anlam ifade etsin istiyor, ama aynı zamanda asla alacak kadar parasının olmayacağı şeylere sahip olmayı da istiyor, etrafındakilerden saygı görmek, sınıf atlamak vs. Kidder'la arasındaki hem sınıf, hem de yaş farkı öyle devasa ki, kendini Kidder'ın zararsız olduğuna inandırıyor. İşverenleri ve ailesi tarafından ihmal edilen ve bir gıdım sevgi görmeyen Katya, Kidder'ın evine (ya da malikanesine) ne zaman gitse, sadece parayla değil, aynı zamanda olağanüstü bir sevgi ve ilgiyle karşılaşıyor. Oates Katya'nın pislik bir ihtiyar tarafından manipüle edildiği gerçeğini örtbas etmiyor, ama Kidder'ın niyetini (ya da niyetlerinden birini) büyük bir kurnazlıkla gizliyor roman boyunca.

Başta basmakalıp görünen karakterlerle dolu olabilir Güzel Bir Kız: Güzel şaraplarla güzel kızlara düşkün, ince, sanatçı ruhlu (ve sübyancı) yaşlı kurt, ilgisiz, alkolik ve kumarbaz bir anneye sahip, baba figürü noksan, sevilmeyen, sevilmediği için de tehilkeyle içiçe yaşayan genç yoksul kız ve bu kıza bok muamelesi yapan, uyuşturucu kullanan, hatta satan, hapse de düşmüş, eğitimsiz, tehlikeli, seksi oğlan. Bu karakterler bağlı oldukları sınıfın stereotipleri oldukları gibi, bizim de Amerikan filmleri ve dizileri sayesinde haritalarını neredeyse gözümüz kapalı çıkarabileceğimiz tipler. Güzel Bir Kız'ın karakterleri, kağıt üzerinde göze ne kadar klişe de gelse, aslında olağanüstü gerçeğe yakın ve derinlikli karakterler. Son derece vahşi, bencil, çirkin ve pek çok şeyden yoksun bir Amerika, Oates'un hemen her romanında çizdiği. Ama çok da gerçek.

Roman boyunca, güç Katya ve Kidder arasında yön değiştirip duruyor. Romanın sonlarına doğru gerçekleşen, zaten beklenen şiddet patlaması, okuyucunun beklediği şekilde sonuçlanmıyor ve ancak son sayfada, gücün aslında kimde olduğunu anlıyoruz. Joyce Carol Oates olağanüstü diliyle, okuma heyecanınızı neredeyse her zaman yukarıda tutuyor bu kitapta. Roman size ne zaman gereğinden fazla gerçek ya da fazla korkunç gelmeye başlasa, birkaç sayfa daha çevirmenizi sağlayacak küçük bir twist atıyor ortaya Oates, sanki okurunun aklını okuyor. Kitabın çevirmeni Merve Sevtap Ilgın'ı da takdir etmek gerek, uzun zamandır karşılaştığım en usta işi çeviriydi Güzel Bir Kız'ınki.

8 yorumcuk:

Adsız dedi ki...

İşte bu kitabı merak ediyorum D&R da gördüğümden beri...Bu yazarın kitabını daha hiç okumadım...Ayıp bana 57 taneden birini bile okumamışım...Çeviri de güzelse daha fazla beklemiyim...

Günün Notları dedi ki...

Siren Yayınları gerçekten okunası kitaplar yayınlıyor. Bu da merak ettiğim ve okumak istediğim bir kitap...

Sinem Ergun dedi ki...

okuyacak birşey arıyordum tam üstüne geldi yazın, heleki çeviriye de onay veriyorsan:))
sanki tam film senaryosu olacak bir konusu var gibi, daha önce kitapları film olmuşmu acaba..

Bay Kavun dedi ki...

Son zamanlarda okuduğum en iyi kitap incelemesi oldu bu yazı. Joyce Carol Oates'u da severim üstelik, Can Ateşi ve Kalp Koleksiyoncusu favorilerimdendir. En kısa zamanda alıp okuyacağım Güzel Bir Kız'ı da.

Brenda Walsh dedi ki...

konusu çok ilgimi çekti benim. eğer kızın tarafından anlatılıyorsa herşey biraz tersine lolita gibi okunabilir sanırım ama oates'un nabokov'la aynı kulvarda koştuğunu da, öyle bir iddiası olduğunu da sanmıyorum. zaten başta öyle geldi ama yazının derinliklerinde anladım ki pek de ilgisi, benzerliği yok lolita'yla. içinde çirkin, bencil ve klişe karakterler olan, güçlü ve güçsüzün ilişkisi üzerine bir roman çekti canım :p

o zaman ben bu kitabı okurum ki :)

İrem Nas dedi ki...

Sevgili Çavlan ve Umut,
Yayınlanması için gönderdiğim bir yorum değil bu. Mail adresi bulsaydım ona yazacaktım. Tesadüfen blogunuza rastladım. Sanırım saatlerimi de üstünden alamadım. Özellikle Çavlan, ortak zevkleri taşımanın keyfiyle okudum yazdıklarını. Zira kendi hemcinslerimde çok da bulamadığım ifade şıklığı için teşekkür ederim. Enid Blyton'u benim gibi yorgan altında fenerle okuyup arkadaşlarıyla çete kurmaya kalkışan, gecelerce Rüdiger benim de arkadaşım olsun diye dua eden, pek kimseye rastlamadığımdan çok sevindim.Sevindim işte, söylemek istedim. Sevgiyle, sağlıcakla, başarıyla kalınız. Sonra da siliniz bunu. :)

Çavlan dedi ki...

sevgili bendenbenkim, çok teşekkürler.. hem blogda uzun uzun vakit geçirebilmiş olmanız, hem de yazdıklarınız çok mutlu etti bizi. yorumunuzu silmesek olmaz mı? ben kıyamam şahsen silmeye, pek güzel şeyler söylemişsiniz :)

irmik dedi ki...

bu yazidan sonra ben de okuyacagim. daha once hic joyce carol oates okumadigimi da utanarak belirteyim. bu arada konuyla alakasi yok ama senden ejderha dovmeli kiz (aslinda tum millenium uclemesi) ile ilgili yorum da bekliyorum dort gozle. son zamanlarda okudugum en iyi polisiyelerden.