Çok zengin, çok güçlü bir medya patronu olan Lipowitz, kansere yakalandığını öğrendikten sonra belki geride daha iyi bir dünya bırakabilmek için, belki de yıllardır halkı aptal yerine koyduğu için ölüm korkusuyla vicdan azabı çekmeye başladığından kolları sıvamaya, facia durumda olan eğlence sektörünü adam etmek, gerçek yaratıcılığı her çeşit sanat dalında geri getirmek için New Renaissance (Yeni Rönesans) isimli bir akademi kurmaya karar verir. Bir grup ilkokul çağındaki genç yaratıcı dahi, okulda yatılı okumaya başlayacak, dış dünyadan ve vahşi kapitalizmin kokuşmuş değerlerinden mümkün olduğunca uzak ve izole biçimde yetenekli oldukları sanat dalında eğitim alacaklardır, ancak Lipowitz'in planı bundan ibaret değildir.
Acının ilhamı, yaratıcılığı beslediğini, konforun, sevginin, eğlencenin, özetle mutluluğun ise körelttiğini düşünen Lipowitz'in ayrı bir projesi daha vardır: Okulunda eğitim vermeye başladığı ve resim, müzik veya yazı alanlarında sıradışı yeteneklere sahip olduklarını düşündüğü 457 öğrencinin arasından özenle seçilmiş birine tüm çocukluğu, ilkgençliği, gençliği ve hatta yetişkinliği boyunca ona atadığı menajer sayesinde zihinsel acılar ve travmalar yaşatacak, böylece sanatının beslenmesini, gelişmesini sağlayacak ve çağımızın en büyük sanatçısını ortaya çıkaracaktır.
Birinci tekil şahsın ağzından yazılmış kitabın anlatıcısı, Harlan Eiffler. Vincent Spinetti ise, onun menajerliğini (bir nevi korumayıcı melekliğini) yaptığı 6 yaşındaki New Renaissance öğrencisi ve çoktan anladığınız gibi, Lipowitz'in ömrü boyunca acı çekmesine uygun gördüğü kobayı. Farklı adamlardan hamile kalıp duran ama doğurmak istemediği için çocuk karnındayken bolca içki, sigara ve uyuşturucu kullanan, Los Angeles'a gidip aktris olma hayalleri kuran çok güzel, ama çok boş kafalı ve bencil bir annesi var Vincent'ın. Bir de onu sürekli aşağılayan, zorba birkaç kardeşi. Ne arkadaşı var, ne sevgi dolu bir akrabası, Harlan yaşamına girene kadar ona güven veren, yakınlık duyduğu kimsesi olmuyor - köpeğini saymazsak ki tabii ki ileride Harlan onu zehirleyerek öldürecek. Sadece bu kadarla da kalmayacak Vincent'a yapacağı işkenceler elbette. Evini ve tüm eşyalarını yakmaktan sevgilisine para vererek onu terk ettirmeye, üstün manipüle yeteneği sayesinde parasını hayır kurumlarına bağışlatarak parasız kalmasına neden olmaktan doktorlara tedavi edilemeyen bir tür verem hastası olduğu ve öleceğini söyletmeye, aşık olduğu kızla en yakın arkadaşının arasını yaparak Vincent'ı çifte ihanete uğratmaktan saçlarına perma yaptırarak onu iyice çirkinleştirmeye kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor anlatıcımızın yapacakları.
Hayata zaten bir sıfır geriden başlayan, aile ve para konusunda feci şanssız olan Vincent, bir de Harlan'ın sık sık ayarladığı talihsizliklere hedef olunca kendiliğinden içedönük, antisosyal, kendini hiçbir yere ait hissedemeyen birisine dönüşüyor ve gerçekten de bu yaratıcılığını besliyor, nefis şarkılar bestelemeye, şahane film ve dizi senaryoları yazmaya başlıyor. Alkol denizinde boğulup bomboş bir varoluşun içine düştüğü de olmuyor değil, ama bu da New Renaissance'ın umrunda değil. Harlan'ın da umrunda olmaması gerekir, ama umrunda, Vincent'ı bir müşteriden çok bir "oğul" gibi görmeye başlıyor ve bu da onu ve Vincent'ı, Lipowitz öldükten sonra değişen yeni New Renaissance yönetiminin karşısına koyuyor. Hayatlar sonsuza dek değişiyor, acı gerçekler havada uçuşuyor, neler neler oluyor.
Vincent Spinetti'nin Tuhaf Kariyeri (orijinal adı Torture the Artist - Sanatçıya Eziyet Et gibi bir şey oluyor çevrilince) başta vaat ettiklerini ikinci yarıda sunma konusunda başarılı olamasa da okuması keyifli bir roman – en azından ilk yarısı. Yazar sanatın hem karanlık yüzünü, hem de kapitalist tarafını gösterme çalışıyor ve ne olursa olsun sonuçta oburluk kazanır diyor. Hikayenin temposunu düşürmeden gerilimi ve mizahı korumayı becerebilen bir yazar Joey Goebel, ama ne yazık ki kitabın Türkçe baskısındaki yer yer insanı güldürecek kadar birebir çevirinin okuyucunun hızını yavaşlattığı çok oluyor.
Romana dahil olan her yeni karakter en sevdiği grup, dizi ve filmin açık edilmesiyle giriyor hikayeye, bu hoş bir detay olmuş kesinlikle. Vincent'ın senaryolarından biri olan Yeni Oz Büyücüsü de zekice ve okkalı eleştirilerle dolu harika bir taşlama. Ancak yazar kendini çok fazla tekrar ediyor. Popüler kültürü ve günümüz Amerika'sında sanatın geldiği hali eleştirmeye çalışırken (ki kesinlikle parmağını gayet doğru bastığı çok yer var) bir noktadan sonra sürekli farklı kalıplarda aynı şeyi sunan ve mızmızlanan bir romana dönüşüyor Vincent Spinetti'nin Tuhaf Kariyeri. Yukarıda anlattığım konunun, gayet yaratıcı olan temel fikrin vaat ettiklerini kullanamıyor ve bir süre sonra sadece Goebel'in bu yozlaşmış dünyada niçin her şeyin bu kadar boktan olduğuna dair üstten bakan, pek o kadar orijinal olmayan ve aşırı ahlakçı eleştirilerinden ibaret hale dönüşüyor. İlk seferinde katılıyorsunuz -katılmamak elde değil, mutlaka sizin de öyle ya da böyle düşünmüş olduğunuz şeyleri söylüyor, kurumsallaşmış homojenize eğlence ve sanat anlayışının dünyasında Jennifer Lopez'ler ve Justin Timberlake'lerden kusacak hale geldiğiniz çok oldu mutlaka sizin de-, ikinci seferinde de başınızı sallıyorsunuz ama üçte, dörtte ve sonraki seferlerde artık sabrınızın sınırlarının zorlandığını hissedebilirsiniz.
Acının ilhamı, yaratıcılığı beslediğini, konforun, sevginin, eğlencenin, özetle mutluluğun ise körelttiğini düşünen Lipowitz'in ayrı bir projesi daha vardır: Okulunda eğitim vermeye başladığı ve resim, müzik veya yazı alanlarında sıradışı yeteneklere sahip olduklarını düşündüğü 457 öğrencinin arasından özenle seçilmiş birine tüm çocukluğu, ilkgençliği, gençliği ve hatta yetişkinliği boyunca ona atadığı menajer sayesinde zihinsel acılar ve travmalar yaşatacak, böylece sanatının beslenmesini, gelişmesini sağlayacak ve çağımızın en büyük sanatçısını ortaya çıkaracaktır.
Birinci tekil şahsın ağzından yazılmış kitabın anlatıcısı, Harlan Eiffler. Vincent Spinetti ise, onun menajerliğini (bir nevi korumayıcı melekliğini) yaptığı 6 yaşındaki New Renaissance öğrencisi ve çoktan anladığınız gibi, Lipowitz'in ömrü boyunca acı çekmesine uygun gördüğü kobayı. Farklı adamlardan hamile kalıp duran ama doğurmak istemediği için çocuk karnındayken bolca içki, sigara ve uyuşturucu kullanan, Los Angeles'a gidip aktris olma hayalleri kuran çok güzel, ama çok boş kafalı ve bencil bir annesi var Vincent'ın. Bir de onu sürekli aşağılayan, zorba birkaç kardeşi. Ne arkadaşı var, ne sevgi dolu bir akrabası, Harlan yaşamına girene kadar ona güven veren, yakınlık duyduğu kimsesi olmuyor - köpeğini saymazsak ki tabii ki ileride Harlan onu zehirleyerek öldürecek. Sadece bu kadarla da kalmayacak Vincent'a yapacağı işkenceler elbette. Evini ve tüm eşyalarını yakmaktan sevgilisine para vererek onu terk ettirmeye, üstün manipüle yeteneği sayesinde parasını hayır kurumlarına bağışlatarak parasız kalmasına neden olmaktan doktorlara tedavi edilemeyen bir tür verem hastası olduğu ve öleceğini söyletmeye, aşık olduğu kızla en yakın arkadaşının arasını yaparak Vincent'ı çifte ihanete uğratmaktan saçlarına perma yaptırarak onu iyice çirkinleştirmeye kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor anlatıcımızın yapacakları.
Hayata zaten bir sıfır geriden başlayan, aile ve para konusunda feci şanssız olan Vincent, bir de Harlan'ın sık sık ayarladığı talihsizliklere hedef olunca kendiliğinden içedönük, antisosyal, kendini hiçbir yere ait hissedemeyen birisine dönüşüyor ve gerçekten de bu yaratıcılığını besliyor, nefis şarkılar bestelemeye, şahane film ve dizi senaryoları yazmaya başlıyor. Alkol denizinde boğulup bomboş bir varoluşun içine düştüğü de olmuyor değil, ama bu da New Renaissance'ın umrunda değil. Harlan'ın da umrunda olmaması gerekir, ama umrunda, Vincent'ı bir müşteriden çok bir "oğul" gibi görmeye başlıyor ve bu da onu ve Vincent'ı, Lipowitz öldükten sonra değişen yeni New Renaissance yönetiminin karşısına koyuyor. Hayatlar sonsuza dek değişiyor, acı gerçekler havada uçuşuyor, neler neler oluyor.
Vincent Spinetti'nin Tuhaf Kariyeri (orijinal adı Torture the Artist - Sanatçıya Eziyet Et gibi bir şey oluyor çevrilince) başta vaat ettiklerini ikinci yarıda sunma konusunda başarılı olamasa da okuması keyifli bir roman – en azından ilk yarısı. Yazar sanatın hem karanlık yüzünü, hem de kapitalist tarafını gösterme çalışıyor ve ne olursa olsun sonuçta oburluk kazanır diyor. Hikayenin temposunu düşürmeden gerilimi ve mizahı korumayı becerebilen bir yazar Joey Goebel, ama ne yazık ki kitabın Türkçe baskısındaki yer yer insanı güldürecek kadar birebir çevirinin okuyucunun hızını yavaşlattığı çok oluyor.
Romana dahil olan her yeni karakter en sevdiği grup, dizi ve filmin açık edilmesiyle giriyor hikayeye, bu hoş bir detay olmuş kesinlikle. Vincent'ın senaryolarından biri olan Yeni Oz Büyücüsü de zekice ve okkalı eleştirilerle dolu harika bir taşlama. Ancak yazar kendini çok fazla tekrar ediyor. Popüler kültürü ve günümüz Amerika'sında sanatın geldiği hali eleştirmeye çalışırken (ki kesinlikle parmağını gayet doğru bastığı çok yer var) bir noktadan sonra sürekli farklı kalıplarda aynı şeyi sunan ve mızmızlanan bir romana dönüşüyor Vincent Spinetti'nin Tuhaf Kariyeri. Yukarıda anlattığım konunun, gayet yaratıcı olan temel fikrin vaat ettiklerini kullanamıyor ve bir süre sonra sadece Goebel'in bu yozlaşmış dünyada niçin her şeyin bu kadar boktan olduğuna dair üstten bakan, pek o kadar orijinal olmayan ve aşırı ahlakçı eleştirilerinden ibaret hale dönüşüyor. İlk seferinde katılıyorsunuz -katılmamak elde değil, mutlaka sizin de öyle ya da böyle düşünmüş olduğunuz şeyleri söylüyor, kurumsallaşmış homojenize eğlence ve sanat anlayışının dünyasında Jennifer Lopez'ler ve Justin Timberlake'lerden kusacak hale geldiğiniz çok oldu mutlaka sizin de-, ikinci seferinde de başınızı sallıyorsunuz ama üçte, dörtte ve sonraki seferlerde artık sabrınızın sınırlarının zorlandığını hissedebilirsiniz.
7 yorumcuk:
kitabın konusu şahane gözüküyor. son paragrafa kadar 'ne zaman gidip alsam'diye düşünüyordum.yazının sonundan çok da beğenmediğini çıkardım bilmiyorum yanlış mı. kitapla karşılaşırsam alırım artık merak ettim. ellerine sağlık çavlan :)
Kesinlikle çok ilginç bir konusu var, yazarı fikri çok iyi işleyememiş ve kendini tekrar etmiş olsada konunun hatrına alıp okuyacağım sanırım. Orjinalini yanlız, mot-a-mot çevirilere hiç gelemem (: İnceleme için merciler!
çok ilgimi çekti, teşekkürler anlattığın için, hemen alışveriş listeme aldım, merakla..
Cok enterasan bir romana benziyor...
Bu kitabın adını bu ay çok duydum ama konusunun detaylı anlatımına, hakkında yazılmış ayrıntılı birşeye rastlayamamıştım, her yerde jenerik arka kapak yazısı vardı. Yazı çok işime yaradı, bir arkadaşıma alacağım hediyeye karar vermiş oldum ;) Teşekkürler!
yeni karakterlerin romana giriş kısmında sevdiği film ve dizileri belirterek girmesi, klasik roman kahramanlarının tanıtımının dışına çıkılmasını sağlamış. günümüzde artık insanlar daha çok seviyor kişileri izledikleri ve dinlediklerine göre sınıflandırmayı. ve daha kolay buluyor. kitap için sağlıklı,
reel için saglıksız buluyorum.
ben kitabı genel olarak beğendim.
sürükleyici hikayesiyle yazar abimiz bizi meraklardan meraklara koşturtuyor. hatta ben on altı saatlik bir otobüs yolculuğunda yalayıp yutuverdim kitabı.
fakat, kitaptaki bir mantık hatası kitaba başlarken ve kitap biterken kafamı kurcaladı durdu. Yeni Rönesans diye bir akademi kuruyorlar, ama sanatçıyı tamamen toplumdan izole etmek onun, özellikle vincent'ın, gerçeklikten bağlarını kopardığı için sanatçı gereken verimi gösteremez bence. yani ayrıca bir okul açmak yerine, onlara özel dersvari bir şeyler verilseydi sanki, daha gerçekçi bir eksene otururdu hikaye.
kitabın kadınlar ekseninde dönüyor olması ve sonlara doğru her şeyin yalan rüzgarı kıvamında kısık ateşte sunuluyor olması beni bayağı sıktı. tamam ben de bir erkeğim ve kutsal kaseyi yedi saniyede bir olmasa da düşünüyorum, ama bu kadar da değil arkadaş yahu!
anlaşılan yazarımıza kadınlar büyük aşk acıları yaşatmışlar. zaten harlan karakterine bence bi sürü otobiyografik şey katmış yazar abimiz çaktırmadan.
benim yorumumu beğenmediyseniz ve "her şey seks etrafında dönüyor birader" diyorsanız, bir de palahniuk'un tıkanma (choke) kitabını okuyun derim. aman filmi izlemeyin, rezalet.
Yorum Gönder