Şu anda üçüncü sezonu yayınlanmış ve bitmiş olan Damages'ı izlemeyenler hâlâ varsa onlara spoiler vermeden ve lafı uzatmadan nasıl anlatırım diye düşündüm bu yazıya başlarken, ama diziyi sevmiş olmamın bunu gerçekten zorlaştırdığını fark ettim. (Bir ara benzer bir geyik Lost için türemişti, "bilmeyen birine nasıl anlatılır ki" diye konuşuyordu herkes ilk sezonlarda, neyse ki Damages yapısı gereği sezonlar ilerledikçe önceki sezonlarının güzelliğini anlamsızlaştıracak bir dizi değil, bir sonraki sezona sarkan karakterler ve olaylar doğal olarak olsa da, her sezon kendi içinde tek bir hikayeyi işleyip bitiriyor)
Damages, birkaç avukatın etrafında geçen bir dizi. Ama dizinin yüzde beşi bile mahkeme salonunda geçmiyor, hani öyle avukatın uzun, ajite edici kapanış konuşması sırasında jüri ve yargıca dönüp bakışlarını süzerek duygu sömürüsü yaptığı, yargıcın duygulanan izleyiciyi susturmak için "sessizlik!" diye bağırdığı bir senaryo yapısına sahip değil. Sezonun tamamına yayılmış olan tek bir davanın taraflarının mahkeme dışında sürdürdükleri mücadeleyi izliyoruz genelde, silahlar patlamasa da, sahneler bazen sadece konuşmadan ibaret olsa da, insan aksiyon izlermişcesine heyecanlanıyor bu dizide. Bunun yanında Damages'i benim için farklı yapan şeylerden biri de, senaryo adına olup biten olaylar gelişirken karakterlerin de asla iki boyutlu kalmaması; sadece senaryoya uysun diye yazılmış klişe diyaloglara rastlanmıyor dizide. Çoğu kişi için bir diziye başlama sebebi olacak kadar kuvvetli bir neden gibi gözükmese de, başladıktan sonra izlemeyi sürdürmek açısından çok etkili olduğu kesin.
Damages, birkaç avukatın etrafında geçen bir dizi. Ama dizinin yüzde beşi bile mahkeme salonunda geçmiyor, hani öyle avukatın uzun, ajite edici kapanış konuşması sırasında jüri ve yargıca dönüp bakışlarını süzerek duygu sömürüsü yaptığı, yargıcın duygulanan izleyiciyi susturmak için "sessizlik!" diye bağırdığı bir senaryo yapısına sahip değil. Sezonun tamamına yayılmış olan tek bir davanın taraflarının mahkeme dışında sürdürdükleri mücadeleyi izliyoruz genelde, silahlar patlamasa da, sahneler bazen sadece konuşmadan ibaret olsa da, insan aksiyon izlermişcesine heyecanlanıyor bu dizide. Bunun yanında Damages'i benim için farklı yapan şeylerden biri de, senaryo adına olup biten olaylar gelişirken karakterlerin de asla iki boyutlu kalmaması; sadece senaryoya uysun diye yazılmış klişe diyaloglara rastlanmıyor dizide. Çoğu kişi için bir diziye başlama sebebi olacak kadar kuvvetli bir neden gibi gözükmese de, başladıktan sonra izlemeyi sürdürmek açısından çok etkili olduğu kesin.
Tüm bunlar çok ilgi çekici gelmediyse ve bu diziye başlamak için daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsanız, pilot bölümünü izlemenizi tavsiye ederim -benim burada yazarak yapabileceğimden çok daha fazlasını ilk bölüm 40 dakikada beceriyor zaten. Dizinin her sezonu, günümüzden altı ay sonrasından parçalar göstererek başlıyor, ve dizi ilerledikçe geleceğe ait kısa görüntüleri görmeye devam ediyoruz, ama asıl, esas zaman çizgisinde olan olayları görüyoruz. Gösterilen ilk sahnenin yaklaşık altı ay öncesinde olaylar başlıyor ve yavaş yavaş ilerliyor, sezon finalinde bu altı ay tamamlanıyor ve ilk bölümlerde geleceğe dair gördüğümüz sahneleri anlamlandıracak şekilde her şeyi öğrenmiş oluyoruz. Genelde izlerken sürekli tahmin yürütüp dursanız da her şeyi bilmeniz asla mümkün olamıyor tabii ki, işin güzeli sırf etkileyici olsun diye zaman çizgisinde bir ileri bir geri gidip sonradan ortaya attığı gizemleri çözemeyen Lost gibi ağızda kötü bir tat bırakmıyor Damages, her sezonun sonu baştan belli olduğu için her şey yerli yerinde toparlanıyor bir şekilde.
Dizinin bana göre pek başarılı olan dört karakterine değinip öyle bitireceğim yazıyı.
Patty Hewes
Devil Wears Prada'yı izleyip de, Meryl Streep'in canlandırdığı profesyonellik adına etrafındaki insanlara karşı zalimleşebilen güçlü kadın karakter Miranda Priestley'e hayran kalmayan yoktur herhalde. Filmi iyi bir film haline getiren yegane şey o karakterdi bana kalırsa, diğer oyuncular ne kadar iyi olursa olsun, onların canlandırdığı karakterlerin sıradanlıkları fazlasıyla belli oluyordu Priestley'nin yanında (Aynı şeyi Pirates of the Carribean'daki Jack Sparrow için de söylemek mümkün sanırım). Damages'ın iki kahramanından biri de kesinlikle tek başına diziyi çevirebilecek güçte: Patrica (Patty) Hewes, işine aşık, ancak işini yürütme yöntemleri bir hayli sıradışı olan, başarılı bir avukat. Kendi avukatlık firması var ve hatırı sayılır bir ün kazanmış elde ettiği başarılarla. Altında çalışanların hatalarına gösterdiği toleranssızlık ve etrafındaki insanları (gerek çalışanları, gerek hakimleri veya başka kişileri) amacı uğruna manipule etmesi gibi özellikleriyle gözümüze çarpan keskin karakterinden dolayı başta tamamen iyi ya da tamamen kötü çıkmasını beklediğimiz Patty hakkındaki düşüncelerimiz, dizi ilerledikçe (özellikle aile hayatını gördükçe) netleşmek yerine daha çok karışıyor. Dizideki her karakter için bu geçerli sanırım, kimse iyi ve kötü basmakalıp tanımlar içinde sıkışacak kadar yüzeysel değil bu dizide. Bunun yanında Glenn Close'un inanılmaz bir oyunculuk yeteneği var zaten, izlerken ürküyor insan "ne yapacak şimdi?" diye, bu açıdan Patty kötü bir insan olmasa da ürkütücü olabilen bir patron, burası kesin :p
Ellen Parsons
İşin güzel yanı, Patty Hewes kadar kuvvetli bir karakterin yanına, sürekli onun yöntemlerini etik anlamda sorgulamaktan öte bir şey yapmayan, kendini her saniye kahraman zanneden, özelliksiz ve sıradan bir baş karakter koymak gibi bir yol seçmemişler. Damages'ın diğer esas karakteri Ellen Parsons, başta Patty kadar egzantrik gözükmese de, zaafları ve güçlü yönleriyle bizi kendine yakın hissettiren, Patty'e kıyasla daha insancıl gözükmesine rağmen kesinlikle saf veya salak olmadığını dizi ilerledikçe bize gösteren bir karakter. Dizinin en başında, günümüzden altı ay sonrasını gördüğümüz sahnede Ellen'ı kalabalık bir sokakta giysisi kanlar içinde ve şok halinde yürüken polise yakalanırken görüyoruz (Evet yukarda ben anlatmayayım izleyin demiştim ama dayanamadım, spoiler sayılmaz merak etmeyin). Altı ay öncesine döndüğümüzde ise birinci sezonun esas zaman çizgisi, Ellen'ın Patty'nin firmasına iş başvurusunda bulunmasıyla başlıyor. Özetle Patty ve Ellen'ın birbirlerinin hayatına girmelerinden itibaren, lisede tuvalete birlikte giden kız arkadaşlardan daha renkli bir paylaşım yaşayacaklarını anlamak güç olmuyor.
Ellen "genç güzel kumral kadın başrol" tanımına uysa da karakter gelişimi neyse ki o kadar sıradan seyretmiyor, hatta hafif sayko yönleri de ortaya çıkıyor ilerde. Dizi boyunca Ellen'ın Patty'le olan ilişkisi sürekli şekil değiştiriyor, bu ikisinin birbirlerine karşı hissettiklerini merak ede ede fakat sadece yarım yamalak kestirerek izleyip duruyoruz diziyi. İkisi de cin gibi olduğu için, birlikteyken gösterdikleri duyguların hangisi gerçek, hangisi manipulasyon amaçlı, anlamak mümkün olmuyor çoğu zaman.
Tom Shayes
Dizinin üçüncü ana karakteri diyebileceğimiz Tom, Patty'nin sağ kolu. Başlarda Patty'nin sözünden dışarı çıkmayan ve kendi başına hareket edemeyen, yine de kendisine sinirlenemediğimiz, bazen şark kurnazı imajı veren, bazen temiz saf iyi niyetli bir çocuğa dönüşen, öyle yakışıklı ve genç falan da olmayan bir adam Tom. Hani dizide olmasa bir şey kaybeder miydi diyor insan başlarda ama bence Tom'un yüzeydeki gösterişsizliğine aldanmak yanlış bir çıkarım olur (Onun yerine her şeye fiks cevaplar veren klasik yakışıklı ve sıkıcı avukat olsaydı ne olacaktı ki?). Tom kesinlikle güzel bir yan karakter; Patty gibi uçlarda dolaşmıyor belki, özellikle özel hayatında çok daha normal olan, ailesini seven sempatik bir eş görüyoruz ama bazen tüm iyi niyetliliğin ve sıradanlığının arkasında, Tom'un da kendi karakterini tanımlayan farklı korkuları ve motivasyonları var ve bunlar onun da düşünmediği şekillerde hem kendisini hem de etrafındakileri etkiliyor yeri gelince.
Arthur Frobisher
Yani Patty gibisi zaten varken daha uçta bir karakter yaratılabilir mi diye düşünürken yaratmışlar sanırım bu karakteri. Arthur (avukatı Ray Fiske'in hitabıyla "Aaart") ilk sezonun kötü adam kontenjanından giriş yapan, çalışanlarına kendi hisselerinden aldırıp, paralarını yürüttükten sonra şirketi batırmış bir dolar milyarderi, Patty, ona dava açan çalışanlarının avukatlığını yapıyor. Art'ın, Patty'nin sürdürdüğü mücadeleye karşı tepkilerini izledikçe klasik bir villain'dan ne kadar uzak olduğunu görüyoruz esasında. Karşımızda sadece kötülük yapmak için yapmış olan, acımasız ve tek boyutlu bir kötü adam yok; davanın yarattığı etkiden dolayı kendi ününün zedelenmesinden delicesine korkan, yaptığı hareketlerin sonucunu ve etkilerini iyi düşünememiş ve sürekli kendine yalan söyleyerek kendini inanmak istediği şeye inandırmaya çalışan küçük bir çocuğa benziyor Frobisher. Bu yüzden tüm kabalığına, empati yoksunluğuna ve düşüncesizliğine rağmen, saklayamadığı özgüven sıkıntısıyla yaptığı şeyleri gördükçe, insan bazen sempati bazen de acımayla izliyor insan bu karakteri. Esasında milyarlarla oynarken insanların hayatını kaydıran bu adamın çok basit bir hikayesi var. Bu da onu sadece daha gerçekçi ve inanılır kılıyor.
Damages aslında, dizi boyunca işlenen ana karakterlerin içlerinde yatan ve onları yiyip bitiren güvensizliklerin, korkuların ve çelişkilerin farklı boyutlarda yarattığı sonuçlar üzerine kurulu, karakterler kanun açısından -iyi ya da kötü- hangi tarafta olursa olsun. Ne mutlu bize, bu süper dizinin dördüncü ve beşinci sezonları da çekilecekmiş. İlk üç sezonunu izlemediyseniz mutlaka izleyin derim.
Dizinin bana göre pek başarılı olan dört karakterine değinip öyle bitireceğim yazıyı.
Patty Hewes
Devil Wears Prada'yı izleyip de, Meryl Streep'in canlandırdığı profesyonellik adına etrafındaki insanlara karşı zalimleşebilen güçlü kadın karakter Miranda Priestley'e hayran kalmayan yoktur herhalde. Filmi iyi bir film haline getiren yegane şey o karakterdi bana kalırsa, diğer oyuncular ne kadar iyi olursa olsun, onların canlandırdığı karakterlerin sıradanlıkları fazlasıyla belli oluyordu Priestley'nin yanında (Aynı şeyi Pirates of the Carribean'daki Jack Sparrow için de söylemek mümkün sanırım). Damages'ın iki kahramanından biri de kesinlikle tek başına diziyi çevirebilecek güçte: Patrica (Patty) Hewes, işine aşık, ancak işini yürütme yöntemleri bir hayli sıradışı olan, başarılı bir avukat. Kendi avukatlık firması var ve hatırı sayılır bir ün kazanmış elde ettiği başarılarla. Altında çalışanların hatalarına gösterdiği toleranssızlık ve etrafındaki insanları (gerek çalışanları, gerek hakimleri veya başka kişileri) amacı uğruna manipule etmesi gibi özellikleriyle gözümüze çarpan keskin karakterinden dolayı başta tamamen iyi ya da tamamen kötü çıkmasını beklediğimiz Patty hakkındaki düşüncelerimiz, dizi ilerledikçe (özellikle aile hayatını gördükçe) netleşmek yerine daha çok karışıyor. Dizideki her karakter için bu geçerli sanırım, kimse iyi ve kötü basmakalıp tanımlar içinde sıkışacak kadar yüzeysel değil bu dizide. Bunun yanında Glenn Close'un inanılmaz bir oyunculuk yeteneği var zaten, izlerken ürküyor insan "ne yapacak şimdi?" diye, bu açıdan Patty kötü bir insan olmasa da ürkütücü olabilen bir patron, burası kesin :p
Ellen Parsons
İşin güzel yanı, Patty Hewes kadar kuvvetli bir karakterin yanına, sürekli onun yöntemlerini etik anlamda sorgulamaktan öte bir şey yapmayan, kendini her saniye kahraman zanneden, özelliksiz ve sıradan bir baş karakter koymak gibi bir yol seçmemişler. Damages'ın diğer esas karakteri Ellen Parsons, başta Patty kadar egzantrik gözükmese de, zaafları ve güçlü yönleriyle bizi kendine yakın hissettiren, Patty'e kıyasla daha insancıl gözükmesine rağmen kesinlikle saf veya salak olmadığını dizi ilerledikçe bize gösteren bir karakter. Dizinin en başında, günümüzden altı ay sonrasını gördüğümüz sahnede Ellen'ı kalabalık bir sokakta giysisi kanlar içinde ve şok halinde yürüken polise yakalanırken görüyoruz (Evet yukarda ben anlatmayayım izleyin demiştim ama dayanamadım, spoiler sayılmaz merak etmeyin). Altı ay öncesine döndüğümüzde ise birinci sezonun esas zaman çizgisi, Ellen'ın Patty'nin firmasına iş başvurusunda bulunmasıyla başlıyor. Özetle Patty ve Ellen'ın birbirlerinin hayatına girmelerinden itibaren, lisede tuvalete birlikte giden kız arkadaşlardan daha renkli bir paylaşım yaşayacaklarını anlamak güç olmuyor.
Ellen "genç güzel kumral kadın başrol" tanımına uysa da karakter gelişimi neyse ki o kadar sıradan seyretmiyor, hatta hafif sayko yönleri de ortaya çıkıyor ilerde. Dizi boyunca Ellen'ın Patty'le olan ilişkisi sürekli şekil değiştiriyor, bu ikisinin birbirlerine karşı hissettiklerini merak ede ede fakat sadece yarım yamalak kestirerek izleyip duruyoruz diziyi. İkisi de cin gibi olduğu için, birlikteyken gösterdikleri duyguların hangisi gerçek, hangisi manipulasyon amaçlı, anlamak mümkün olmuyor çoğu zaman.
Tom Shayes
Dizinin üçüncü ana karakteri diyebileceğimiz Tom, Patty'nin sağ kolu. Başlarda Patty'nin sözünden dışarı çıkmayan ve kendi başına hareket edemeyen, yine de kendisine sinirlenemediğimiz, bazen şark kurnazı imajı veren, bazen temiz saf iyi niyetli bir çocuğa dönüşen, öyle yakışıklı ve genç falan da olmayan bir adam Tom. Hani dizide olmasa bir şey kaybeder miydi diyor insan başlarda ama bence Tom'un yüzeydeki gösterişsizliğine aldanmak yanlış bir çıkarım olur (Onun yerine her şeye fiks cevaplar veren klasik yakışıklı ve sıkıcı avukat olsaydı ne olacaktı ki?). Tom kesinlikle güzel bir yan karakter; Patty gibi uçlarda dolaşmıyor belki, özellikle özel hayatında çok daha normal olan, ailesini seven sempatik bir eş görüyoruz ama bazen tüm iyi niyetliliğin ve sıradanlığının arkasında, Tom'un da kendi karakterini tanımlayan farklı korkuları ve motivasyonları var ve bunlar onun da düşünmediği şekillerde hem kendisini hem de etrafındakileri etkiliyor yeri gelince.
Arthur Frobisher
Yani Patty gibisi zaten varken daha uçta bir karakter yaratılabilir mi diye düşünürken yaratmışlar sanırım bu karakteri. Arthur (avukatı Ray Fiske'in hitabıyla "Aaart") ilk sezonun kötü adam kontenjanından giriş yapan, çalışanlarına kendi hisselerinden aldırıp, paralarını yürüttükten sonra şirketi batırmış bir dolar milyarderi, Patty, ona dava açan çalışanlarının avukatlığını yapıyor. Art'ın, Patty'nin sürdürdüğü mücadeleye karşı tepkilerini izledikçe klasik bir villain'dan ne kadar uzak olduğunu görüyoruz esasında. Karşımızda sadece kötülük yapmak için yapmış olan, acımasız ve tek boyutlu bir kötü adam yok; davanın yarattığı etkiden dolayı kendi ününün zedelenmesinden delicesine korkan, yaptığı hareketlerin sonucunu ve etkilerini iyi düşünememiş ve sürekli kendine yalan söyleyerek kendini inanmak istediği şeye inandırmaya çalışan küçük bir çocuğa benziyor Frobisher. Bu yüzden tüm kabalığına, empati yoksunluğuna ve düşüncesizliğine rağmen, saklayamadığı özgüven sıkıntısıyla yaptığı şeyleri gördükçe, insan bazen sempati bazen de acımayla izliyor insan bu karakteri. Esasında milyarlarla oynarken insanların hayatını kaydıran bu adamın çok basit bir hikayesi var. Bu da onu sadece daha gerçekçi ve inanılır kılıyor.
Damages aslında, dizi boyunca işlenen ana karakterlerin içlerinde yatan ve onları yiyip bitiren güvensizliklerin, korkuların ve çelişkilerin farklı boyutlarda yarattığı sonuçlar üzerine kurulu, karakterler kanun açısından -iyi ya da kötü- hangi tarafta olursa olsun. Ne mutlu bize, bu süper dizinin dördüncü ve beşinci sezonları da çekilecekmiş. İlk üç sezonunu izlemediyseniz mutlaka izleyin derim.
6 yorumcuk:
ben soranlara "hukuk dizisi, çok büyük davalara bakan bir avukat var, mafya fln, pis işler" diyorum :)
damages ın senaryo, kurgu, çekim ve oyunculuk kalitesine hayranım. 4 oyuncudan bahsetmişsiniz yazınızda. 4 ü de muhteşem oynuyor. özellikle arthur frobisher'ı çok beğeniyorum ben.
3. sezon finali dizi finali gibiydi ve 4. sezonun olmadığı söyleniyordu ama geçenlerde bir haber gördüm. 10ar bölüm sürecek 2 sezon için daha anlaşılmış. ocakta başlıcakmış 4. sezon.
Yazılarını özlemiştik abi :) En sonunda Damages'e el atmanıza sevindim, zira 2. sezondan beri izlediğim bir dizidir. Çok güzeldir, yazı da öyle.
tnt'de bir gece vakti karşılaştığım hakketen iyi bi dizi damages
Meryl Streep'in Doubt'taki rahibe rolünde bile aktristin imzası haline gelmiş tavırları fark etmiştim. Diziyi çok merak ettim gerçekten.
birinci sezonun tamamı bir ömre bedel resmen :)
ancak ben de bu sene damages'ın ipi kesildi diye duymuştum. devam edeceğine sevindim. o kalitede kaç tane şey seyrediyoruz ki sonuçta?
yazılarınızı beğenerek okuyorum yine güzel bir yazı daha kişisel blogumada beklerim.
Yorum Gönder