30 Ağustos 2010 Pazartesi

Leziz Film Afişleri No: 3

Bu seferki derleme öncekilere göre daha bir derli toplu, az ve öz oldu. Diğerlerini kaçırdıysanız:

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Kick-Ass

Yönetmen: Matthew Vaughn
Yazar: Jane Goldman & Matthew Vaughn (senaryo), Mark Millar & John Romita Jr. (çizgiroman)
Oyuncular: Aaron Johnson, Chloe Moretz, Nicolas Cage, Mark Strong
Tür: Aksiyon|Suç|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Süre: 117 dk.
Ülke: İngiltere|ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 8.1/10
Çavlan'ın puanı: 7.3/10
Umut'un puanı: 7/10

"Baba, korkuyorum." diyor boş bir arazide öylece dikilip duran küçük, tatlı bir kız. Hemen karşısında duran babasıysa kıza bir silah doğrultmuş, "Korkacak hiçbir şey yok," diye temin ediyor kızını, giydiği yeleğin onu koruyacağını, yiyeceği kurşunu sadece 'göğsüne inen bir yumruk' gibi hissedeceğini söylüyor. Ve tetiği çekiyor. Sonra babası, çelik yelek dersinde bu kadar uysal davrandığı için, ödül olarak dondurma yemeye götürüyor kızı.

11 yaşında Mindy (Chloe Moretz) ve onun babası, Damon'dan (Nicolas Cage) oluşuyor bu tuhaf aile. Mindy, yani hem komik, hem de zeki olan bu yetenekli tetikçi, doğduğu günden beri eğitim alan (alıştığımızdan daha farklı bir eğitim ama) Hit-Girl'den başkası değil. Babası da, bir nevi Batman göndermesi olan Big-Daddy. Big-Daddy karısının ölümünden sorumlu olan kötü adam Frank'ten (Mark Strong) öç alma düşüncesiyle yatıp kalkıyor yıllardır, ona ulaşmaya çalışarak Frank'in adamlarını öldürüp duruyor -kızına verdiği eğitim de bunun için. Bu garip ikiliye fazla dalmadan, ilk yarıda Dave Lizewski (Aaron Johnson) üzerinde yoğunlaşıyor film. Ergen geek'imiz Dave'in fark edilmeden yaşayıp gitmekten bezmesi sonucu dikkat çekici bir şeyler yapmanın zamanı geldiğine karar vermesi, asıl konu. Meşhur ve sevilen biri olmanın en iyi yolunun, bir süper kahraman olmaktan geçtiğine karar veriyor.

27 Ağustos 2010 Cuma

Sınır Tanımayan Cesetler


Amélie Nothomb pek ilgimi çeken bir yazar değil; iyi bildiğim bir yazar değil her şeyden önce. Sınır Tanımayan Cesetler'den önce tek bir kitabını okumuştum -Kara Sohbet- ve sadece bir hayli beğendiğimi, bir de romanın tiyatroya uyarlandığını hatırlıyorum, okuyalı yıllar geçtiği için konu namına bir şey kalmamış aklımda. Ama Sınır Tanımayan Cesetler'den daha etkileyiciydi, o yüzden Amélie Nothomb'a bir giriş yapmak istiyorsanız Kara Sohbet'le başlamanızı öneririm şiddetle. Kuvvetli bir hayal gücüne ve zekice fikirlere sahip yazarın son derece sade ve zarif bir tarzı var. Romanlarının kısalığı ve metinlerinde ustaca kurduğu diyaloglara ağırlık vermesi, yazdıklarını kolay ve keyifle okunur hale getiriyor. Ama buna bir artı olduğu kadar eksi olarak da bakılabilir; Nothomb'un son derece özgün bir sesi olduğu inkar edilemez, ancak bu yeniyetme şirin tarz herkese hitap etmeyebilir. Japonya'da bir diplomat kızı olarak doğmuş Nothomb çok ciddiye alınmayacak, ama kitapları arada bir keyifle (ve hızlıca) okunacak bir yazar benim için.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

24 Ağustos 2010 Salı

23 Ağustos 2010 Pazartesi

20 Ağustos 2010 Cuma

The Ghost Writer

Yönetmen: Roman Polanski
Yazar: Robert Harris (roman ve uyarlama), Roman Polanski (senaryo)
Oyuncular: Ewan McGregor, Pierce Brosnan, Olivia Williams
Tür: Dram|Gizem|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Süre: 128 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 7.7/10
Çavlan'ın puanı: 8/10
Umut'un puanı: 7.5/10

Gölge yazar, başkaları için kitap, makale, biyografi, rapor gibi içerikleri hazırlayan, ancak ortaya çıkan çalışmanın altına imzasını atmayan kişi demek. Ortaya çıkan içerik bir başkasının adı altında basılır, gölge yazar da hizmetlerine karşılık bir miktar para alıp ortadan kaybolur. İşi tam da bu, yani para karşılığı (oto)biyografik romanlar yazmak olan gölge yazarımızın (Ewan McGregor), eski bir İngiliz Başbakanı olan Adam Lang'in (Pierce Brosnan) anılarını yazması için işe alınmasıyla başlıyor film. Kendisinden önce işe alınan yazar gizemli bir şekilde ölmüş. Gölge (diye bahsedeceğim ondan bundan sonra çünkü filmde bir adı yok, 'Ghost' diye geçiyor hep) Lang ile tanışıp biyografisine girişmek için Amerika'ya, Lang ve ailesinin kafa dinlediği ıssız bir adadaki evlerine gidiyor ve hepsi de bulunduğu odanın dışına çıkması yasak olan müsvedde tarafından güzelce sembolize edilen gizli adam kaçırmalar, alarmlar, şifreler ve güvenlik riskleriyle dolu paranoyak bir dünyaya adım atmış oluyor. Eski Başbakanın görevdeyken teröristlere işkence yapmak için Pakistan'a asker gönderdiğinin ortaya çıkması tam da bu zamana denk geliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne göre, apaçık bir Tony Blair göndermesi olan Adam Lang bir savaş suçlusu artık. İşe bakın ki, ABD Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni tanımıyor. Gölge, biyografiyle ilgilenmeye çok fırsat bulamıyor doğal olarak, hatta yeni patronuna ve onun bir avuç destekçisine yardım etmek için bir basın bülteni bile hazırlıyor. Bu destekçilerin başında Lang'in politikadan belki de Lang'in kendisinden daha çok anlayan karısı (Olivia Williams) ve Lang'in asistanı -ve metresi- Amelia (Kim Catrall) var.

17 Ağustos 2010 Salı

Glee

Glee'ye karşı karışık hisler besliyorum. İlk bölümlerini uyuyamadığım geceler izliyor, izlerken de saçmasapan ilişkiler ve bana hiç mi hiç hitap etmeyen müziklerle dolu klişe ötesi aptal bir gençlik dizisi olduğunu düşünüp küçümsüyordum. Sonra sezonun ortalarına doğru bir yerlerde, bana acayip mutluluk veren bir diziye dönüştü Glee. Hâlâ şarkılarda yüzümü buruşturduğum zamanların olmadığını, tek boyutlu karakterlerin abartılı davranışlarına her zaman tahammül edebildiğimi söyleyemem, ama şu bir gerçek ki, ikinci sezonunu kesinlikle izleyeceğim, izlerken de bolca eğleneceğim bir dizi bu, hakkında yazmaya değer o yüzden. Yine de hâlâ karışık hisler beslediğim, öveceğim kadar yereceğim bir dizi olduğu için standart bir yapı oturtamayıp yazıyı sevdiklerim/sevmediklerim diye iki bölümden oluşturmaya karar verdim. Ama ondan önce, bu müzikal gençlik dizisini hâlâ duymayan, bilmeyen kaldıysa ve izlemeyi düşünüyorsa diye, şöyle bir konuya bakalım:


13 Ağustos 2010 Cuma

Korkunç Filmler Festivali

Gerçek bir festival sayılmayabilir tabii, blog yazarlarınız olarak daha önce izlemediğimiz korku filmlerinden bir seçki yapıp bir hafta boyunca geceleri bunları izledik, onun da adı festival oldu :) İki şart vardı başlamadan; film 2000'lerde çekilmiş olacak, bir de IMDb puanı 6'dan düşük olmayacak. Bu puanlar çok da bir şey ifade etmemeli aslında, ama 10 üzerinden 6'yı bile geçemiyorsa gerçekten de iyi bir film çıkmıyor o (Boxing Helena istisna olmak üzere). Sonuç olarak keyifli bir "festival" oldu, şu an bayağı uzun bir süre korku filmi izlemeyecek kadar yorgun hissetsem de kendimi, bu kadar kısa sürede bu kadar çok korku filmi izleyip de burada onlardan kısacık da olsa bahsetmemek olmaz diye düşündüm. Film adlarındaki kırmızılar bu yazının hatrına, kan göndermeli :) İsimlere tıklayınca imdb sayfalarına gidiyorsunuz. Resim altı yazıları da sırasıyla filmin yapım yılı, ülkesi, yönetmeni ve benim gayet keyfî olarak 5 üzerinden verdiğim puanından oluşuyor.

Ginger Snaps

(2000, Kanada, John Fawcett, 4/5)

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Online Oyunlar 6: İğrenç Oyunlar

Bu anormal yazın katlanılmaz sıcağı altında girişle falan uğraşmadan hemen konuya geçelim: Bu yazıda kanlı sidikli kusmuklu oyunlar bulacaksınız. Tabii ki birçok oyunda özellikle kan ve şiddete rastlamak zor değil, fakat bu yazıda özellikle grotesk öğelerin merkezde olduğu oyunları seçmeye çalıştım. Seçtiğim her oyunun bana hitap ettiğini söyleyemem, bazı oyunları kendi zevkimden çok başlığa uygunluklarını düşünerek seçtim, konunun iğrençlik olduğu göz önüne alınırsa bu da normal olsa gerek :) Buna rağmen buradaki birçok oyunu grafik anlamda iğrenç bulmayabilirsiniz açıkçası, bazıları konularını normalde iğrenç kabul ettiğimiz şeyler üstüne kurmuş olsalar da cartoony çizgi stilleriyle daha çok Nickelodeon'dan fırlamış gibi duruyorlar ("Aaah!! Real Monsters'ı" hatırlayan var mı? İnsanların ayak tırnakları para sayılıyordu canavarların dünyasında). "Neden insanlar böyle şeylerden eğlenir" ve "neden birisi yellenince güleriz?" gibi soruların cevaplarını en iyi sosyal bilimlerle uğraşan insanlar verecektir herhalde. Tabii ki, serinin diğer yazılarında olduğu gibi, bu konuyu işlemenin temel amacının insanları iğrendirecek şeyleri değil eğlendirecek şeyleri paylaşmak olduğunu, bütün bunların gerçek olmadığını ve oyun olduğunu, basit anlamda eğlence sunmak için yapıldıklarını akılda tutmakta fayda var. Standart uyarıyı geçeyim; eğer belli bir yaşı aşmamışsanız (18?) veya bu tarz içerikten rahatsız olacak bir karaktere sahipseniz veya kalp rahatsızlığı gibi şikayetleriniz varsa bu oyunlara göz atmayın. Eğer bu oyunlara bakıp eğlence amaçlı olduğunu idrak edemeyecek kapasitedeyseniz, içeriklerini çok ciddiye alıp gerçek hayatta uygulamayı falan düşünecek kadar uçmuşsanız, içinde bulunduğunuz sağlıksız ruh durumunun yarattığı sonuçlardan dolayı hiçbir sorumluluk kabul etmiyoruz.

The Last Stand 2


8 Ağustos 2010 Pazar

Human Planet

BBC'nin Planet Earth'den sonra yeni ağır topu olan Human Planet'in odağında canlılar arasında en ilgi çekici olan tür, insan var. İnsanoğlunun içinde yaşanması çok zor habitatlarda ne olursa olsun hayatta kalabilme başarısı üzerine olan seri, insanların su ve yiyecek bulabilmek için biz rahata alışmış büyük şehir insanlarına akıl dışı gelebilecek mücadeleleri üzerine inanması zor, olağanüstü hikayeler anlatıyor. Sekiz bölümlük belgeseli seslendiren sanatçı John Hurt, bölümlerin adları: Okyanuslar, Çöller, Kutuplar, Ormanlar, Dağlar, Otlaklar, Nehirler ve Kentler. Her bölümün sonunda, seyircinin aklındaki "bunu nasıl çekmişler acaba?" gibi soruların cevaplandığı 10'ar dakikalık bir kamera-arkası kısmı var. Human Planet bu tür antropolojik belgeseller için öyle yüksek bir standart belirliyor ve çıtayı o kadar yukarı çıkarıyor ki, yakın zamanda herhangi bir rakibinin olmayacağı kesin gibi. Mutlaka, mutlaka, mutlaka izlenmeli.


4 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception: Nolan bizi limboya götür!

Yönetmen: Christopher Nolan
Yazar: Christopher Nolan
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Ellen Page, Tom Hardy, Ken Watanabe, Joseph Gordon-Levitt, Cillian Murphy, Marion Cotillard, Michael Caine
Tür: Aksiyon|Gizem|Bilimkurgu|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Süre: 148 dk.
Ülke: ABD|İngiltere
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 9.2/10
Çavlan'ın puanı: 9.5/10
Umut'un puanı: 10/10

What’s the most resilient parasite? An Idea. A single idea from the human mind can build cities. An idea can transform the world and rewrite all the rules.
– Dominic Cobb

Bu yıl sinemalarda izlediğim filmlerin çoğu vasattı. Biraz bu nedenden, biraz Christopher Nolan'ın filmlerini pek sevdiğimden, biraz da Inception'ın fragmanına ve şöyle bir duyduğum konusuna çarpıldığım için, çok büyük beklentilerle gittim filme. Yüksek beklenti hayalkırıklığı anlamına gelir benim için böyle durumlarda genellikle, ama her nedense hayalkırıklığına uğramayacağıma emindim. Gerçekten de hiç mi hiç hayalkırıklığına uğratmadığı gibi, kendini üç gün içinde iki kez izleten, beklentilerimi karşılamakla kalmayıp aşan bir film oldu Inception. Hem zeki hem de orijinal hikayelere çok az rastlanıyor günümüzde, bulunca da sırf çoğunluktan farklı olmak için eleştirecek nokta arayıp burun kıvırmak yerine, tadını çıkarmak gerekiyor bana kalırsa.

Christopher Nolan Memento'da düz bir çizgide ilerleyen bir hikaye anlatmak yerine, olayları kronolojik açıdan tersten anlatarak seyircinin dünyaya yakın dönem belleğini sürekli yitiren kahramanın gözünden bakmasını sağlayarak neredeyse dahice diye tanımlayabileceğim bir teknik kullanmıştı. Inception'da da aynısını yapıyor, izleyiciyi filmdeki karakterlerle aynı yere koyarak, sürekli rüyanın nerede bittiğini, gerçekliğin nerede başladığını sorgulatıyor seyirciye. The Prestige'de büyülü bir atmosferi acayip sağlam bir temelin üstüne yerleştirip nefis bir kurguyla seyirciyi kendi zihninde kolay kolay unutamayacağı bir yolculuğa çıkaran, The Dark Knight'ta bir blockbusterın (dev bütçeli, gişede hasılat rekorları kılan ticari kaygılı filmler) ille de seyircisini aptal yerine koyan, içi boş, en iyi ihtimalle iki saatlik çerez eğlencelik olmak zorunda olmadığını kanıtlayarak çok daha geniş kitlelere ulaşan Nolan, Inception'da kariyerinin (en azından şu ana kadarki kariyerinin) filmini yapıyor. Arasıra Following ve Memento'daki samimi havayı özlesem de, Nolan'ın yüksek bütçeli filmlere geçişi müthiş bir başarıyla, bir şekilde filmlerindeki zenginlik ve özgünlükten ödün vermeden oldu diye düşünüyorum. Diğer blockbuster yapımcıları sadece hasılat peşinde koşup benzer formüllere dayalı hepsi birbirinden bayat filmler çekerken, Nolan kendi fikirleri olan bir yazar/yönetmen olarak hemencecik ayrılıyor onlardan. Inception'ın, yüksek hasılatlı filmlerin insanların düş güçlerine ve beyinlerine de hitap edebileceğini kanıtlayarak yeni bir dalga yaratması mümkün.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Atmosferik Rahatsızlıklar

Bir gün, birdenbire, karısı Rema'nın gerçek karısı değil de bir dublör, Rema'nın tıpatıp benzeri bir Rema taklidi, bir doppelgänger olduğuna inanmaya başlayan bir psikiyatristle ilgili Atmosferik Rahatsızlıklar. Leo (kahramanımız) gerçek karısını aramaya çıkıyor, bu arada bir hastasının da etkisiyle hava olaylarını yönlendirerek karanlık işler çeviren bir örgütle mücadele etmeye koyuluyor -koyulduğunu zannediyor yani. Görünüşe göre Leo Capgras Sendromundan muzdarip; bu rahatsızlıkta yakınlarının yerine onlara tıpatıp benzeyen yabancıların geçtiğine inanmaya başlıyor insan.

Leo'nun kafasından geçenler, düşünceleri, hareketleri ve nedenleri, akıl sağlığı yerinde insanlara çok uzak şeyler, ama okurken anlamakta ve empati kurmakta zorlanmadığımız bir şey var. Leo'nun "karım nerde, kim bu karşımdaki kadın" hezeyanlarının içinde bir yerlerde, Capgras Sendromunun duygusal yansımaları, monotonlaşmış ilişkilere dair yürek burkucu unsurlar bizim de hayatımızda var. Özellikle en yakınımızdakilere atfettiğimiz bazı özellikler son derece asılsız aslında, ama biz alışkanlığın uyutucu gücüyle körleşmiş vaziyette gerçekten o kişiyi tanıdığımızı zannederek etrafta geziniyoruz, yıllar geçtikten sonra bir gün beklentilerimize uymayan ufacık bir davranışını gördüğümüzde yatakta yanımızda yatan kişiye bakıp 'Kim bu yahu' derken bulabiliyoruz kendimizi.

Atmosferik Rahatsızlıklar, neredeyse tamamen delirmiş bir kahramanın deli saçması düşüncelerini, kahraman mantıklı hareketler ve son derece aklı başında çıkarımlarda bulunuyormuş gibi okutuyor okura. Dili o kadar güçlü ki, olağanüstü bir şekilde "inandırmayı" başarıyor okuyucuyu düşünce zincirinin bir yerlerinde bir mantık olduğuna. Tuhaf, benzersiz ve çok özel bir roman bu. Biraz sancılı bir süreç geçirebilirsiniz onu okurken (benim için mesela çok zor ilerledi; doktorumuzun akıl yürütmelerini yorucu bulduğum zamanlar oldu), ama değiyor.