Yazar: Leslie Dixon (senaryo), Alan Glynn (roman)
Oyuncular: Bradley Cooper, Abbie Cornish, Robert De Niro
Tür: Gizem|Bilim Kurgu|Gerilim
Yapım yılı: 2011
Süre: 105 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb Puanı: 7.3/10
Çavlan'ın puanı: 7.5/10
Umut'un puanı: 7.8/10
Nasıl ki bir kitabı kapağına bakarak yargılamamak gerekiyorsa, bir filmi izleyip izlememeye de sadece fragmanını izleyerek karar vermemek gerekiyormuş. Genelde fragmanlar filmleri gerçekte olduklarından çok daha iyi gösterme eğilimindeyken Limitless için tersi geçerli olmuş: Fragmanı, ne kadar iyi bir film olduğuna dair ipucu bile vermiyor. Sanırım filmi izlemeyi bu kadar geciktirmemin nedeni de bu oldu; aylar önce Limitless'in fragmanını izlediğimde "fikir iyi ama film baştan sonra açık edilmiş işte," diye düşünmüştüm, üstelik olay örgüsü de aslında olandan çok farklı bir fikir veriyordu seyirciye, sanki Robert de Niro Bradley Cooper'a insanı zekileştiren bir hap satıyordu da sonra filmin kötü adamına dönüşüyordu vs. Alakası yokmuş aslında.
Kız arkadaşı tarafından terk edilen, anlaşmasını yapıp aldığı avansı çoktan yiyip bitirdiği kitabın henüz tek kelimesini yazamayan, etrafındaki herkes tarafından tembel, pasaklı, salmış, patetik bir adam gibi görülen New York'lu yazar Eddie Morra (Cooper), bir gün eski karısının erkek kardeşiyle karşılaşır ve eskiden beri uyuşturucu satıcılığı yapan bu adam onu henüz piyasaya çıkmamış, tanesi 800 dolardan satılan NZT-48 isimli şeffaf, tuhaf görünümlü bir hapla tanıştırır -elbette ilk seferi şirkettendir-. Bu ilaç, Eddie'nin beynini yüzde yüz kapasitede çalıştırabilmesine neden olacaktır. (Aslında beynimizin sadece %10'unu kullanabildiğimiz, bir mucize olsa da %100'ünü kullanabilsek beynimizle daha neler neler yapabileceğimiz aslı olmayan bir söylence -aynı anda sinir hücrelerinin sadece küçük bir kısmının aktif olduğu doğru, ama o an çalışmayan nöronların da ayrı ayrı yerleri ve önemleri var, çeşitli anlarda tümü aktive oluyor ve nihai olarak erişemediğimiz herhangi bir sinir ağı yok aslında-, ama bu da kurmaca bir film sadece ve seyirciye vaat ettiği 105 dakikalığına eğlenceli bir dünyaya kaçışı fazlasıyla getiriyor yerine, o yüzden çok kurcalamaya gerek yok.)
NZT-48'in Eddie'nin üzerindeki etkisi olağanüstü olur: artık dünyayı farklı renklerle, çok daha açık biçimde görüyor, geçmişindeki kısacık karşılaşmaları, yıllar önce gözünün ucuyla izlediği bir Bruce Lee filmindeki dövüş hareketlerini bile hatırlıyor, bir dili öğrenmesi için birkaç gün yetiyor, müthiş bir konsantrasyonla çok kısa sürede inanılmaz bölümler yazabiliyordur kitabı için. Kimsenin önemsediği, herkesin küçümseyerek yukarıdan baktığı adamdan kimsenin onsuz yapamadığı, herkesin hayran olduğu adama dönüşmesi sadece birkaç gün alır. Tabii gerçek olamayacak kadar güzeldir her şey - dağıtıcısının başına binbir belanın gelmesi, ilacın bir takım yan etkilerinin ortaya çıkması, işin içine bir de Rus tefeci mafya babasının, Eddie'yi gittiği her yerde takip eden ve NZT-48 zulasının peşindeki gizemli bir adamın ve birlikte iş yapacağı milyarder Carl Van Loon'un (Robert De Niro) da karışması fazla zaman almaz.
Alan Glynn'ın Dark Fields isimli romanının uyarlaması olan Limitless'ın beyazperdede yönetmenliğini Neil Burger yapmış. Burger ve görüntü yönetmeni Jo Willems, olağanüstü açık bir beyne gelen yoğun bilgi akışını canlandırmak için akla gelebilecek her tür görsel cakayı satmış gibi görünüyorlar ve işe yaramış da bu, ne de olsa konusu sayesinde görsel açıdan aşırı gelebilecek geçişlerin saçma durmadığı sayılı filmden biri Limitless. Örneğin: Eddie'nin beyninin nasıl ve ne hızda çalıştığını simgeleyen kameranın Manhattan sokaklarında olağanüstü bir hızla ilerlemesi ve koskoca caddeleri birkaç saniyede kat etmesi, Eddie yazarken tavandan harflerin düşmesi ve ev işi yaparken evin farklı köşelerinde bir sürü Eddie'nin görünmesi... Eddie NZT-48'in etkisi altındayken perdede sıcak, hatta çok sıcak bir renk paleti görmemiz, ilacın etkisi geçinceyse dünyanın eski soğuk, soluk, sıkıcı renklere bürünmesi de hoş detaylardan.
Oyunculuklara bakacak olursak, Bradley Cooper bütün filmi tek başına götürüyor denebilir. Onu Alias'ta Will olduğu zamanlardan hatırlıyor ve çok da seviyordum, ama daha çok tek tip karakter oyuncusu diye tanımlanabilecek biri gibi geliyordu bana. Hangover'da haksız olduğumu kanıtlamıştı, ama Limitless'te daha fazlasını yapıyor ve tek başına bir filmi taşıyabileceğini, hatta sürükleyebileceğini gösteriyor. Abbie Cornish'in de, Robert De Niro'nun da rolleri az, sadece hikayenin gelişmesine yardımcı oluyorlar, burada yükün büyük kısmı Cooper'ın omzunda. Sıradan, silik başarısız ezikten tatlı dili yılanı deliğinden çıkaran dahiye, sonra nöbet geçiren ilaç bağımlısından tekrar çekici dahiye dönüşmesi, bunu yaparken de seyircinin desteğini ve sempatisini bir gıdım bile yitimemesi takdire şayan.
Birinin hayatının bu kadar kısa sürede, bu kadar köklü biçimde değişmesi fantezisi ve seyirciye bunun kendi başına geldiğini hayal ettirmesi sanırım Limitless'i izlemesi bu kadar keyifli bir film yapan. Seyirciye onu, kendisinin mükemmel bir versiyonu olmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu soruyor Limitless. Ya benim de başıma gelse bu, diye düşünüyor insan, ya birdenbire teslim tarihleri sorun olmaktan çıkıverse, evimin temiz ve düzenli olması bu kadar çaba gerektirmese, sosyal ortamlarda herkesin hayranlıkla bakakaldığı, zekice espri üstüne espri patlatan birine dönüşsem, iki ders aldıktan sonra resital verebilecek kadar iyi piyano çalabilsem, dünyanın en zor matematik sorusunu cevaplayabilmek için şöyle bir bakmam yetse, finansal, sosyal ve daha birçok alanda başarıya giden merdivenleri astronomik hızda, azıcık çaba harcayarak tırmanıversem, vs. Aslında gizli güçlerle bezeli bir hazine adasıysa beynim, potansiyeli limitsizse, kapıyı açmak için şeffaf bir hap yetseydi ne olurdu? Filmi izlerken bunu düşünmeyen bir izleyici yoktur herhalde. İlham almış hissetmemek, "şunu da yapıcam, bunu da yapıcam" diye kendi kendine sözler vermemek, hatta hırs yapmamak elde değil. Çok iyi bir film değil belki Limitless, ama iki saate yakın süresi boyunca seyirciye gerekli eğlenceyi fazlasıyla sunuyor ve ait olduğu türe dahil olan pek çok filmin aksine biter bitmez unutulmuyor, bir hayli uzun sürecek beklenmedik bir ilham sağlıyor.
Kız arkadaşı tarafından terk edilen, anlaşmasını yapıp aldığı avansı çoktan yiyip bitirdiği kitabın henüz tek kelimesini yazamayan, etrafındaki herkes tarafından tembel, pasaklı, salmış, patetik bir adam gibi görülen New York'lu yazar Eddie Morra (Cooper), bir gün eski karısının erkek kardeşiyle karşılaşır ve eskiden beri uyuşturucu satıcılığı yapan bu adam onu henüz piyasaya çıkmamış, tanesi 800 dolardan satılan NZT-48 isimli şeffaf, tuhaf görünümlü bir hapla tanıştırır -elbette ilk seferi şirkettendir-. Bu ilaç, Eddie'nin beynini yüzde yüz kapasitede çalıştırabilmesine neden olacaktır. (Aslında beynimizin sadece %10'unu kullanabildiğimiz, bir mucize olsa da %100'ünü kullanabilsek beynimizle daha neler neler yapabileceğimiz aslı olmayan bir söylence -aynı anda sinir hücrelerinin sadece küçük bir kısmının aktif olduğu doğru, ama o an çalışmayan nöronların da ayrı ayrı yerleri ve önemleri var, çeşitli anlarda tümü aktive oluyor ve nihai olarak erişemediğimiz herhangi bir sinir ağı yok aslında-, ama bu da kurmaca bir film sadece ve seyirciye vaat ettiği 105 dakikalığına eğlenceli bir dünyaya kaçışı fazlasıyla getiriyor yerine, o yüzden çok kurcalamaya gerek yok.)
NZT-48'in Eddie'nin üzerindeki etkisi olağanüstü olur: artık dünyayı farklı renklerle, çok daha açık biçimde görüyor, geçmişindeki kısacık karşılaşmaları, yıllar önce gözünün ucuyla izlediği bir Bruce Lee filmindeki dövüş hareketlerini bile hatırlıyor, bir dili öğrenmesi için birkaç gün yetiyor, müthiş bir konsantrasyonla çok kısa sürede inanılmaz bölümler yazabiliyordur kitabı için. Kimsenin önemsediği, herkesin küçümseyerek yukarıdan baktığı adamdan kimsenin onsuz yapamadığı, herkesin hayran olduğu adama dönüşmesi sadece birkaç gün alır. Tabii gerçek olamayacak kadar güzeldir her şey - dağıtıcısının başına binbir belanın gelmesi, ilacın bir takım yan etkilerinin ortaya çıkması, işin içine bir de Rus tefeci mafya babasının, Eddie'yi gittiği her yerde takip eden ve NZT-48 zulasının peşindeki gizemli bir adamın ve birlikte iş yapacağı milyarder Carl Van Loon'un (Robert De Niro) da karışması fazla zaman almaz.
Alan Glynn'ın Dark Fields isimli romanının uyarlaması olan Limitless'ın beyazperdede yönetmenliğini Neil Burger yapmış. Burger ve görüntü yönetmeni Jo Willems, olağanüstü açık bir beyne gelen yoğun bilgi akışını canlandırmak için akla gelebilecek her tür görsel cakayı satmış gibi görünüyorlar ve işe yaramış da bu, ne de olsa konusu sayesinde görsel açıdan aşırı gelebilecek geçişlerin saçma durmadığı sayılı filmden biri Limitless. Örneğin: Eddie'nin beyninin nasıl ve ne hızda çalıştığını simgeleyen kameranın Manhattan sokaklarında olağanüstü bir hızla ilerlemesi ve koskoca caddeleri birkaç saniyede kat etmesi, Eddie yazarken tavandan harflerin düşmesi ve ev işi yaparken evin farklı köşelerinde bir sürü Eddie'nin görünmesi... Eddie NZT-48'in etkisi altındayken perdede sıcak, hatta çok sıcak bir renk paleti görmemiz, ilacın etkisi geçinceyse dünyanın eski soğuk, soluk, sıkıcı renklere bürünmesi de hoş detaylardan.
Oyunculuklara bakacak olursak, Bradley Cooper bütün filmi tek başına götürüyor denebilir. Onu Alias'ta Will olduğu zamanlardan hatırlıyor ve çok da seviyordum, ama daha çok tek tip karakter oyuncusu diye tanımlanabilecek biri gibi geliyordu bana. Hangover'da haksız olduğumu kanıtlamıştı, ama Limitless'te daha fazlasını yapıyor ve tek başına bir filmi taşıyabileceğini, hatta sürükleyebileceğini gösteriyor. Abbie Cornish'in de, Robert De Niro'nun da rolleri az, sadece hikayenin gelişmesine yardımcı oluyorlar, burada yükün büyük kısmı Cooper'ın omzunda. Sıradan, silik başarısız ezikten tatlı dili yılanı deliğinden çıkaran dahiye, sonra nöbet geçiren ilaç bağımlısından tekrar çekici dahiye dönüşmesi, bunu yaparken de seyircinin desteğini ve sempatisini bir gıdım bile yitimemesi takdire şayan.
Birinin hayatının bu kadar kısa sürede, bu kadar köklü biçimde değişmesi fantezisi ve seyirciye bunun kendi başına geldiğini hayal ettirmesi sanırım Limitless'i izlemesi bu kadar keyifli bir film yapan. Seyirciye onu, kendisinin mükemmel bir versiyonu olmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu soruyor Limitless. Ya benim de başıma gelse bu, diye düşünüyor insan, ya birdenbire teslim tarihleri sorun olmaktan çıkıverse, evimin temiz ve düzenli olması bu kadar çaba gerektirmese, sosyal ortamlarda herkesin hayranlıkla bakakaldığı, zekice espri üstüne espri patlatan birine dönüşsem, iki ders aldıktan sonra resital verebilecek kadar iyi piyano çalabilsem, dünyanın en zor matematik sorusunu cevaplayabilmek için şöyle bir bakmam yetse, finansal, sosyal ve daha birçok alanda başarıya giden merdivenleri astronomik hızda, azıcık çaba harcayarak tırmanıversem, vs. Aslında gizli güçlerle bezeli bir hazine adasıysa beynim, potansiyeli limitsizse, kapıyı açmak için şeffaf bir hap yetseydi ne olurdu? Filmi izlerken bunu düşünmeyen bir izleyici yoktur herhalde. İlham almış hissetmemek, "şunu da yapıcam, bunu da yapıcam" diye kendi kendine sözler vermemek, hatta hırs yapmamak elde değil. Çok iyi bir film değil belki Limitless, ama iki saate yakın süresi boyunca seyirciye gerekli eğlenceyi fazlasıyla sunuyor ve ait olduğu türe dahil olan pek çok filmin aksine biter bitmez unutulmuyor, bir hayli uzun sürecek beklenmedik bir ilham sağlıyor.
6 yorumcuk:
"loser" bir adamın neler yapabileceğini görünce pek bi gaz almıştım, ilaç olsun olmasın biz de yapabiliri dedirtmişti bana. bradley cooper'ın değişimi ise muhteşemdi!
Çok güzel olmuş bu yazı. Çevremdeki çoğu kişi tarafından burun kıvırılan bu filmi çok beğenmiş, fakat "keyifli iki saat" haricinde nedenlerini tam ifade edememiştim. Sizin değindiğiniz noktalar çok yerinde olmuş.
Tez vakitte izlenecekler listeme alayim bu filmi o zaman :)
Bana da cok siradan bir film gibi gorunmustu ve izlememistim. Simdi hemen izlenecekler listeme ekliyorum.
Bu film senenin tırt aksiyonlarından değil miymiş şimdi? Şaşırdım ve listeye atıyorum o halde :)
Şeffaf bir hap olsa da ben bu filmi ilk izlediğim zaman böyle ayrıntılı, keyifli ve akıcı bir incelemede bulunabilseydim diye düşünmeden edemedim. Gerçekten çok güzel ifade etmişsiniz :)
Yorum Gönder