Harry, Ron ve Hermione'nin Voldemort'un ruhunu parçalara bölerek içlerine yerleştirdiği hortkulukları bulup yok ederek yenmeye çalıştıkları bu son kitapta üçlümüz, sürekli enselerinde hissettikleri Voldemort'tan, Ölüm Yiyenlerden, Kapkaçırcılardan ve Bakanlık'tan da kaçmak zorundalar.
Voldemort'un müritleri Ruh Emicilerin kontrolünde olan Azkaban'dan salınmış ve Ruh Emicilerle birlikte Voldemort'un saflarına katılmış durumda. Artık Ölüm Yiyenler tarafından yönetilen Sihir Bakanlığı, Muggle doğumlu büyücülere karşı Nazi Almanya'sını hatırlatan bir kampanya başlatmış, etrafa "Bulanıklar ve Huzurlu Bir Safkan Toplum İçin Oluşturukları Tehlikeler" gibi başlıklara sahip kitapçıklar dağıtmakta, Harry de "Bir Numaralı Sakıncalı" ilan edilmiş ve başına 2 bin galleon ödül konmuş. Önceki kitapların tümünden daha karanlık bir atmosfere sahip Ölüm Yadigarları, üstelik sadece Voldemort ve yeni faşizan düzeni nedeniyle de değil: Üçlümüz Hogwarts'a dönmediği için. Şimdiye dek bütün kitaplar Harry ve arkadaşlarının Hogwarts'taki bir sömestrini anlatırken, Ölüm Yadigarları son bölümleri hariç Hogwarts dışında geçiyor; son sınıfı okumak için okula dönmüyor üçlümüz, yapmaları gereken çok daha önemli işleri var (ki zaten dönseler de hemen öldürülürler muhtemelen).
Başlarda Hortkulukların büyük kısmının değil nerede olduklarını, ne olduklarını bile bilmedikleri gibi, olur da bulacak olurlarsa o korkunç büyülü nesneleri nasıl, neyle yok edeceklerini bile bilmiyor üçlümüz. Bir planları olmadan, karınlarını doyuracak doğru düzgün yiyecek bulamadan, sevdiklerinin hayatta olup olmadığına dair hiçbir haber alamadan saklanıyorlar, Harry bir de arkadaşlarının sessiz şaşkınlıkları ve hayal kırıklıklarına göğüs germek zorunda kalıyor. Her şeyin üstüne Dumbledore'un geçmişiyle ve karanlık zamanlarıyla ilgili korkunç dedikodular eklenince, Harry'nin moralinin nasıl olacağıyla ilgili akıl yürütmek pek zor değil. Kitabın bu bölümleri, Hermione'nin inanılmaz bir kurtarıcı olduğu bu bölümler. Her şeyi, her şeyi o akıl edip gerçekleştiriyor ve eğer Ölüm Yadigarları ikiye ayrılsaydı, ilk yarının süper-kahramanı kesinlikle Hermione olurdu.
Ölüm Yadigarları ile ilgili son kitabı okumayanların okuma keyfini kaçıracak gelişmeleri açıklamadan, spoiler vermeden daha fazla bir şey yazmam imkansız, o yüzden burada konudan bahsetmeyi bırakıyor ve pek bir şey açık etmemeye çalışarak genel fikirlerime geçiyorum. Zor olacak ama :) Yine çok güzel yazılmış, yine hem yetişkin, hem de daha genç okuyucuya hitap edebilecek bir dil kullanmış J.K. Rowling. Eksik kalmış her mini-hikaye şahane bir şekilde toparlanıyor. Yadigarlar teması (pek çok olay, kişi ve detayın aksine ipuçları önceki kitaplarda verilmediği halde) olağanüstü, Rowling'in Yadigarları büyük resme yerleştirebilme becerisi de öyle. Tamamen unuttuğumuz karakterler beklenmedik dönüşler yapıyor ve temelleri ta ilk kitaplarda atılmış, ilmik ilmik örülerek tamamlanan öykülerin tamamlanmasına katkıda bulunuyor. Ama açıkçası kitabın büyük kısmı, çekirdek üçlümüzün etrafında dönüyor ki bence olması gereken de buydu. Roman ilerledikçe ve üçlümüz biz sihirsiz dünyanın insanlarının asla idrak edemeyeceği zorluklarla karşılaştıkça, karakterlerinin ve ilişkilerinin olgunlaşmasına da tanık oluyoruz.
Seri içinde benim açık ara favorim olan kitap bu, büyük bölümü Hogwarts'ta geçmemesine rağmen hem de. Sonuçta son kitaptan, Harry ve Voldemort'un karşı karşıya geldiği, Hogwarts'ın epik bir savaşa ev sahipliği yaptığı kitaptan bahsediyoruz. Harry Potter'ın dünyası sıradanla fevkalade olanın, alelâdeyle gerçeküstünün yanyana var olabildiği bir dünya. Dışarıdan tek kişilik görünen çadırların içine girilince iki odalı evlere dönüştüğü, baykuşların mektup servisi yaptığı, insanların fotoğraflarına girip çıkabildiği, arabaların uçabildiği, aynaların bakanın en gizli arzularını yansıttığı, görünmezlik pelerinlerinin varolduğu, gündüz düşü iksirlerinin alanı başka alemlere götürdüğü, portrelerin konuştuğu bir dünya. Aynı zamanda ölümlerin, felaketlerin ve kötülüğün kol gezdiği, insanların yaşamlarının sevdikleri ve yitirdikleriyle tanımlandığı bir dünya — yani bize ve ölümlü, kuru yaşamlarımıza son derece tanıdık gelen bir dünya. Sanırım bu serinin dünya çapında böyle büyük bir fenomen haline gelmiş olmasının nedenlerinden biri bu.
— Bu paragrafı kitabı henüz okumayanlar atlasın lütfen. Son uyarı, gözleriniz kaymasın diye anlamsız şeyler yazıyorum, bir alttaki paragraftan devam edin, hop hop. — Serinin son kitabında beni rahatsız eden tek bir şey var: Epilog. Rowling'in "19 Yıl Sonra"sını anlattığı, altı sayfalık son bölüm yani. Hortkuluklar ve Yadigarlar, Dumbledore ve Snape'in hikayeleri ne kadar etkileyiciyse, bu son bölüm o kadar itici. Enfes bir müziğin akordu kaçmış bir notayla bitmesi gibi hissettiren bölüm, bu epik seriye de hiç yakışmıyor. Gereğinden fazla bir "ve sonsuza kadar mutlu.." havası var, üstelik o sonsuza kadar mutlunun sadece serüvenlerden eli ayağı çekip evlenerek ve bir sürü çocuk yaparak olacağını ima etmesi, kendimi tekrarladığımı biliyorum ama, bu epik seriye hiç yakışmıyor. Koskoca altı sayfada kahramanlarımızın sevgilileriyle tavşanlar gibi üredikleri ve yavrularına ölen sevdiklerinin adlarını koyduklarından başka hiçbir şey öğrenemiyoruz, mesleklerini bile. Üstelik o kadar yapış yapış bir duygusallık ve budalaca bir mizah içeriyor ki, keşke hiç olmasaymış o kısım dedirtiyor; kendi adıma Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nın 682. sayfada bittiğine, son cümlesinin "...ömür boyu bana yetecek kadar dert gördüm" olduğuna karar verdim. Bu haliyle olağanüstü bir kitap işte.
Efsanevi serinin son kitabının filmine gelince... Ölüm Yadigarları iki film olarak çekilecek (bence ta Ateş Kadehi'nden itibaren uygulanmış olması gereken bir yöntem), ilk bölüm kasım sonunda vizyona girdi, onunla ilgili bu yazı serisine başlamadan önce ayrı bir yazı yazmıştım, okumadıysanız: Harry Potter and the Deathly Hallows, Part I. Yazıyı yazdığımdan beri fikirlerim biraz değişti, filmi izlerken kitabı okuyalı birkaç yıl olmuştu ve pek çok detay aklımdan uçup gitmişti, oysa şimdi son kitabı tekrar okuyup, her şey tazeyken filme dönüp baktığımda, rahatsız edici bulduğum birkaç nokta oldu. Mesela: Bellatrix Hermi'ye işkence yaparken -ki bu işkencenin ısırarak değil, Crucio ile yapılması gerekiyordu, neyse- mahzende kapatılmış Ron'un, kızın adını haykırarak duvarları yumruklaması, Harry'i bile duyamayacak kadar kendini kaybetmiş olması gerekirken, filmde Harry'den bile daha sakin, daha sallamayan bir tepki vermekte ve ne öfke, ne korku, hiçbir duygu göstermemekte. Bunun kitapları okumayan birine çok küçük, kafaya takılmaması gereken bir sahne gibi gelmesi mümkündür, ama bütün karakterizasyonu ve ilmek ilmek örülmüş ilişkileri piç eden bir sahne aslında. Sonuç olarak ilk izlediğimde olduğu kadar etkileyici bulmadım ama hâlâ serinin en iyi filmi olduğunu düşünüyorum, bu değişmedi. İkinci bölüm için temmuza kadar beklemek zorundayız, şu noktada şimdiye kadar büyük kısmı mahvedilen film serisinin en azından son halkasının biraz bir şeye benzeyerek, Harry Potter'a hak ettiği vedayı edeceğini ummaktan başka çare yok.
Diğer Harry Potter yazıları (kitap + film):
Felsefe Taşı | Sırlar Odası | Azkaban Tutsağı | Ateş Kadehi | Zümrüdüanka Yoldaşlığı | Melez Prens
Son iki filmin incelemeleri:
Ölüm Yadigarları, Bölüm I | Ölüm Yadigarları, Bölüm II
Voldemort'un müritleri Ruh Emicilerin kontrolünde olan Azkaban'dan salınmış ve Ruh Emicilerle birlikte Voldemort'un saflarına katılmış durumda. Artık Ölüm Yiyenler tarafından yönetilen Sihir Bakanlığı, Muggle doğumlu büyücülere karşı Nazi Almanya'sını hatırlatan bir kampanya başlatmış, etrafa "Bulanıklar ve Huzurlu Bir Safkan Toplum İçin Oluşturukları Tehlikeler" gibi başlıklara sahip kitapçıklar dağıtmakta, Harry de "Bir Numaralı Sakıncalı" ilan edilmiş ve başına 2 bin galleon ödül konmuş. Önceki kitapların tümünden daha karanlık bir atmosfere sahip Ölüm Yadigarları, üstelik sadece Voldemort ve yeni faşizan düzeni nedeniyle de değil: Üçlümüz Hogwarts'a dönmediği için. Şimdiye dek bütün kitaplar Harry ve arkadaşlarının Hogwarts'taki bir sömestrini anlatırken, Ölüm Yadigarları son bölümleri hariç Hogwarts dışında geçiyor; son sınıfı okumak için okula dönmüyor üçlümüz, yapmaları gereken çok daha önemli işleri var (ki zaten dönseler de hemen öldürülürler muhtemelen).
Başlarda Hortkulukların büyük kısmının değil nerede olduklarını, ne olduklarını bile bilmedikleri gibi, olur da bulacak olurlarsa o korkunç büyülü nesneleri nasıl, neyle yok edeceklerini bile bilmiyor üçlümüz. Bir planları olmadan, karınlarını doyuracak doğru düzgün yiyecek bulamadan, sevdiklerinin hayatta olup olmadığına dair hiçbir haber alamadan saklanıyorlar, Harry bir de arkadaşlarının sessiz şaşkınlıkları ve hayal kırıklıklarına göğüs germek zorunda kalıyor. Her şeyin üstüne Dumbledore'un geçmişiyle ve karanlık zamanlarıyla ilgili korkunç dedikodular eklenince, Harry'nin moralinin nasıl olacağıyla ilgili akıl yürütmek pek zor değil. Kitabın bu bölümleri, Hermione'nin inanılmaz bir kurtarıcı olduğu bu bölümler. Her şeyi, her şeyi o akıl edip gerçekleştiriyor ve eğer Ölüm Yadigarları ikiye ayrılsaydı, ilk yarının süper-kahramanı kesinlikle Hermione olurdu.
Ölüm Yadigarları ile ilgili son kitabı okumayanların okuma keyfini kaçıracak gelişmeleri açıklamadan, spoiler vermeden daha fazla bir şey yazmam imkansız, o yüzden burada konudan bahsetmeyi bırakıyor ve pek bir şey açık etmemeye çalışarak genel fikirlerime geçiyorum. Zor olacak ama :) Yine çok güzel yazılmış, yine hem yetişkin, hem de daha genç okuyucuya hitap edebilecek bir dil kullanmış J.K. Rowling. Eksik kalmış her mini-hikaye şahane bir şekilde toparlanıyor. Yadigarlar teması (pek çok olay, kişi ve detayın aksine ipuçları önceki kitaplarda verilmediği halde) olağanüstü, Rowling'in Yadigarları büyük resme yerleştirebilme becerisi de öyle. Tamamen unuttuğumuz karakterler beklenmedik dönüşler yapıyor ve temelleri ta ilk kitaplarda atılmış, ilmik ilmik örülerek tamamlanan öykülerin tamamlanmasına katkıda bulunuyor. Ama açıkçası kitabın büyük kısmı, çekirdek üçlümüzün etrafında dönüyor ki bence olması gereken de buydu. Roman ilerledikçe ve üçlümüz biz sihirsiz dünyanın insanlarının asla idrak edemeyeceği zorluklarla karşılaştıkça, karakterlerinin ve ilişkilerinin olgunlaşmasına da tanık oluyoruz.
Seri içinde benim açık ara favorim olan kitap bu, büyük bölümü Hogwarts'ta geçmemesine rağmen hem de. Sonuçta son kitaptan, Harry ve Voldemort'un karşı karşıya geldiği, Hogwarts'ın epik bir savaşa ev sahipliği yaptığı kitaptan bahsediyoruz. Harry Potter'ın dünyası sıradanla fevkalade olanın, alelâdeyle gerçeküstünün yanyana var olabildiği bir dünya. Dışarıdan tek kişilik görünen çadırların içine girilince iki odalı evlere dönüştüğü, baykuşların mektup servisi yaptığı, insanların fotoğraflarına girip çıkabildiği, arabaların uçabildiği, aynaların bakanın en gizli arzularını yansıttığı, görünmezlik pelerinlerinin varolduğu, gündüz düşü iksirlerinin alanı başka alemlere götürdüğü, portrelerin konuştuğu bir dünya. Aynı zamanda ölümlerin, felaketlerin ve kötülüğün kol gezdiği, insanların yaşamlarının sevdikleri ve yitirdikleriyle tanımlandığı bir dünya — yani bize ve ölümlü, kuru yaşamlarımıza son derece tanıdık gelen bir dünya. Sanırım bu serinin dünya çapında böyle büyük bir fenomen haline gelmiş olmasının nedenlerinden biri bu.
— Bu paragrafı kitabı henüz okumayanlar atlasın lütfen. Son uyarı, gözleriniz kaymasın diye anlamsız şeyler yazıyorum, bir alttaki paragraftan devam edin, hop hop. — Serinin son kitabında beni rahatsız eden tek bir şey var: Epilog. Rowling'in "19 Yıl Sonra"sını anlattığı, altı sayfalık son bölüm yani. Hortkuluklar ve Yadigarlar, Dumbledore ve Snape'in hikayeleri ne kadar etkileyiciyse, bu son bölüm o kadar itici. Enfes bir müziğin akordu kaçmış bir notayla bitmesi gibi hissettiren bölüm, bu epik seriye de hiç yakışmıyor. Gereğinden fazla bir "ve sonsuza kadar mutlu.." havası var, üstelik o sonsuza kadar mutlunun sadece serüvenlerden eli ayağı çekip evlenerek ve bir sürü çocuk yaparak olacağını ima etmesi, kendimi tekrarladığımı biliyorum ama, bu epik seriye hiç yakışmıyor. Koskoca altı sayfada kahramanlarımızın sevgilileriyle tavşanlar gibi üredikleri ve yavrularına ölen sevdiklerinin adlarını koyduklarından başka hiçbir şey öğrenemiyoruz, mesleklerini bile. Üstelik o kadar yapış yapış bir duygusallık ve budalaca bir mizah içeriyor ki, keşke hiç olmasaymış o kısım dedirtiyor; kendi adıma Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nın 682. sayfada bittiğine, son cümlesinin "...ömür boyu bana yetecek kadar dert gördüm" olduğuna karar verdim. Bu haliyle olağanüstü bir kitap işte.
Efsanevi serinin son kitabının filmine gelince... Ölüm Yadigarları iki film olarak çekilecek (bence ta Ateş Kadehi'nden itibaren uygulanmış olması gereken bir yöntem), ilk bölüm kasım sonunda vizyona girdi, onunla ilgili bu yazı serisine başlamadan önce ayrı bir yazı yazmıştım, okumadıysanız: Harry Potter and the Deathly Hallows, Part I. Yazıyı yazdığımdan beri fikirlerim biraz değişti, filmi izlerken kitabı okuyalı birkaç yıl olmuştu ve pek çok detay aklımdan uçup gitmişti, oysa şimdi son kitabı tekrar okuyup, her şey tazeyken filme dönüp baktığımda, rahatsız edici bulduğum birkaç nokta oldu. Mesela: Bellatrix Hermi'ye işkence yaparken -ki bu işkencenin ısırarak değil, Crucio ile yapılması gerekiyordu, neyse- mahzende kapatılmış Ron'un, kızın adını haykırarak duvarları yumruklaması, Harry'i bile duyamayacak kadar kendini kaybetmiş olması gerekirken, filmde Harry'den bile daha sakin, daha sallamayan bir tepki vermekte ve ne öfke, ne korku, hiçbir duygu göstermemekte. Bunun kitapları okumayan birine çok küçük, kafaya takılmaması gereken bir sahne gibi gelmesi mümkündür, ama bütün karakterizasyonu ve ilmek ilmek örülmüş ilişkileri piç eden bir sahne aslında. Sonuç olarak ilk izlediğimde olduğu kadar etkileyici bulmadım ama hâlâ serinin en iyi filmi olduğunu düşünüyorum, bu değişmedi. İkinci bölüm için temmuza kadar beklemek zorundayız, şu noktada şimdiye kadar büyük kısmı mahvedilen film serisinin en azından son halkasının biraz bir şeye benzeyerek, Harry Potter'a hak ettiği vedayı edeceğini ummaktan başka çare yok.
Diğer Harry Potter yazıları (kitap + film):
Felsefe Taşı | Sırlar Odası | Azkaban Tutsağı | Ateş Kadehi | Zümrüdüanka Yoldaşlığı | Melez Prens
Son iki filmin incelemeleri:
Ölüm Yadigarları, Bölüm I | Ölüm Yadigarları, Bölüm II
8 yorumcuk:
hüngür hüngür ağlayarak okuduğum biricik kitap, bildiğin anime karakteri gibi gözlerimden yaşlar fışkırtarak okumuştum. Kahramanlarımızın geri dönüp Neville'in onları gördüğü o andan sonuna kadar ağladım ay ay ay.
son filmi ve hogwarts savaşını bekliyorum artık, selpaklarım hazır:)
Yazı şahane, Harry Potter yazı serisi genel olarak harika oldu zaten. Beni koyu bir fan yaptınız üstelik :)
serideki favori kitabım açıklayamadığım bir şekilde zümrüdüanka yoldaşlığı olmakla birlikte, favori filmim de azkaban tutsağı şimdilik, son filmin ilk yarısını gördükten sonra sanırım öyle de kalacak gibi. filmle ilgili çoook uzun bir yorum yazmıştım şikayetlerimi anlatan. :) ben de filmi izlemeden önce kitabı yeniden okumuştum, belki okumamış olsaydım ben de o kadar uyuz olmazdım.
2. filmde snape'in lily ile olan anılarını ve o epik hogwarts savaşını büyük hevesle bekliyorum, eğer saçma sapan geçiştirirlerse çok ağır lafları şimdiden hazırladım.
Upuzun seriyi filmleriyle beraber yorumlayan ellerine sağlık bebek :)
Tamaamen katılıyorum yazdığın herşeye ama özellikle epilog kısmıyla ilgili dediklerine! Yani tamam içimdeki tacky kız birazcık sevinip sevinç gözyaşları dökmüş olabilir ama benim çoook küçük bir parçam o ve cidden bu seriye yakışmıyor o sayfalar, olmadı be Josephine! Ben de aynı şekilde yoksaymayı ve kitapın hogwarts savaşının olduğu gece bittiğini düşünmeyi tercih ediyorum ve kitapla ilgili sevdiğim o kadar çok şey var ki!! Bu arada redemption island yazısı yok mu, geçen sezon ifritti ama bu sezon efsane olacak gibi. Hani caaanım yurdumda çok az kişi survivor izliyor diye yazmıyoduysanız şimdi bloglar da yasaklandı burda bizbize kaldık, hadi noolur ya senden ya umuttan bi survivor bölüm-sezon yazısı gelsin yalvarıyoore! Kalpkalpkalp
judycim ben de çok ağlamıştım ilk okuyuşumda :)
alper erkmen, teşekkürler. mümkün olduğunca çok insanın hayatına sokmaya çalışıyoruz harry'yi :p
kerevizli, o yorumunu hatırlamaz mıyım kadın! (az zorlanmamıştım ona cevap yetiştirmeye çalışırken) benim de son filmle ilgili en büyük derdim snape'li düşünseli sahnesini doğru dürüst izleyebilmek şu an ama çok umutlu değilim. gringotts'tan kaçışa saçmasapan aksiyon sahneleri ekleyip düşünselinden kısabilirler. üstelik hatırlıyorsan order of the phoenix'te "snape'in en kötü anısı" on saniyeye kısaltılmış, lily tamamen çıkarılmıştı. e nasıl olacak şimdi o zaman?
irem dağıldım yorumuna :)) nicaragua bence de "ifrit"ti. bu sezonla ilgili bir yazı umut yazmaya çok hevesli gibiydi o yüzden bekledim biraz ama şimdi yine sallama eğilimleri gösteriyor :d ben yazarım herhalde birkaç güne, 4. bölümü izledikten sonra.
Benim de en sevdiğim kitap bu oldu. :) Son bölüm bence de iyi değildi fakat ben hep merak ederim böyle sonra ne oldu ne bitti diye ama daha ayrıntılı yazsaymış Rowling daha bi güzel olurduu :) Harry acaba çok istediği meslek olan seherbaz mı oldu başka bir şey mi oldu ? Ben filmi kitabı okumadan önce izlemiştim ve beğenmiştim fakat şimdi şu şu niye yok diyorum. Çok teşekkürler bu arada gerçekten mükemmel bir seriydi ! :)
NOT:Uzun zamandır bi yorumumun kıyısına köşesine yazmak istiyordum Harry'e kısmet oldu. Buffy'e başladım ve gerçekten çooook beğendim her izleyişimde daha çok seviyor ve Bellacıktan daha çok nefret ediyorum. Hatta vampirlere doyamayıp Sookienin ilk kitabı okudum ama 3 çocuklu annemizin fantezi dünyasını yer yer gereksiz buldum. Neysee tekrar teşekkür ederimmmm :)))
kadirbey: oley çok sevindim :) buffy gibisi yoktur (belki harry potter, hihoho) ama angel da çok güzeldir, buffy'nin spin-off'u. buffy'nin 4. sezonuna başlarken angel'a da başlayın derim, olaylar eşzamanlı gidiyor çünkü, oyuncular bazen diğer diziye konuk oluyor falan. bu arada twilight buffy'nin yanında daha da bir dandik görünüyor gerçekten.
Tamam bende dörtteyim zaten başlarım Angela da :)
Yorum Gönder