28 Şubat 2010 Pazar

Online Oyunlar 4: Web ve 3D

Yazı serisinin bu kısmında, tarayıcı üzerinden oynanan 3D oyunlardan biraz bahsedip, aralarda teknoloji muhabbeti yapıp kendi kendimi eğlendireceğim sevgili okuyucu (yine de teknoloji muhabbetinden bunalacaklar için bunu en basit seviyede tutmaya çalışacağım, sonuçta amaç oyun oynamak ve paylaşmak). Yine de diğer yazı serilerine göre, biraz daha "konunun meraklısına" hitap eden bir yazı olacak diyebilirim, çünkü browser ve 3D ikilisi, günümüz koşullarında hala pek iyi anlaşan kavramlar değil ve aralarda başarılı oyunlar olsa da, tamamlanmış hissini veren oyunlar çok daha az bu alanda. Yine de beğendiğiniz oyunlar çıkar diye umuyorum.

Siz yazının ortasına geldiğinizde sinirlenmemeniz için şimdi söyleyeyim: Ne yazık ki bu sefer bazı oyunları denemeniz için flash dışında plugin(ler) kurmanız gerekecek. Çoğu denediğim ve genelde sorun çıkartmayan plug-in'ler, fakat plug-in'lerin genel kötü ününden dolayı bunları indirip kurmanın birçok insan için (ben de dahil) pek arzulanır bir durum olmadığının farkındayım. Neyse ki, bir kez plug-in'i kurduktan sonra, onunla yapılan her oyunu çalıştırabileceksiniz.


26 Şubat 2010 Cuma

Lost 6.5: Lighthouse

Sezonun ilk bölümünde, Jack'in uçakta girdiği tuvaletin aynasında kendine bakakaldığı tuhaf bir ana şahit olduk. İkinci bölümde, Kate, tamircinin aynasında garip bir deneyim yaşadı. Üçüncü bölümde ise Locke, evinin banyosunda, aynanın karşısında, birkaç saniyeliğine dünyadan koptu. Dördüncü yani son bölümde, Jack yine aynadaki yansımasına garip garip baktı. Adadaki Jack ise, bir sürü aynayı parçaladı. Bu sezonki temamız: Yansımalar!

Lighthouse, insanların doğru bilgiyle neleri görebildiği ve o görüş açılarının söz konusu karakterleri nasıl değiştirdiğiyle ilgili bir bölüm olmuş. Bazılarının bakış açıları, beyinleri ve vücutlarına yayılan bir "enfeksiyon" nedeniyle, bazılarınınkiyse kendilerinden duydukları şüphe ve kavga dövüşle geçen hayatları nedeniyle gölgelenmiş durumda. Bu bölümde üç farklı öykü vardı (Los Angeles'taki Jack ve oğlu, adadaki Jack, Hurley ve deniz feneri, adada Claire ve Jin), üçü de fena değildi bana kalırsa, ama hiçbirini kayda değer derecede etkileyici de bulmadım.


25 Şubat 2010 Perşembe

Six Feet Under

Six Feet Under'la ilk tanışmam, birkaç ay önce, Umut sayesinde oldu. Benim ne tür dizilerden hoşlandığımı bilen Umut, bu diziye bayılacağıma yemin ediyordu, ama ben aksiyon, macera, bilim kurgu, fantastik, gizem, şu bu olmayan -kısaca sadece dram türüne giren, sadece ilişkiler üstüne olan- dizileri hiçbir şekilde çekemeyeceğimi, zaten o tür dizilerin bana hitap etmediğini, istesem de kendimi kaptırıp izleyemeyeceğimi falan söylüyor, çok isteksiz davranıyordum. Bir şekilde birkaç bölümlük deneme yapmaya ikna oldum, geçtik ilk bölümün başına. Geçiş o geçiş, ciddi anlamda bağımlısı oldum Six Feet Under'ın. Her bölümü 50 küsur dakikadan, her sezonu da 12 küsur bölümden oluşan toplam 5 sezonluk dizi hayatımızın net 60 saatini götürerek birkaç ayda bitti, son birkaç bölümde hiç bitmeyen bir ağlama krizine girince (ki ne filmler diziler beni kolay ağlatır, ne de gerçek hayatta sulugözümdür, valla), Umut'un da yanıbaşımdan -ikinci kez izlediği halde- burnunu çekip durmasını, titreyen sesini falan fark edince, üzerimizde böyle bir etki bırakabilen bir dizi hakkında yazmak gerektiğine karar verdim, çoktan bitip gitmiş bir dizi de olsa o. Ama ofori'nin verdiği gaz olmasaydı, aylarca erteleyebilirdim bu yazıyı. Önce Six Feet Under'ı bilmeyen izleyici için iyice bir reklamını yapacağım dizinin. Sonra ortalarda yazı diziyi bilenlere hitap eder bir şekle dönüşecek, ama spoiler vermeden önce gerekli uyarıyı yapacağım (!). Bir de bu yazıda kullandığım görseller, karakterlerimizden Claire Fisher'ın dizi boyunca yaptığı çalışmalardan oluşuyor. Genelde Six Feet Under'ın karakterlerinden oluşan fotoğraflar kullanmaya özen gösterdim ama bazıları da (tabutun içindeki adam, kanlı lavabo vs.) eleyemeyeceğim kadar güzeldi.


24 Şubat 2010 Çarşamba

Minik Bildiri

Facebook'ta hayran sayfası açtık. Çok uğraştık, yazılarımızın nerdeyse yarısının linkini gönderdik, görseller, başlıklar falan derken fark ettik ki, gerçekten iyi bir takip yolu bu. RSS falan Facebook hayran sayfalarının yanında halt etmiş gibi kalıyor. İnanmıyorsanız kendiniz bakın:



Gördünüz mü, ayağınıza geliyor her yeni yazı, hem tasarımı falan ne kadar hoş. İş bu nedenle, bizce ana sayfanın sol sütununda, üstlerde bulunan facebook hayran kutusunu bulup, "become a fan"e tıklamanız gerekiyor. Bu yazı da kesinlikle reklamımızı yapmak için falan değil, hayır canım, biz sizi düşünüyoruz. Tıklayın işte.

23 Şubat 2010 Salı

Heroes vs. Villains: Slay Everyone, Trust No One

(Survivor 20.1 - 20.2)


Online Oyunlar serisinin 4. yazısını bir türlü bitiremeyince, Çavlan’ın Survivor yazısına gelen yorumlardan güç alıp, önceki sezonların en iyilerini “Heroes vs. Villains” konsepti altında bir araya toplayan 20. sezonun ilk iki bölümüne dair bir şeyler karalamaya karar verdim. Bir reality show’a dair yazmak/konuşmak ve bunu başkalarıyla paylaşmak biraz paranoyakça ve ucuz geliyor esasında ama söz konusu şey Survivor olunca bu yorumu yapıp geçmenin basmakalıp olacağını düşünüyorum: İlk izlediğimden beri beni saran tek reality show olan bu programda basit röntgencilik duygularına oynamaktan öte muhteşem bir social experiment var esasında: Farklı kişilerin bir araya gelen karakterleri ve fiziksel koşullara karşı dayanmanın zorlukları gibi görünürde olan şeylerin yanında, büyük farklılık yaratan şeylerden biri de elenecek yarışmacıları seyircilerin değil, bizzat yarışmacıların belirlemeleri. Kafese tıkılmış hayvan misali, kendisini alıcısına (görmediği milyonlarca insana) beğendirmeye çalışan insanlardan ziyade, gerek takım oyununa dayanarak, gerek bireysel oyunlarına ağırlık vererek, sona vardığında elediği insanların kendisi için oy vermesini sağlamaya çalışan, stratejinin ağır önem taşıdığı gerçekçi bir simülasyon izliyorsunuz. Hele ki bu simülasyon, yeteneklerine önceden tanık olduğunuz adamlar/kadınlar arasında olunca, daha ilk bölümlerden çok renkli senaryolar ortaya çıkıyor..

21 Şubat 2010 Pazar

An Education

Yönetmen: Lone Scherfig
Yazar: Nick Hornby (senaryo), Lynn Barber (anılar)
Oyuncular: Carey Mulligan, Peter Sarsgaard, Alfred Molina
Tür: Dram
Yapım yılı: 2009
Süre: 95 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 7.7/10
Çavlan'ın Puanı: 5.5/10

16 yaşındaki Jenny'i anlatıyor An Education. Görünüşü pek çarpıcı olmayan bu genç kızımızın zekası son derece kıvrak; gece gündüz çalışarak üniversiteye hazırlanıyor, tek hayali Oxford'a girip adam olabilmek. Ona Oxford'a girebilmesi için inanılmaz bir baskı yapan bir baba var hayatında, bir sivilceli yeniyetme oğlan, bolca kıkırdaşıp Paris hayallerini paylaştığı birkaç kız arkadaşı, odasında gizlice dinlediği Fransız şarkıcıların plakları, bir de Oxford başvurusunda iyi görünecek koro çalışmaları. Yaşamı gerçekten de bunlardan ibaret.

Oysa kafayı yeme raddesinde, sürekli çalışmaktan bezmiş vaziyette, had safhada bir Fransız özentiliği geliştirmiş; hayatı güzel müzikler dinlemek, güzel kitaplar okumak, güzel yerlerde yemekten ibaret olsun istiyor Jenny. Romantik bir sevgilisi olsun, arada Paris'e romantik seyahatler yapsınlar, birlikte günbatımını filan izleyip leziz şaraplar içip kokulu peynirler yesinler, o arada sanat dünyasındaki son yenilikleri tartışsınlar istiyor.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Lost 6.4: The Substitute

Walkabout, Orientation, The Lockdown, The Man From Tallahassee, Cabin Fever... İki ortak noktaları var bu bölümlerin: hepsi de Locke odaklı, hepsi de karakter gelişiminin had safhada olduğu şahane bölümler. Bu bölüm için de aynısı geçerliydi, hele hele geçen haftaki Kate odaklı bölümden ağzında kötü bir tat kalmış bünyelere ilaç gibi geldi. Hem pek çok şey açığa çıktı, hem de yeni sorular doğurdu seyircinin kafasında -sanırım bir Lost bölümünün iyi olması için ikisini birden yapması gerekiyor. Ya da ne olursa olsun zaten her bölüm yeni soru doğuruyor, bilemedim :)


19 Şubat 2010 Cuma

Leziz Film Afişleri No: 2

Leziz Film Afişleri'nin ilki ilgi görünce, TZEİF serisinde kullandığım afişlerden de bir seçme yapıp, ayrı bir başlık altında toplamaya karar verdim kendilerini. Sonuçta onlar ilk tercihlerimdi ve yanyana ne kadar güzel duracaklarını kim bilebilirdi :) Her filme tek afiş düştüğünden bir önceki yazıdan daha düzenli oldu. Filmler alfabetik sırada bir de. İşte:




17 Şubat 2010 Çarşamba

Leziz Film Afişleri

Tüm Zamanların En İyi Filmleri serisinde, çoğu filmin kıyıda köşede kalmış, pek bilinmeyen afişlerini kullanmaya çalıştım. Fakat bir film için -doğal olarak- tek bir afiş kullanabildiğimden, bir sürü nefis afişi bir kenara itmek zorunda kalmıştım. Şimdi belki ilgilenen olur diye paylaşmaya karar verdim elemek zorunda kaldığım -pek bilinmeyen- film afişlerini. Sayıyı 100'ün altına indirmeye çalıştım ama olmadı :) Üstlerine tıkladığınızda büyüyorlar. Buyrunuz:




14 Şubat 2010 Pazar

2009'un En İyi Filmleri

[Filmlerin adına tıkladığınızda, eğer blogda incelemesini yapmışsak ilgili sayfaya, yapmamışsak hop imdb linkine gidiyorsunuz.]

1- El Secreto De Sus Ojos (The Secret in Their Eyes)
Yönetmen: Juan José Campanella
Yazar: Juan José Campanella (senaryo), Eduardo Sacheri (roman)
Oyuncular: Ricardo Darín, Soledad Villamil, Pablo Rago
Tür: Suç|Dram|Gizem|Romantik|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 127 dk.
Ülke: Arjantin|İspanya
Dil: İspanyolca
IMDB puanı: 8.4/10


2- Inglourious Basterds
Yönetmen: Quentin Tarantino
Yazar: Quentin Tarantino
Oyuncular: Christoph Waltz, Brad Pitt, Mélanie Laurent
Tür: Dram|Savaş|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 153 dk.
Ülke: ABD|Almanya
Dil: İngilizce|Almanca|Fransızca|İtalyanca
IMDB Puanı: 8.4/10


3- District 9
Yönetmen: Neill Blomkamp
Yazar: Neill Blomkamp & Terri Tatchell
Oyuncular: Sharlto Copley, Jason Cope, Nathalie Boltt
Tür: Bilim Kurgu|Aksiyon|Dram|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 112 dk.
Ülke: ABD|Yeni Zelanda
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 8.3/10

12 Şubat 2010 Cuma

Aruitemo Aruitemo (Still Walking)

Yönetmen: Hirokazu Koreeda
Yazar: Hirokazu Koreeda
Oyuncular: Hiroshi Abe, Yui Natsukawa, Shohei Tanaka
Tür: Dram
Yapım yılı: 2008
Süre: 114 dk.
Ülke: Japonya
Dil: Japonca
IMDB Puanı: 8/10
Çavlan'ın Puanı: 7.5/10

Yaşlı bir karı-kocanın oğlu ve kızının, yanlarına eşleri ve çocuklarını da alarak anne babalarını ziyarete geldikleri bir haftasonunu anlatıyor Aruitemo Aruitemo. Her yıl, bir kez gerçekleşir bu reunion: evin en büyük oğlunun ölüm yıldönümünde. Hem bu genç ölümün aile bireyleri üzerindeki şiddetli etkisini, hem de zaten her ailede olan dargınlıkları ve nefret/sevgi halini izleriz film boyunca.

Aydınlık, ferah ev ve annenin hazırladığı ziyaret sofrası ne kadar değişmez ve güven verici görünürse görünsün, aile bireylerinin her birinin bir diğerine karşı içinde büyüttüğü bir dargınlığı ya da kızgınlığı vardır, ilerleyen dakikalarda bunu görürüz. Aile dramlarını konu alan Amerikan filmlerinden alıştığımız gibi bireylerin birbirine deli gibi bağırıp çağırdığı, tabak çanak fırlattığı, ağlayıp sinir krizleri geçirdiği sahneler yok bu filmde. Karakterler elbette birbirine güceniyor, içerliyor, hatta diş biliyor; ama bu hisler bastırılıyor ve zaten kırk yılda bir gerçekleşen bu buluşmalarda ortaya çıkmıyor, çıksa da sinir krizleri ve gözyaşlarıyla değil, küçük imalar ve laf sokuşturmaları olarak çıkıyor. Bence bu, dünyanın dört bir yanındaki ailelerin dramatik olmayan, gerçek yaşamlarını fena halde doğru yansıtıyor.

11 Şubat 2010 Perşembe

Lost 6.3: What Kate Does



Sayid, koyu renkli suların içine doğru yaptığı seyahatten sonra bir şekilde Flocke'a bağlanmış durumda. Dogen bu bağlantıyı "enfeksiyon" olarak tanımlıyor, bu da akla Danielle'in, mürettebatı Smokey'le karşılaştığında başlarına gelenlerle ilgili anlattıklarını getiriyor. Karantina, aşılar, Swan istasyonu ve "sickness", yani kısaca Danielle'in hikayesi, Sayid'in şu anki durumu sayesinde bir açıklığa kavuşacak gibi. Ayrıca 4. sezonun sonundan beri merak ettiğimiz bir konu daha aydınlanacak gibi: Claire'e ne oldu? Christian (yani aslında Flocke) kızı kolu kanadı altına almıştı en son, Claire de şeytani (ve korkutucu) bir kahkaha attıktan sonra kayıplara karışmıştı. Benim anımsadıklarım bundan ibaret en azından :) Bu geçen sürede adanın yeni Danielle'ine mi dönüşmüş Claire? Peki şu "enfeksiyon"u bulaştırabilir mi? Sawyer'a, Kate'e, Jin'e bulaşmasın? Bulaşsın ya da. Jack'cilerle Locke'cular karşı karşıya gelsin, Jacob'la Flocke'un etten kemikten ordusu olsunlar, savaş onların arasında olsun. Ama bu arada Lost Supernatural'a dönüşmesin lütfen (hani şu tam da bu sezon Lucifer'in ana karakterlerimizden birini, Lucifer'in rakibinin de diğer ana karakterimizi 'vessel' olarak kullanmaya niyetlendiği dizi olan Supernatural'a).

9 Şubat 2010 Salı

İstanbul'da Bir Merhamet Haftası

İstanbul'da Bir Merhamet Haftası bir oyun/roman -böyle de bir kavram/alt-tür oluşturuverdim hemencecik-. Yazar (kitabın karakterlerinden biri olan yazar yani) birbirini tanımayan yedi kişiye bir projeye katılmalarını teklif ediyor. Haftanın yedi günü boyunca her birine birer resim göndererek, o günkü resme bakarak akıllarına geleni "otomatik olarak" yazmalarını ve o günün akşamı e-posta ile kendisine göndermelerini istiyor. Hepsi kabul ediyor, diğerlerinin varlığını bilmeden, yazdıklarının bir romanın parçaları olarak kullanılacağını bilmeden, yazardan söz konusu hafta boyunca hiç haber almamayı kabul ederek hem de. Sonuç olarak ortaya yedi farklı bakış açısından yedişer, toplam kırk dokuz bölüm çıkıyor.

Bu yedi kişiye gönderilen resimlerse, gerçeküstücü ressam Marx Ernst'ün sadece kolajlarından oluşan "roman"ından alınmış resimler, yani Ernst'ün başka resimlerden kesip biçerek oluşturduğu kolajlar. Bunu fark eden tek karakter üniversitede öğretim üyeliği yapan Ayşe yanılmıyorsam. Kuru ve bilimsel bir dil kullanmaya gayret ediyor Ayşe, kendini çok açmamaya çalışarak resimlere akademik açıdan yaklaşıyor ama sonunda kendisiyle ilgili en fazla şey anlatan karakter oluyor. Bir diğer karakter noktasız, virgülsüz -bir nevi sağanak usulü- yazan Deniz. Son kadın karakterse yazarın kuzeni Yağmur -bana kalırsa kullandığı dil açısından en iddiasız olan da o. Akın, Gülsoy'un üzerinden şiirsel bir üslubu denediği karakter. Halil, yaşlı karakterimiz. (Sadece "yaşlı" sözcüğü benim için yeterli bir tanımlama biçimi, yaşlı bir adamın dünyaya bakışını görüyoruz bölümlerinde) Ali, yazar karakterinin eski bir okul arkadaşı, geçmişindeki tek bir olay kişiliğini biçimlendirmiş (niyeyse en çok etkilendiğim bölüm de bu 'olay'ın anlatıldığı Ali'nin son gündeki yazısıydı), aile babası bir orta sınıf temsilcisi. Son olarak da Erol'umuz var ki en çok onun metinlerini sevdim ben. Erol da yazarın eski bir arkadaşı, bu arkadaşlık zamanlarında aynı yazarlık hayallerini paylaşmışlar ancak Erol yazamamış, yazamamanın acısını hâlâ taşıyor, ilk birkaç bölümde bolca bu serzenişlerle karşılaşıyoruz, dördüncü gün iş birden değişiyor ve kurmaca edebiyata geçiyor.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Jennifer's Body

Yönetmen: Karyn Kusama
Yazar: Diablo Cody
Oyuncular: Megan Fox, Amanda Seyfried, Adam Brody
Tür: Komedi|Korku|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 102 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 5.4/10
Umut'un Puanı: 5.5/10
Çavlan'ın Puanı: 5.8/10

Korku ve komediyi birleştirmeye çalışmak ne zamandan beri insanlara iyi bir fikir gibi gözükmeye başladı bilmiyorum. Kakasını yapıp bunu övünçle gösteren çocuğunu kırmamak isteyen babasının buna isim takması gibi, film yapımcılarının da, inanılmaz paralar döktükleri filmi beyaz perdede izleyip, o noktadan sonra değiştiremeyecekleri ve satmak zorunda oldukları son ürünün pek bekledikleri gibi olmadığını görünce bu kavramı uydurduklarını tahmin ediyorum ("That's not a bug, that's a feature" hesabı). Bir sonraki adımı da merakla beklediğimi ekleyeyim, politik/porno falan? (Bu yöntem önceleri keşfedilmiş olsaydı, Dünyayı Kurtaran Adam'ı IMDB top 250'de görürdük bence)

Yine de böyle filmlere bir zaafım olduğunu kabul etmem gerekiyor. Jennifer's Body ile aynı türde olan ve yine 2009 yapımı Drag Me to Hell, tüm sıradanlığına rağmen filmin kendini ciddiye almayışı, klişe de olsa bir şekilde aralarda korkutması, sürekli beklenmedik ve absürd şeylerin olması, iğrençlik dozunu abartışıyla falan hoşuma gitmişti. Sinemada izlenecek bir film değildi ama güzel vakit geçirten bir filmdi bence. (Daha ne kadar düşebilirsin diye soranlarınız için, bir sonraki sefere izlemeyi planladığım korku/komedi filminin fragmanının linkini veriyorum: Mega Shark vs. Giant Octopus

5 Şubat 2010 Cuma

Lost 6.1/6.2: LA X

Lost, her sezon formatını bütünüyle yenilemeyi ve kuralları yeni baştan oluşturmayı alışkanlık haline getirdi, bu da kafası fazlaca karışan seyircinin ya da pek çok kilit olayın Mısır mitolojisine bağlanacağını anladığında hayal kırıklığına uğrayan seyircinin bile ilgisini canlı tutmaya yetiyor. Şimdiye dek fizik, felsefe ve teolojiye ayrı ayrı da olsa bolca değinen dizi, ilk bölümden anladığımız kadarıyla bu sezon üçünü buluşturacakmış gibi görünüyor. İlk sezonlarda flashback'ler vardı. Dördüncü sezon flashforward'lar. Beşinci sezon paralel zaman dilimleri. Bu sezonki konseptse alternatif zaman çizgileri olacağa benzer: Hidrojen bombasının patlaması Incident'la birleştiğinde, zaman iki farklı çizgiye bölünmeye zorlanıyor. Bunların birincisi, bizim dizinin başından beri aşina olduğumuz bilindik evren. Yeni olansa 1977'de adanın sular altında kaldığı bir paralel evren. Bu yeni zaman çizgisinde, 1977 ile 2004 arasındaki adayla ilgili olayların hiçbiri olmamış, doğal olarak Oceanic 815 de adaya düşmemiş oluyor.

Nükleer başlığın, patlayıcı elektromanyetik anomalinin ve Orchid'deki zaman/mekan anomalisinin etkileşimi, o zamana ait olmayan insanları 2007 yılına geri atıyor. Yani bilindik zaman çizgisinde, hâlâ "Olan oldu, değiştirmenin yolu yok" kuralı geçerli. Ama yeni oluşan zaman çizgisinde, Incident elektromanyetik anomali sonucu oluşan enerjinin serbest kalmasından ibaret gibi görünmüyor, ve bu (belki zaman/mekan anomalisinin de bir nebze etkileşimiyle) adayı bir anda okyanusun dibine yolluyor.


3 Şubat 2010 Çarşamba

Supernatural 5.11: Sam, Interrupted ve 5.12: Swap Meat

Supernatural harikulade bir bölümden sonra iki aylık bir ara verince diziyi pek bir özlemiştim. Ama aradan önce yayınlanan son bölümde işler çok heyecanlı bir noktada bırakılınca, bir de üzerine iki ay gibi uzun bir bekleme süresi girince ciddi anlamda gelişmelerin olacağı başarılı bölümler bekliyor insan. Karşılanmadı benim beklentilerim. Doğruya doğru, 2. sezondan beri Supernatural'ın 'kötü' bir bölümü olmuyor; ne olursa olsun keyifle seyredilen bölümlerdi geçtiğimiz iki haftada gösterilenler de. Ama az buçuk karakter gelişimi bir yana, bu sezonun asıl olayıyla ilgili hiçbir gelişme barındırmadılar, Castiel'den iz yoktu (ki bu çok çok çok büyük bir eksi), Lucifer yoktu, iki aylık araya girmeden önce bitirdikleri noktadan sonra neler olduğuna dair adam gibi bir açıklama bile yoktu. Lucifer "Death"i diriltmemiş miydi 10. bölümün sonunda? Ölüm nedir, neye benzer, ne yapar, dünyaya getirildikten sonra ne olur?.. Umut da ben de iki aydır Supernatural'sızdık ve özlemiştik, bu nedenle yeni bölümlerden çok keyif aldık, ama bu, Supernatural'ın bu soruları cevapsız bırakmış olması ve 3. sezonun ortalarında bir yere atıp yayınlasalar seyircinin oraya ait olmadığını fark etmeyeceği (yani kısaca fazlasıyla stand-alone) bölümler (hem de çoğul, evet) yayınlamasının aptalca bir hata olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

5.11 Sam, Interrupted


1 Şubat 2010 Pazartesi

Looking for Eric

Yönetmen: Ken Loach
Yazar: Paul Laverty
Oyuncular: Steve Evets, Eric Cantona, Gerard Kearns
Tür: Komedi|Dram|Fantastik|Spor
Yapım yılı: 2009
Süre: 116 dk.
Ülke: İngiltere|Fransa|İtalya|Belçika|İspanya
Dil: İngilizce|Fransızca
IMDB Puanı: 7.4/10
Çavlan'ın Puanı: 7.5/10

Eric Bishop isimli orta yaşlı bir postacının gözünde idolleştirdiği Manchester United'ın efsanevi Fransız yıldızı Eric Cantona yoluyla kendine güvenini kazanmasını ve hayatını düzene sokmasını anlatıyor Looking for Eric. Konu bu olunca, Woody Allen'in "Tekrar Çal, Sam"inin akla gelmemesi mümkün değil. Ama Ken Loach'un Looking for Eric'i, ilk yarım saatten sonra bambaşka yerlere gidiyor.

Kahramanımız Eric Bishop'ın son karısı onu terk etmiştir, üvey oğulları katlanılır olmaktan çıkmışlardır ve evi, oğullarından birinin çalıntı mallar getirmeye başlamasıyla her zamankinden de daha kaotik bir hal almıştır. Bir de uzun yıllar önce deliler gibi sevdiği ama terk ettiği Lily ile nasıl yüzleşeceği sorunu vardır. Arkadaşlarının -pek eğlenceli ama sonuçsuz- çabalarına rağmen Eric dibe batmaya devam eder. Ta ki en büyük kahramanı eski futbolcu ve filozof Eric Cantona yardımına koşana kadar...

Vampire Fever

İlk kişisel oyunumu yayınlamış bulunmaktayım, gidiniz görünüz oynayınız. :)

Gimme5games linki: http://www.gimme5games.com/index.jsp?id=vampire
Newgrounds linki: http://www.newgrounds.com/portal/view/525638
Kongregate linki: http://www.kongregate.com/games/UmutDervis/vampire-fever
Facebook linki: http://apps.facebook.com/gamesfortheplanet/gftp_home.jsp