Sinemada American Beauty'i, TV'de Six Feet Under'ı yaratan adam Alan Ball'ın vampirleri konu alan yeni dizisinin yolda olduğunu duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Tabii ki bu iki sene önceydi, ben henüz üzerinde vampir suratları olan topların birbirine çarpıp garip sesler çıkardıkları bir oyun yapmamıştım ve vampir fenomeni hala saygınlığını koruyordu (Neyse ki Türk gençliği Twilight sayesinde vampirleri baştan kötü tanıdı yoksa kesin embesilin biri oyuna vampirlere hakaretten dolayı erişim engeli davası falan açmıştı). Heyecanım konuyu duyunca ikiye katlanmıştı: Bu sefer vampirler, insanlarla beraber yaşıyor, korkulacak bir yanları olmadıklarını söylüyor, azınlık olarak haklarını talep ediyor ve hatta TV'ye çıkıyorlar. Bütün bunlara imkan sağlayan en önemli şey ise, Japonların üretmeye başladığı ve çoğu marketten temin edilebilen "Tru Blood" (gerçek kan) adlı yapay kan, bira şişesine benzer kırmızı şişesinde satılıyor. Tabii ki gerçek kan kadar lezzetli değil ama gerekli tüm ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar ya, önemli olan bu, vampirler beslenmek için insan kanı içmek zorunda değil artık. En azından bazı vampir ve insanlara göre. Tabii ki bazı insanlar bu varlıklara yine de güvenmiyor, bazı varlıklar da bu şeyi içmektense eski hayatlarına devam etmeyi yeğliyorlar. Böyle bir evrende, Amerika'da bir güney kasabasında geçiyor True Blood. Dizi, Charlaine Harris'in yazdığı Southern Vampire Mysteries isimli kitap serisinden uyarlanmış, merak edenler için kitapların incelemesi de burada.
Tüm bu iyi ilk-izlenimlere, üstelik dizinin muhteşem jeneriğine ve görsel kalitesine rağmen, diziyi izlemeye başladığımda bir şeylerin yanlış gittiği hissi ilk bölümden ağır basmaya başladı. Belki de Alan Ball ve bu konu kendi başlarına pek güzelken bir arada olmamışlardı, çikolata ve künefe gibi, ya da çekirdek ve dondurma gibi, ya da çay ve kola gibi..
True Blood'ı neden bir türlü sevemedim?
Genel olarak karakterler: Dizinin ilk sezonunu izleyip pek estetik çekilmiş soft-porn sahnelerin (malum HBO dizisi) hatrına bile bilgisayarda tutmaya değmeyeceğine kanaat getirmiştim ki, yıllar sonra Çavlan kitaplar elinde çıkageldi ve diziyi çok merak ettiğini söyledi. Esasında kitapları da okuyan kişi olarak bu yazıyı onun yazması gerekirdi bence, çünkü ben kitapları okumadım. Çavlan'ın söylediğine göre, kitapta Sookie zeki, eğlenceli ve gayet seksüel bir kadın. Dizideki karakter ise ahlak bekçisi kesilmiş, sağa sola "ay ne kadar şöylesin böylesiiiin, ay konuşmuyorum seninle hıh!" falan diye tripler atan liseli ergen formatında ortalıkta salınan bir kız. Dizinin yarısında kendinizi okulu asmış liselilerin McDonalds macerasını izliyor gibi oluyorsunuz, hatun süper şımarık ve susturulası, etrafındaki erkekler de bir o kadar sevilmekten uzak tipler.
En sevilesi ve karizmatik bulduğum karakter Sam'in bile, gerçekten korumak istediği kıza avutmak için sarılırken içinden "vışşş yavrım benimm ilik gibisin maşallah.." gibi şeyler düşündüğünü öğrenebiliyoruz, bu da karizmayı çiziyor biraz (izlemeyenler için; Sookie düşünce okuyabiliyor, bir telepat yani, dizide tek zihnini okuyamadığı karakter Bill olduğu için onun yanında kendini çok huzurlu hissediyor, "Bill çok romantik ah ne güzel" gibi şeyler düşünerek mutlu oluyor). Kitapta ise Sam'in de düşüncelerini okuyamıyor mesela, birçok başka kişininkiyle beraber (spoiler vermemek adına detaya girmeyelim).
Sookie (ya da Bill'in hitap şekliyle "Sookieeeeh"): Anna Paquin eminim başka yerlerde iyi bir oyunculuk sergiliyordur falan filan ama zaten kötü yazılmış bir ana karakteri izlemek çok zor. Belki de karakter çok yüzeysel olduğundan, karakteri ya aşırı bir şekilde gülümserken ya da somurturken görüyoruz, arası yok. Paquin'in ayrık dişlerini sürekli ortada bırakan yapay gülümsemesi, liseli triplerinden ibaret bir karakterle birleşince içim bayıldı izlerken vallahi. İnsanların fiziksel görünüşüyle dalga geçmeyi falan sevdiğimden demiyorum ama sonuçta benim gibi çiroz bir adamın Rocky'i oynaması beklenemez di mi? Seyircinin, ana karakterin bütün triplerine (ve buna katlanan ezik yan karakterlere) dayanıp diziyi sevmesi için, başrol oyuncularında en azından ekran karizması olmalı sanki. Sookie'yi sevenlerin olduğuna eminim, sonuçta benim her halükarda redneck bir karakteri sevmem zor. Gerçi Six Feet Under'da küçük rollerden birinde olan güneyli kadın karakteri hatırlıyorum da, gayet başarılı gelmişti bana yan karakter olmasına rağmen. Sookie'nin bir de "lafı koydum şimdi çekip gidiyorum" yürüyüşü var ki böyle arkadan arkadan çekilen, ayaklarını 5 yaşındaki çocuk gibi yere vura vura odayı terk ettiği... Evlerden ırak olsun. Kulağına eğilip "bence BMC" diye fısıldamak, kafasını karıştırmak, farklı diyarlara açmak istiyorum zihnini bu kızın.
Bill: Bu kardeşimiz de vampir ama vampir karizmasından pek nasibini alamamış bence. Eminim sevenleri vardır ama nerde Interview with the Vampire'daki vampirler, nerede abidik gubidik saçları, yüzündeki tebeşir tozu ve çakma güneyli aksanıyla Bill.. Sürekli "Sookieeeeh is mine, Sookieeeeh is mine.." Anladık yahu, ne dertli bir adammışsın sen.(Bu halleriyle ilgili daha fazla bilgi için: http://www.youtube.com/billsparanoia)
Sam: Bu adamın tipini iyi seçmişler ama bu da Sookie'yi koruycam triplerine fazla kapıldığı için, dizi boyunca çözüme ulaşmayan kavgasını izliyoruz Bill'le. Liseli horozlanması gibi bitmek bilmeyen bir iddialaşma içinde kaybolup yitiyor Sam kardeşim.
Jason Stackhouse: Bu çocuk ekrandaki en sevilebilir saftirik karakterlerden biri olmuş bence ama ilk sezonun sonunda yaşadığı akıl almaz değişim..?! Hani "bu kadarı da ancak Heroes'da olur" dedirten cinsten.
Alan Ball'ın tarzı: Alan Ball'ın tarzını ve duruşunu bilen bilir, Amerikan toplumunun kendi içinde yaşadığı birçok sosyal soruna karakterler üzerinden değinmeden edemez hiçbir zaman. Yalnız Alan Ball'ın normalde pek iyi yaptığı şey bu sefer biraz fazla eğreti mi durmuş ne? Vampirler ve Sookie'nin telepatlığı üzerinden zencilere ve eşcinsellere dair verilen mesajlar pek güzel, Jason Stackhouse'ın bitmek bilmeyen mallık ve uyuşturucu tripleri de çok eğlenceli de, 55 dakika böyle geçmiyor. Six Feet Under'da karakterler çok gerçekçi ve inandırıcı olduğu için oturup keyifle izliyorduk gündelik ıvır zıvırlarını, bu dizide ne fantastik öğeler yeterince ilgi çekici, ne karakterler gerçekçi. Yalan Rüzgarı bile bundan daha heyecanlıydı birader. "Ay ay madem beğenmedin neden oturup izledin ki" diyecek olursanız, Alan Ball olmasa ilk sezonun üçüncü bölümüne dahi geçmeden kapatmıştım zaten. Sanırım doğru karar o olacakmış. İlginç işte, olmayınca olmuyor mu diyeyim, ne diyeyim bilemedim.
True Blood'ı neden bir türlü sevemedim?
Genel olarak karakterler: Dizinin ilk sezonunu izleyip pek estetik çekilmiş soft-porn sahnelerin (malum HBO dizisi) hatrına bile bilgisayarda tutmaya değmeyeceğine kanaat getirmiştim ki, yıllar sonra Çavlan kitaplar elinde çıkageldi ve diziyi çok merak ettiğini söyledi. Esasında kitapları da okuyan kişi olarak bu yazıyı onun yazması gerekirdi bence, çünkü ben kitapları okumadım. Çavlan'ın söylediğine göre, kitapta Sookie zeki, eğlenceli ve gayet seksüel bir kadın. Dizideki karakter ise ahlak bekçisi kesilmiş, sağa sola "ay ne kadar şöylesin böylesiiiin, ay konuşmuyorum seninle hıh!" falan diye tripler atan liseli ergen formatında ortalıkta salınan bir kız. Dizinin yarısında kendinizi okulu asmış liselilerin McDonalds macerasını izliyor gibi oluyorsunuz, hatun süper şımarık ve susturulası, etrafındaki erkekler de bir o kadar sevilmekten uzak tipler.
En sevilesi ve karizmatik bulduğum karakter Sam'in bile, gerçekten korumak istediği kıza avutmak için sarılırken içinden "vışşş yavrım benimm ilik gibisin maşallah.." gibi şeyler düşündüğünü öğrenebiliyoruz, bu da karizmayı çiziyor biraz (izlemeyenler için; Sookie düşünce okuyabiliyor, bir telepat yani, dizide tek zihnini okuyamadığı karakter Bill olduğu için onun yanında kendini çok huzurlu hissediyor, "Bill çok romantik ah ne güzel" gibi şeyler düşünerek mutlu oluyor). Kitapta ise Sam'in de düşüncelerini okuyamıyor mesela, birçok başka kişininkiyle beraber (spoiler vermemek adına detaya girmeyelim).
Sookie (ya da Bill'in hitap şekliyle "Sookieeeeh"): Anna Paquin eminim başka yerlerde iyi bir oyunculuk sergiliyordur falan filan ama zaten kötü yazılmış bir ana karakteri izlemek çok zor. Belki de karakter çok yüzeysel olduğundan, karakteri ya aşırı bir şekilde gülümserken ya da somurturken görüyoruz, arası yok. Paquin'in ayrık dişlerini sürekli ortada bırakan yapay gülümsemesi, liseli triplerinden ibaret bir karakterle birleşince içim bayıldı izlerken vallahi. İnsanların fiziksel görünüşüyle dalga geçmeyi falan sevdiğimden demiyorum ama sonuçta benim gibi çiroz bir adamın Rocky'i oynaması beklenemez di mi? Seyircinin, ana karakterin bütün triplerine (ve buna katlanan ezik yan karakterlere) dayanıp diziyi sevmesi için, başrol oyuncularında en azından ekran karizması olmalı sanki. Sookie'yi sevenlerin olduğuna eminim, sonuçta benim her halükarda redneck bir karakteri sevmem zor. Gerçi Six Feet Under'da küçük rollerden birinde olan güneyli kadın karakteri hatırlıyorum da, gayet başarılı gelmişti bana yan karakter olmasına rağmen. Sookie'nin bir de "lafı koydum şimdi çekip gidiyorum" yürüyüşü var ki böyle arkadan arkadan çekilen, ayaklarını 5 yaşındaki çocuk gibi yere vura vura odayı terk ettiği... Evlerden ırak olsun. Kulağına eğilip "bence BMC" diye fısıldamak, kafasını karıştırmak, farklı diyarlara açmak istiyorum zihnini bu kızın.
Benzerliği fark etmemek elde değil.
Bill: Bu kardeşimiz de vampir ama vampir karizmasından pek nasibini alamamış bence. Eminim sevenleri vardır ama nerde Interview with the Vampire'daki vampirler, nerede abidik gubidik saçları, yüzündeki tebeşir tozu ve çakma güneyli aksanıyla Bill.. Sürekli "Sookieeeeh is mine, Sookieeeeh is mine.." Anladık yahu, ne dertli bir adammışsın sen.(Bu halleriyle ilgili daha fazla bilgi için: http://www.youtube.com/billsparanoia)
Sam: Bu adamın tipini iyi seçmişler ama bu da Sookie'yi koruycam triplerine fazla kapıldığı için, dizi boyunca çözüme ulaşmayan kavgasını izliyoruz Bill'le. Liseli horozlanması gibi bitmek bilmeyen bir iddialaşma içinde kaybolup yitiyor Sam kardeşim.
Jason Stackhouse: Bu çocuk ekrandaki en sevilebilir saftirik karakterlerden biri olmuş bence ama ilk sezonun sonunda yaşadığı akıl almaz değişim..?! Hani "bu kadarı da ancak Heroes'da olur" dedirten cinsten.
Alan Ball'ın tarzı: Alan Ball'ın tarzını ve duruşunu bilen bilir, Amerikan toplumunun kendi içinde yaşadığı birçok sosyal soruna karakterler üzerinden değinmeden edemez hiçbir zaman. Yalnız Alan Ball'ın normalde pek iyi yaptığı şey bu sefer biraz fazla eğreti mi durmuş ne? Vampirler ve Sookie'nin telepatlığı üzerinden zencilere ve eşcinsellere dair verilen mesajlar pek güzel, Jason Stackhouse'ın bitmek bilmeyen mallık ve uyuşturucu tripleri de çok eğlenceli de, 55 dakika böyle geçmiyor. Six Feet Under'da karakterler çok gerçekçi ve inandırıcı olduğu için oturup keyifle izliyorduk gündelik ıvır zıvırlarını, bu dizide ne fantastik öğeler yeterince ilgi çekici, ne karakterler gerçekçi. Yalan Rüzgarı bile bundan daha heyecanlıydı birader. "Ay ay madem beğenmedin neden oturup izledin ki" diyecek olursanız, Alan Ball olmasa ilk sezonun üçüncü bölümüne dahi geçmeden kapatmıştım zaten. Sanırım doğru karar o olacakmış. İlginç işte, olmayınca olmuyor mu diyeyim, ne diyeyim bilemedim.
12 yorumcuk:
tam da ilk sezonu bitirip, kafamda "bu dizi kötü!!" düşünceleriyle uykuya daldığım gecenin sabahında şu yazıyla karşılaştım, baya iyi oldu. bence dizinin sorunu tam olarak şu iki asıl hikayesi belli değil. benim bildiğim, ana bi hikaye olur, daha derinlikli yazılmış ve onun etrafında küçük küçük başka hikayeler de izlersin. hani daha yüzeysel geçilir ama sorgulamazsın zaten onları da.. daha ilk sezonu bitireli saatler oldu, fazla fazla taze ama biri gelip "true blood'ın konusu ne?" dese "ibi übü.." diye kalırım. sookie'yle vampirin aşkını anlatıyo desen değil; gerilimli dizi, aksiyon neyin kovalıyolar desen o da değil; ayrımcılık, ırkçılık vesaire üzerinden gidiyolar, asıl olay bu çekişmeler üzerinden devam ediyo desen hiç değil.. değil yani.
2. sezonu da izliycem o ayrı da..
ilk sezonu gene iyiydi, ikinci sezonunun ilk iki bölümüne zar zor dayanabildim ben. artık izleyemeyeceğim belli olunca da "bari ikinci sezonun finalini izleyeyim, neler olmuş anlayayım" dedim, ama çok korkunçtu final. kitaplardan iyice uzaklaşmışlar, artık nerdeyse traji-komik denebilecek, saçmalıkta sınır tanımayan olaylar, abidik gubidik karakterler gelmiş. 3. sezonu başlamak üzere sanırım, bilmiyorum nasıl olur popüler de galiba bayağı, ama hiçbir güç beni tekrar bu dizinin başına oturtamaz.
ilk sezon en büyük sorun anna paquin'in o berbat yapmacık güneyli aksanıyla, görünce ciddi ciddi korktuğum ön dişleri ve sookie karakterinin vara yoğa gülen, aptal mı aptal, bir de herkesi yargılayan bir tipe dönüştürülmüş olmasıydı. "sookie olmasa, bir de bill olmasa (eh iyi de iki başrol bunlar?) nefis dizi olur" diyordum.
ikinci sezonda anladım ki dizinin temelinde bir sorun var asıl. bu sorunu kısaca "berbatlık" olarak tanımlayabiliriz. yok yani, berbat bir dizi resmen, fantastik öğeler saçmasapan, romantik öğeler saçmasapan, dram kısmı saçmasapan... alan ball yaptı, işte içinde vampirler de var hem de yetişkinlere yönelik, ayrıca hbo dizisi, küfürler ve çıplaklık bolca var diye zorla izlenmez bir dizi. bir jeneriği güzel, bir de afişleri, başka bir olayı yok true blood'ın.
Ben de küfrederek izleyen kesimdendim. İlk sezonunu yine biraz da olsa severek izledim ama hep bir şeyler eksik gibiydi, böyle ters bir şey vardı hep. Ayrıca normalde olması gerektiği gibi kaptıramıyordum kendimi diziye, merakla beklemiyordum bir sonraki bölümünü.İkinci sezonda işler vahim bir hal aldı, konu çok saçmaladı, Eric maymun oldu, Sookie iyice katlanılamaz bir sürtük haline geldi, maenad'lar filan karıştı işin içine aptal aptal mantıksız gereksiz fantastik öğeler... İllallah dedim ama yarıda bırakmayı kendime yediremediğimden izledim yine de, keşke bıraksaymışım sizin gibi diyorum şimdi. 3. sezon mu, asla!
Yazı ve Panquin-Zerg benzerliğine dikkat çeken resimler süper komik olmuş bu arada :)
İkinci sezon gerçekten çok çılgın, ilk sezonun dedğiniz gibi gene bir tutarlığı vardı, kendi içinde mantıklıydı, hillbilly aksanlarına ve sookieeh'nin ayrık dişlerine ve katlanılmaz karakterine he derseniz gayet iyi bir diziydi ama ikinci sezon aştılar cidden kendilerini. kitapla alakasızlığını geçtim ciddi bir konu farkı var, hikayeler örtüşmüyor, her türlü sezonlar ilerledikçe saçmalayacak yani, kaçınılmaz. Queen'i gossip girl'den fırlamış ergen bir şımarık yapmış olmaları, özellikle, asla affedilemez bişey benim açımdan. :P Evan Rachel Wood bile kurtarmıyor yani. Ki aslında çok iyi bir seçim. En affedilemezi ise Eric'e yaptıkları, şimdi evil yaptılar iyice, 3. sezonu hiçbir kuvvet izletemez. :P
Çok iyi bir PR ve reklam ekibi var ama arkadaşların, kesinlikle çok başarılılar bu konuda.
Herkes kötü demiş ancak ben beğeni ile izlemekteyim. tamam kitaptan dışarı çıktılar hikayede tutarsızlık var, hatta hikayenin ne olduğu bile belli değil ama sürekli olan ilginç olaylar izlettirmeye yetiyor. İlk sezon daha derli topluydu. ikinci sezon zaten zaten seks partileri ile geçti... ne olduk ne oluyoruz arasında gitti geldi dizi ve sezonu finali oldu...
Üçüncü sezon ise bu ay ortasında başlıyor açıkçası merakla bekliyorum. nasıl bağlayacaklar bu sezon neler olacak bakalım bence sookie üzerine biraz daha yoğunlaşacak gibi...
dizinin aslında en ofsay kısmı Anna Paquin ve Stephen Moyer'in başrollerde olması ikisi de soğuk ve itici... belkide diziyi zora sokanlarda bunlar... onun haricinde diğer karakterler daha yerli yerinde...
Dizide Lafayette'i seviyorum ben bir tek. :P Hatta dizinin tek bomba karakteri o bence. :P O yüzden öldürmediler herhalde..
true blood gerçekten amerika'da çok popüler. üçüncü sezonunun başlamasına gün sayılıyor. ancak burada ne tür bir güruha sesleniyor, o kısmı önemli sanırım. teenage olabilir izleyici kitlesi. ben henüz elleşmedim bu diziyle.
bakıyorum hala girmediniz breaking bad'e. kayıp... büyük kayıp! :)
giricez... girmek üzereyiz.. :) bir sürü dizi var ama zaman çok az; the wire, breaking bad, damages, the office, fringe, the mentalist... öyle bekliyor hepsi bir köşede boyunları bükük. of of.
O kadar rahatladım kii bu diziyi sevmeyen birilerini görünce, ben de mi bir sorun var diye düşünmeye başlamıştım çünkü. Alan Ball'un tarzını çok severim Six Feet Under açık ara en sevdiğim dram dizisidir, kitabı da okudum hazırlık olsun diye izlemeden, e jenerikte güzel şimdi yiğidin hakkını verelim. Ama dizi başladı ben hiçbir şeye ısınamadım. Sookie'nin bakirelik, saflık mevzularıyla yüceltilmesi, kitaptaki onca erotizmin içine etmiş. Heyecan desen zaten kızın akıl okuması dışında bir numara yok dizide, polisiye yapalım diyorlar yok o da olmuyor. Valla ben Alan Ball'dan şöyle eli yüzü düzgün bir toplum eleştirisi bekliyordum ama sadece ambalajı güzel bir piyasa dizisi var karşımda.
kitaplar kesinlikle cok daha iyi. hem de sookie karakteri cok daha sempatik. cinselligini arayan, bill'in olmayan, kasabanin dislanmis ama kendini korumayi bilen kizi. yine de dizi bence cok eglenceli. sirf guneyli aksani icin bile izlenir : )
bir de tabii eric icin....
Ben true blood'ı seviyorum. Fakat yazdıklarınıza da hak veriyorum. Cast daha iyi olabilirdi. Anna ultra çekici kız rolüne uymamış haliyle. Taradan bahsetmemişsin ama birinci sezonda en sevdiğin karakter oydu. İkinci sezonda edilgen bir figür oldu sadece. Bill karakteri de çekici bir vampiri oynamasına rağmen hiç çekici değil. Oysaki aynı oyuncu starter wifes'da gayet çekiciydi. Belki de Eric ile aynı sahnede görünmemesi gerekiyor zira o adamın yanında çok az kişi yakışıklı durabilir. Jason'ı bende çok seviyorum.
Bu dizi eğlenceli olayları sakız gibi uzatmıyorlar herşey çabucak olup bitiyor. Gereksiz gerilim sahneleri yok. Bir de jeneriği beni çook korkutuyor yaw.
yine bir twilight - true blood kavgasında arkadaşlara hayır true blood daha iyi derken aklıma bu yazılar geldi yine girdim bi daha arkadaşlara alın okuyun dedim.
ama True Blood gayet güzel bence 3. sezonu izlememeniz yazık olmuş 3. sezonda Eric daha bi ön plana çıkarılmıştı yalnız Alan Ball'ın romanları okumadan diziyi çekmiş olması beni düşündürüyor ilk 4 romanı türkçe geri kalan 6 romanı da e-kitap olarak ingilizce okudum acaba diyorum Alan Ball seriyi nasıl toparlayacak?? kitapla seri arasında uçurumlar var gerçekten de. 4. sezonda Eric üzerinden gidilecek, spoiler olmasın pek bilgi vermeyim ama daha insancıl daha romantik bir Eric göreceğiz, romanla bir giderlerse Eric & Sookie aşkı da filizlenecek.
ama 2. sezonda inanılmaz bir hata yaptılar, kendini güneşe veren Godfrey'i Eric'in yaratıcısı olarak gösterdiler oysa 10. kitapta Eric'in yaratıcısı onu ziyarete geliyor.. bunu nasıl kotaracaklar??
4. Sezonda yeni oyuncular var hepsi de kadın ama tek bi erkek oyuncu görmedim, serinin geri kalan 5 kitabında (kitap 5-10) Sookie ile saf bir şekil değiştirici olup, kaplana dönüşen (Weretiger) demişler Quinn adlı bir adam arasında ilişki var, 4. kitaptan başlıyor serinin geri kalanına yayılıyor bu tip karakterleri koymadan yapmadan acaba diyorum artık diziyi iyice kitaptan bağımsız yapmaya mı çalışıyorlar?
neyse, yurtdışından takip ettiğim kadarıyla 4. sezon çekimlerine başlamak üzereler, bekleyip göreceğiz :)
Yorum Gönder