(Oda, Telekız, Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur, Erken Kaybedenler, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Veciz Sözler, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Sinek Isırıklarının Müellifi)
Oda
(Emma Donoghue, Doğan Kitap, 1. baskı: 2011, 296 sayfa)
Sevgili Judy Abbott sayesinde okumaya karar verdiğim Oda, beş yaşındaki bir çocuğun gözünden yazılmış. Jack küçücük bir odanın içinde ve daha önce hiç o odanın dışına çıkmamış. Annesiyle birlikte ve annesinden başka kimseyi kanlı canlı görmemiş - geceleri gelen Yaşlı Nick adını taktığı adam dışında, ama onunla da hiç karşılaşmamış aslında. O geldiğinde Gardrop'a girmek ve annesinin üzerinde tırmanan adamın çıkardığı yatak gıcırtılarını sayarken orada uyumak, o odayı terk etmeden de dışarı çıkmamak zorunda çünkü.
Kitabın tamamı Oda'da geçmiyor, (bu spoiler'a girmiyor herhalde ki, kitabın arka kapağında olduğu gibi "asıl büyük sorunlar Büyük Firar'dan sonra Dışarısı'nda beklemektedir onları" diye yazıyor) beş bölüm var, ilk bölüm Jack ve Anne'nin Oda'nın içindeki yaşamlarını tanıdığımız, sıradan bir haftalarına şahit olduğumuz, ikinci bölüm Anne'nin Jack'in yeterince büyüdüğünü düşünerek ona her şeyi, kaçırıldığını, dışarıdaki dünyayı, televizyonda gördüklerinin gerçek olduğunu anlatması, üçüncü bölüm Büyük Firar'larını planlamaları ve kaçmalarından oluşuyor, son iki bölüm ise dışarıda geçiyor, Oda'dan çıkış ille de özgürlük demek değil, özellikle de Anne'den başka kimseyi bilmemiş ve onu kendisine ait, hatta kendisiyle tek olarak gören, rüzgârı ve yağmuru hiç hissetmemiş, arabaları ve binaları hiç görmemiş, daha önce hiçbir mikropla karşılaşmadığı için bağışıklık sistemi gelişmemiş, hâlâ meme emen, derinlik algısı bile gelişmemiş beş yaşındaki bir çocuk için.
Okurken sürekli Fowles'ın Koleksiyoncu'suyla Joseph Fritz (kızını evinin altında bir odada yıllarca hapsedip ona tecavüz eden, öz kızından doğan çocuklarını/torunlarını da aynı şekilde aşağıda hapseden son derece gerçek, kanlı canlı insanımsı) geliyor insanın aklına. Akıcı dili ve sürükleyici kurgusu sayesinde insanın elinden bırakamadan hızlıca okuyup bitirdiği, ama okuduktan sonra hemencecik unutamadığı, uzunca bir süre aklından çıkaramadığı bir kitap Oda, Donoghue de her şeyden önce kalemi güçlü bir yazar. Gül Çağalı Güven tarafından yapılan çeviri kesinlikle çok başarılı - kendilerine Oda'da ayrı bir dünya ve dil yaratan Jack ve Anne'nin konuşmaları, beş yaşındaki çocuğun düşünceleri okuyucuya bir an bile tuhaf gelmiyor, yani çok zor bir iş başarmış aslında çevirmen. Oda, bu yıl okuduğum en iyi roman.
Telekız
(Jeannette Angell, Can Yayınları, 1. baskı: 2006, 299 sayfa)
Sevgilisi birikmiş tüm parasını çalıp kayıplara karışınca, acele para bulması gerektiği için gazetedeki bir telekızlık ilanına cevap veren, bundan sonra da üç yıl boyunca gündüzleri üniversitede sosyoloji ve antropoloji dersleri vermeye dayalı kendi hayatını sürerken geceleri fahişelik yapan Jeannette Angell'in gerçek olaylara dayanan hikayesi. Konu çok ilginç olduğu, kitap tamamen kurgu olmadığı, yazarın kendi yaşadıklarına dayandığı için sonuna kadar okunuyor, ancak o kadar kötü bir çevirisi var ki, insanın bazı bölümlerde kendini bir hayli zorlaması gerekiyor. Bir de yazarın sürekli övdüğü zekasının gizlemeye yetmediği narsistliğini ele veren, akademik kimliğini öve öve göklere çıkaran tiradları okuyucuyu bayabiliyor.
Fahişelikle ilgili hep merak edilen pek çok şeyi öğrenmek mümkün Telekız'da, ancak Jen/Tia, fahişelerin çok küçük, belki %1'lik kesimini temsil ediyor ve aslında onların dünyasına ayna falan tutmuş olmuyor. Bu işe bilerek, isteyerek giren, üniversitede ders verirken okutman maaşıyla masraflarının tamamını karşılayamadığı için fahişeliği bir nevi ek-iş olarak yapan, tamamen tesadüf eseri rüya gibi bir ajansa düşen ve başına neredeyse hiç kötü bir şey gelmeden, tamamen kendi isteğiyle bu işi bırakan, son derece şanslı bir "telekız"mış o.
Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur
(Elizabeth Dunkel, Can Yayınları, 1. baskı: 1995, 347 sayfa)
Kedisi Boo ile birlikte New York'ta bir apartman dairesinde yaşayan, kariyerinde çok başarılı olan ancak bir türlü sevgili bulamayan ve kafayı "Bay Doğru"ya ulaşmakla bozmuş 33 yaşındaki Kate Odinokov, bir süredir İtalyan asıllı terapisti Frank Manne'e karşı karşılıksız bir aşk beslemekte ve hüzünlü bir şekilde yalnızlığına kahrolarak etrafta gezinmekteyken, Paris'te yaşayan bir şairle, Boris Zimoy isimli bir Rus göçmeniyle tanışır ve kitabın adından da anlaşılacağı üzre her kadından bekleneceği gibi (!), bu adama aşık olur. Her kadın bir kez de olsa kendisi için alabildiğine yanlış, narsisistik, sığ bir adama kapılır sonuçta. Kate de Rus köklerine dönmeye ve adını Katia olarak değiştirmeye karar verir Boris'e sular seller gibi aşık olunca. Taraflardan birinin New York, diğerinin Paris'te yaşadığı, birinin diğerinden çok daha fazla ciddiye aldığı bir ilişki o kadar da sorunsuz gitmez tabii. Sonra terapist Frank ile onun hiç evden çıkmayan, hep aynı pantolonu giyen kızarkadaşı Jo Anne'in de yolu Paris'e, Boris'in de katılacağı bir okuma gecesine düşer ve olaylar/ilişkiler iyice karışır.
Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur bir edebiyat harikası değil, ama okuduğum en eğlenceli büyük-şehirde-yalnız-kadın romanlarından biri, üstelik Paris veya New York gezi rehberi tadında ayrıca okunabilir, o da olmazsa Boris-Katya-Frank-Jo Anne aşk dörtgeni ve hepsinin eksantrik karakterleri yeter romanı okutmaya. Kitapta 80'lerin ortasındaki Manhattan ve Paris'e, Katia'nın evine, giysilerine ve yiyeceklere dair uzuuun (ve buna rağmen bir şekilde sıkmayan) betimlemeler bulmak da mümkün.
Erken Kaybedenler
(Emrah Serbes, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2009, 143 sayfa)
Behzat Ç. polisiyeleriyle tanınan Emrah Serbes'in onlar kadar bilinmeyen öykü kitabı Erken Kaybedenler, içindeki her öykünün ortak noktası, bir oğlan çocuğunun ya da yeniyetmenin bakış açısından yazılmış olması. Yalın üslupları olan, zihni yormayan öyküler, üstelik Erken Kaybedenler bir hikaye kitabı olmasına, yani bir romanın sürükleyiciliğine sahip olması imkansız olmasına rağmen o kadar su gibi ve keyifle akıp gidiyor ki, bir solukta bitiriliyor. Çok eğlenceliler bir de, hemen her öyküde kendinizi kaptırıp sesli sesli gülmeniz muhtemel.
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2000, 112 sayfa)
Barış Bıçakçı'yı okumaya yeni başladım, ilk kitabı yayımlanalı 10 yılı geçmiş olduğu halde daha önce adını bile duymamıştım. Okurken beğendiğim satırların altını çizme huyum hiç yoktur ama, Bıçakçı bende sürekli "şu cümle de ne kadar altı çizilesiymiş, şu da, bu da" hissiyatı uyandırdı, kısacık romanları bir nevi şiir etkisi bırakıyor insanda. Şimdiye dek okuduğum her kitabı sessiz, iddiasız, olaysız, abartıdan uzak, naif, incelikli, bol Ankara'lı, bol hayalli ve yere çakılmalı, bolca da hüzünlü tatlarla ve insan olma halleriyle dolu. Demem o ki, benim gibi Bıçakçı'nın adını bugüne dek duymayanlara şiddetle öneriyorum bu yazarı. İnsanda "kendime hakim olsam da kalan kitaplarını hemen okumasam, önümüzdeki aylara yaysam da hemencecik bitmese" duyguları uyandıran çok fazla yerli yazar yok sonuçta. (Burada tanıttığım kitaplara ek olarak 3 kitabı daha var; Baharda Yine Geliriz, Aramızdaki En Kısa Mesafe ve Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra.)
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'ye gelecek olursak, bu kısa-roman çok farklı bir teknikle yazılmış: bir tek değil onlarca kahramanı var, bu kahramanların bir kısmı Bıçakçı'nın sonraki romanlarının baş karakterleri olarak tekrar ortaya çıkıp kendi öykülerini anlatacak ve derinleşecekler, ama Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'de her biri sadece birkaç sayfa kalıyor bizimle. Bir sabah Kızılay'da başlıyor ve sokakta birbirine teğet geçen çeşit çeşit insanın kafasına, düşüncelerine girip, hayatlarına kısacık, birkaçar sayfacık bakışlar atıyor.
Veciz Sözler
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2002, 111 sayfa)
Sabahları yayınlanan bir radyo programının ismi, Veciz Sözler. Her programda bir anahtar kelime belirleniyor, dinleyiciler de telefon ederek bu kelimeyi 'cümle içinde kullanıyor'. Her arayışında adını, soyadını ve nereden aradığını söyleyen ("Günaydın, ben Sulhi Saygılı, Ankara'dan arıyorum") Sulhi, kitabın anlatıcısının ilgisini çeken veciz sözler oluşturuyor her gün. Kelimenin hava olduğu bir gün "Asıl ihtiyacımız olan hava, iki insanın avuçlarının arasına sıkışan havadır" diyor mesela. Evlilik için "Evlilik bir kasap tezgahının önünde başlar" ve aile için, "Aile televizyon karşısında gerçekleştirilen toplu bir intihardır". Anlatıcı, sırf Sulhi Saygılı için dinlemeye başlar oluyor programı ve gitgide, serbest muhasebeci olduğundan ve tüm serbest muhasebeciler gibi mutsuz olduğundan emin olduğu Sulhi Saygılı'ya bir hayat oluşturmaya başlar kafasında.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2004, 167 sayfa)
Sanırım Bıçakçı'nın en çok bilinen romanı bu, ben de Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in filmini izledikten sonra yazarın adını duydum ve okumaya başladım zaten (bu arada film kitapla karşılaştırıldığında çok zayıf, ille de izleyecekseniz bile önce kitabı okuyun sonra filme geçin derim). Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'nin sayısız kahramanından ikisi, Ender ve Çetin, bu kitabın baş karakterleri. Orta yaşlarını süren, biri göbekli, diğeri kel çok sıkı iki dost, yurtdışında yaşayan bir başka dostlarının anne babası ölünce, kızkardeşi üniversiteyi bitirebilsin diye kızı iki yıllığına evlerinde misafir etmeyi kabul ediyorlar ve nasıl derler, olaylar gelişiyor :) Anlatım Ender'in ağzından, Ender'in Çetin'e yazdığı bir mektup biçiminde.
Sinek Isırıklarının Müellifi
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2011, 166 sayfa)
Yine Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'de bize düşüncelerini açan iki karakter, Cemil'le Nazlı, Sinek Isırıkları'nın kahramanları, roman da Cemil'in bakış açısından yazılmış. Yıllarca inşaat mühendisliği yapan, 35'ine gelmeden sıkılıp doktor karısıyla paylaştığı toplu konutlardaki evlerine kapanarak yaşamaya başlayan bir adam olan Cemil'in, yaşadıklarını yazdığı kitap dosyasını bir yayınevine götürmesiyle başlıyor roman. Yayınevinden bir yanıt beklerken komşularıyla sızdıran su meseleleri üzerine görüşmeler yapıyor, geçmişine, Nazlı'yla ve en yakın iki arkadaşıyla tanıştığı zamanlara gidiyor, çocuksuz çiftlerin aşkını ve kederli palyaçoları çok gerçekçi, çok incelikli bir şekilde anlatıyor ve insanın canını sinek ısırığı gibi hafif hafif yakıyor. Böyleyken böyle.
Oda
(Emma Donoghue, Doğan Kitap, 1. baskı: 2011, 296 sayfa)
Sevgili Judy Abbott sayesinde okumaya karar verdiğim Oda, beş yaşındaki bir çocuğun gözünden yazılmış. Jack küçücük bir odanın içinde ve daha önce hiç o odanın dışına çıkmamış. Annesiyle birlikte ve annesinden başka kimseyi kanlı canlı görmemiş - geceleri gelen Yaşlı Nick adını taktığı adam dışında, ama onunla da hiç karşılaşmamış aslında. O geldiğinde Gardrop'a girmek ve annesinin üzerinde tırmanan adamın çıkardığı yatak gıcırtılarını sayarken orada uyumak, o odayı terk etmeden de dışarı çıkmamak zorunda çünkü.
Kitabın tamamı Oda'da geçmiyor, (bu spoiler'a girmiyor herhalde ki, kitabın arka kapağında olduğu gibi "asıl büyük sorunlar Büyük Firar'dan sonra Dışarısı'nda beklemektedir onları" diye yazıyor) beş bölüm var, ilk bölüm Jack ve Anne'nin Oda'nın içindeki yaşamlarını tanıdığımız, sıradan bir haftalarına şahit olduğumuz, ikinci bölüm Anne'nin Jack'in yeterince büyüdüğünü düşünerek ona her şeyi, kaçırıldığını, dışarıdaki dünyayı, televizyonda gördüklerinin gerçek olduğunu anlatması, üçüncü bölüm Büyük Firar'larını planlamaları ve kaçmalarından oluşuyor, son iki bölüm ise dışarıda geçiyor, Oda'dan çıkış ille de özgürlük demek değil, özellikle de Anne'den başka kimseyi bilmemiş ve onu kendisine ait, hatta kendisiyle tek olarak gören, rüzgârı ve yağmuru hiç hissetmemiş, arabaları ve binaları hiç görmemiş, daha önce hiçbir mikropla karşılaşmadığı için bağışıklık sistemi gelişmemiş, hâlâ meme emen, derinlik algısı bile gelişmemiş beş yaşındaki bir çocuk için.
Okurken sürekli Fowles'ın Koleksiyoncu'suyla Joseph Fritz (kızını evinin altında bir odada yıllarca hapsedip ona tecavüz eden, öz kızından doğan çocuklarını/torunlarını da aynı şekilde aşağıda hapseden son derece gerçek, kanlı canlı insanımsı) geliyor insanın aklına. Akıcı dili ve sürükleyici kurgusu sayesinde insanın elinden bırakamadan hızlıca okuyup bitirdiği, ama okuduktan sonra hemencecik unutamadığı, uzunca bir süre aklından çıkaramadığı bir kitap Oda, Donoghue de her şeyden önce kalemi güçlü bir yazar. Gül Çağalı Güven tarafından yapılan çeviri kesinlikle çok başarılı - kendilerine Oda'da ayrı bir dünya ve dil yaratan Jack ve Anne'nin konuşmaları, beş yaşındaki çocuğun düşünceleri okuyucuya bir an bile tuhaf gelmiyor, yani çok zor bir iş başarmış aslında çevirmen. Oda, bu yıl okuduğum en iyi roman.
Telekız
(Jeannette Angell, Can Yayınları, 1. baskı: 2006, 299 sayfa)
Sevgilisi birikmiş tüm parasını çalıp kayıplara karışınca, acele para bulması gerektiği için gazetedeki bir telekızlık ilanına cevap veren, bundan sonra da üç yıl boyunca gündüzleri üniversitede sosyoloji ve antropoloji dersleri vermeye dayalı kendi hayatını sürerken geceleri fahişelik yapan Jeannette Angell'in gerçek olaylara dayanan hikayesi. Konu çok ilginç olduğu, kitap tamamen kurgu olmadığı, yazarın kendi yaşadıklarına dayandığı için sonuna kadar okunuyor, ancak o kadar kötü bir çevirisi var ki, insanın bazı bölümlerde kendini bir hayli zorlaması gerekiyor. Bir de yazarın sürekli övdüğü zekasının gizlemeye yetmediği narsistliğini ele veren, akademik kimliğini öve öve göklere çıkaran tiradları okuyucuyu bayabiliyor.
Fahişelikle ilgili hep merak edilen pek çok şeyi öğrenmek mümkün Telekız'da, ancak Jen/Tia, fahişelerin çok küçük, belki %1'lik kesimini temsil ediyor ve aslında onların dünyasına ayna falan tutmuş olmuyor. Bu işe bilerek, isteyerek giren, üniversitede ders verirken okutman maaşıyla masraflarının tamamını karşılayamadığı için fahişeliği bir nevi ek-iş olarak yapan, tamamen tesadüf eseri rüya gibi bir ajansa düşen ve başına neredeyse hiç kötü bir şey gelmeden, tamamen kendi isteğiyle bu işi bırakan, son derece şanslı bir "telekız"mış o.
Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur
(Elizabeth Dunkel, Can Yayınları, 1. baskı: 1995, 347 sayfa)
Kedisi Boo ile birlikte New York'ta bir apartman dairesinde yaşayan, kariyerinde çok başarılı olan ancak bir türlü sevgili bulamayan ve kafayı "Bay Doğru"ya ulaşmakla bozmuş 33 yaşındaki Kate Odinokov, bir süredir İtalyan asıllı terapisti Frank Manne'e karşı karşılıksız bir aşk beslemekte ve hüzünlü bir şekilde yalnızlığına kahrolarak etrafta gezinmekteyken, Paris'te yaşayan bir şairle, Boris Zimoy isimli bir Rus göçmeniyle tanışır ve kitabın adından da anlaşılacağı üzre her kadından bekleneceği gibi (!), bu adama aşık olur. Her kadın bir kez de olsa kendisi için alabildiğine yanlış, narsisistik, sığ bir adama kapılır sonuçta. Kate de Rus köklerine dönmeye ve adını Katia olarak değiştirmeye karar verir Boris'e sular seller gibi aşık olunca. Taraflardan birinin New York, diğerinin Paris'te yaşadığı, birinin diğerinden çok daha fazla ciddiye aldığı bir ilişki o kadar da sorunsuz gitmez tabii. Sonra terapist Frank ile onun hiç evden çıkmayan, hep aynı pantolonu giyen kızarkadaşı Jo Anne'in de yolu Paris'e, Boris'in de katılacağı bir okuma gecesine düşer ve olaylar/ilişkiler iyice karışır.
Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur bir edebiyat harikası değil, ama okuduğum en eğlenceli büyük-şehirde-yalnız-kadın romanlarından biri, üstelik Paris veya New York gezi rehberi tadında ayrıca okunabilir, o da olmazsa Boris-Katya-Frank-Jo Anne aşk dörtgeni ve hepsinin eksantrik karakterleri yeter romanı okutmaya. Kitapta 80'lerin ortasındaki Manhattan ve Paris'e, Katia'nın evine, giysilerine ve yiyeceklere dair uzuuun (ve buna rağmen bir şekilde sıkmayan) betimlemeler bulmak da mümkün.
Erken Kaybedenler
(Emrah Serbes, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2009, 143 sayfa)
Behzat Ç. polisiyeleriyle tanınan Emrah Serbes'in onlar kadar bilinmeyen öykü kitabı Erken Kaybedenler, içindeki her öykünün ortak noktası, bir oğlan çocuğunun ya da yeniyetmenin bakış açısından yazılmış olması. Yalın üslupları olan, zihni yormayan öyküler, üstelik Erken Kaybedenler bir hikaye kitabı olmasına, yani bir romanın sürükleyiciliğine sahip olması imkansız olmasına rağmen o kadar su gibi ve keyifle akıp gidiyor ki, bir solukta bitiriliyor. Çok eğlenceliler bir de, hemen her öyküde kendinizi kaptırıp sesli sesli gülmeniz muhtemel.
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2000, 112 sayfa)
Barış Bıçakçı'yı okumaya yeni başladım, ilk kitabı yayımlanalı 10 yılı geçmiş olduğu halde daha önce adını bile duymamıştım. Okurken beğendiğim satırların altını çizme huyum hiç yoktur ama, Bıçakçı bende sürekli "şu cümle de ne kadar altı çizilesiymiş, şu da, bu da" hissiyatı uyandırdı, kısacık romanları bir nevi şiir etkisi bırakıyor insanda. Şimdiye dek okuduğum her kitabı sessiz, iddiasız, olaysız, abartıdan uzak, naif, incelikli, bol Ankara'lı, bol hayalli ve yere çakılmalı, bolca da hüzünlü tatlarla ve insan olma halleriyle dolu. Demem o ki, benim gibi Bıçakçı'nın adını bugüne dek duymayanlara şiddetle öneriyorum bu yazarı. İnsanda "kendime hakim olsam da kalan kitaplarını hemen okumasam, önümüzdeki aylara yaysam da hemencecik bitmese" duyguları uyandıran çok fazla yerli yazar yok sonuçta. (Burada tanıttığım kitaplara ek olarak 3 kitabı daha var; Baharda Yine Geliriz, Aramızdaki En Kısa Mesafe ve Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra.)
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'ye gelecek olursak, bu kısa-roman çok farklı bir teknikle yazılmış: bir tek değil onlarca kahramanı var, bu kahramanların bir kısmı Bıçakçı'nın sonraki romanlarının baş karakterleri olarak tekrar ortaya çıkıp kendi öykülerini anlatacak ve derinleşecekler, ama Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'de her biri sadece birkaç sayfa kalıyor bizimle. Bir sabah Kızılay'da başlıyor ve sokakta birbirine teğet geçen çeşit çeşit insanın kafasına, düşüncelerine girip, hayatlarına kısacık, birkaçar sayfacık bakışlar atıyor.
Veciz Sözler
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2002, 111 sayfa)
Sabahları yayınlanan bir radyo programının ismi, Veciz Sözler. Her programda bir anahtar kelime belirleniyor, dinleyiciler de telefon ederek bu kelimeyi 'cümle içinde kullanıyor'. Her arayışında adını, soyadını ve nereden aradığını söyleyen ("Günaydın, ben Sulhi Saygılı, Ankara'dan arıyorum") Sulhi, kitabın anlatıcısının ilgisini çeken veciz sözler oluşturuyor her gün. Kelimenin hava olduğu bir gün "Asıl ihtiyacımız olan hava, iki insanın avuçlarının arasına sıkışan havadır" diyor mesela. Evlilik için "Evlilik bir kasap tezgahının önünde başlar" ve aile için, "Aile televizyon karşısında gerçekleştirilen toplu bir intihardır". Anlatıcı, sırf Sulhi Saygılı için dinlemeye başlar oluyor programı ve gitgide, serbest muhasebeci olduğundan ve tüm serbest muhasebeciler gibi mutsuz olduğundan emin olduğu Sulhi Saygılı'ya bir hayat oluşturmaya başlar kafasında.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2004, 167 sayfa)
Sanırım Bıçakçı'nın en çok bilinen romanı bu, ben de Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in filmini izledikten sonra yazarın adını duydum ve okumaya başladım zaten (bu arada film kitapla karşılaştırıldığında çok zayıf, ille de izleyecekseniz bile önce kitabı okuyun sonra filme geçin derim). Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'nin sayısız kahramanından ikisi, Ender ve Çetin, bu kitabın baş karakterleri. Orta yaşlarını süren, biri göbekli, diğeri kel çok sıkı iki dost, yurtdışında yaşayan bir başka dostlarının anne babası ölünce, kızkardeşi üniversiteyi bitirebilsin diye kızı iki yıllığına evlerinde misafir etmeyi kabul ediyorlar ve nasıl derler, olaylar gelişiyor :) Anlatım Ender'in ağzından, Ender'in Çetin'e yazdığı bir mektup biçiminde.
Sinek Isırıklarının Müellifi
(Barış Bıçakçı, İletişim Yayınevi, 1. baskı: 2011, 166 sayfa)
Yine Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'de bize düşüncelerini açan iki karakter, Cemil'le Nazlı, Sinek Isırıkları'nın kahramanları, roman da Cemil'in bakış açısından yazılmış. Yıllarca inşaat mühendisliği yapan, 35'ine gelmeden sıkılıp doktor karısıyla paylaştığı toplu konutlardaki evlerine kapanarak yaşamaya başlayan bir adam olan Cemil'in, yaşadıklarını yazdığı kitap dosyasını bir yayınevine götürmesiyle başlıyor roman. Yayınevinden bir yanıt beklerken komşularıyla sızdıran su meseleleri üzerine görüşmeler yapıyor, geçmişine, Nazlı'yla ve en yakın iki arkadaşıyla tanıştığı zamanlara gidiyor, çocuksuz çiftlerin aşkını ve kederli palyaçoları çok gerçekçi, çok incelikli bir şekilde anlatıyor ve insanın canını sinek ısırığı gibi hafif hafif yakıyor. Böyleyken böyle.
13 yorumcuk:
barış bıçakçı'nın son kitabı kaldı okumadığım, ve yazını okuyunca hepsini baştan okuma isteği oluştu bende. güzel özetlemişsin bıçakçı'yı. :) şöyle sorayım, sinek ısırıkları'yla çaresizliğimiz'i karşılaştırsan, hangisi daha çok hoşuna gitti?
bilmem ki, ikisi de güzeldi, karşılaştırma yapamıyorum çünkü bbç'yi okurken neler olacağını az çok biliyordum, önceden filmini izleme talihsizliğine uğradığım için.
'oda' çok ilginç gözüküyor. güzel paylaşımın için eline sağlık.
Barış Bıçakçı'dan ben de haberdar değildim, hem de adaşım :) Çok ilgimi çekti, en çok da Veciz Sözler'in konusu. Hemen alacağım, eğer hoşuma giderse de sizin yaptığınız gibi tüm kitaplarını toplamayı düşünüyorum.
Sabırsıklıkla beklediğim 2011 değerlendirmeleri geliyor, yaşasın =)
Oda'yı okurken koleksiyoncu'nun hikayesinin farklı bir sonla biten versiyonuymuş gibi hissettim ben de
Benim çok hoşuma giden türde bir yazı ile, bir kitap yazısı ile dönmüşsünüz tatilden. Hoşgeldiniz. Oda hakikaten de çok sarsıcı, çok iyi yazılmış bir kitaptı, yorumlarınıza sonuna kadar katılıyorum. Barış Bıçakçı çok az bilinen, ama onu bilen bir avuç okurun da neredeyse taparcasına sevdiği bir yazar. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in sinemaya uyarlanmasıyla ismi duyulur oldu, yine de İletişim Yayınları ile anlaşmalı diğer Türk erkek yazarlara, örneğin bir Murat Menteş'e bakınca, neredeyse hiç tanınmıyor. Oysa çoğunluk tarafından tanınmayı ve kabul görmeyi sonuna kadar hak ediyor. Yayınevi diğer romancıları için yaptığı reklamın küçük bir kısmını kendisi için de yapsa keşke... Fakat belki de bu onun tercihidir, ortalarda görünmeyen gizemli yazar olmak. Okumadığım birkaç kitabı kaldı, bunlardan biri de son kitabı. Okuduklarım arasında beni en çok etkilemiş olan Bizim Büyük Çaresizliğimiz diyebilirim.
Yazınızda geçen diğer kitapları ise okuduğumu söyleyemem. Behzat Ç'nin dizisi ilgimi çekmiyor, yazarının kitapları da hiç çekmedi. Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur isimli romanı yıllar öncesinden teyzemin elinden düşürmediği, kahramanı kendisiyle özdeşleştirdiği bir kitap olarak hatırlıyorum. Telekız ise konusu itibariyle, daha doğrusu gerçek olaylardan alınmış olması itibariyle merakımı çokça çekti. Bulmaya çalışacağım.
barış bıçakçı okurken, ben de tam olarak aynısını yapıyorum. bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum. ve bazı kitaplarını hemen okumayım da önümüzdeki aylarda okurum diye saklıyorum.
Barış Bıçakçı'ya karşı sevgimiz malum; ama bu sevginin nedenini anlatmaya çalışınca zorlanıyor insan. Çünkü Bıçakçı'nın kitapları "sonunu çok iyi bağlamış", "kurgu çok güzel" gibi yorumlara da beni ziyadesiyle sıkan "sıkıcı" lafına da uymuyor. Gün Doğmadan ve Gün Batmadan filmlerini izlerken yaşadığım hissiyata benzer bir şey var Bıçakçı'nın kitaplarında. İnsanlar "Bu adam ne anlatıyor?" dediğinde verebildiğim tek cevap "ayrıntılar" oluyor. Ayrıntıları böylesine güzel anlatan bir yazarın son kitabına Sinek Isırıklarının Müellifi adını vermesi de manidar.
Sen "Bu adam ne anlatıyor?" sorusuna benimkinden çok daha güzel bir cevap vermişsin. Eline sağlık.
Oleeey bizimkiler dönmüş :) Bu kadar özletmeyin bir daha rica ve tessüf :P Erken kaybedenler'i bi arkadaşım tam sana göre diye elime vermişti ben de el mahkum başlamıştım eh başlama o başlama, o gün o kitabı bitirmeden uykuya dalamadım, o kadar akıcı, komik, kederli de ama daha çok komik ve tam bi "page-turner". Üstelik senin gibi ben de meraklı deilim hiç hikaye türüne, ama bu burdakiler hikaye değil soluksuz izlenecek gişe rekortmeni film mübarek :) Diğer kitaplara yorumlarını bir kafamı topliym yeni kitap alma okuma moduna geçiym ilk fırsatta okuyacağım kuzum <3 <3
yine super bir ortaya karisik yazisi olmus, gerci her kitaptan ayrı bir posta bile cikarmis ama... oda, her kadin bir rus, erken kaybedenler, bunlari defterime yazdim, simdi sanal fuar da var, uygun fiyatlara bulabilmeyi umuyorum.
yeni ne okusam ne okusam diye deli danalar gibi dolaştığım şu günlerde.bana çok yardımcı olacak bir dosya hazırlamışsınız aklınıza ellerinize sağlık teşekkürler ediyorum :)
Bu sene bir sürü güzel kitabı sayende keşfettim Çavlan'cım. Oda'dan çok etkilendim, kitabı okuduktan sonra uzun süre unutamadım. Erken Kaybedenler'i de senin önerin üzerine aldım, sırada bekliyor yanımda :) Hep takip ediyorum okuduklarını, seçimlerine bayılıyorum:)
Barış Bıçakçı'yı Bizim Büyük Çaresizliğimiz sayesinde tanıyıp sevdim. Emrah Serbes'i ve Oda isimli kitaba da aşinaydım.
Ancak daha önce okuduğum kısa tanıtım yazısından Telekız'ı ciddiye almaya gerek görmemiştim. Şimdi o da dikkatimi çekti. Can Yayınları'na güvenirim ama bu kitap tanıtım özeti itibariyle Melissa P tarzı olabilir diye düşünmüştüm.
Yorum Gönder