Yazar: Steve Kloves (senaryo), J.K. Rowling (roman)
Oyuncular: Daniel Radcliffe, Emma Watson, Rupert Grint, Ralph Fiennes
Tür: Aksiyon|Macera|Fantastik
Yapım yılı: 2010
Süre: 146 dk.
Ülke: İngiltere
IMDb Puanı: 8.2/10
Çavlan'ın puanı: 8.5/10
Umut'un puanı: 8/10
Harry Potter kitaplarına tapan, filmlerindense hiç ama hiç haz etmeyen biriyim ben. Bu nedenle, seri tamamlanalı üç yıl olmuşken bunu söylememin anlamsızlığını bildiğim halde kendime engel olamıyorum: Kitapları burun kıvırarak (çocuk kitabı olarak gördüğünüz için ya da bestseller'ları küçümsediğiniz için vb.) okumayan kesimdenseniz, çok şey kaçırıyorsunuz demektir. J.K. Rowling kendi türünde ele alındığında hakikaten çok iyi bir yazar ve Harry Potter serisinde yarattığı dünya, olağanüstü güzel, muhteşem ayrıntılarla dolu, büyüleyici bir dünya. Filmler içinse aynısını söyleyemem; ilk iki film ciddi ciddi çocuk filmiydi (ilk iki kitap da çocuk kitabıydı belki ancak filmlerdeki yüzeysellikten çok uzak, sade ama sihirli bir hava hakimdi romanlara), üçüncü film ilk altı film arasında en iyi -hatta tek iyi- film sayılabilirdi ama ardından çekilen filmler sadık okuyucuyu az da olsa memnun edecek nitelikten uzak, romanların derinliğiyle uzaktan yakından alakası olmayan, gitgide kötüleşen, ruhsuz mu ruhsuz filmlerdi.
Ciddi ciddi "fan" olduğumun ve filmlerin beni tam anlamıyla tatmin edebilmesinin tek yolunun romanın olduğu gibi beyazperdeye aktarılması olduğunun farkındayım, bunun imkânsız olduğunu da biliyorum. Ama beklentilerimi düşürmek ve film serisine bir şans vermek, hatta bir noktada kitaplardan bağımsız bakabilmek için çok gayret ettiğimi de biliyorum; roman uyarlamalarında bazı bölümler elbette atılır, bazı öğeler tabii ki değiştirilir ve her karakter, mekân ve olayın okuyucunun kafasında yarattığı gibi görselleştirilebilmesinin imkânı yoktur. Gelgelelim Harry Potter kitapları beyazperdeye aktarılırken çoğu uyarlamada karşımıza çıkan ve kaçınılmaz olan engellere takılmaktan çok, seyircisinin zekasına hakaret eden yüksek bütçeli ama içi boş Hollywood filmi mentalitesinden nasibini alıyordu. Deathly Hallows'un ilk bölümüne dek.
Serinin son kitabının film uyarlamasının ikiye bölünmesi, ilk altı filmden farklı olarak doğru dürüst karakter gelişimine olanak tanımış, üstelik bu sayede asıl hikayeden çok daha az şey çıkarılmış (tabii finansal açıdan bakacak olursak, yapımcıların iki kat fazla para kazanacağı meselesi var bir de). Bana kalırsa bunu çok daha önce yapmalılardı, ta dördüncü kitaptan itibaren ikiye bölmeye (ya da 5 saatlik filmler çekmeye) başlamalılardı.
Beşinci ve altıncı filmleri batıran David Yates artık bir şeyleri öğrenmiş olmalı ki, ortaya kitaba olabildiğince sadık, şimdiye kadarki filmler gibi öykünün sadece temel yapısıyla ilgilenmek yerine karakterizasyona da zaman ayıran, karanlık mı karanlık, şahane bir film çıkmış. Yeni Sihir Bakanı Rufus Scrimgeour'un yüzünün yakın çekimiyle başlayan ilk sahneden itibaren, iki buçuk saatlik filmin tamamı boyunca seyircide rahatsızlık hissi uyandırmayı, sürekli bir panik ve huzursuzluk halini yaşatmayı başarıyor Yates. Alexandre Desplat'nın tuhaf, uyumsuz ama çok da etkileyici müzikleri, karakterlerin rahat bir şekilde koltukta oturduğu sahnelerde bile sizi diken üstünde tutuyor.
Deathly Hallows'un bu ilk bölümünde kahramanlarımızın serüvenleri özellikle kasvetli ve korkutucu bir hal almış vaziyette, çünkü üçlümüz Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nun koruyucu kozasından uzakta, yetişkinlere ait tehlikeli bir dünyada savunmasız vaziyette artık. Şimdiye kadarki her filmde karşımıza çıkan çocukça öğeler rafa kaldırılmış; sinir bozucu yapışkanlıkta ergen gönül meseleleri yok, Quidditch yok, Gryffindor ve diğer kulelerin rekabetleri ve puanları yok, öğretmenlere yapılan eşek şakaları yok, okul üniformaları yok... Hepsinden önemlisi, yetişkinlerin kahramanlarımızı gözeterek koruyup kollaması yok, koskoca Dumbledore yok artık her şeyden önce, artık Harry, Ron ve Hermione birer yetişkin ve kendi kendilerini savunmaları, birbirlerini koruyup kollamaları gerekiyor.
Nerede olduklarını, hangi biçimde olduklarını bile bilmedikleri Voldemort'un Hortkuluklarını yok etme görevine çıkıyor üçlümüz. İşin kötüsü, bir Hortkuluğu bulduklarında onu nasıl yok edeceklerini bile bilmiyorlar. Ama Voldemort'u, karanlık sanatların efendisini ortadan kaldırmanın tek yolu, ruhunu parçalara bölerek içlerine hapsettiği bu nesneleri bulup onlardan kurtulmak, bunu biliyorlar. Voldemort'un müritleri Bakanlık'ı ele geçirip de hemencecik Muggle doğumlu büyücülerin infaz edildiği faşizan bir düzen kurduklarında, Harry, Ron ve Hermione yakınlarıyla tüm iletişimi keserek kendi özel görevleri için yollara düşmüş oluyorlar çoktan. Her adımda Ölüm Yiyen'lerin soluklarını enselerinde hisseden kahramanlarımız, hiçbir yerde kendilerini güvende hissedecek kadar uzun kalmıyor; hiçbir yer güvenli değil, birbirleri dışında güvenebilecekleri, dayanabilecekleri kimse de yok. İşin kötüsü, birbirlerine duydukları bastırılmış içerlemeler ve kendilerinden ettikleri şüpheler de bu koşullarda su yüzüne çıkıyor.
Soldan sağa (bize arkası dönük gerçek Harry hariç) Fred ve George Weasley, Mundungus Fletcher, Fleur, Ron ve Hermione. Fleur ve Hermi'nin duruşlarına bakıp bakıp gülüyorum.
Harry, Ron ve Hermione'nin ne kadar büyüdüğünü görüyoruz bu görsellerde. Ron ve Hermione iyi güzel de, Harry kirli sakallı bir dolmuş şoförüne benzemese onu çok daha fazla sevecektim. (Çok çocukça bir yorum biliyorum, içimdeki Potter manyağı çocuk bu konuşan. Susmuyor bazen.)
En soldaki pembeler içindeki hatun tabii ki Dolores Umbridge. Imelda Staunton'un bu rolde şahane olduğunu düşünüyorum, insanın aynı anda hem içini bulandırmayı, hem de tüylerini ürpertmeyi başarıyor. Onun yanında Ölüm Yiyen'lerin Bakanlık'ı ele geçirerek Scrimgeour'u öldürmelerinden sonra koltuğuna kendi elleriyle yerleştirdikleri, yeni Sihir Bakanı Pius Thicknesse, en sağda da Yaxley var. Peter Mullan çok isabetli bir seçim olmuş, Yaxley rolünde hem korkutucu, hem de karizmatik. Arkalarındaki heykelde ise yüzlerce çıplak Muggle, kareye sığmayan büyücülerin ağırlığını desteklemek için üstüste istiflenmiş, "layık oldukları yerde" yani asil büyücülerin ayakları altındalar.
Masasının başından müritlerine öldürücü bakışlar atmakta olan Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen. Ralph Fiennes Karanlık Lord'u aynı kitapları okurken kafamda canlandırdığım hale sokmuş: tiz ses, yılanvari burun, dazlak kafa, soluk, neredeyse şeffaf bir ten vs. Ama her nedense, Voldemort'un kitaplardaki hali çok daha korkutucu geliyor bana.
Ölüm Yiyenler. En ortada yanyana oturan ve Voldi'nin karşısında her zamankinden daha ezik olan Mafoy ailesi var: karanlık tarafta ne işinin olduğuna dair şüpheye düşmeye başlayan tırsık ergenimiz Draco, onun her yerinden karizma akan Jason Isaacs'in canlandırdığı babası Lucius, ve neden siyahlı, kahveli ve sarılı absürd bir saç rengine sahip olduğunu bir türlü anlamadığım, film boyunca da endişeli bakışlarla saçlarının tuhaflığını gözümüze sokmaktan başka bir şey yapmamış olan, aslında ipincicek, platin sarısı saçlı bir bebek görünümde olması gereken annesi Narcissa. Hemen yanında Narcissa'nın kardeşi ve Sirius'un kuzeni, Bellatrix Lestrange. Helena Bonham Carter'i genelde çok severim, Bellatrix rolünü aldığını ilk duyduğumda da sevinmiştim açıkçası, ama karakteri tuhaf, deli bir kadına dönüştürdü Carter. Son filmde azıcıcık daha bir iyice gibi, yine de kafamdaki fena halde korkutucu, ölümcül Bellatrix'le ilgisi yok. Harry Potter evreninde Bellatrix Lestrange deli değildir, içindeki zehrin şiddetinden dolayı az buçuk kafayı sıyırmış görünüyor olabilir ama onunla ilgili bilmemiz gereken ilk şey ne kadar ölümcül olduğudur, kafasının üzerine bir kuş yuvası oturtulmuş izlenimi veren tel tel kabarık saçları ve çılgın bakışları ile zamansız kahkahalarıyla ne kadar deli olduğu DEĞİL.
Senaryo, aksiyon sahnelerinin aralarındaki boş zamanları alabildiğince kullanıyor ve üç başrol oyuncusunun karakteriyle duygusal bağlantı kurabilmesine olanak tanıyor. Repliklerini soluksuz kalmışçasına hızla söyleyip sıralarını savmak ister havaları, doğal olarak bu filmde kalmamış ve ilk kez, kahramanlarımızın karakterleri ve yetişkinliğe geçişleri, özel efektleri gölgede bırakmış. Deathly Hallows'un ilk bölümü her şeyden önce karakterlerle, Harry, Ron ve Hermione'nin bu korkunç duruma nasıl tepki verdiği, kendilerini ve aralarındaki bağın gücünü nasıl keşfettikleriyle ilgiliydi, filmde de bu yakalanabilmiş. Her sahnede ille de bir hareket olmalı düşüncesini aşıp, daha zor ve cesur görünen bir seçimle hikayeyi 'dingin' bir şekilde sunmuş bize Kloves ve Yates. Bu nedenle Harry Potter'ı sadece filmlerinden takip eden, kitapları bilmeyenlerin filmi fazla uzun bulmuş, hatta bazı sahnelerde sıkılmış olabileceklerini, benim gibi "fan"ların büyük kısmının ise filmin bu havasına bayıldığını tahmin ediyorum.
Bir de oyunculuklar var. Serinin çocuk oyuncuları, bir yandan inanılmaz bir baskı altındayken büyümeye ve yetenekli olmaya zorlanan üçlü için kötü hissetmemek elde değil. Nitekim son filme dek hiçbiri ama özellikle Radcliffe, öyle çok başarılı sayılabilecek performanslar sergilememişti. Artık olgunlaştıklarından mıdır, bu filmin hikayesi karakterlerine eğilmelerine çok daha fazla olanak tanıdığından mıdır, son filmde kendilerini kanıtlamak için insanüstü bir çaba harcadıklarından mıdır, nedendir bilemeyeceğim ama üçü de parlıyor bu filmde. Radcliffe oyunculukta çok ama çok yol kat etti (ah bir de yeniyetme hali birazcık daha okurların kafasında canlandırdığı sempatik Harry Potter gibi olsaydı). Aralarında başından beri en yeteneklileri olduğunu düşündüğüm Rupert Grint, şimdiye dek komediye yaslanan bir performans sergilemişti hep, fakat burada çok ciddi ve ağır, hatta korkutucu olmasını gerektiren karanlık sahnelerdeki kıskançlıktan ve paranoyadan gözü dönmüş oyunculuğu bir hayli etkileyici ve bu işi her yönüyle kıvırabildiğine kanıt niteliğinde. Emma Watson ise, aşırı teatral hal ve tavırlarını bir tarafa koymuş ve Hermione'nin güvensizliklerini ve korkularını inanılmaz maharetli biçimde yansıtmış, ki bana soracak olursanız bu filmin asıl yıldızı da o.
Pek çok eleştirmene ve seyirciye göre serinin en güçlü halkası kabul edilen üçüncü filmde yani Prisoner of Azkaban'da olması gereken büyü vardı, ama işin hikaye kısmı eksikti. Deathly Hallows (part I) ise görsel şöleni sağlam bir hikaye anlatıcılığı, nefis bir karakterizasyon ve her zamankinden de güçlü performanslarla birleştiriyor. Hogwarts'ta geçmemesi nedeniyle önceki filmlerin ve kitapların sihirli havasına ulaşamayacak olmasına rağmen hem de. İkinci bölümünden önce hem tatmin edici bir atlama taşı, hem de tek başına bakıldığında gayet güçlü duran bir film olmuş nihai olarak. Alışılmadık ve riskli sayılabilecek biçimde önceki filmlere göre çok daha hüzünlü, kasvetli ve ağır tempolu, tam da olması gerektiği gibi yani. Şimdi son film için tek yapmamız gereken, Temmuz ayına kadar beklemek. Sekiz aycık.
Kısa Kısa
— Eduardo Serra'nın sinematografisini enfes buldum.
— Snape'i canlandıran Alan Rickman'ı birazcık daha görebilsek çok mutlu olacaktım, ama neyse ki son filmde bol bol göreceğiz.
— Filmin en başında, Hermione'nin varlığını anne babasına unutturduğu sahne çok etkileyiciydi. Sırf o sahne için bile ikinci kez izleyebilirim filmi.
— Ölüm Yadigarları'nın efsanesinin anlatıldığı animasyonlu bölümün güzelliğine ayrıca değinmeden geçemeyeceğim; bilgisayarlarla hazırlanmış özel efektlerin arasında çok hoş ve zarif durmuş.
— Yates kitapta olmayan bir sahne eklemiş filme: Harry ve Hermione'nin Nick Cave eşliğinde, inanılmaz bir hüzünle dans ettiği sahne. Bazı hardcore fan'ların bundan hiç memnun olmadığını tahmin ediyorum, ama ben bayıldım.
— Filmin kitaptaki detaylara nasıl da bağlı kaldığını ve mümkün olduğunca az değişiklik yaptığını anlatıp durdum, ama atılan pek çok yer var tabii ki. Bunların büyük kısmı beni rahatsız etmedi, ama belirtmeden geçemeyeceğim iki nokta var. Birincisi R.A.B. ile Kreacher'ın geçmişi ve Lilly'nin mektubunun hiç sözünün edilmemesi, ikincisi de Harry ve Hermione'nin Godric's Hollow'a biçim değiştirmeden ve görünmezlik pelerinini kullanmadan gitmeleri. Biçim değiştirmenin aktörler için orada olmamak anlamına geldiğinin ve Bakanlık'a yaptıkları baskından sonra ikinci kez başka insanların biçimlerini almalarının seyirci için yabancılaştırıcı etkisi olacağının farkındayım, ama en azından görünmezlik pelerinini kullanabilirlerdi, nasılsa deli gibi bütçeleri var ve bir karakterin görünmezlik pelerininin içine girmesi, seyircinin gözünde de görünmez olacağı anlamına gelmiyor. Üstelik ölüm yadigarlarının birinden bahsediyoruz burada, Harry için ne kadar önemli olduğu son filmde de birazcık gösterilse fena olmaz mıydı? Hepsini geçtim, çok özlü iksiri kullanmadıkları için Harry'nin yaptığı açıklama ("Doğduğum yere başka birisi gibi gelemezdim!") fena halde gerzekçeydi.
— Dobby'nin ölümü var bir de. Etkilendiğimi inkar edecek değilim ama bu kadar uzatılmasa da olurdu, son otuz saniyesi buram buram ajitasyon kokuyordu, son sözleri özellikle. "Ne güzel bir yer, manzara falan" ve "Dobby arkadaşlarıyla olduğu için çok mutlu", son derece gereksiz eklemeler olmuş bana kalırsa. Hedwig'in ölümü yaklaşık iki buçuk saniyede geçiştirilmişken özellikle. (Bu demek değil ki Dobby'nin ölümü beni çarpmadı, hatta tıklım tıkış dolu salonda ağlayan tek insan evladı bendim galiba çünkü o sahnelerde sadece, sadece ve sadece benim burun çekiş sesim duyuldu, yanımda taş sessizliğinde oturan Umut da dahil olmak üzere herkes taş kalpliydi sanırım. Dobby'den bahsediyoruz burada, HP evrenindeki en sevilesi, en muhteşem karakterlerden biri!) Son olarak, Dobby'nin efendisi yok, Dobby özgür bir cin. Evet.
— Filmin PG-13 reytingi var, ama Ankara'da dublajsız, orijinal dilinde gösterim yapan topu topu üç sinema salonu vardı (hepsi de dağbaşı gibi yerlerde). Gece 00.00'a seans koyup da buna rağmen çocuk filmi muamelesi yapmaları çok tuhaf, yoksa ondan değil de artık yetişkinlere de mi dublajlı izletmeye çalışıyorlar, oyuncuların kendi seslerini ve kendi dillerini duymak isteyebileceğimiz, öbür türlü filmin bütünlüğünü yitirip söz konusu film olmaktan çıktığını düşünebileceğimiz akıllarından geçmiyor mu dağıtımcıların? Bunun yani Deathly Hallows'u saçmasapan bir alışveriş merkezinde izlemek zorunda kalmamın bana IMAX gibi bir faydası oldu ama. Film iki boyutluydu (neyse ki) ama IMAX perdesinde izledik ki bu içinde kaybolabileceğiniz kadar kocaman, devasa, nefis bir perde anlamına geliyormuş. İstanbul'da da Ankara'da da tek bir yer var IMAX salonunda gösteren Harry Potter'ı diye biliyor ve henüz gitmediyseniz o şekilde izlemenizi öneriyorum. Çok çok güzel oluyor. (Ayrıca gürültücü veletlerin haykırışlarıyla uğraşmamak adına, gece geç bir saatte gitmek de iyi bir fikir olabilir.)
Ciddi ciddi "fan" olduğumun ve filmlerin beni tam anlamıyla tatmin edebilmesinin tek yolunun romanın olduğu gibi beyazperdeye aktarılması olduğunun farkındayım, bunun imkânsız olduğunu da biliyorum. Ama beklentilerimi düşürmek ve film serisine bir şans vermek, hatta bir noktada kitaplardan bağımsız bakabilmek için çok gayret ettiğimi de biliyorum; roman uyarlamalarında bazı bölümler elbette atılır, bazı öğeler tabii ki değiştirilir ve her karakter, mekân ve olayın okuyucunun kafasında yarattığı gibi görselleştirilebilmesinin imkânı yoktur. Gelgelelim Harry Potter kitapları beyazperdeye aktarılırken çoğu uyarlamada karşımıza çıkan ve kaçınılmaz olan engellere takılmaktan çok, seyircisinin zekasına hakaret eden yüksek bütçeli ama içi boş Hollywood filmi mentalitesinden nasibini alıyordu. Deathly Hallows'un ilk bölümüne dek.
Serinin son kitabının film uyarlamasının ikiye bölünmesi, ilk altı filmden farklı olarak doğru dürüst karakter gelişimine olanak tanımış, üstelik bu sayede asıl hikayeden çok daha az şey çıkarılmış (tabii finansal açıdan bakacak olursak, yapımcıların iki kat fazla para kazanacağı meselesi var bir de). Bana kalırsa bunu çok daha önce yapmalılardı, ta dördüncü kitaptan itibaren ikiye bölmeye (ya da 5 saatlik filmler çekmeye) başlamalılardı.
Beşinci ve altıncı filmleri batıran David Yates artık bir şeyleri öğrenmiş olmalı ki, ortaya kitaba olabildiğince sadık, şimdiye kadarki filmler gibi öykünün sadece temel yapısıyla ilgilenmek yerine karakterizasyona da zaman ayıran, karanlık mı karanlık, şahane bir film çıkmış. Yeni Sihir Bakanı Rufus Scrimgeour'un yüzünün yakın çekimiyle başlayan ilk sahneden itibaren, iki buçuk saatlik filmin tamamı boyunca seyircide rahatsızlık hissi uyandırmayı, sürekli bir panik ve huzursuzluk halini yaşatmayı başarıyor Yates. Alexandre Desplat'nın tuhaf, uyumsuz ama çok da etkileyici müzikleri, karakterlerin rahat bir şekilde koltukta oturduğu sahnelerde bile sizi diken üstünde tutuyor.
Deathly Hallows'un bu ilk bölümünde kahramanlarımızın serüvenleri özellikle kasvetli ve korkutucu bir hal almış vaziyette, çünkü üçlümüz Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nun koruyucu kozasından uzakta, yetişkinlere ait tehlikeli bir dünyada savunmasız vaziyette artık. Şimdiye kadarki her filmde karşımıza çıkan çocukça öğeler rafa kaldırılmış; sinir bozucu yapışkanlıkta ergen gönül meseleleri yok, Quidditch yok, Gryffindor ve diğer kulelerin rekabetleri ve puanları yok, öğretmenlere yapılan eşek şakaları yok, okul üniformaları yok... Hepsinden önemlisi, yetişkinlerin kahramanlarımızı gözeterek koruyup kollaması yok, koskoca Dumbledore yok artık her şeyden önce, artık Harry, Ron ve Hermione birer yetişkin ve kendi kendilerini savunmaları, birbirlerini koruyup kollamaları gerekiyor.
Nerede olduklarını, hangi biçimde olduklarını bile bilmedikleri Voldemort'un Hortkuluklarını yok etme görevine çıkıyor üçlümüz. İşin kötüsü, bir Hortkuluğu bulduklarında onu nasıl yok edeceklerini bile bilmiyorlar. Ama Voldemort'u, karanlık sanatların efendisini ortadan kaldırmanın tek yolu, ruhunu parçalara bölerek içlerine hapsettiği bu nesneleri bulup onlardan kurtulmak, bunu biliyorlar. Voldemort'un müritleri Bakanlık'ı ele geçirip de hemencecik Muggle doğumlu büyücülerin infaz edildiği faşizan bir düzen kurduklarında, Harry, Ron ve Hermione yakınlarıyla tüm iletişimi keserek kendi özel görevleri için yollara düşmüş oluyorlar çoktan. Her adımda Ölüm Yiyen'lerin soluklarını enselerinde hisseden kahramanlarımız, hiçbir yerde kendilerini güvende hissedecek kadar uzun kalmıyor; hiçbir yer güvenli değil, birbirleri dışında güvenebilecekleri, dayanabilecekleri kimse de yok. İşin kötüsü, birbirlerine duydukları bastırılmış içerlemeler ve kendilerinden ettikleri şüpheler de bu koşullarda su yüzüne çıkıyor.
Soldan sağa (bize arkası dönük gerçek Harry hariç) Fred ve George Weasley, Mundungus Fletcher, Fleur, Ron ve Hermione. Fleur ve Hermi'nin duruşlarına bakıp bakıp gülüyorum.
Harry, Ron ve Hermione'nin ne kadar büyüdüğünü görüyoruz bu görsellerde. Ron ve Hermione iyi güzel de, Harry kirli sakallı bir dolmuş şoförüne benzemese onu çok daha fazla sevecektim. (Çok çocukça bir yorum biliyorum, içimdeki Potter manyağı çocuk bu konuşan. Susmuyor bazen.)
En soldaki pembeler içindeki hatun tabii ki Dolores Umbridge. Imelda Staunton'un bu rolde şahane olduğunu düşünüyorum, insanın aynı anda hem içini bulandırmayı, hem de tüylerini ürpertmeyi başarıyor. Onun yanında Ölüm Yiyen'lerin Bakanlık'ı ele geçirerek Scrimgeour'u öldürmelerinden sonra koltuğuna kendi elleriyle yerleştirdikleri, yeni Sihir Bakanı Pius Thicknesse, en sağda da Yaxley var. Peter Mullan çok isabetli bir seçim olmuş, Yaxley rolünde hem korkutucu, hem de karizmatik. Arkalarındaki heykelde ise yüzlerce çıplak Muggle, kareye sığmayan büyücülerin ağırlığını desteklemek için üstüste istiflenmiş, "layık oldukları yerde" yani asil büyücülerin ayakları altındalar.
Masasının başından müritlerine öldürücü bakışlar atmakta olan Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen. Ralph Fiennes Karanlık Lord'u aynı kitapları okurken kafamda canlandırdığım hale sokmuş: tiz ses, yılanvari burun, dazlak kafa, soluk, neredeyse şeffaf bir ten vs. Ama her nedense, Voldemort'un kitaplardaki hali çok daha korkutucu geliyor bana.
Ölüm Yiyenler. En ortada yanyana oturan ve Voldi'nin karşısında her zamankinden daha ezik olan Mafoy ailesi var: karanlık tarafta ne işinin olduğuna dair şüpheye düşmeye başlayan tırsık ergenimiz Draco, onun her yerinden karizma akan Jason Isaacs'in canlandırdığı babası Lucius, ve neden siyahlı, kahveli ve sarılı absürd bir saç rengine sahip olduğunu bir türlü anlamadığım, film boyunca da endişeli bakışlarla saçlarının tuhaflığını gözümüze sokmaktan başka bir şey yapmamış olan, aslında ipincicek, platin sarısı saçlı bir bebek görünümde olması gereken annesi Narcissa. Hemen yanında Narcissa'nın kardeşi ve Sirius'un kuzeni, Bellatrix Lestrange. Helena Bonham Carter'i genelde çok severim, Bellatrix rolünü aldığını ilk duyduğumda da sevinmiştim açıkçası, ama karakteri tuhaf, deli bir kadına dönüştürdü Carter. Son filmde azıcıcık daha bir iyice gibi, yine de kafamdaki fena halde korkutucu, ölümcül Bellatrix'le ilgisi yok. Harry Potter evreninde Bellatrix Lestrange deli değildir, içindeki zehrin şiddetinden dolayı az buçuk kafayı sıyırmış görünüyor olabilir ama onunla ilgili bilmemiz gereken ilk şey ne kadar ölümcül olduğudur, kafasının üzerine bir kuş yuvası oturtulmuş izlenimi veren tel tel kabarık saçları ve çılgın bakışları ile zamansız kahkahalarıyla ne kadar deli olduğu DEĞİL.
Senaryo, aksiyon sahnelerinin aralarındaki boş zamanları alabildiğince kullanıyor ve üç başrol oyuncusunun karakteriyle duygusal bağlantı kurabilmesine olanak tanıyor. Repliklerini soluksuz kalmışçasına hızla söyleyip sıralarını savmak ister havaları, doğal olarak bu filmde kalmamış ve ilk kez, kahramanlarımızın karakterleri ve yetişkinliğe geçişleri, özel efektleri gölgede bırakmış. Deathly Hallows'un ilk bölümü her şeyden önce karakterlerle, Harry, Ron ve Hermione'nin bu korkunç duruma nasıl tepki verdiği, kendilerini ve aralarındaki bağın gücünü nasıl keşfettikleriyle ilgiliydi, filmde de bu yakalanabilmiş. Her sahnede ille de bir hareket olmalı düşüncesini aşıp, daha zor ve cesur görünen bir seçimle hikayeyi 'dingin' bir şekilde sunmuş bize Kloves ve Yates. Bu nedenle Harry Potter'ı sadece filmlerinden takip eden, kitapları bilmeyenlerin filmi fazla uzun bulmuş, hatta bazı sahnelerde sıkılmış olabileceklerini, benim gibi "fan"ların büyük kısmının ise filmin bu havasına bayıldığını tahmin ediyorum.
Bir de oyunculuklar var. Serinin çocuk oyuncuları, bir yandan inanılmaz bir baskı altındayken büyümeye ve yetenekli olmaya zorlanan üçlü için kötü hissetmemek elde değil. Nitekim son filme dek hiçbiri ama özellikle Radcliffe, öyle çok başarılı sayılabilecek performanslar sergilememişti. Artık olgunlaştıklarından mıdır, bu filmin hikayesi karakterlerine eğilmelerine çok daha fazla olanak tanıdığından mıdır, son filmde kendilerini kanıtlamak için insanüstü bir çaba harcadıklarından mıdır, nedendir bilemeyeceğim ama üçü de parlıyor bu filmde. Radcliffe oyunculukta çok ama çok yol kat etti (ah bir de yeniyetme hali birazcık daha okurların kafasında canlandırdığı sempatik Harry Potter gibi olsaydı). Aralarında başından beri en yeteneklileri olduğunu düşündüğüm Rupert Grint, şimdiye dek komediye yaslanan bir performans sergilemişti hep, fakat burada çok ciddi ve ağır, hatta korkutucu olmasını gerektiren karanlık sahnelerdeki kıskançlıktan ve paranoyadan gözü dönmüş oyunculuğu bir hayli etkileyici ve bu işi her yönüyle kıvırabildiğine kanıt niteliğinde. Emma Watson ise, aşırı teatral hal ve tavırlarını bir tarafa koymuş ve Hermione'nin güvensizliklerini ve korkularını inanılmaz maharetli biçimde yansıtmış, ki bana soracak olursanız bu filmin asıl yıldızı da o.
Pek çok eleştirmene ve seyirciye göre serinin en güçlü halkası kabul edilen üçüncü filmde yani Prisoner of Azkaban'da olması gereken büyü vardı, ama işin hikaye kısmı eksikti. Deathly Hallows (part I) ise görsel şöleni sağlam bir hikaye anlatıcılığı, nefis bir karakterizasyon ve her zamankinden de güçlü performanslarla birleştiriyor. Hogwarts'ta geçmemesi nedeniyle önceki filmlerin ve kitapların sihirli havasına ulaşamayacak olmasına rağmen hem de. İkinci bölümünden önce hem tatmin edici bir atlama taşı, hem de tek başına bakıldığında gayet güçlü duran bir film olmuş nihai olarak. Alışılmadık ve riskli sayılabilecek biçimde önceki filmlere göre çok daha hüzünlü, kasvetli ve ağır tempolu, tam da olması gerektiği gibi yani. Şimdi son film için tek yapmamız gereken, Temmuz ayına kadar beklemek. Sekiz aycık.
Kısa Kısa
— Eduardo Serra'nın sinematografisini enfes buldum.
— Snape'i canlandıran Alan Rickman'ı birazcık daha görebilsek çok mutlu olacaktım, ama neyse ki son filmde bol bol göreceğiz.
— Filmin en başında, Hermione'nin varlığını anne babasına unutturduğu sahne çok etkileyiciydi. Sırf o sahne için bile ikinci kez izleyebilirim filmi.
— Ölüm Yadigarları'nın efsanesinin anlatıldığı animasyonlu bölümün güzelliğine ayrıca değinmeden geçemeyeceğim; bilgisayarlarla hazırlanmış özel efektlerin arasında çok hoş ve zarif durmuş.
— Yates kitapta olmayan bir sahne eklemiş filme: Harry ve Hermione'nin Nick Cave eşliğinde, inanılmaz bir hüzünle dans ettiği sahne. Bazı hardcore fan'ların bundan hiç memnun olmadığını tahmin ediyorum, ama ben bayıldım.
— Filmin kitaptaki detaylara nasıl da bağlı kaldığını ve mümkün olduğunca az değişiklik yaptığını anlatıp durdum, ama atılan pek çok yer var tabii ki. Bunların büyük kısmı beni rahatsız etmedi, ama belirtmeden geçemeyeceğim iki nokta var. Birincisi R.A.B. ile Kreacher'ın geçmişi ve Lilly'nin mektubunun hiç sözünün edilmemesi, ikincisi de Harry ve Hermione'nin Godric's Hollow'a biçim değiştirmeden ve görünmezlik pelerinini kullanmadan gitmeleri. Biçim değiştirmenin aktörler için orada olmamak anlamına geldiğinin ve Bakanlık'a yaptıkları baskından sonra ikinci kez başka insanların biçimlerini almalarının seyirci için yabancılaştırıcı etkisi olacağının farkındayım, ama en azından görünmezlik pelerinini kullanabilirlerdi, nasılsa deli gibi bütçeleri var ve bir karakterin görünmezlik pelerininin içine girmesi, seyircinin gözünde de görünmez olacağı anlamına gelmiyor. Üstelik ölüm yadigarlarının birinden bahsediyoruz burada, Harry için ne kadar önemli olduğu son filmde de birazcık gösterilse fena olmaz mıydı? Hepsini geçtim, çok özlü iksiri kullanmadıkları için Harry'nin yaptığı açıklama ("Doğduğum yere başka birisi gibi gelemezdim!") fena halde gerzekçeydi.
— Dobby'nin ölümü var bir de. Etkilendiğimi inkar edecek değilim ama bu kadar uzatılmasa da olurdu, son otuz saniyesi buram buram ajitasyon kokuyordu, son sözleri özellikle. "Ne güzel bir yer, manzara falan" ve "Dobby arkadaşlarıyla olduğu için çok mutlu", son derece gereksiz eklemeler olmuş bana kalırsa. Hedwig'in ölümü yaklaşık iki buçuk saniyede geçiştirilmişken özellikle. (Bu demek değil ki Dobby'nin ölümü beni çarpmadı, hatta tıklım tıkış dolu salonda ağlayan tek insan evladı bendim galiba çünkü o sahnelerde sadece, sadece ve sadece benim burun çekiş sesim duyuldu, yanımda taş sessizliğinde oturan Umut da dahil olmak üzere herkes taş kalpliydi sanırım. Dobby'den bahsediyoruz burada, HP evrenindeki en sevilesi, en muhteşem karakterlerden biri!) Son olarak, Dobby'nin efendisi yok, Dobby özgür bir cin. Evet.
— Filmin PG-13 reytingi var, ama Ankara'da dublajsız, orijinal dilinde gösterim yapan topu topu üç sinema salonu vardı (hepsi de dağbaşı gibi yerlerde). Gece 00.00'a seans koyup da buna rağmen çocuk filmi muamelesi yapmaları çok tuhaf, yoksa ondan değil de artık yetişkinlere de mi dublajlı izletmeye çalışıyorlar, oyuncuların kendi seslerini ve kendi dillerini duymak isteyebileceğimiz, öbür türlü filmin bütünlüğünü yitirip söz konusu film olmaktan çıktığını düşünebileceğimiz akıllarından geçmiyor mu dağıtımcıların? Bunun yani Deathly Hallows'u saçmasapan bir alışveriş merkezinde izlemek zorunda kalmamın bana IMAX gibi bir faydası oldu ama. Film iki boyutluydu (neyse ki) ama IMAX perdesinde izledik ki bu içinde kaybolabileceğiniz kadar kocaman, devasa, nefis bir perde anlamına geliyormuş. İstanbul'da da Ankara'da da tek bir yer var IMAX salonunda gösteren Harry Potter'ı diye biliyor ve henüz gitmediyseniz o şekilde izlemenizi öneriyorum. Çok çok güzel oluyor. (Ayrıca gürültücü veletlerin haykırışlarıyla uğraşmamak adına, gece geç bir saatte gitmek de iyi bir fikir olabilir.)
37 yorumcuk:
Her zamanki gibi nefis bir yazı olmuş, tam da tahmin ettiğim gibi kitapları hiç okumadığım için diğer filmlere göre daha durağan bulmştum, ama kitapları okuyan kim varsa bu filmi özelliikle çok beğenmişti, sen de beğenmişsin. Yates'in önceki filmlerinin çok kötü olduğuna hepimiz katılıyoruz, bu filmde benim de en başarılı bulduğum özellik atmosferi çok iyi yansıtmasıydı.
Tam da kafamdakileri anlatan bir yazı olmuş, habire "evet, evet! aynen!" deyip durdum.
Filmi izlediğimden beri şöyle diyordum: Ya bu ekip (yönetmen&yapımcı vs.) artık HP evrenini bir nebze olsun anlamışa benziyorlar. Filmi iki parçaya bölmeye nihayet cesaret etmeleri de çok güzel. (En çok da 4. film süreden muzdaripti.) Bence bu ekip ilk iki filme tekrar el atmalı. O iki film seriye yakışmıyor artık.
Bir de sevgili yazar daha ılımlı yaklaşmış ama, ben, film(ler)deki Bellatrix yorumundan neredeyse tiksindim. Bu filmde daha da tiksindim. Ayıp ya!
Kesinlikle en iyi Harry Potter filmi olmuş... Kitabın ruhunu yansıtıyor... Dans sahnesinde kendimle şüpheye düşmüştüm ben hatırlamıyor muyum neyim die ama filme eklenti olduğunu sonradan öğrenince bi rahatladım. Ben çok beğendim o sahneyi ama... Bir de Ron'un ailesinden ayrılırken bir cover'ı vardı kitapta, onu heralde 2. filmde gösterirler diye umuyorum.
Deathly Hallows'un hikayesinin kitapta da Harmonie tarafından Dumbeldor'un vasiyet olarak bıraktığı The Tales of Beddle the Bard'tan okunduğunu hatırlıyorum, filmde de filmden kopuk bir kurguda gösterilmesi büyüleyiciydi, çok yaratıcı buldum ve beğendim.
Half Blood Prince'te filmden çok şey beklemiştim. Çünkü serinin içinde bu kitap benim en sevdiklerimden. Hani the one who shouldn't be named hakkında bilgi edindik, onu nasıl yok edeceğimizi öğrendik ve Dumbledore'u kaybettik, yıkıldık filan :( Ama işte film çok sığ, oyunculuklar felaketti... Kitabı bir çırpıda okumuştum ama film o kadar sıkıcıydı ki bitmek bilmemişti. Deathly Hallows'u ise tam tersi duygularla seyrettim, kitaptaki o sayfalar süren kamp ve Ron'un kıskançlık krizleri 10 dakikada izleyiciyi hiç sıkmadan anlatılmış mesela...
Sonuç olarak Serinin filmleri içinde en iyisi kesinlikle buydu ve devamını görmek için sabırsızlanıyorum :)
P.S:Luna'nın babası Mr.Lovegood tam da düşündüğüm gibiydi...
film gösterime girdiğinden beri yazını bekliyorum Çavlancığım oh, ellerine sağlık:))
Hermione'nin sahnesinden ben de çok etkilendim, filme yapılan en iyi eklenti bu sahne idi bence. O sahnede, Dobby'nin öldüğü sahnede ve harry'nin ailesinin mezarı başındaki sahnelerde gözlerim yaşardı, ikinci filmde ise muslukları açacağım eminim.
bir de bathilda ve nagini sahneleri mükemmeldi değil mi?
benim şu ana dek en beğendiğim filmdi.. bathilda bagshotlu sahne ve dolores um. li yargılama sahneleri Mü-kem-meldi!
ayrıca sevgili çavlan,
kitap blogumuzda bir yarışma düzenledik, katilimini bekleriz :)
http://beslenme-cantasi.blogspot.com/2010/11/en-iyi-on-roman-kitap-hediyeli.html
Bu seriyi izlemeyen tek şahısım yeryüzünde! :P
Evet Voldemort kitaplarda daha korkutucuydu, sanırım bu perdeye daha "gay" (ama her iki anlamda da gay) aktarılmasıyla ilgili.. Daha kısıtlı bir mizah duygusu hayal etmiştim ben Voldemort için.
Filmdeki durgunluk beni de rahatlattı açıkçası.. Özellikle 5. ve 6. filmlerdeki her saniye koşturmaca, kitabın sadece hareketli bölümlerinin birbiri ardına dizilmesi, o sahneden bu sahneye atlamalar beni yoruyordu zaten! Fakat -tabi mecburen- daha önceki filmlerde hep kitabı okurken hayal ettiğim J.K.Rowling beyni ürünlerinin (böcürtlerin, sihirli çadırların, şöminelerin, leaky cauldron'un vs vs) nasıl görüneceği merakı, hevesi ve mutluluğunu bulamadım.. Bu kez "sihir" daha az var.. Olay Hogwarts'ta geçmeyince, muggle dünyasında hortkuluk arayan -daha çok kaçan ve saklanan- Harry, Ron ve Hermione, üstüne bir de teenage üçgeni binince klasik Harry Potter tekstüründen farklılaşmış. Hı kötü mü? ASLA! : )
Ben filme dair hiçbir detay bilmeden, fragmanları televizyonda ya da sinemada verilenler dışında hiç izlemeden falan gitmiştim, David Yates yüzünden baştan düşmüş beklentilerim vardı ve filme de 'hepsine gittim, ayıp olmasın' hisleriyle gittim. Gerçi ne kadar kötü olursa olsun filmler umarsız bir fanıyım hp serisinin, elbette gidicem. :P Herneyse, filmde şoka girdim, çıkınca 'ya bende mi sorun var, yoksa gerçekten güzel miydi bu film' diye sordum yanımdaki arkadaşa yani :P
Artık ikiye böldükleri ve acele edip bir müzik klibine çevirmek zorunda olmadıklarından mıdır nedir, eksikleri olsa da yanlışları olsa da ilk defa kitaptaki havayı yakaladım. Üstelik kitapta olmadığı için o dans sahnesine sinirlenmem gerektiği halde bayıldım, Nick Cave'i duyuncaysa mest oldum. Hiç beklemiyordum duymayı, bayıldım. :D Kitapta tanık olamadığımız Hermione ve ailesinin olduğu sahneyiyse aynı şekilde çok sevdim.
Bu arada mektuplu sahne, Krum ve Hermione'nin dans ettiği sahne gibi sahneler çekilmiş sahneler. Muhtemelen kesilmiş, DVD'sinde görcez. Zaten seri bitince muhtemelen bir Extended Version'ları çıkar LotR serisi gibi. Zira 6'da da 5'te de çılgınlarcasına kesilmiş sahne vardı yanılmıyorsam. Hoş, mektuplu sahneyi attıklarına göre, Snape'in Lily'nin resmi ve elyazısına dokunarak ağladığı sahneyi de atacaklar demektir, ona uyuz oldum.
Ama yine de ilk defa bir HP filmi bitince 'niye bitti ya ne güzel izliyorduk' diyip üzülerek çıktım ve Temmuz'un gelmesini daha fazla iple çekemezdim. :P
Yorumum hayvani derecede uzun olacak, o yüzden bölerek yaziciğim.Filmi beğenmedim gene. Elbette farkındayım bütün kitabı aktaramazlar bir filme ama açıkçası 2’ye bölündüğünü duyduğumda sevinmiştim, demek ki önemli olayları atlamayacaklar diye. Sırayla gidiyorum,
1- Film başladığında Harry sanki “ailesi”nin gidişine üzülüyor gibiydi. Halbuki normalde en ufak bir şey hissetmiyor. Hem Dudley’nin şaşırtıcı vedası neden yoktu?
2- Sanki bir şeyler fast forward’a alınmış gibiydi. Resmen diyalog yoktu. Daha filmin başında hop diye bakanlığa giriverdiler. Madalyonun kimde olduğunu öğrendikleri sahneden sonraki sahnede lönk diye evet resmen lönk diye bakanlıktaydılar. Hay sokiym, kitapta 1 hafta boyunca hazırlık yapmadılar mı, uzun uzun taktiklerin üzerinden geçmediler mi? Sanki çok sıradan bir şeymiş gibi girdiler bakanlığa filmde. Görünmezlik pelerini nerde hem? Kitabın adı yadigarlardan geliyor, Harry’deki pelerinden nasıl hiç söz edilmez?? Dur oraya sonra gelecektim, ama kitapta yaptıkları her işte pelerinle hareket ettiler. Film boyunca görünmesinler demek istemiyorum elbette, ama senin de yazdığın gibi, pelerinin altında olduklarını görebilirdik, önceki filmlerde kullandıkları bir şeydi sonuçta bu. Sonra, bakanlıktan kaçma sahnesi. Bir numaralı sakıncalı, Volde’nin aradığı adam bakanlıkta koşturuyor, biri bile durdurmuyor, “aaa bu Harry Potter!” diyorlar sadece. Arkalarından onları kovalayan kişi sadece Yaxley, ki o da koşmuyor, tuhaf bir şekilde yürüyerek takip ediyor. Bu kadar kolay mıydı ordan kaçmaları, hem diğer “kanıbozuk”ları da kurtarıyorlardı, az biraz savaşarak. İnanılmaz oldu-bittiye getirilmiş bakanlık sahneleri. Güya komedi yapıcaz diye Harry’nin şeklini aldığı adamı tuhaf tuhaf yürütmeler, salak yüz ifadeleri, Ron’un kaçmaları gerekirken kadına espri yapması… Of.
3- Harry’nin Dumbledore’a olan öfkesi nerde? Ron’un “sana ne yapacağını neden söylemedi” diye sorması dışında, Harry’nin ikilemleri nerde, umutsuzluğu, işe yaramadığı şeklindeki hisleri?
4- Dans sahnesi hoşuma gitti aslında benim de, yani gülümsedim izlerken istemsizce, ama saçma değil mi? Yani o sahneye ayırdıkları dakikalarda gerekli şeyleri gösterselerdi? Sen de gerilmedin mi dansları bittiğinde ayrılıp birbirlerine baktıklarında eyvah öpüşecekler diye? Harry beklentiyle bakmıyor muydu? Sanki Hermione uzansa Harry öpecek gibi, karşı koymayacak gibi bir ifade yok muydu yüzünde? Neden madalyon kırıldığında Ron’un gördükleri üzerine Harry ona kitaptaki gibi ve olması gerektiği gibi “o benim kardeşim gibi oldu, hiçbir zaman başka türlü düşünmedim onu” demedi? Neden “sen gittikten sonra Hermione bir hafta ağladı” demedi? Sanki kitabı okumayanlara “bakın bunlar arasında bir şey olabilir” mesajı verilmeye çalışılıyor hala, ve ben buna uyuz oluyorum.
5- En uyuz olduğum eksikliğe geliyorum. Hadi yukarıdakileri ve bundan sonra yazacaklarımı geçeyim. Ama nasıl ama nasıl ama nasıl, Godric’s Hollow’da Bathilda’nın evindeyken, Volde’nin aklından geçenleri, “tut onu” demesini, sonra Volde’nin oraya gelmeye başladığını, gelirken de Lily ve James’i öldürdüğü günü hatırladığını ve onun aracılığıyla Harry’nin de bu görüntüleri gördüğünü göstermezler? O geceyi anlatan bir şey olacağından öyle emindim ki filme gitmeden önce. Çünkü hem önemli, tüm hikayeyi oluşturan temel o gece yaşananlar, hem de oldukça etkileyici, duygusal olabilirdi böyle bir sahne. Kitapta öyle muhteşem anlatılmıştı ki, eve doğru gidişi, pencereden James’in Harry’le oynadığını görüşü, Lily’ye yaşama şansı verip “kenara çekil, aptal kız” demesi, Lily’nin direnişi… Nasıl böyle bir şey çekilmez? Nasıl atlanır? Neden atlanır? Lily’ye yaşama şansı verilmesi Snape’in hikayesiyle bağdaşacaktı sonra çünkü… Tabii 2. bölümde Snape’in Lily ile olan anılarını göstermezlerse bunun önemi kalmayacak.
6- Bellatrix Hermione’yi niye ısırıyor? Crucio nerde? Ron niye çığlıkları duydukça mahzende “HERMIONE!” diye böğürmüyor? Cincüceye neden “kılıcın sahte olduğunu söyle” demiyorlar? Bellatrix neden kılıcı görünce korkuya kapılmadı, “bir sorunumuz var hemen çağırmayın” demedi de hemen Voldi’yi çağırdılar? Gringotts’a gizlice girme nedenini neye bağlayacaklar o zaman? Pettigrew’un pişmanlığı nerde, boğazını sıkan eli nerde?
7- Dobby’nin öldüğü sahnede ben de ağladım. Sesi bile o kadar tatlı ki. Ama “here lies Dobby, a free elf” mezar taşı nerde ki?
8- 3 kardeşin hikayesi, ölüm yadigarları sadece bir masal olarak anlatıldı. Üzerinde tartışılmadı. Ne Hermione’nin “bunlar gerçek olamaz, bu sadece bir çocuk masalı” diye diretmesi var, ne Harry’nin “pelerin bana babamdan kaldı, Peverell benim atam olmalı” diye heyecana kapılması, hortkulukları bırakıp yadigarların peşine düşme ikilemleri var. Ya da zaten masalın gerçek olduğunu volde’nin mürver asa peşinde koştuğunu göstererek kanıtlamış olduklarını düşündüler. Ama pelerin yadigarlardan biriyken nasıl hiç sözü bile edilmez, nasıl Harry’nin hikayeyi duyunca heyecanlandığı gösterilmez bilmiyorum.
Eh, başka diyeceğim yok. Hoşuma gidenlerden bahsedeyim biraz da. Bathilda Bagshot şahane değil miydi? O kadar korkunç bir kadını nerden bulmuşlar acaba? :) Harry’nin gittikçe çirkinleşmesine paralel olarak Hermione gittikçe güzelleşiyor. Hele o madalyondaki çıplak öpüşme sahnesinde Harry pek ezik öpüşürken Hermione pek erotikti. Filmin başındaki unutturma büyüsü de çok dokunaklıydı, orayı ben de çok beğendim.
Ama bütün film “bunu niye böyle yapmışlar, şu nerde” diye diye geçti diğer filmlerde olduğu gibi. Ki bahsettiğim eksikleri koysalar öyle çok da uzamayacaktı, ben en temel eksiklerden bahsettim. Herkes de bunlardan bahsediyor zaten.20 dakika daha uzardı işte, ne olacak ki sanki? Madem 2’ye bölüyorsun, hakkını ver!
Ha bir de voldemort var ya. Tamam o diğer filmlerde de aynıydı zaten bu filmle ilgisi yok ama, sesini en çok bu filmde duyduk. Ama hiç tiz falan değil ki, hatta filmin başındaki toplantıda önce başkası konuşuyor sandım, çok yumuşak, şefkatli bir ses tonuyla konuşuyordu. Nerde o kitapta anlatılan korkutucu, tiz ses tonu?? Burnu yerine dudaklarının olmaması gerekiyordu, hep “dudaksız ağzı” diye geçerdi. Hem gözleri de kırmızıydı.
Aman. İkiye bölünmüş olmasaydı büyük bir beklentiyle gitmezdim. Ama olmamış işte, yine hayal kırıklığına uğradım. 2’ten tek büyük beklentim, düşünseli ile Snape’in Lily ile olan hatıralarının, Dumbledore ile olan konuşmalarının, anlaşmalarının gösterilmesi. Ve sonunda Harry’nin Dumbledore ile uzun uzun konuştuğu, Dumbledore’un her şeyi açıkladığı bölümlerin tamamen gösterilmesi.
ata ismet özçelik & sirevo, derhal okumanız gerek kitapları!
pike spiegel, yok yahu ne ılımlı yaklaşması, kendime göre gayet de "nefret dolu" bir yaklaşım sergiledim yazıda helena bonham carter'ın bellatrix yorumuna, büyük harflerle falan yazmışım öfkelenip :p ayıp gerçekten.
bahar, half-blood prince korkunçtu. yani o kadar çok temel şey çıkarılmış ya da değiştirilmişti ki, kusmak istediğimi hatırlıyorum. ıyh neyse. onunla karşılaştırıldığında bu film bir başyapıt.
judycim, sadece gözlerin mi yaşardı? ben ciddi ciddi ağladım yani, burnum falan aktı. bathilda ve nagini'li sahnelerdeyse umut'un elini morartmış olabilirim sıkmaktan :p
merope, bir deneyeyim dedim ama yok, olmuyor, asla asla 10 kitap seçemem ben öyle :) ama çok güzel bir fikir, biz de düzenlesek mi öyle bir yarışma acaba?
ruby edwards, kağıt üzerinde her şey tamam, ama filmde çok daha "insani" görünüyor voldemort sanırım. kitaplardaki voldi insana pek o kadar yakın bir yaratık değil, dehşet uyandırıcı olması gerekirken espri falan yapabilen biri filmlerde.
persephone, her yazdığına katılıyorum her zamanki gibi. o sahneyi (snape.lily.gözyaşı.) atarlarsa ben de çok fena uyuz olurum, çok ama çok önemli değil mi bir kere hikaye için? acaba şimdiye kadarki filmler için kesilmiş, silinmiş sahneleri görmenin bir yolu var mı, hiç duymadım dvd'lerin extra feature'larında çıktıklarını falan. niye bir uncut version gibi bir şey düşmüyor ortamlara? niye? (birden her filmin birer saatlik kesilmiş sahnesinin olduğu ve hepsinin birden tam, eksiksiz halleriyle piyasaya çıkacağı hayallere kapıldım.)
kerevizli, hayvani yorumlarına nereden cevap vermeye başlasam bilemiyorum. bir kere bu saydığın bazı detayları ben ancak senin yazdıklarını okuyunca hatırladım, aklımdan uçup gidenler olmuş, 3 yıl falan oldu son kitabı okuyalı. yani yazdığın çoğu şeye katılıyorum tabii ki, ama işte ne olursa olsun mainstream için yapılıyor hp filmleri ve bana kalırsa fedakarlık edebilecekleri kadar etmişler her zamanki aptalca öğelerden. elbette daha iyisi olabilirmiş ama kitaptaki her şeyi olduğu gibi almaları imkansız ve ne olursa olsun bazı şeyler atılacak, bir sözcüklerden, diğeri görüntüler ve seslerden oluşan yapıtlar sonuçta, kitapta acayip işe yarayan bir sahnenin sinemaya hiç uyarlanamaması doğal. ve de son tahlilde, ben atmadıkları detaylardan memnun kaldım ve izlerken "niye şu yok, bu niye böyle" diye izlemedim (o ilk filmlerde oluyordu gerçi, sonra beklentilerim o kadar düştü ki).
1. aslında onların gidişine değil de, hem muggle hem de büyücü dünyasının içine düştüğü duruma üzülüyor gibiydi harry. dudley'nin vedası etkileyiciydi ve olsa ne güzel olurdu (bir kere bir closure hissi olmadı hiç dursley'lere dair), ama o sahne yok diye hikayenin çekirdeği bir yara almamış bana kalırsa, ne bileyim öyle denk getirmişlerdir, sihir bakanı'nın konuşmasından hemen sonra o baştaki muhteşem sessiz görüntülere ulaşabilmek için dudley'leri göstermemişlerdir falan.
2. bir şeylerin pat diye başlaması benim hoşuma gitti genel olarak. sihir bakanlığı'na girişleri konusunda, öyle dakikalar boyunca uzun uzun yaptıkları planları bir filmde gösterebilmeleri ve sonra o filmin hasılat rekoru kırmasını beklemeleri imkansız. bakanlık sahnesi de batmadı bana, tabii ki asıl olanlardan çok farklıydı ama bir şekilde filmin genel havası çok ağır, bari oralarda komiklik yapıp seyirciyi hafifletelim demiş gibiler ve utanarak söylüyorum, ben gayet komik buldum tipleri, mimiklerini falan. ama görünmezlik pelerini'nin yokluğunun asıl öyküyü etkilediğine katılıyorum.
3. işte. az biraz var gibiydi ama. zaten genel olarak dumbledore çok azdı, oysa asıl kitapta (kendisi olmasa da gölgesi, anıları, çocukluğu falan filan) ağırlıktaydı diye hatırlıyorum. ikinci filme artık herhalde.
4. itiraf ediyorum bir an çok çok korktum öpüşecekler diye, gözlerimi falan kapadım :d ama sonra ayrılış anındaki yüz ifadelerini gördükten sonra bütün sahneyi geriye dönüp farklı yorumladım, hani her şeyden çok ron'nu yokluğundan kaynaklanan bir hüzün var gibiydi havada, sırf hermi için değil harry için de. belki görmek/inanmak istemedim, eğer senin dediğin gibi bir "bunların arasında bir şey olabilir, ahanda harry de hermi'ye yanık" mesajı verildiyse yuh.
5. buna tamamıyla katılıyorum. irdelemek istemiyorum son filme dair umutlarım azalsın istemediğim üçün.
6. buna da katılıyorum, off niye gerçekten? izlerken de sinir olmuştum ama yazının başına geçince unutmuşum, yani harry ve ron'un hermi'nin işkence görmesine aynı tepkiyi vermeleri kadar saçma bir şey olabilir mi? bellatrix karakterini o kadar karikatürize ettiler ki, ısırıkları ve kahkahalarıyla komik, eğlenceli bir uzak akraba sanki mübarek. kılıç, cincüce, ohoo. cık cık cık.
7-8. bunlar beni rahatsız etmedi. ikinci filmde eğilecekler yadigarların üzerine herhal.
9. bathilda acayip korkutucuydu, çok isabetli bir seçim olmuş.
10. sonuç olarak ben şimdiye kadarki en iyi hp filmi olduğunu düşünüyorum, uzun zamandır en çok keyif alarak izlediğim film de bu oldu üstelik. yani işte her ama her uyarlamada bir şeyler eksiliyor mutlaka, bu haline (önceki filmleri göz önüne alacak olursak) şükretmek, izlerken sürekli romanla karşılaştırmak yerine azıcık rahat olup tadını çıkarmaya çalışmak gerekiyor bence. bence temmuzdaki filme hep birlikte gidelim, ben yanında durup seni bol bol gaza getireyim :)
Yazınızı çok sevdim. Önceki filmler beni büyük ölçüde hayalkırıklığına uğrattığı için yedinci filmin DVD'sinin çıkmasını beklemekle sinemada izlemek arasında kararsızdım, ama şimdi beklemek yerine vizyonda izleyeceğim.
Okumak değil Çavlan, izlemedim ben! :D
Okuduğum en iyi eleştirilerden biriydi film hakkında.
Aklımdan geçenler, bunlardı. Ama bu şekilde kelimelere dökemezdim.
Enfes olmuş, teşekkürler :)
Bugüne kadar ısrarla uzak durduğum bir popüler kültür fenomeniydi Harry Potter, ancak bu yazıyı okuduktan sonra ciddi ciddi izlemeyi düşünüyorum, hatta kitaplarına bile başlayıp başlamamayı değerlendirdim. Sanırım önce son filmin de çıkmasını bekleyeceğim :)
Cok guzel bir kritik olmus. Sizin yazilarinizi okurken sanki blog degil de kaliteli bir dergi okuyor gibi hissediyorum.
feanor, bay kavun ve dora, çok teşekkürler.
Süper bir yazı. Her şeye katılıyorum, her paragrafta hararetle başımı salladığımı farkettim :))
Kitaplarını birkaçar kez okumuş ve bütün seriyi izlemiş biri olarak filmin fazla uzun olduğunu düşünüyorum. Gereğinden uzun en azından. Filmin bu şekilde olmasına sevinmedim değil. Güzel film.(Önceli filmlere kıyasla.) Sonunda adam gibi oyunculuk görmek de çok sevindiriciydi.(Daniel Radcliffe hariç, dediğin gibi en iyi oyunculuğu Rupert Grint sergiliyor.) Ama film niye bu kadar uzatılmış anlamadım. Kitap zaten ikiye bölünmüşken 2 saat 45 dakika yapmak niye? Güzelliğinden hiçbir şey götürmeden bir 30 dakika daha kısa yapabilirlerdi bence. Saklandıkları ve sürekli çadır kurdukları bölümlerde puflamak zorunda kalmazdık böylece.
ben de bu gece gidicem, nasıl sabırsızlanıyorum anlatamam! hele yazıyı okuduktan sonra yerimde duramaz oldum :p
Bence de hep birlikte gidelim de İstanbul ve Ankara adında 2 sorunumuz var. ;)
İlgilenen olursa: Luc Selen ağırlıklı olmak üzere nude art fotoğraflardan oluşan bir sayfa derledim. http://ciplakliktakiestetik.blogspot.com
Herkese sevgiler.
Açıkçası bende aynen senin gibi Harry Potter kitaplarından büyük zevk almama karşın, filmlerde aynı tadı bulamayanlardanım. (3. film hariç.) Ancak yazını okurken senin bazı düşüncelerine tamamen karşı görüşte olduğumu farkettim. Mesela filmin ikiye bölünmesinin karakterleri daha iyi tanımamıza olanak sağladığı konusunda hemfikir değilim. Senarist Steve Kloves'ta filmin ikiye bölünmesinin sebebinin buna olanak sağlamak olduğunu söylemiti üstelik. Fakat ben gerçekten yetersiz buldum. Dolayısıyla da 2'ye bölme fikrinin tamamen ticari kaygılardan doğduğunu düşünüyorum. Öncelikle hikayenin bu kısmında Harry, Ron ve Hermione'nin çıktığı yolculuğun aynı zamanda ruhani bir yolculuk olduğu gerçeğine çok üstün körü değinilmiş. Daha yoğun ve geniş yer tutmasını beklemiştim, bu yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım. Filmlerin birebir aktarılması gerektiği önermesine de katılamıyorum, çünkü sinemanın anlatım biçimiyle, edebiyatın anlatım biçimi gerçekten çok farklı. Okurken bizi etkileyen bir olay, perdeye aktarıldığında gerçekten kötü durabiliyor. Zira ilk iki film romanlara cidden sadık filmlerdi.
Müzikler benim de hoşuma gitti, onun dışında Emma Watson ve Rupert Grint ilk filmden bu yana kendilerini gerçekten geliştirdiler ve etkileyici bir performans gösterdiler bu son filmde. Helena Bonham Carter'ın abartılı performansının da Bellatrix'e çok yakıştığını düşünüyorum. Ama Radcliffe için aynı şeyi söyleyemiyorum. Harry Potter karakterini başından beri öyle yanlış yorumluyor ki. Üstelik yeteneksiz olduğunu düşünüyorum. Takıldığım ve hiç hoşlanmadığım bir diğer ayrıntı da, Dobby'nin normalde gözükmesi gereken yerden çok daha erken ortaya çıkması oldu.Hikayenin gelişiminde önemli yer tuttuğunu düşündüğüm Kreacher'ın sadakatine yer verilmemiş. Aynen Dudley'nin minnetine yer verilmediği gibi. Konuyu bende ele almıştım. ilgilenirsen filmle ilgili düşüncelerimi daha ayrıntılı bir şekilde okuyabilirsin.
http://www.baysinefil.com/2010/11/harry-potter-and-deathly-hallows-part-1.html
Bu arada çavlancım, demeyi unutmuşum, silinmiş sahneler DVD'lerinde var bütün filmlerin. :) Hatta DVD almak istemeyen bizler için youtube'a koymayı bile akıl etmişler, ben de oralardan izledim. İlk iki film için mi ne Extended Version'ları çıktı hatta yanılmıyorsam. Filmlerin hepsi bitsin, LotR gibi Super Extended Ultimate Director's Cut Collector's Version falan çıkarırlar herhalde.HP7 Part II'den sonra bir boşluğa düşecekler neticede finansal bakımdan. Gelir bir sürü DVD :P
amanın o zaman hemen izlemeli o deleted scene bıdılarını, bir de ben delirip seriye baştan başladım, e o kadar okuyorsam filmlerini de kitaplardan sonra izleyeyim bari diye düşünerek filmlere de yeniden el attım. kitap+film+youtube şeklinde gidecek o zaman her biri, acaba oyunları da oynasam mı :p "super extended ultimate director's cut collector's version"a koptum, ki eminim öyle bir şey olacağına, nerden kazanıcaklar yoksa temmuz'dan sonra?
Oyunları 4ten sonra oynamayı bırakmıştım o yüzden diğerleri nasıl bilemiyorum ama Chamber of Secrets hala favorimdir, çok iyiydi düellolarıyla gizli ıvır zıvırlarıyla falan. Kitapların da iyice canımı çektirdiniz, bunca portfolyonun, paperın arasında nolcak bilmiyorum :)
ben de aynen, beşinciye şöyle bir bakıp bırakmış, sadece ilk dördünü tamamlamıştım, en sevdiğim de ikinciydi. her şey bittiği, ginny falan kurtulduğu halde quidditch bilmemnesi de alıcam, kartları da tamamlıycam diye kasıp gece gündüz düello yapıyordum bean kazanabilmek için :d
kitaplara başla işte, paper'lar üzerinde iyi bir etkisi bile olur, zihin açıyorlar :p
Cavlan, seni cok seviyorum :))
Evet! Dun nerden geldiyse aklima, islerin yogunlugundan dolayi siteye bakamiyordum ne zamandir, "dur ya, Harry Potter... Cavlan? Kediler ve Kitaplar bu filmin yorumunu yapmis olmali" dedigimde saat 2'ydi ve ben 5 bolum Dexter izlemis zavalli yorgun bi kizdim :)) Simdi (1 bolum Dexterdan sonra) baktim, ve yazinin basindan sonuna kadar tuylerim diken diken okudum analizini. Uber, harika, fantastik gibi sifatlari kullanmak istiyorum izninle :))
Filmi acikcasi, 4-5-6. film (yoksa felaket mi demeliydim) zincirleriyle kiyaslayacak olursak ben de COK begendim! Evet, eksikler var yine var (yine Steve Kloves'dan nefret etmemi saglayacak eksikler) ama burda tekrar etmeyecegim, senin yazinda degindigin her turlu nokta sayesinde, film bittiginde ben Dobby icin agliyor ve icimden yine Kloves ve Yates'e sovuyordum! Madem yapabiliyorlardi neden onceki uc filmde bize eziyet cektirdiler, hevesle bekleyip sonra da hayalkirikligina ugradik en onemli 3 filmde!!
Hardcore bir fan oldugum zaten anlasilmistir ama ben de bu kitabi okumayanlar okusun diye savas veren ama filmler soz konusu oldugunda, bosuna gitmeyin, diyebilen biriydim. Ve demissin ya 4. filmden itibaren bolmelilerdi diye, evet kesinlikle katiliyorum!
Hatta kendimce yaptigim bir hesaba gore, 1000kusur sayfalik 5. kitabin filmi ile, DH Part I'in (hemen hemen 350 sayfa olmali) sureleri birbirine oldukca yakin! Bu da bence en guzel, en zevkli ve biraz da karanlik olan 5. kitaba ne kadar buyuk haksizlik edildigini gosteriyor!
Her seye o kadar guzel deginmissin ki aklima ekleyecek bir sey gelmiyor. Yine de deneyeyim: Narcissa beni 6. filmde de (filmin butunu gibi) hayalkirikligina ugratmisti zaten... Malfoy's Manor harikayken, karakterlerin ozellikle de Bella'nin delice hareketleri bence Voldi takiminin korkunclugunu zedeliyor! Tam bir Helena hayraniyim ben de aynen ama Bella bambaska bir cadi, guce ve Voldi'ye asik, hatta tapiyor, o yuzden evet deli gibi davraniyor ama bu Bella o Bella degil. Lucius ise kitaptaki Lucius'u cok guzel yansitmis - defeated tam onun icin kullanilabilecek bir kelime! Charity Burbage sahnesinin bile atlanmamis olmasi cok ilgincti ayrica!
Rupert Grint'in Ron'una bayildigim gibi bakanlik sahnelerinde kahkahalarla guldugumu, Bathilda/Nagini sahnesinde ise ciglik attigimi (evet ciddi ciddi ciglik) belirtmekten gurur duyarim!
Bakanliga girme planlarinin yansitilmamis olmasi, Kreacher'in madalyonu nasil aldigini dogru duzgun anlatmamasi ve elbette Pelerin! Bunlar olmamis evet ama gol sahnesi (bastan sona), Ron'un depresif hali, Hedwig'in kendini feda etmesi (kitapta Expelliarmus'un Harry'nin signature buyusu olmasi ile yer degistirmis - ki guzeldi), Bakanlik sahneleri ve buram buram Tim Burton kokan Deathly Hallows hikayesi anlatimiyla ise beni benden aldi DH Part I! Umarim 2. de boyle guzel olur ve cok onemli yerleri, ozellikle Snape'li sahneleri, atlamazlar!
Son olarak, kitabi okumayanlar okusun lutfen! :)) ellerine saglik Cavlancim, cok mutlu oldum yaziyi gorunce :))
gözde damla, ne güzel bir yorum o öyle! çok teşekkürler, yazdığın her şeye de katılıyorum tabii ki. bu arada bu sabah nereden estiyse kitaplara baktım da, son kitap 700 küsur, 5. kitapsa 1100+ sayfa! ve hatırladığım kadarıyla o filmin umbridge dışında tek bir numarası bile yoktu, o kadar kötü bir uyarlamaydı. neden şimdi akıllanıyorlar ki? neden? ceplerine de daha çok para girerdi hem ateş kadehi'nden itibaren ikiye bölmeye başlasalardı... neyse olan oldu artık, son film ilk bölüm kadar düzgün olsun, başka bir şey istemiyorum.
32 yorumun hepsini okumadım haliyle benzer bir şey söylendi mi bilmiyorum. ben serinin altı kitabını okumuş ve sinemaya bir uyarlama görmeye gitmiş biriyken evet filmler beni tatmin etmiyordu ve evet 4. filmden bu yana bölünerek anlatılması, uyarlama kısmına ağırlık verilmesi taraftarıydım. 7.kitabı okumadan 7. filmin ilk partını izlemiş biri olarak şunu diyebilirim ki İKİ TARAFI DA MEMNUN ETMEK MÜMKÜN DEĞİL. şöyle ki eğer kitabın bir fanıysanız ve gerçek bir uyarlama görmek istiyorsanız sinema filmi mantığına yakın filmler çıkması sizi hayal kırıklığına uğratmakta ancak kitabı hiç izlememiş bir sinema seyircisiyseniz kitaba sadık bir uyarlama sizde hayal kırıklığı yaratıyor. ben bu filmden sonra bunu daha iyi anladım. uyarlama olan bir filmde iki tarafı da memnun etmek mümkün mü? belki ama harry potter gibi bir kitaptan bahsediyorsak biraz zor gibi.
bu arada yorumun için kalemine sağlık. emin ol kitabı okuyup da izleseydim aynı düşüncelerde olurdum ancak sadece filmi izleyen biri olarak bu filmden çok da etkilendiğimi söyleyemeyeceğim :(
bizce
http://tutelm.wordpress.com/2010/11/28/harry-sonunda-olmasi-gerektigi-gibi/
David Yates harbiden 5. ve 6. filmlerden sonra dersini almış ve filmin bu sefer içine etmemiş bence de. Çok güzel bir yorumdu ama ben olabildiğince kitaba sadık kalınılınışın filmin ikiye ayrılmasına bağlıyorum. Halen daha Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nı değilde niye bu filmi ikiye böldüklerini memnun olsam da anlayamıyorum. Gerçi adamlar ''bütün filmleri batırmıştık, filmlerin kitaplarla ilgisi yoktu, bari sonunda sevinsinler'' deyip de böyle bir film yapmış olabilirler. Harika bir yazıydı demeden geçemeyeceğim.
gerçekten çok güzel bi analiz olmuş her kitabı yeniden yeniden okuyan biri olarak gerçekten Ron ve Hermione'nin aralarındaki bağın yeterince anlatılamadığını düşünüyorum. Ron'un kendini parçalaması gereken mahzendeki sahnede çok endişesiz gözüküyordu. Ron gittikten sonra Hermione'nin üzüntüsü güzel anlatılmış ancak birbirlerine olan aşkları sanki Harry tarafından heran yıkılabilecekmiş gibi bir görüntü vardı. Hatta dans sahnesinde onların kardeşçe değil de birbirlerine aç olarak baktıkları gözüküyordu. Ama gerçekten karakter çözümlemeleri güzel yansıtılmış filmin iki bölüm çekilmesi en çok buna yaramış .Severus Snape sadece filmleri izleyen kişiler tarafından Voldemort'un yancısı olarak bilindiği için en son filmde şok etkisi yaratsın diye onunla ilgili sahneler 2.bölüme bırakılmış olabilr.En çok Dumbledore'un Elbette kafanın içinde olup bitiyor, Harry, ama bu niçin gerçek olmadığı anlamına gelsin ki? sözünün kesilmemesini çok şiddetle arzu ediyorum. Yaptığınız analiz için teşekkür ediyorum..
Bu film diğerlerinden daha iyiydi.Mesela ben 6.Filmi ve 5.Filmi hiç sevmemiştim.(Kitaplarına taparım o ayrı)
Yorum Gönder