Yönetmen: Adam Green
Yazar: Adam Green
Oyuncular: Emma Bell, Shawn Ashmore, Kevin Zegers
Tür: Korku|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Süre: 94 dk.
IMDB puanı: 7/10
Çavlan'ın puanı: 6.5/10
Umut'un puanı: 3/5
Open Water tarzı filmleri seviyorum ben, hani bir grup insanın denizin ortasında ya da dağın tepesinde ya da dönmedolapta ya da teleferikte ya da mağarada mahsur kaldığı, birbirlerine düştükleri, hayatta kalabilmek için bir sürü yolu denedikleri, bu arada başlarına çok çok kötü şeylerin geldiği, sonunda büyük ihtimalle hepsinin teker teker (ve iğrenç yollarla) öldüğü, her saniyesi izleyiciyi gerim gerim geren, diken üstünde tutan filmleri. Böyle yazınca çok sağlıklı gelmiyor olabilir kulağa (!), ama insan arada bir sinemada gerilip, koltuğunda zıp zıp zıplamak da istiyor, bu son derece sağlıklı bir gereksinim bence :) Frozen'a tam bu beklentilerle gittim, gayet de memnun kaldım. Yani not olarak 6.5 vermiş olsam da ve çok iyi bir film olmasa da, bu tarz bir filmden beklentilerinizi fazlasıyla karşılıyor Frozen -çünkü bolca gerilip tırnaklarınızı yemekten ibaret olmalı o beklentiler.
Haftasonu kayak yapmaya (ya da snowboard yapmaya, ikisinin arasındaki farkı hiç anlamadım) giden üç gencimiz var, bunlardan biri kız, ikisi oğlan. Kız olan, oğlanlardan birinin sevgilisi, sevgilisiz oğlan da diğer oğlanın en iyi arkadaşı. Filmin ilk 10-15 dakikası karakterlerin tanıtılması ve haftasonlarından kesitlerle geçiyor, bu her ne kadar gerekli olsa da, biraz sıkılabilirsiniz. Diğer oğlan (yalnız olan) kızdan hoşlanmayıp laf sokup duruyor, çünkü arkadaşını kıskanıyor, eskisi gibi erkek erkeğe vakit geçirmediklerini düşünüyor, falan filan. Bolca kayıp ediyorlar ama kız acemi olduğu için oğlanlar diledikleri gibi kayamıyor, o yüzden karanlık çöktükten sonra bile dönmek istemiyor, tepeye telesiyej denilen tırstırıcı aletle çıkıp çıkıp iniyorlar. Son çıkışlarında, artık kayak merkezinde de neredeyse kimse kalmamışken, üstüste yaşanan aksilikler sonucu (telesiyeji kontrol eden adamı patronun çağırması, onun yerine bakmaya gelen adamın da çişi geldiği için dikkatsizlikle bizimkileri başka kayakçılar zannedip telesiyeji durdurması, merkezi kapatıp gitmesi) gençlerimiz teleferik benzeri korkunç zımbırtıda mahsur kalıyorlar. Ki gündüz vakti gayet kalabalık bir ortamda bile binmeye korkabileceğiniz bir araç bu; üstü müstü yanları her yeri açık, bacaklarınız öylece sallanıyor, sadece lunaparklarda trenlerde olan güvenlik bantı gibi bir çubuk var sizi tutan.
Gençler yerden çok çok yukarıdalar, gece bastırmış, hava buz gibi. Hiçbirinin üstünde telefon yok, aç ve susuzlar, etrafta insan kalmamış, üstelik sabaha kadar donmadan dayanırlarsa kurtulurlar gibi bir şey de yok, çünkü bu kayak merkezi sadece haftasonları açık, ve bildiniz, pazar gecesi bizimkilerin mahsur kaldığı zaman. Atlamayı deneyebilirler, ama o kadar yukarıdalar ki, kemikleri kırılmakla kalmaz, bacaklarından fırlar (Tabii bu sadece bir varsayım). Hem arabadan kurtulup karaya ulaşsalar bile hayatları kurtulmuş olmuyor, çünkü yerde vahşi hayvanlar (kurtlar, özellikle) cirit atıyor. Evet. Bir saniyeliğine bir kayak merkezinde kurtların olmasının mantıksızlığını görmezden gelelim. Zaten görmezden gelmemiz gereken bir sürü mantık hatası var; telesiyej makinesinde kimsenin kalmadığına emin olmak için bir tur döndürülmeden asla kapanmayacağından tutun da, donma tehlikesiyle karşı karşıya olan aklı başında bir insanın eldivensiz elini paltosunun içinde tutmak yerine çıplak çıplak çıkarıp bir de metal tutacağa koyup öyle uyuyakalmayacağına kadar. Ama kendinizi kaptırınca unutuyorsunuz gerçekten de bu mantıksızlıkları, kendinizi kaptırmanız da zor olmuyor.
Bir de "duygusal" sahneleri fazlasıyla yapay ve yapış yapış. Öleceklerini düşünen karakterlerimizin korkunç müzikler eşliğinde çocukluk anılarını anlattıkları sahneler mesela, gözleri doluyor, bir duygulanıyorlar falan. O kısımlar çok ucuz geldi bana, diyaloglar da çok amatörceydi, bir an önce sussunlar da gerilmeye dönelim istedim. Neyse ki bu anlar cidden az, filmin büyük bölümü size tırnaklarınızı yedirerek geçiyor. Telesiyejde geçen kısmı (yani yüzde doksanı) yerin üstünde, sıfırın altında derecelerde, gerçek fırtınalar koparken çekilmiş. Çok tehlikeli olduğu için yukarıda sadece yönetmen ve bir tanecik kameraman durabiliyormuş, kamera merceklerini değiştirmeye bile oyuncular yardım etmiş. Özel efekt kullanılmamasına rağmen sizi deliler gibi gerebilecek bir film Frozen. Örneğin ben kaç kez ellerimle gözlerimi kapadım ya da Umut'un kolunu (elini bile değil yani, kolunu) sıktım ya da çığlık attım (evet, ciddi ciddi çığlık. sinema salonunda.) sayamadım. Kıssadan hisse: bu tür filmlerden ve gerim gerim gerilmekten hoşlanıyorsanız, gidin, sinemada kocaman perdede ve doğru dürüst ses efektleriyle izleyin, bolca gerilin.
Yazar: Adam Green
Oyuncular: Emma Bell, Shawn Ashmore, Kevin Zegers
Tür: Korku|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
Süre: 94 dk.
IMDB puanı: 7/10
Çavlan'ın puanı: 6.5/10
Umut'un puanı: 3/5
Open Water tarzı filmleri seviyorum ben, hani bir grup insanın denizin ortasında ya da dağın tepesinde ya da dönmedolapta ya da teleferikte ya da mağarada mahsur kaldığı, birbirlerine düştükleri, hayatta kalabilmek için bir sürü yolu denedikleri, bu arada başlarına çok çok kötü şeylerin geldiği, sonunda büyük ihtimalle hepsinin teker teker (ve iğrenç yollarla) öldüğü, her saniyesi izleyiciyi gerim gerim geren, diken üstünde tutan filmleri. Böyle yazınca çok sağlıklı gelmiyor olabilir kulağa (!), ama insan arada bir sinemada gerilip, koltuğunda zıp zıp zıplamak da istiyor, bu son derece sağlıklı bir gereksinim bence :) Frozen'a tam bu beklentilerle gittim, gayet de memnun kaldım. Yani not olarak 6.5 vermiş olsam da ve çok iyi bir film olmasa da, bu tarz bir filmden beklentilerinizi fazlasıyla karşılıyor Frozen -çünkü bolca gerilip tırnaklarınızı yemekten ibaret olmalı o beklentiler.
Haftasonu kayak yapmaya (ya da snowboard yapmaya, ikisinin arasındaki farkı hiç anlamadım) giden üç gencimiz var, bunlardan biri kız, ikisi oğlan. Kız olan, oğlanlardan birinin sevgilisi, sevgilisiz oğlan da diğer oğlanın en iyi arkadaşı. Filmin ilk 10-15 dakikası karakterlerin tanıtılması ve haftasonlarından kesitlerle geçiyor, bu her ne kadar gerekli olsa da, biraz sıkılabilirsiniz. Diğer oğlan (yalnız olan) kızdan hoşlanmayıp laf sokup duruyor, çünkü arkadaşını kıskanıyor, eskisi gibi erkek erkeğe vakit geçirmediklerini düşünüyor, falan filan. Bolca kayıp ediyorlar ama kız acemi olduğu için oğlanlar diledikleri gibi kayamıyor, o yüzden karanlık çöktükten sonra bile dönmek istemiyor, tepeye telesiyej denilen tırstırıcı aletle çıkıp çıkıp iniyorlar. Son çıkışlarında, artık kayak merkezinde de neredeyse kimse kalmamışken, üstüste yaşanan aksilikler sonucu (telesiyeji kontrol eden adamı patronun çağırması, onun yerine bakmaya gelen adamın da çişi geldiği için dikkatsizlikle bizimkileri başka kayakçılar zannedip telesiyeji durdurması, merkezi kapatıp gitmesi) gençlerimiz teleferik benzeri korkunç zımbırtıda mahsur kalıyorlar. Ki gündüz vakti gayet kalabalık bir ortamda bile binmeye korkabileceğiniz bir araç bu; üstü müstü yanları her yeri açık, bacaklarınız öylece sallanıyor, sadece lunaparklarda trenlerde olan güvenlik bantı gibi bir çubuk var sizi tutan.
Gençler yerden çok çok yukarıdalar, gece bastırmış, hava buz gibi. Hiçbirinin üstünde telefon yok, aç ve susuzlar, etrafta insan kalmamış, üstelik sabaha kadar donmadan dayanırlarsa kurtulurlar gibi bir şey de yok, çünkü bu kayak merkezi sadece haftasonları açık, ve bildiniz, pazar gecesi bizimkilerin mahsur kaldığı zaman. Atlamayı deneyebilirler, ama o kadar yukarıdalar ki, kemikleri kırılmakla kalmaz, bacaklarından fırlar (Tabii bu sadece bir varsayım). Hem arabadan kurtulup karaya ulaşsalar bile hayatları kurtulmuş olmuyor, çünkü yerde vahşi hayvanlar (kurtlar, özellikle) cirit atıyor. Evet. Bir saniyeliğine bir kayak merkezinde kurtların olmasının mantıksızlığını görmezden gelelim. Zaten görmezden gelmemiz gereken bir sürü mantık hatası var; telesiyej makinesinde kimsenin kalmadığına emin olmak için bir tur döndürülmeden asla kapanmayacağından tutun da, donma tehlikesiyle karşı karşıya olan aklı başında bir insanın eldivensiz elini paltosunun içinde tutmak yerine çıplak çıplak çıkarıp bir de metal tutacağa koyup öyle uyuyakalmayacağına kadar. Ama kendinizi kaptırınca unutuyorsunuz gerçekten de bu mantıksızlıkları, kendinizi kaptırmanız da zor olmuyor.
Bir de "duygusal" sahneleri fazlasıyla yapay ve yapış yapış. Öleceklerini düşünen karakterlerimizin korkunç müzikler eşliğinde çocukluk anılarını anlattıkları sahneler mesela, gözleri doluyor, bir duygulanıyorlar falan. O kısımlar çok ucuz geldi bana, diyaloglar da çok amatörceydi, bir an önce sussunlar da gerilmeye dönelim istedim. Neyse ki bu anlar cidden az, filmin büyük bölümü size tırnaklarınızı yedirerek geçiyor. Telesiyejde geçen kısmı (yani yüzde doksanı) yerin üstünde, sıfırın altında derecelerde, gerçek fırtınalar koparken çekilmiş. Çok tehlikeli olduğu için yukarıda sadece yönetmen ve bir tanecik kameraman durabiliyormuş, kamera merceklerini değiştirmeye bile oyuncular yardım etmiş. Özel efekt kullanılmamasına rağmen sizi deliler gibi gerebilecek bir film Frozen. Örneğin ben kaç kez ellerimle gözlerimi kapadım ya da Umut'un kolunu (elini bile değil yani, kolunu) sıktım ya da çığlık attım (evet, ciddi ciddi çığlık. sinema salonunda.) sayamadım. Kıssadan hisse: bu tür filmlerden ve gerim gerim gerilmekten hoşlanıyorsanız, gidin, sinemada kocaman perdede ve doğru dürüst ses efektleriyle izleyin, bolca gerilin.
2 yorumcuk:
Ooh süper oldu bu çavlan tam da böyle bir film arıyordum gidecek. Hayır hiç birşey yok sinemalarda saçma sapan filmler var heryerde, bari şöyle okkalı bir korku gerilim olsun, içimiz kötü olsun izlerken gözlerimizi kapatalım falan :D
Hi, nice blog & good post. You have beautifully maintained it, you must try this website which really helps to increase your traffic. hope u have a wonderful day & awaiting for more new post. Keep Blogging!
Yorum Gönder