31 Ocak 2011 Pazartesi

Harry Potter ve Ateş Kadehi

Yaz tatilinin ortalarında, tatilin geri kalanını Weasley'lerle geçirme şansı geçer Harry'nin eline. Üstelik Ron'un babası Arthur Weasley, Bakanlık'taki bağlantıları sayesinde, Quidditch Dünya Kupası'nın finali için sürüyle bilet bulmuştur, hem de locadan. Harry şansına inanamaz; hem Dursley'lerden her zamankinden birkaç hafta daha erken kurtulacak ve Hogwarts'a dönmeden önceki günlerini kendini evinde hissettiği, sımsıcak Kovuk'ta arkadaşlarıyla geçirecek, hem de hayatında görmediği kadar çok büyücüyü birarada görecek ve deli gibi sevdiği bir sporun profesyonel biçimde oynandığını izleyerek ömrü boyunca hayalini kurmaya dahi cesaret edemediği bir etkinliğe tanık olacaktır. Ancak elbette işler bu kadar pürüzsüz gitmez. Final maçının oynanıp bittiği gece, bizimkiler çadırlarındayken, kendilerine Ölüm Yiyen diyen bir grup yani Voldemort'un eski müritleri toplanıp küçük bir gösteri yapar, sadece kamp bekçisi Muggle ve karısına değil, diğer büyücülere de terör estirirler. İşler, içlerinden biri gökyüzüne Karanlık İşaret'i gönderince daha da karışır.

Harry, Ron ve Hermione birkaç hafta sonra Hogwarts'a döndüklerinde, bu sömestr okulun Üçbüyücü Turnuvası'na ev sahipliği yapacağını öğrenirler. Bu, büyü dünyasının içinde büyümüş öğrenciler için çok büyük bir haberdir, çünkü pek meşhur olan Üçbüyücü Turnuvası uzun yıllar boyunca her sene yapılarak bir geleneğe dönüşmüş, fakat katılan öğrencilerin kazara ölümleri iyice artınca, süresiz olarak durdurulmuştur. Üç okul arasında düzenlenen, her okuldan birer öğrencinin katıldığı ve bu öğrencilerin tüm sömestre yayılan çok tehlikeli ve zor görevleri atlatmaya çalıştığı turnuva, galibine ömür boyu sürecek bir ün ve bin galleon'luk altın ödül kazandırmaktadır. Şimdi, Bakanlık'ın aldığı yeni önlemler ve yeni getirilen yaş sınırlamasının ışığında kimsenin ölmeyeceğinden hemen hemen emin olan Üçbüyücü komitesi, yeni bir Üçbüyücü Turnuvası düzenlenmekte, bunu da Hogwarts'ta yapmaktadır. Üç okulun birer şampiyonla katılacağı turnuvada yarışacak okullar elbette Hogwarts, nerede olduğunu düşmanları ele geçiremesin diye saklayan, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'dan çok Karanlık Sanatlar'ın bizzat kendisini öğrettiği rivayet edilen ve Bulgarca konuşan öğrencileri nedeniyle Bulgaristan civarında (!) olduğu tahmin edilen Durmstrang, ve boyu posu Hagrid'le yarışır bir kadın müdüre sahip, Fransa'da konumlanmış pek zarif bir büyücülük okul olan Beauxbatons'dur.

Ekim ayında diğer okulların müdürleri ve şampiyon adaylarının Hogwarts'a gelmesiyle, okullarının şampiyonu olarak seçilmek isteyen öğrenciler isimlerini Ateş Kadehi'ne atmaya başlar. Üç okulun da şampiyonları açıklandıktan sonra, 17 yaşından küçük büyücülerin katılması imkânsız olduğu halde, henüz 14 yaşında olan Harry Potter'ın ismi dördüncü isim olarak kupadan çıktığında, zavallı Harry'nin şaşkınlığını tahmin edersiniz. Bu sene yeni Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni olarak aralarına katılan, emekli seherbaz Deli-Göz Moody'nin de dediği gibi, Harry'nin adını Ateş Kadeh'ine atan, seçilmesini garantilemek için de üç yaş daha büyükmüş ve dördüncü bir okulun altından katılıyormuş gibi gösterecek kadar güçlü büyüler yapabilen kişi büyük ihtimalle, Harry'nin Üçbüyücü Turnuvası'nın tehlikeli görevlerinden birinde ölmesini istemektedir.

En kötüsü de, Harry'nin en iyi arkadaşını yitirmiş olmasıdır. Bütün hayatı boyunca abileri tarafından ezilmiş, okula gidecek kadar büyüdüğünde de tarih kitaplarında adı geçen Harry Potter'ın en yakın arkadaşı olarak yine bir adım geride kalan, aslında tüm hayatını birilerinin bir adım gerisinde geçiren Ron'un canına tak etmiş, kıskançlığı şüpheye, şüphesi düşmanlığa dönüşmüştür: Harry'nin adını Ateş Kadehi'ne atmadığına, tüm bu ilgiyi aslında istemediğine inanmamaktadır. Korkunç bir kavga edip küserler. Tüm okul onun biraz daha fazla ün, biraz daha fazla şan şöhret peşinde tüm isteği dikkat çekmek olan bir şımarık küçük çocuk olduğunu düşünürken, Harry'nin yanında Hermione'den başkası yoktur. Ve ejderhalarla, kocaman, kanlı canlı, bol da ateşli ejderhalarla ilgili ilk görev, gitgide yaklaşmaktadır.

Bu yazıya başladığımda konuyu sadece Dünya Kupası gecesine kadar anlatmayı planlamıştım, ama Harry'nin adının Ateş Kadehi'nden çıkmasının yani 660 sayfalık romanın 250. sayfasında gerçekleşen, dolayısıyla gayet de spoiler sayılabilecek olayın zaten kitabın arka kapak yazısında açık edildiğini görünce kendimi kaptırıp biraz daha ayrıntıya girmekte zarar olmayacağına karar verdim :) Zaten Üçbüyücü Turnuvası'nın adı geçer geçmez, Harry'nin öyle ya da böyle bir şekilde buna dahil olacağını akıl ediyor okuyucu. Her Harry Potter kitabının bir öncekinden daha zengin, sürükleyici ve zihin kurcalayıcı olma geleneği dördüncüde de sürüyor, benim için de kesinlikle serinin -şimdiye kadarkiler arasında- en iyisi bu.

Sürprizli sonu Azkaban Tutsağı'yla karşılaştırılabilecek kadar şok edici olmasa da, çok katmanlı hikayesi derinleştikçe her köşede bir başka twist'le karşılaşıyor okuyucu, üstelik Voldemort'un yeniden vücut buluşuna ve tamamen kendisi olarak Harry'le karşılaşmasına da burada rastlıyoruz; Voldemort'un gerçek anlamda dönüşünü bize ilk kez gösteren kitap, Ateş Kadehi. Voldemort'un ilk kez etten kemikten bir düşman haline gelmesiyle, ne kadar korkunç bir büyücü olduğunu ve ne kadar zalim bir doğası olduğunu da ilk defa kendi gözleriyle görüyor (ya da okuyor) okuyucu. Harry'nin Voldemort'un kudreti karşısındaki güçsüzlüğü ve zavallığını da gösterdiği için, bir hayli karamsar sayılabilir kitap.

Filmine gelince... Bunu en kısa şu şekilde ifade edeceğim: Harry Potter and the Goblet of Fire, bir Harry Potter filmi değil. İşte. Yazının kalanını okumanıza gerek bile yok aslında. Yine de merak ediyorsanız buyrun: Pek çok epik tat içeren orijinaline yani romanına ihanet üzerine ihanet etmiş, onun tırnağı kadar bile olamayan, sıradan, içi boş bir yüksek bütçeli Hollywood filmi bu. Ne kitapları bilenleri, ne de bilmeyenleri memnun edebilecek bir yapım.

Kitabın özünü ve ruhunu oluşturan çekirdeği de olmak üzere, romanın şöyle bir yüzde 75'i falan atılmış bu filmde, bir de üzerine -hangi akla hizmet bilemiyorum- yeni sahneler eklenmiş: Son derece gereksiz, saçmasapan ve bomboş dans sahneleri örneğin. Pek çok bölümün film uyarlamasında atılması normal olarak görülebilir belki, ne de olsa çocuklara yönelik satır aralıkları bol boşluklu koca koca harfli ilk baskısı 860, yetişkinler için olan normal puntolu sonraki baskısı ise 660 sayfa olan bir kitap bu. Ama gayet de iki filme bölüp iki bölüm halinde çekebilir, hikayeyi bu kadar piç etmeyebilir, bu arada bu işin ekmeğini iki kat yiyebilirdiler. İlle de tek bir film olacak idiyse de ortaya böyle bir film çıkmak zorunda değildi, yine pek çok şeyi atan ama hikayenin ruhunu korumayı başaran Azkaban Tutsağı'nı örnek gösteririm burada, çok da hoş bir iş çıkmıştı orada ortaya.

Senior ve Junior Barty Crouch'ların hikayesinin kesilip büzülüp kuş kadar kalmış olup o kuşun da içinin dışına çıkması, dışa çıkan içinin de yeni, ucuz boyalarla süslenmesi benim en çok canımı sıkan. Hadi hikayeden Ludo Bagman, Dobby, Winky, Patlar Uçlu Keleker'ler ve Bertha Jonkins'i çıkarıp atmalarına bir şey demeyeyim diyorum, ama bütün kitaba yayılan çok katmanlı nefis Crouch öyküsü ne olmuş öyle? Son derece esmer olan ve etrafa delice olduğunu düşündüğü bakışlar atmadığı zamanlarda dilini dudaklarına atmaktan başka bir şey yapmayan bir aktör Küçük Bey Barty olmuş; Bellatrix'le ve iki kişiyle daha çıkarıldığı mahkemesi, onun için canını feda eden hasta annesi, Azkaban'dan kaçışı, dünya gözünde sahnelenen ölümü, yıllarca evde babasının Imperius laneti ve görünmezlik pelerini altında yaşaması, ev cini Winky'nin bunlardaki kilit rolü de yok olmuş. Karkaroff ve Sirius'un hikayeden neredeyse tamamen çıkarılmasına ne buyurulur, hiç olmasalar da olurmuş. Rita Skeeter da aynı şekilde. Onun hikayesi tamamlanmayacaksa, gelişip sonra da bir çözüme ulaşmayacaksa niye baştan hikayeye dahil etmişler ki? Çok abes.

Bir de beni utandıran çok sahnesi var bu filmin. Misafir okullarının salona girdiği sahneler mesela, bir yastık bulup yüzümü onun altına saklamak istedim oralarda. Belli ki sadece genç-yetişkinler değil, çocuklar için de bir film çekmek istemişler, üstelik sadece çocuklar ve ilkgençlik çağındakiler için değil, yetişkinler için de bir film olsun demişler, hem bu film kendi başına ayrı bir dram, aksiyon, fantastik, gizem ve romantik film olsun istemişler. Her şeyden biraz biraz olsun derken de yüzlerine gözlerine bulaştırmış, dozu kaçırıp iyice saçmalamış senarist ve yönetmen.

Üçbüyü Turnuvası da hayalkırıklığına uğrattı beni. Filmi sadece görsel bir şölen olarak gören Newell'ın en azından Turnuva'nın görevlerinde iyi bir iş çıkarmasını beklerdim. Ama abartıya kaçtığı için fena halde mantıksız, hatta anlamsız bir şeye dönüşmüş Turnuva da. İlk görev olan ejderhalar mesela: okulu yıkıp götüren, sadece şampiyonları değil izleyen yüzlerce öğrenciyi bile öldürmemesi şans eseri olan bir ejderha söz konusu. Sırf görsel olarak seyirciyi heyecanlandıracak bir şey göstermek için olayı inanılırlıktan kilometrelerce uzaklaştırmak nasıl bir mantıktır? Turnuva'nın labirent ayağınıysa düşünmek bile istemiyorum. Sfenksten Keleker'lere Harry'nin labirentte hiç ama hiçbir engelle karşılaşmaması olacak iş değil. Harry'nin Cedric'i neredeyse ölmeye bırakacak olmasından tutun aralarında geçen saçmasapan "Some game, huh?" diyaloğuna kadar senaristimizin ya da yönetmenimizin (bu sefer Mike Newell) eklediği kısımlar da inanılır gibi değil. Sanki birileri uyarlamasını yaptıkları romanı beğenmemiş de ondan bir şeyler atarken aynı zamanda kendileri bir şeyler ekleyerek yeni ve gelişmiş bir başka şeye dönüştürmek istemişler. Sonuç tabii ki kötü, çok ama çok kötü bir şey olmuş. Filmin mantıksız ve hızlı geçişlerinden hiç mi hiç büyülü olamayan ucuz görselliğine kadar her şey çok kötü. Evet, çok pahalı görsel efektler kullanıldığına eminim, ama sonuçta ortaya çıkan şey benim için ucuz, çünkü hiçbir derinliği olmayan bir manzara kartpostalından ya da birbirine eklenen konusuz görüntülerden oluşan bir video klipten çok farklı değil.

Harcanan karakterlerden bahsetmeden yazıyı tamamlayamayacağım. Harcanan sözcüğünden kast ettiğim şey asıl karakterin ruhuna ihanet edilmesi oluyor. Hermione mesela, nasıl birine dönüşmüş öyle? Ağzından çıkan her kelime, karşısındakine üstten, çok ama çok üstten bakan ve bir de o kişiyi bir kaşık suda boğup gününü gösterme niyetiyle paylayan bir havada çıkıyor, içinde bulunduğu her sahnede heyecanlı heyecanlı birilerini azarlıyor Hermi. Balodan sonra Harry'yle Ron'u "yataklarına göndermesi" neydi mesela? Bir saniye yerinde durmayan kaşları falan bana bana Supernatural'ın Sam'i Jared Padalecki'yi anımsattı. Yine de burada Emma Watson'ı eleştiremiyorum, hatun bu film çekildiğinde çocuk yaşta ve söyleyeceklerini senarist, nasıl oynayacağını da yönetmen belirliyor sonuçta. Üstelik bundan çok daha iyi bir iş çıkarabileceğini bir önceki filmde görmüştük. Sonra Albus Dumbledore var. Aklıma gelince sinirlendiğim için uzun uzun yazamayacağım onu; karakterinden çok, çok, çok uzak davranışlar sergilediğini söyleyip bırakayım. Olacak iş değil. Böyle kilit bir karakteri gidip bu kadar bozmak, tamamen harcamak, şaka gibi.

Kısa kısa diğer karakterler: Ralp Fiennes tip olarak fena bir Voldemort sayılmasa da, Karanlık Lord'un sessiz ve derin dehşetini bir gıdım verememiş, sürekli bağırıp çağıran, sıradan (hatta zaman zaman patetik) bir kötücül karakter gibi yansımış filme. Krum içine kapanık, kambur kambur yürüyen, utangaç bir adamdan, sığ, çapkın bir herife dönüşmüş. Önceki filmde nefis bir Kılkuyruk portresi çizen ve fiziksel olarak Kılkuyruk'un tıpatıpı olan Timothy Spall bile bu filmde karakteri harcıyor, olması gerekenden 180 derece farklı bir Kılkuyruk gibi davranarak. Yavşak, korkak, mızmız Peter Pettigrew, bu filmde sanırsınız acılara kahramanlıkla göğüs geren, acayip havalı, acayip dayanıklı, etrafına korku salan bir kötü adam. Peki.

Bu filmle ilgili kendimi bıraksam yazacağım daha çok şey var aslında, ama öncekilere göre çok dağınık bir yazı çıktı zaten ortaya, daha da uzatıp lafı gevelemek istemiyorum. Bu arada kitabı bitireli ve filmi izleyeli bir haftayı geçti, yazmadan biraz beklemek istedim öfkem yatışsın da mantıklı analizler yapabileyim diye. Olmadı. Bu film, üzerinden aylar da geçse öfkeyle anacağım bir film olarak kalacak herhalde. Karakterler Voldemort'tan Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen diye değil, ismiyle bahsediyor filmde. Daha fazla söze gerek yok.


Diğer Harry Potter yazıları:
Felsefe Taşı | Sırlar Odası | Azkaban Tutsağı | Ateş Kadehi | Zümrüdüanka Yoldaşlığı | Melez Prens | Ölüm Yadigarları

6 yorumcuk:

KadirBey dedi ki...

J.K Rowlıng in hayal gücüne bir kez daha hayran kaldım kitapta. Fakat filmi iğrençleştirmek için ellerinden geleni yapmışlar.Sadece Üçbüyücü Turnuvasına odaklanıp onu güzel yapmaya (!) çalışmışlar fakat ellerine yüzlerine bulaştırmışlar.Film bir fiyasko

okyay dedi ki...

yine harika bir yazı, söylediğiniz herşeye de katılıyorum hem filmle hem de kitapıyla ilgili. bu yazı dizisini çok sevdiğimi söylemişmiydim :)

BlahBlah dedi ki...

ingiliz oyuncuların hatrına izlediğim bir filmdi kendisi. ama kitap kurgu bakımından gerçekten güzel. seri ilerledikçe görüyorsunuz bunu.

Judy Abbott dedi ki...

kitaba söylenecek söz yok, filme gelince kızıp köpürüyorum.

o dumbledore'un harry'i tutup sarsalaması neydi öyle? bu sahne çekilirken kitabı okumuş olan bi allahın kulu yok muydu ortalıkta? inanılır gibi değil, bu kadar karakterin dışında canlandırılabilirdi dumbledore.

filmin 2 dvd'li versiyonunu aldım, kesilmiş sahneleri görseniz kafayı yersiniz, hary potter değil bildiğin gençlik aşk filmi yapmaya yeltenmişler tövbeler olsun.

filmde sevdiğim 2 şey oldu
1. deli göz moody tiplemesi
2.voldemortun yeniden bedenine kavuştuğu sahne.
ralph fiennes'i beğendim voldi olarak. özellikle o uçuş uçuş siyah tül cüppesiyle havalanırcasına yürümesi etkileyici idi.

bence 4. kitaptan itibaren 2'şer film olarak çekmelilerdi kitapları:(

Snidget dedi ki...

Bu filmi zamanında ciddi ciddi iki bölüm halinde çekmeyi düşünmüşlerdi zaten. Ölüm Yadigârları, HP filmleri içinde iki bölüm olarak çekilmesi düşünülen ilk bölüm değildi. Ancak 4. kitabın tek bir film halinde çekilmesinde ısrarcı olup stüdyoyu ikna eden yönetmen Mike Newell olmuştu. Bunda eğer iki film halinde çekilirse 3 görevden oluşan Üçbüyücü Turnuvası'nın heyecanının sekteye uğrayacak olması tehlikesi de etkili olmuştu. Ama bir 15-20 dk. daha uzun bir filmle çok daha iyi bir iş çıkartılabilirdi.

Filmle ilgili yerli ve yabancı basında dile getirilen bütün önde gelen yorumları şuradan okuyabilirsiniz :)

http://hayal-bozan.blogspot.com/2011/01/ates-kadehi-elestiriler-takvimler-18.html

The Queen dedi ki...

Yaziyi okuyup yatayim dedim ama yok simdi film aklima gelince ben de cok ama cok sinirlendim! Kitaba hic sozum yok, olamaz da, koskocaman bir kiz olan ben o kitabi okurken, Voldinin ete kemige burundugu bolumde eger ki geceyse okuyamiyorum! O derece saglam bir anlatim, dil ve hatta ceviri...

Filmle ilgili her ama her soyledigine katiliyorum Cavlan, hele hele 3. gorev, bu kadar bastan savma, bu kadar "bitse de gitsek" havasinda yapilamazdi. Ben bu filmlerden sonra biraz da Rowlingin "bu kitap bir Ingiliz kitabi, oyuncular, senarist, yonetmen herkes Ingiliz olsun, Hollywood'a donusmesin" mantigini (WB Hollywood'un babalari degilmis gibi) elestiriyorum. Uzgunum ama sen bu kadar yaratici bir zekaya sahipsin, yillarini vermis boyle bir seri yazmissin ve senaryoyu, boylesi bir senaryoyu onayliyorsan; evet mukemmel bir yazarsin ama o kadar sevgili Joanne!

Filmde yuregimi parcalayan, Harry'nin (Radcliffe cok iyiydi burda) Cedric'in cesedine sarilarak ciglik cigliga aglamasiydi! Onun haricinde aklima tek bir olumlu yon gelmiyor...

Ben ki sevdigim seyleri arsivleme, nerde ne kadar nesini bulursam alma delisiyim, bu filmlere bir defa para verip gittim (4, 5 ve 6) bir daha evime sirf arsiv amaciyla bile DVDsini almam. Izlemeye deger bir sey olmadigi gibi, kitaba hakaret sayiyorum! Muthis bir karakter orgusu olan Dumbledore o hale getirildiyse hele...