3 Şubat 2011 Perşembe

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Harry Potter Dursley'lerde uzun, sıcak ve sıkıcı bir yaz geçirmektedir. Onu farklı kılan tek şey, Ron ve Hermione'nin mektuplarının Voldemort'un dönüşüne dair doğru dürüst bilgi içermemesinin ve her yerini saran dışarıda bırakılmışlık hissinin merkezde olduğu öfke ve depresyonudur. (Harry ergenliğini, en çok bu kitapta yaşar.) Gelgelelim, iki tane Ruh Emici Muggle ve banliyö cenneti Little Whinging'in güneşli sokaklarında boy gösterip de kendisine ve kuzeni Dudley'e saldırdığında, öfkesini ve depresyonunu -el mahkum- bir kenara koyup, Ruh Emici'leri uzaklaştırmak için büyü yapar. Çok geçmeden, Bakanlık'tan, küçük yaşta büyü kullanımından dolayı bir disiplin duruşmasına çıkması gerektiğine dair bir baykuş alır; Hogwarts'tan atılıp atılmayacağı bu duruşmanın sonucunda belli olacaktır.

Paçayı zar zor kurtarıp okula dönen Harry, işleri bıraktığından çok farklı bulur: Hagrid belli ki devlerle ilgili olan görevinden hâlâ dönmemiştir ve kimse nerede olduğunu bilmemektedir; Dumbledore sanki Harry'yle yalnız kalmak istemiyor, mecburen karşılaştıklarında da gözlerine bakmayı reddediyor gibidir; yaz boyunca Bakanlık'ın ve kontrol ettiği büyücü basınının Voldy'nin dönüşünün yalan olduğu, Harry'yle Dumbledore'un da yalancı olduğu yönündeki yayınlarına boğulmuş olan öğrencilerin büyük kısmı Harry'ye inanmamakta ve ona düpedüz keçileri kaçırmış muamelesi yapmaktadır; Harry okul arazisinde Ron'la Hermione'nin göremediği etsiz atlar görmektedir ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, yeni Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenleri, Bakanlık'ın Dumbledore yönetimi altındaki Hogwarts'a müdahele etme çabasının bir sonucu olarak Yüksek Müfettiş ünvanını da taşıyan, Harry'ye kendi kanıyla ödevler yazdıran, o kanayan ellerden de Quidditch ve Sirius'la haberleşme imkanı gibi Harry'nin Hogwarts'ta en sevdiği şeyleri alan, dehşet verici bir kadındır. Bu yıl Harry için pek kolay geçmeyecek gibidir.


Zümrüdüanka Yoldaşlığı, bazı okurlar tarafından pek iyi karşılanmadı. Çok beğenen, hatta "serinin her kitabı bir öncekinden daha iyi" diyerek bu romanı favori Harry Potter kitapları olarak sayanlar da oldu elbette, ama bir kesim fazla uzun buldu Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nı. İlk dört kitap hiçbir okur grubunda böyle bir tepki doğurmamış, böyle bir eleştiri almamıştı, o yüzden bu yazıda Zümrüdüanka'yı kıyasıya eleştirenlerden ve nedenlerinden bahsedeyim dedim, ben çoğuna katılmasam da. Pek bir olay olmadığı, her şeyin çok yavaş geliştiği, hikayenin çok savruk anlatıldığı, gereksiz ergen öfkesiyle dolu olduğu ve yüzlerce, yüzlerce sayfa boyunca ipuçları verilen, hazırlanılan olayın pek de bir şey çıkmadığı, okurların eleştirisi. Dediğim gibi ben bunlara katılmıyorum, ama Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın, kendisinden önceki iki kitabın sonunda gerçekleşen kurgu harikası zekice olaylar kadar büyük bir çözülme noktası yok, bunu da kabul ediyorum. Sonuçta bu yedi kitaplık bir serinin beşinci kitabı ve pek çok açıdan bir geçiş kitabı. Yine de Rowling Harry'nin okuldaki ilk iki haftasını gün be gün, ders ders anlatırken bile bunu çok başarılı bir dille yapıyor ve akıcılığından da, sürükleyiciliğinden de hiçbir şekilde fedakarlık etmiyor bence.

Büyücülük dünyasının neredeyse tamamının Harry'nin dikkat çekmeye çalışan, olayları kafasından uyduran bir yalancı olduğuna inanması ve bunun zorluklarına çok etkileyici bir şekilde değinilmiş kitapta. Filmin az buçuk da olsa yansıtmayı başaramadığı bir duygu; Harry'nin altı dolmayan nedenler sonucu değil, son derece haklı olarak oluşturduğu bir "Herkes bana karşı," duygusu ve bunun getirdiği yalnızlık ile öfkenin sonucunda kitaba yayılan karanlık, Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın en güçlü noktalarından. Ayrıca tüm sayfalarına hükmeden "fırtına öncesi sessizlik" havası, tek düşmanın Voldemort olmadığını, insanların Ölüm Yiyen'ler ve iyi kalpli, harikulade yoldaşlar olarak ikiye ayrılmadıklarını göstererek bu tarz serilerin hiçbirinin yapmaya yeltenmediği bir şeyi yapması ve her zamankinden de güçlü politik mesajları, onu bir başka tadından yenmez Harry Potter romanı yapmaya yetiyor da artıyor bile.

Kitapta beni rahatsız eden iki şey var: (Burası spoiler sayılabilir, kitabı bitirmeyenler bu paragrafı es geçsin lütfen) Sihir Bakanlığı'ndan Buharlaşarak ayrıldı Voldemort. Madem bunu yapabiliyordu, niçin aylar önce Kehanet Odası'na Buharlaşarak elini uzatıp Kehanet'i almadı? Sihir Bakanlığı'na ön kapısından, Buharlaşmadan bile girebilirdi zorlasaydı, sonuçta kılık değiştirmek, Voldemort gibi büyük bir büyücü için çok zor olmasa gerek (özellikle Çok Özlü İksir'i kullanarak Harry, Ron ve Hermi'nin son kitapta hem Sihir Bakanlığı'na, hem de Gringotts'a girdiğini düşünecek olduğumuzda). Ya da bir adamını gönderip, kehaneti mesela filme aldırabilirdi. Evet adamlarını göndermeyi denedi ama belli bir kehaneti, sadece kehanetin ilgili olduğu kişiler alabilir bilgisiyle döndüler biliyorum. Gelgelelim Harry ve arkadaşları Bakanlık'tayken, Ölüm Yiyen'lerin dikkatini dağıtmak için kehanetlerle dolu rafları büyü yoluyla parçaladılar, bu olduğunda da kehanetler yerlere düşüp açıldı, ne dedikleri açık seçik -o kehanetle hiç de ilgisi olmayan kişiler tarafından- duyuldu. Yani Voldy'nin bir adamı elini uzatıp alamazdı kehaneti belki, ama asasını kullanıp onu parçalayabilir, bu arada söylediklerini de bir kamera ya da ses kaydedici ya da hadi Muggle icatlarının bu dünyada pek yeri yok diyelim, Harry'nin Quidditch Dünya Kupası'nda kullandığı Envaigöz yoluyla kaydedebilir, sonra da Voldy'ye dinletebilirdi. Bunların yerine o şeytani, kudretli, zeki  büyücünün, aylarca Harry'nin zihnine girmenin ve onu Esrar Dairesi'ne çekip Kehanet'i aldırmak için sahte bir imgelem yaratmanın planlarını yapması, pek akla yatkın gelmiyor. (Gerçi aynısı Ateş Kadehi'nde de vardı, Deli Göz Moody görünümündeki Barty Crouch Jr'ın  Harry'yi kaçırmak için onu Üçbüyüçü Turnuvası'na sokması, sonra da cidden bütün sömestr bekleyip, görevlerin sonuncusunun son aşamasında büyülenmiş bir anahtar yoluyla onu efendisinin yanına ışınlamasına cidden gerek var mıydı? Yılın başında, Harry'nin kişisel bir eşyasını anahtar olarak büyülemesi yeterli -ve çok daha kolay- olmaz mıydı?) 
Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nda beni rahatsız eden bir bu, bir de Harry'nin Sirius'un kendisine bir iletişim yöntemi olarak verdiği iki taraflı aynayı hiç kullanmamış, merak edip kesekağıdını açarak içindeki şeye bir kez bile bakmamış olması. Bu saydığım iki durumdan biri gerçekleşseydi kadar çok şey değişirdi ki, Sirius kitabın sonunda hayatta olurdu bir kere. Ama o zaman bu kitap da olmazdı, yazılamazdı. Bunu görebiliyorum, o yüzden dilimi ısırıp susmam gerek :) Zaten Rowling yarattığı evrenin kurallarını iyi belirliyor, sonuç olarak da okuyucunun mantıksız bulacağı çok, çok az şey çıkıyor. Arada böyle durumlarla karşılaşınca da, "bu olay olmasa bu roman da olmazdı" diyip susup oturmak gerekiyor sanırım.

Harry Potter'ın beşinci filminde, yönetmen koltuğuna David Yates geçmiş, senaryoyuysa Michael Goldenberg yazmış - Yates denedikleri dördüncü yönetmen, ama ilk dört filmde senarist daima Steve Kloves'du. İşin ilginci, bu filmden sonra Kloves yine dönüyor ve kalan tüm filmlerin senaryosunu yazıyor -Temmuz 2011'de gösterime girecek sekizinci film de dahil buna. Yates ise bu filmden sonra kalıcı oluyor ve serinin kalan filmlerinin tamamının yönetmenliğini kapıyor. Bundan, Order of the Phoenix'te stüdyonun Goldenberg'in senaristliğini pek tutmadığı ama Yates'in yönetmenliğine bayıldığı sonucunu çıkarabiliriz sanırım. Bense ikisinin de çıkardıkları işi beğenmedim. Yönetmenlik babında Goblet of Fire'a kıyasla gözle görülür bir gelişme var diye düşünüyorum, genel olarak da ondan biraz, birazcık daha iyi bir film. Ama "iyi" kelimesini bu film için kullanmış olmak tuhaf bir his. Kötünün iyisi demek gerek.

Yine ve tabii ki, kırpıla kırpıla kuşa dönmüş bir uyarlamayla karşı karşıyayız. 1100 sayfalık bir kitabın 138 dakikalık bir filme hakkıyla aktarılmasını tabii ki beklemem, pek çok ara-konunun ve hikayenin temelini çok da etkilemeyen ayrıntıların atılmasını, önemli sahnelerin kısaltılmasını ve mesela Harry'nin Cho'yla ilişkisinin anahtar öğelerinin feda edilmesini anlayabilirim, ama Snape'in anısının bu kadar kısaltılmış ve özünden uzaklaştırılmış olmasını anlayamıyorum. Harry kendini kötü hissedip babası ve Sirius'la ilgili kuşkulara kapılmayacak idiyse, Snape'e zorbalık edildiğini görmesine ne gerek vardı? Eğer Snape'in Düşünseli'ne hırsız gibi girip anısını dikizlemek yerine sadece ve sadece ders sırasında zihnini korumak için karşı büyü yaptığında bu anıyı şöyle bir beş saniyeliğine görecek idiyse, Snape'in sinirlenmesi ve Harry'yi odasından atarak, ona ders vermeyi kesmesinin mantığı ne? Ve hepsinden önemlisi, Lily nerede? Henüz çekilmemiş olan son filmde ifşa edilecek olan Snape'le ilgili gerçeklere dair tırnak kadar ipucumuz vardı, onu nasıl alırsınız bizden? Nasıl, nasıl, nasıl? Sonra mesela Bakanlık'ın yozlaşmasını, Thatcher ve hatta Bush'a göndermelerle dolu olan Umridge'in faşizan rejimini hadi zaten beklemiyordum da, isminin dahi hakkını veremeyen bir film çıkacağını tahmin etmezdim. Filmin adı Zümrüdüanka Yoldaşlığı, ama Yoldaşlık'la ilgili iki çift laf edilmiyor, hiçbir bilgi verilmiyor.

Filmin kitaptan farklı ve eksik yönlerini tek tek saymaya girişecek değilim, öyle olsa Esrar Dairesi'nin sadece bir Kehanet odasına indirgenerek basitleştirilmiş olmasından tutun, Harry ve Dumbledore arasında kitabın sonunda geçen ve otuz sayfa süren acayip aydınlatıcı konuşmanın neredeyse yok sayılmasına, Kehanet'in bana kalırsa en önemli yanının (Neville-Voldy'nin dengi olarak işaretlemesi) uçup gitmiş olmasından Sirius'un Harry'i babasıyla "karıştıracak" kadar kafayı sıyırmış olmasına, At adamlarla dev Grawp'in tamamen yanlış şekillerde hikayeye dahil olmasından Dobby'ciğin yine hiç olmamasına, Quidditch'in açıklamasız yokluğundan kitaptaki her türlü politik altmetnin filmde atılmış olmasına kadar bir sürü şey sayar ve saydırırdım. Yoksa kendimi tutamayıp saydırmış mı oldum?

Hermione ve Ron, sadece konu mankeni olarak görünüyorlar filmde. Özellikle Ron; tüm film boyunca repliklerini toplasak üç cümleyi geçmez korkarım. Bu yüzden de Rupert Grint'in performansıyla ilgili herhangi bir görüş belirtemiyorum. Emma Watson'ın oyunculuğuysa Goblet of Fire faciasına göre daha incelikli, ama üçüncü filmdeki başarısını yakalayamıyor. Hâlâ her repliğini soluk soluğa kalmış gibi, sanki on saniye içinde onu kaçırıp götüreceklermiş gibi söylemekte kararlı. Harry Potter'ı canlandıran Daniel Radcliffe'le ilgili ise çok da bir şey yazamayacağım. Oyunculuğunu gitgide geliştirip artık kabul edilebilir bir seviyede performans göstermeyi başarıyor olabilir, ama dağınık saçlı, sıska ve yeşil gözlü olmayan bir Harry Potter bana Harry Potter gibi gelemez; hiç gelemedi, bundan sonra da gelemeyecek. Tıpkı Ginny karakterine uygun gördükleri aktris gibi Radcliffe de çok yanlış kasting seçimleri gözümde.

Beşinci filmin en önemli, belki de tek kozu: Dolores Umridge rolündeki Imelda Staunton. Film serisinin tamamını göz önüne aldığımızda bile en iyi performansın hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde Staunton'a ait olduğunu düşünüyorum. Umbridge'in pembeler, danteller, ponponlar ve ipincecik çın çın bir sesin arkasındaki faşizmini öyle iyi yansıtıyor ki, sanki yazılmış bir karakteri oynamıyor, sanki Umbridge karakterini Rowling, Staunton'ın oyunculuğunu gördükten sonra yazdı. Film uyarlamasında rolü çokça kesip biçilmiş ve kısaltılmış olsa da, Staunton perdede olduğu her saniyeden mümkün olduğunca yararlanıyor ve Umridge'in herkese tepeden bakmasıyla, kibriyle ve iğrenç zevkleriyle hem seyircinin içini bulandırıyor, hem de dehşet verici kişiliğiyle tir tir titretiyor.

Kadroya yeni katılanlanlardan Evanna Lynch (Luna rolünde) şahane, cuk oturmuş karakterine. Natalia Tena (Tonks) da aynı şekilde. Bellatrix Lestrange de ilk kez bu filmde çıkıyor ve Helena Bonham Carter genelde sevdiğim bir oyuncu olsa da, burada deli-Bellatrix tiplemesiyle çok yanlış göründü gözüme. Tuhaf bir şekilde değiştirilip mahvedilen bir karakter daha.

Hoşuma giden sayılı (ciddi ciddi sayılı, bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar sayılı) öğeden biri Dumbledore ve Voldemort'un kapışmasıydı -bunun da en büyük nedeni filmin neredeyse hiçbir sahnesinde kesilmeyen müziğin, hem de neşeli, coşkulu, seyirciye gaz vermeye çalışan Hollywood'vari müziğin olmaması, düellonun sessiz gerçekleşmesiydi. Ancak bu da uzun sürmedi ve güzel başlayan düello, Harry'nin, ilk filmlerden kesilmiş coşkulu anlara vs.ye dair imgeler sayesinde (!), ya da daha düzgün ifade etmek gerekirse arkadaşlık ve sevgi gibi güçlü yanları sayesinde içine giren Voldemort'u atması sonucunda insanın kusasını getirecek bir şekilde bitti.

Bir önceki filmde başlayan Dumbledore karakteri rezil etme geleneği bu filmde de sürmüş. Albus Dumbledore sessiz, sakin, belki azıcık kafadan kontak, esprili bir adamdır. Ölüm kalım durumlarında bile bağırıp çağırmaz; heyecanını, sinirini belli etmez. Her şeyden önemlisi çok güçlüdür, öyle ki sırf varlığı bile insana güven verir. Ancak o gücü hoplayıp zıplayarak, birilerini itip kakarak ya da pelerinini savurarak göstermez. Sessizliğinden yayılır o olağanüstü güç. Öğrencilere "hadi derslerinize çalışın, işiniz mi yok hop hop sınıflara!" diye bağırması söz konusu bile olamaz. Ateş kadehinin ateşinden korkup irkilmesi akla hayale sığmaz. Yapmaz bunları. Harry Potter evrenindeki en önemli karakterlerden birinin böylesine harcanması, Harry Potter filmlerinden artık umudu kesmiş (son filmi hariç tutabiliriz ama) biri olsam da beni acayip öfkelendiriyor.

Hani Harry filmin bir sahnesinde "sürekli kızgınım" diyordu ya (bu kızgınlığı pek göremiyorduk, üstelik çok çok yanlış nedenler üzerine kuruluyordu filmdeki öfkesi, ama neyse), ben de aynen onun gibi hissediyorum işte. Son iki Harry Potter filmini izlerken sürekli kızgınım. Beş saniyede bir bir düzeltme yapıp ekrana bağırıp çağırıyorum, beş dakikada bir de durdurup "aslında nasıl olması gerektiğini" filmleri benimle birlikte izleyen Umut'a açıklıyorum (aslında biraz üzücü bir durum onun için ama iyi dayanıyor). Umut'un görüşleri bu yazı dizisinde 'kitapları okumamış seyirci'nin nabzını tutuyor olacağı için önemli; ben asla kitapları bilmeyen biri gibi bakamam sonuçta. Ve ilk iki filmi fazlasıyla çocuk filmi gibi ama çok da eğlenceli bulan, üçüncü filmiyse bir hayli beğenen Umut, son iki filmin çok kötü olduğunu, hem hiçbir şeyin anlaşılmadığını, hem de anlaşılan bir avuç kısmın birbirinden kopuk ve en kibar tabirle can sıkıcı (bunu 'gerzekçe' olarak da alabiliriz) olduğunu söylüyor.

Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın filminin bana öğrettiği en önemli 3 şey:

1. Ölüm Yiyenler de, Ruh Emiciler de uçar. Bazı büyücüler düello sırasında bile asalarıyla büyü yapmaz, duman olup etrafta uçmayı tercih eder.

2. Fred ve George, her ne kadar Harry'den iki yaş büyük olup ondan iki sınıf yukarıda olsalar da, zaman zaman Harry'nin sınıfında onunla birlikte derse girerler.

3. Ağustos ayında Grimmauld Meydanı'ndaki eve giden ve orada Weasley'ler, Sirius ve zaman zaman da Yoldaşlık üyeleriyle birkaç hafta geçiren Harry'nin, evin a) Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın karargahı olduğunu ve b) daha önce de Black ailesine ait olduğunu ve artık Sirius'a kaldığını, Sirius'un orada yaşadığını ancak Aralık ayının sonunda, Noel tatilinde öğrenmesinde hiçbir mantıksızlık yoktur.


Diğer Harry Potter yazıları:
Felsefe Taşı | Sırlar Odası | Azkaban Tutsağı | Ateş Kadehi | Zümrüdüanka Yoldaşlığı | Melez Prens | Ölüm Yadigarları

7 yorumcuk:

Kunegond dedi ki...

Azkaban Tutsağı'na yeni başladım. Valdemort'un yeteneklerini ben de sorgulamıştım.Bizim evdeki Potter uzmanı (kızım) onun kitaplar ilerledikçe ancak güç kazandığını dolayısıyla giderek daha fazla yeteneğini icra edebildiğini anlattı:)

KadirBey dedi ki...

Ben kitabı çok ama çok beğendim.İlk söylediğin şeye benim de kafam takıldı. İkincisinde sayfayı bulamadım ama hatırladığım kadarıyla Harry Sirius'un verdiği şeyin kötü bir şey olduğunu düşünmüştü sanırım. Sirius'un çılgınlık yapıp vermemesi gereken bir şey verdiğini düşündüğü için paketi bile açmamıştı Harry içinde ne olduğunu bile bilmiyordu.Tatil olsa bu kitap bana en fazla 3 gün dayanabilirdi ama Harry S.B.D'lere hazırlanırken ben de SBS'ye hazırlanıyordum. :) Bu arada Vernon enişteye vurmak E.R.İ.T e katılmak ve S.B.D'lere girip Tılsım ve Biçim Değiştirmeden Olağanüstü almak istiyorum Harry Potter serisi beklediğimden bile güzel çıktı teşekkürler :)))

Hikayeci dedi ki...

lisenin en acı verici ve kötü deneyimlerini bu kitapla atlatmış olan tam bir harry potter delisi olarak yazılarınıza cidden bayıldım öncelikle onu söyleyeyim de.yalnız okurken aklıma gelen bir nokta var:voldemort'un neden aylaca harry'nin zihnine ulaşmayı denemek yerine direkt buharlaşıp bakanlığa girip kehaneti almadığını sorgulamışsınız ya,bunu rowling'in kitaplarda bir yerde açıkladığını hatırlıyorum sanki.ya da röportajlarda okumuş olabilirim.voldemort kendisi her ne kadar güçlü bir büyücü olsa da bakanlığa girmenin onun için bile bir caydırıcı tarafı var ve çocuk olarak gördüğü harry'nin elinden kehaneti almak bir şekilde ona daha basit görünüyor.zaten o dönemdeki ilk amacı da sihir dünyasına döndüğünü,geri geldiğini belli eden hiçbir şey yapmamak.kehaneti kendi olarak ya da kılık değiştirerek alsa bile bakanlık gene de bir şekilde onun almış olabileceğini anlayacak,harry almadığına göre.bu durumda ilk planı,kehaneti harry'ye aldırıp onun elinde kolayca almak ve bu sayede harry merak edip çaldı diye gösterip kendini de afişe etmemekti diye hatırlıyorum.ve biliyorum hiç birimiz sirius'u kaybetmek istemedik,hatta onun travmasını hiçbir zaman atlatamadık ama dediğiniz gibi o zaman bu kitap olmazdı.

Snidget dedi ki...

Çok nüktedan olmuş bu seferki yazı, çok eğlendim :) Ben 5. kitabı ilk çıktığında ilk okuduğum zamandan beri çok severim. Yer yer gereksiz uzun olduğuna ve 3. ve 4. kitaplar kadar da müthiş olmadığına katılıyorum ama serinin en fiyasko kitabı olarak adlandırılmasına hiçbir zaman anlam veremedim. Bence serideki hiçbir kitapta olmayan çok özel bir atmosferi var bir kere ki, onu da sen "fırtına öncesi sessizlik" diye gayet güzel açıklamışsın. Hep bir gerginlik, hep bir diken üstünde olma durumu bütün kitap boyunca okuyucunun yakasını bırakmıyor. Atmosferine hayranım bir kere ben. 7. kitap çıkana kadar da 3-4-5 şeklinde seride en sevdiğim üç kitabın içine alıyordum. Ben severim valla kitabını. Filmine de zamanında çok sövmüştüm ama sonradan sonradan o kadar da rahatsız etmedi. Bütün filmler tamamlanınca büyük resim tek tek bakınca görünenden daha farklı ve iyi gözükecek gibi geliyor bana.

beberuhi dedi ki...

sevgili çavlan, iyi ki bu yazı dizisini düşünmüşsün, sayende son kitabı bir kez daha okudum, gaza gelip :) ben de 5. kitabı biraz fazla uzun bulan biriyim, fakat son kitapları okuduktan sonra dönüp serinin ilk kitaplarına bakınca (ilk kitaplar derken nedense ilk dört kitabı kastediveriyorum) verilen zekice ipuçlarına, parlak ayrıntılara hayran oluyor insan. - horcrux madalyonun 5. kitapta kahramanların elinden şöyle bir geçivermesi gibi-
dediğim gibi, son kitabı okuduktan sonra bir dumbledore - grindelwald prequeli beklentisine giriyor insan, daha doğrusu 'ah, olsa ne güzel olur' halet-i ruhiyesine. her ne kadar seriye dair yeni bir şeyler yazmayacağını söylemiş olsa da Rowling, karanlık - tozlu bir grindelwald hikayesini düşlerken buluyorum kendimi.
bu arada, rowling yeni bir şeyler tasarlıyormuş - içinde sihir olmayan, bir malumatı olan var mı acaba?

Çavlan dedi ki...

kunegond, aslında voldemort'un yeteneğini sorgulamak değildi amacım. ama 3. kitaptaysanız bu yazıları okumamanız gerek zaten, sonraki kitapların sürprizini bozmamak adına :)

kadir bey, evet harry aynanın sirius'un kendi güvenliğini tehlikeye atacak bir şey olduğunu düşünmüştü, ama yani açıp baksaydı bari bir kere ne olduğuna! duvarlara vurdum resmen kafamı. seriyi bu kadar beğenmenize çok sevindim :)

hikayeci, akla yakın geldi söyledikleriniz, bir an hmm tabii ya diyorum ama bir an sonra da koskoca voldemort niye bu kadar sallasın onun döndüğünü bilmelerini falan diyorum :p kendi gündelik mantığıma uydurmaya çalışmamam gerekiyor sanırım.

snidget, ben de anlam veremiyorum fiyasko bulunmasına, müthiş karanlık bir havası var bir kere her sayfasına yayılan. seviyoruz.

beberuhi, aynen. rowling ne yapıyor ne ediyor hiçbir fikrim yok, bir şeyler yazsın ama artık.

Judy Abbott dedi ki...

Ne güzel oldu bu yazılar, Potter sevgimize ilaç gibi geldi doğrusu.

Kitaba söyleyecek sözümüz olamaz. Ama filmin berbat uyarlama nasıl yapılır konusunda master tezi olduğunu zannediyor idim ta ki Melez Prens filmine kadar:(((

Filmde bence tek hoş an Voldiy ile Dumbledore'un karşılaşma anıydı, şöyle görkemli ve güçlü büyücü kapışması gördük ama o da Harry'nin "sevgi neydi, sevgi emekti" tiradıyla sona ermişti:))

şu hayatta Rowling'den tek dileğim var, bir vampir romanı serisi yazması. Nasıl hayal ediyorum bunu bilseniz dostlar.