Yönetmen: Abbas Kiarostami
Yazar: Abbas Kiarostami
Oyuncular: Juliette Binoche, William Shimell
Tür: Dram
Yapım yılı: 2010
Süre: 106 dk.
Ülke: Fransa | İtalya | İran
Dil: Fransızca | İtalyanca | İngilizce
IMDb Puanı: 7.2/10
Çavlan'ın puanı: 8/10
Umut'un puanı: 8/10
Copie Conforme'nin sadece başındaki değil, ortalarındaki ve sonundaki olaylardan da bahsetmeden bu filmle ilgili istediklerimi yazabilmem imkansız, yani filmi zaten izlemediyseniz bu yazıyı okumanızı önermem.
Kiarostami'nin son filminin konusunu, oyuncularını, İtalya'da çekildiğini vs. duyduğumda çok heyecanlanmıştım, ama hâlâ anlayamadığım nedenlerle ta Filmekimi'nde oynayan film sinemalarda bir türlü gösterime girmedi, nihayet girdiğinde de İstanbul'da iki salonda gösterilmeye başlandı ve başka hiçbir kente dağıtılmadı. Artık umudumu kesmiş, malum ortamlara düşmesini beklemeye başlamıştım ki, tamamen tesadüf eseri burada (Ankara) birkaç sinemada oynanmaya başladığını gördüm, sessiz sedasız. İşin komiği ilk vizyonlara girişinden haftalar sonra. Zaten bu yıl görmek istediğim filmler ya saçmalık derecesinde geç geldi/gelecek (Black Swan, The King's Speech, Let Me In, True Grit), ya hiç gelmedi (Another Year, Blue Valentine, Scott Pilgrim, The Ghost Writer, Winter's Bone), ya da gelip gelmeyeceği belli bile değil. Ama filmsiz kalıyor da değiliz yani, mesela bir zamanlar en sevdiğim sinema salonu olan Kızılırmak'a baktığımda şu birbirinden önemli ve olmazsa olmaz filmleri oynattığını görüyorum: Aşk Tesadüfleri Sever, Eyyvah Eyvah 2, Hür Adam: Bediuzzaman Said Nursi ve Kurtlar Vadisi: Filistin. Bunların tümünün de dandik Türk filmleri olduğunu söylememe gerek var mı? Sanırım sinemalardan umudu kesip iyice eve kapanmak dışında bir çare yok, ama filmler de screener kalitesinden biraz daha iyisini bekleyenler için öyle pat diye riplenmiyor. Neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan başlığını attığım filmle ilgili bir şeyler yazmaya girişsem fena olmayacak.
Şaşırtıcı ölçüde oyunbaz, ama çok da dokunaklı bir film bu. Yüzeyde görünen hikaye oldukça basit: Antika eşyalar üzerinde uzmanlaşmış Fransız bir kadın, son kitabında bir eserin orijinalinin kopyasından daha iyi olduğu anlayışını sorgulayan İngiliz bir yazarla tanışır. Sanat eserlerinin kopyalarının da başlı başına değer taşıdığını, hatta bazen o kopyaların asıllarından daha değerli olduğunu savunduğu kitabını tanıtmak için çıktığı tur vesilesiyle akşam bir başka kente doğru yola çıkacaktır adam. Kadın, biraz hayranı olduğu yazarın tren saati gelmeden onu Toskana'da biraz gezdirmeye, ona birkaç sanat eseri göstermeye karar verir. Ancak yol üzerinde bir yerlerde konuşmalarının bir anlamda evrim geçirerek bambaşka bir şeye dönüşmesiyle, seyirci çiftin ilişkilerinin doğasını sorgulamaya başlar. Gerçekten de yeni tanışmış iki insan mıdır onlar, evliymiş gibi yapan? Yoksa yeni tanışmış rolü yapan, aslında uzun süredir evli bir çift midirler? Orijinal hangisidir, kopya hangisi?
Elle ve James'in ilişkilerinin doğasını sorgulamanın konu dışı olduğunu düşünüyorum aslında, yine de fikrim evli çiftin gerçek, yeni tanışmış ikilinin kopya olduğu yönünde. Ama iki şekilde de yerine oturmayan parçalar olduğunun farkındayım tabii. Bu filmle ilgili en hoş şeylerden biri de bu, gördüklerimiz zihnimize mantıklı gelmese de, duygusal olarak mantıklı hissettiriyor ve nihai olarak da önemli olan bu Aslı Gibidir'de. Bir yönetmenin sanatsal (ya da herhangi bir tür) beyanda bulunma derdinin filmin hikayesinin tutarlılığına gölge düşürmesi, sırf orada olsun diye yerleştirilmiş gibi duran ve pek bir anlam ifade etmeyen twist'ler, birbiriyle çelişen olaylar, tam olarak ne oldukları seyirciye bırakılan açık kapılar vs. sinir eder beni açıkçası. Aslı Gibidir'i bu kadar büyüleyici yapan şeylerden biri de filmin sonunda karakterlerin ilişkilerinin doğası hâlâ belirsiz olmasına rağmen, geldiği noktanın insanda doğruymuş hissi uyandırıyor olması. Aslı Gibidir zaten aslı gibi değil, aslı gibi olmayı tercih etmiyor. Mühim olan çiftin evli olup olmamasından çok, başta birbirinin kopyası gibi görünen fakat zamanla birbirinden ayrılan iki "parça"nın, bir arada var olabilmesi. Tıpkı flört ihtimali taşıyan yazar ve hayranıyla, on beş yıldır evli bir çift gibi. Tıpkı ortak geçmişlerini bambaşka anımsayan bir kadınla bir erkek gibi.
Hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan opera sanatçısı William Shimell çok iyi, ama Juliette Binoche mükemmel. Onunla ilgili tarafsız olabilmem imkansız galiba, çok fena hayranıyım çünkü kendisinin, 46 yaşında bile bir gülümseyişiyle perdeyi bu kadar aydınlatabilen başka bir aktris var mıdır bilemiyorum. Aslı Gibidir'de de mahcup hayrandan sinirli anneye, bezgin aşıktan umutlu aşığa geçiş yapıp duruyor, hepsini de acayip iyi kıvırıp 106 dakikada bizi tüm rollerine inandırmayı başarıyor. Nitekim Juliette Binoche'a Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirmiş bu film, ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami'nin de kendi ülkesi dışında çektiği ilk film aynı zamanda. On (Ten) gibi filmlerinde sürdürdüğü minimal çizgiden sonra Aslı Gibidir, yönetmenin hayatın gerçeği "miş gibi" olan bir film çekemeyeceğini, doğallığın ulaşılmazlığını algılayıp pes edişini tescillemesi gibi görünüyor göze.
Sadece güzen insanlarla seyirciyi büyüleyip, konu olarak da ajanların ya da robot askerlerin olduğu filmlerin çekildiği günümüzden çok, en büyük derdi fikirler olan, yaşam, ölüm, sanat, var olmak gibi meseleleri sorgulayan karakterlere sahip filmlerin çekilebildiği eski zamanları anımsattı bana bu film. Bir de, aslında söylediği şey çok farklı olmasına rağmen, Conversations with Other Women'ı. (Sanırım bir kadın ve bir erkeğin konuşmalarından ibaret olduğu, turistik Avrupa şehirlerinde geçtiği ve eş zamanlı ilerlediği için Before Sunrise ve Before Sunset ile karşılaştırılıyor Copie Conforme, ama bana Conversations with Other Women'a benzerliği daha şiddetli geliyor.) Fırsattan istifade biraz reklamını yapayım o filmin, hak ettiği ilgiyi ve sevgiyi görmediğini düşünüyorum çünkü :) Yine bir kadınla bir erkek, yine bol bol konuşuyorlar. IMDb linki şurada.
Aslı Gibidir'in ortalarında, Elle'in aynanın (ve kameranın) karşısında saçını taradığı, ruj sürüp küpe seçtiği bir sahne var. Umut ve beklenti dolu bir hareket bu onun için, kocasının bunları fark edip beğeneceğine dair. Son sahne ise James'in aynaya bakıp dalıp gitmesinden oluşuyor. Fakat gördüklerini değiştirmek için herhangi bir çaba sarf etmiyor adam, yerine bolca yorgunluk, hatta bezginlikle inceliyor kendini. Varılan sonuç, filmin belki de en güzel anını oluşturuyor: Başlarda kız kardeşinin kekeme kocasından ve adamın karısının adını kekeleyerek söyleme şeklinin, kadının nasıl da hoşuna gittiğinden bahsetmişti Elle küçümseyerek. İşte en son sahnede de kocasına gözleri dolu dolu bakarak gülümsüyor ve ona “J-j-j-james.” diyor. Eğer Aslı Gibidir daha sade, fikirlere dayalı filmlerin rağbet gördüğü bir zamanda yapılmış olsaydı, bugün o sahneyle ilgili sinema dersleri veriliyor olurdu.
Kiarostami'nin son filminin konusunu, oyuncularını, İtalya'da çekildiğini vs. duyduğumda çok heyecanlanmıştım, ama hâlâ anlayamadığım nedenlerle ta Filmekimi'nde oynayan film sinemalarda bir türlü gösterime girmedi, nihayet girdiğinde de İstanbul'da iki salonda gösterilmeye başlandı ve başka hiçbir kente dağıtılmadı. Artık umudumu kesmiş, malum ortamlara düşmesini beklemeye başlamıştım ki, tamamen tesadüf eseri burada (Ankara) birkaç sinemada oynanmaya başladığını gördüm, sessiz sedasız. İşin komiği ilk vizyonlara girişinden haftalar sonra. Zaten bu yıl görmek istediğim filmler ya saçmalık derecesinde geç geldi/gelecek (Black Swan, The King's Speech, Let Me In, True Grit), ya hiç gelmedi (Another Year, Blue Valentine, Scott Pilgrim, The Ghost Writer, Winter's Bone), ya da gelip gelmeyeceği belli bile değil. Ama filmsiz kalıyor da değiliz yani, mesela bir zamanlar en sevdiğim sinema salonu olan Kızılırmak'a baktığımda şu birbirinden önemli ve olmazsa olmaz filmleri oynattığını görüyorum: Aşk Tesadüfleri Sever, Eyyvah Eyvah 2, Hür Adam: Bediuzzaman Said Nursi ve Kurtlar Vadisi: Filistin. Bunların tümünün de dandik Türk filmleri olduğunu söylememe gerek var mı? Sanırım sinemalardan umudu kesip iyice eve kapanmak dışında bir çare yok, ama filmler de screener kalitesinden biraz daha iyisini bekleyenler için öyle pat diye riplenmiyor. Neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan başlığını attığım filmle ilgili bir şeyler yazmaya girişsem fena olmayacak.
Şaşırtıcı ölçüde oyunbaz, ama çok da dokunaklı bir film bu. Yüzeyde görünen hikaye oldukça basit: Antika eşyalar üzerinde uzmanlaşmış Fransız bir kadın, son kitabında bir eserin orijinalinin kopyasından daha iyi olduğu anlayışını sorgulayan İngiliz bir yazarla tanışır. Sanat eserlerinin kopyalarının da başlı başına değer taşıdığını, hatta bazen o kopyaların asıllarından daha değerli olduğunu savunduğu kitabını tanıtmak için çıktığı tur vesilesiyle akşam bir başka kente doğru yola çıkacaktır adam. Kadın, biraz hayranı olduğu yazarın tren saati gelmeden onu Toskana'da biraz gezdirmeye, ona birkaç sanat eseri göstermeye karar verir. Ancak yol üzerinde bir yerlerde konuşmalarının bir anlamda evrim geçirerek bambaşka bir şeye dönüşmesiyle, seyirci çiftin ilişkilerinin doğasını sorgulamaya başlar. Gerçekten de yeni tanışmış iki insan mıdır onlar, evliymiş gibi yapan? Yoksa yeni tanışmış rolü yapan, aslında uzun süredir evli bir çift midirler? Orijinal hangisidir, kopya hangisi?
Elle ve James'in ilişkilerinin doğasını sorgulamanın konu dışı olduğunu düşünüyorum aslında, yine de fikrim evli çiftin gerçek, yeni tanışmış ikilinin kopya olduğu yönünde. Ama iki şekilde de yerine oturmayan parçalar olduğunun farkındayım tabii. Bu filmle ilgili en hoş şeylerden biri de bu, gördüklerimiz zihnimize mantıklı gelmese de, duygusal olarak mantıklı hissettiriyor ve nihai olarak da önemli olan bu Aslı Gibidir'de. Bir yönetmenin sanatsal (ya da herhangi bir tür) beyanda bulunma derdinin filmin hikayesinin tutarlılığına gölge düşürmesi, sırf orada olsun diye yerleştirilmiş gibi duran ve pek bir anlam ifade etmeyen twist'ler, birbiriyle çelişen olaylar, tam olarak ne oldukları seyirciye bırakılan açık kapılar vs. sinir eder beni açıkçası. Aslı Gibidir'i bu kadar büyüleyici yapan şeylerden biri de filmin sonunda karakterlerin ilişkilerinin doğası hâlâ belirsiz olmasına rağmen, geldiği noktanın insanda doğruymuş hissi uyandırıyor olması. Aslı Gibidir zaten aslı gibi değil, aslı gibi olmayı tercih etmiyor. Mühim olan çiftin evli olup olmamasından çok, başta birbirinin kopyası gibi görünen fakat zamanla birbirinden ayrılan iki "parça"nın, bir arada var olabilmesi. Tıpkı flört ihtimali taşıyan yazar ve hayranıyla, on beş yıldır evli bir çift gibi. Tıpkı ortak geçmişlerini bambaşka anımsayan bir kadınla bir erkek gibi.
Hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan opera sanatçısı William Shimell çok iyi, ama Juliette Binoche mükemmel. Onunla ilgili tarafsız olabilmem imkansız galiba, çok fena hayranıyım çünkü kendisinin, 46 yaşında bile bir gülümseyişiyle perdeyi bu kadar aydınlatabilen başka bir aktris var mıdır bilemiyorum. Aslı Gibidir'de de mahcup hayrandan sinirli anneye, bezgin aşıktan umutlu aşığa geçiş yapıp duruyor, hepsini de acayip iyi kıvırıp 106 dakikada bizi tüm rollerine inandırmayı başarıyor. Nitekim Juliette Binoche'a Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirmiş bu film, ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami'nin de kendi ülkesi dışında çektiği ilk film aynı zamanda. On (Ten) gibi filmlerinde sürdürdüğü minimal çizgiden sonra Aslı Gibidir, yönetmenin hayatın gerçeği "miş gibi" olan bir film çekemeyeceğini, doğallığın ulaşılmazlığını algılayıp pes edişini tescillemesi gibi görünüyor göze.
Sadece güzen insanlarla seyirciyi büyüleyip, konu olarak da ajanların ya da robot askerlerin olduğu filmlerin çekildiği günümüzden çok, en büyük derdi fikirler olan, yaşam, ölüm, sanat, var olmak gibi meseleleri sorgulayan karakterlere sahip filmlerin çekilebildiği eski zamanları anımsattı bana bu film. Bir de, aslında söylediği şey çok farklı olmasına rağmen, Conversations with Other Women'ı. (Sanırım bir kadın ve bir erkeğin konuşmalarından ibaret olduğu, turistik Avrupa şehirlerinde geçtiği ve eş zamanlı ilerlediği için Before Sunrise ve Before Sunset ile karşılaştırılıyor Copie Conforme, ama bana Conversations with Other Women'a benzerliği daha şiddetli geliyor.) Fırsattan istifade biraz reklamını yapayım o filmin, hak ettiği ilgiyi ve sevgiyi görmediğini düşünüyorum çünkü :) Yine bir kadınla bir erkek, yine bol bol konuşuyorlar. IMDb linki şurada.
Aslı Gibidir'in ortalarında, Elle'in aynanın (ve kameranın) karşısında saçını taradığı, ruj sürüp küpe seçtiği bir sahne var. Umut ve beklenti dolu bir hareket bu onun için, kocasının bunları fark edip beğeneceğine dair. Son sahne ise James'in aynaya bakıp dalıp gitmesinden oluşuyor. Fakat gördüklerini değiştirmek için herhangi bir çaba sarf etmiyor adam, yerine bolca yorgunluk, hatta bezginlikle inceliyor kendini. Varılan sonuç, filmin belki de en güzel anını oluşturuyor: Başlarda kız kardeşinin kekeme kocasından ve adamın karısının adını kekeleyerek söyleme şeklinin, kadının nasıl da hoşuna gittiğinden bahsetmişti Elle küçümseyerek. İşte en son sahnede de kocasına gözleri dolu dolu bakarak gülümsüyor ve ona “J-j-j-james.” diyor. Eğer Aslı Gibidir daha sade, fikirlere dayalı filmlerin rağbet gördüğü bir zamanda yapılmış olsaydı, bugün o sahneyle ilgili sinema dersleri veriliyor olurdu.
12 yorumcuk:
bir de eskişehir'de olduğunu düşünsene, ne copie conforme, ne de biutiful vizyona girdi. 2 tane sinema kaldı. onlar da büyük?! şirketlerin avm içinde açtıkları. sonra da yok öğrenci şehri yok sanata önem veriliyor burada.
filmi izledim beğendim, eşe dosta tavsiye ediyorum sürekli.
ben malum şekilde izledim ama bulduğum versiyon tamamı italyanja dublaj çıktı. hatta filmin çoğunluğunun ingilizce olduğunu, arada italyanca ve ingilizce konuşulduğunu bilmiyordum ve ilk 20 dk fln olayı anlamaya çalıştım. "bu juliette'in sesi değil ya" diye diye izledim bir kısmını :)
italyancayı sevmiyorum. bu filmi beğenme şiddetimi (kelimeyi bulamadm) azalttı. ama yine de beğendim. çoğu kişinin aldığı gibi ben de biraz before sunset tadı aldım ama copie conforme'nin seyirciyi kafa karışıklığına iten bir kurgusu var. before sunseti izlemesi çok kolay olduğu için çabuk kaptırıyorsunuz kendinizi muhabbete, akıp gidiyor. copie conformede sürekli bir karar değişikliği içindesiniz. 10 dk evli olduklarını düşünüyorsnuz, sonraki 10 dk rol yaptıklarına eminsiniz.
yazınızda bahsetmemişsiniz ama "the interview" i izlediniz mi?
Abbas Kiarostami şu sıralar listemde olan bir yönetmen. İran Sineması'nın en tepesindeki isim de denilebilir kendisi için. Güzel filmlere imza atıyor. Bu film de çok övgü aldı çıktığından veri ve hard diskte mevcut ama izleme şansım olmadı.
En kısa zamanda izlenmeli demekki
Ben de bu filmi Filmekimi'nde görmüştüm ancak izleyememiştim. Dün İstiklal'de soğuk havadan kaçmak için uygun bir film aradım, tesadüfen Yeşilçam sinemasında bu filmi gördüm. Bugün bu sayfada yorumla karşılaşmak hoş bir tesadüf oldu benim için. Evli çift mi kopya, yeni tanışan çift mi? Bu bakış açısı aklıma gelmemişti. Bir de gerçekle ilgili olarak, filmin başında bir ipucu verildi fakat biz seyirciler dikkatimizden kaçırdık diye düşünmüştüm.
Ben de uzunca bir süre bekledim bu filmi izleyebilmek için. Sonunda izleyebildiğimde ise çarpıldım denilebilir, birkaç gün etkisinden çıkamadım. Bu yazıyıysa tabiri caizse bayıla bayıla okudum, şahane bir yazı olmuş.
sacidu, evet filmde ingilizcenin yanında fransızca ve italyanca da var, üstelik aynı anda apayrı diller konuşmaları film içinde önem de teşkil ediyor, şanssızlık olmuş dublajlısına denk gelmeniz. ben de italyancayı sevmiyorum bu arada ama böyle düşüneni dövüyorlar galiba :) interview steve buscemi'nin oynadığı filmdi değil mi? izlemiştim, yine bol konuşmalıydı galiba ama çok az şey hatırlıyorum, sonundaki twist'i en çok. hoş bir filmdi.
bay kavun, teşekkürler :)
bazen bir film izlersiniz hayatınızı bulursunuz, bazen bir film izlersiniz sorularınızın cevaplarını bulursunuz..bu film hiçbirşeyi buldurtmuyor.. aratma kaygısında da değil belki de ..sadece ayna tutuyor insana(gözüne sokmadan)..aşıksın, tutkulusun, soğuksun, hayransın, beklentilisin, annesin, çocuksun, sorunlusun, rahatsın, eğlencelisin.. insanın duygularının da zamansal bir kaygı taşımadığnı da gösteriyor aynı zamanda..zamanla değişebileceğini/dönüşebileceğini..gerçekten evliler mi sorusu akıldayken bir anda erkeğin tepkisi, kadını atağı ile de oyun içinde oyun oynanıyormuş hissi çok iyi yansıtılıyor..çözmeli mi bu oyunu yoksa sadece izleyip kendimizi mi görmeli bilemedik biz?
Just
evet italyancayı sevmediğini söylediğini dövüyolar. mahalle baskısı var. ben yine de her ortamda dile getirmeye çalışıyorum :)
steve buscemi, sienna miller. sienna steve ile röportaj yapmaya evine geliyordu ve ondan bundan konuşuyorlardı. copie conforme veya before sunset gibi iyi bir metni yoktu ama iyiydi yine de. conversations with other woman ı izleme listeme aldım ben de :)
Öncelikle güzel bi filmdi :)
İkilinin evli olduklarını düşünüyorum. Kopya bi ilişki yaşamaya çalıştılar fakat hiçbirşey aslı gibi olamayacağından acı gerçekle yüzleşmek zorunda kaldılar.
Er yada geç kopya eser kendini ele veriyor ;) müzedeki eserin kendini ele verdiği gibi.
O yüzden tek bi Orjinal var kopyalar acıları örtmek içindir!...
Filmin konusu çok ilgimi çekmedi açıkçası fakat sadece bir film tanıtımında bile vizyona geç giren ve girmeyen filmlere örnekler vererek bizlere kolaylık sağladığınız için teşekkürler :)
Uzun bekleyişin ardından izleyebildim. Son zamanlarda izlediğim en yorucu filmlerden biriydi hatta en yorucusu idi diyebilirim. Araba sahnelerinde arka plan, cam yansımaları ve konuşma takibinden hangisine ağırlık vereceğimi şaşırdım, ya muhabbeti kaçırdım ya da manzarayı :)
Sürekli değişen dile değinmek bile istemiyorum. Evliler mi, evcilik mi oynuyorlar henüz çözebilmiş değilim. Tekrar izlemekle daha çok keyif alacağım gibi görünüyor.
Filmi bu kadar sevmemin asıl sebebi sanırım j-j-j-j-james'te kendimi bulmamdı.
Ben filmi yeni izledim. Bence film bir basyapit olmus. Asillarin ve kopyalarin arasindaki sinirlarin her anlamda birbirine karistigi, eriyip gittigi muhtesem bir anlatiya sahip.
Abbas Kiarostami'nin Close-Up ve Kirazin Tadi filmlerini de tavsiye ederim :)
Yorum Gönder