Haftasonu bir nevi maraton yapıp beş film birden seyrettim (yıl bitti gitti ama henüz izlemediğim sürüyle 2010 yapımı film var), işte bu da o filmlerden kısa kısa bahsettiğim toplu bir yazı oldu:
The Social Network
Yönetmen: David Fincher
Yazar: Aaron Sorkin (senaryo), Ben Mezrich (kitap)
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Andrew Garfield, Justin Timberlake
Tür: Biyografi|Dram
Yapım yılı: 2010
Süre: 120 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 95/100
IMDb Puanı: 8.2/10
Benim puanım: 6/10
Umut'un puanı: 5/10
Facebook'un kurucusu, dünyanın en genç dolar milyarderi Mark Zuckerberg ile ilgili bir film -ama zaten herkes biliyordur konuyu. Hatta bu filmi Ocak ayına kadar izlememiş son kişiler bizdik sanırım dünya üzerinde. Bu kadar isteksiz olmamdan ve geç seyretmemden belliymiş The Social Network'ü beğenmeyeceğim aslında, sosyal ağlar -özellikle Facebook- ve nasıl kuruldukları, genç "dahi" milyarderler ve işlerini nasıl oluşturdukları, nasıl zengin oldukları falan o kadar ilgisiz olduğum konular ki. İlgi meselesi bu biraz sanırım, hiçbir şeyiyle de hitap etmedi bana bu film sonuç olarak. Olağanüstü yorumlar aldığı ve biraz da Fincher filmi olduğu için pes ederek izledim sonunda, ama sıkılarak.
Bunun ne kadar biyografik bir film olduğuna ise hiç girmeyeyim, artık bir noktada dünyanın en piç, en orospu çocuğu, en iğrenç herifi olarak gösterilen Mark Zuckerberg ve onun mülayim, naif, yüce gönüllü, iyi kalpli arkadaşı şu an adını hatırlayamadığım bıdıdan (ki bu filmin senaryosunun dayandırıldığı kitabı yazan arkadaş diye tahmin ediyorum) kusasım geldi ciddi ciddi.
Bir de şu var: bu kadar basit bir senaryoya sahip bir filmi Fincher değil de vasat bir yönetmen çekseydi, hayli hayli kötü bir film çıkardı herhalde. Şimdi ise kendisinden (Fincher'dan) beklenebilecek iki sistem eleştirisini bile barındırmasa da hiç olmazsa izlenebilir, yüzeysel ama akıcılığıyla vasatın üstü bir film çıkmış ortaya -bu elbette sadece benim fikrim, yoksa hem eleştirmenlerin hem seyircilerin bayıldığı, ödül üstüne ödül toplamış bir film The Social Network.
Winter's Bone
Yönetmen: Debra Granik
Yazar: Debra Granik & Anne Rosellini (senaryo), Daniel Woodrell (roman)
Oyuncular: Jennifer Lawrence, John Hawkes, Garret Dillahunt
Tür: Dram|Gizem|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Süre: 100 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 90/100
IMDb Puanı: 7.5/10
Benim puanım: 8/10
Fiziken orda olsa da artık kafaca olmayan bir anneye ve kanun kaçağı, artık hiçbir yerde olmayan bir babaya sahip 17 yaşındaki Ree, yaşadığı ıssız dağ kasabasında iki küçük kardeşine bakmaktan, inanılmaz bir fakirlik içinde yaşarken onların karnını doyurmaktan sorumludur. Filmin başlarında, babası mahkeme gününde görünmezse oturdukları evi kaybedecekleri haberini alır ve babasını aramaya çıkar, işte bir nevi bu arayışın hikayesi Winter's Bone. Ağdalı, yapış yapış duygusallıklara hiç girmeyen, klişelerden uzak kalan ve inanılmaz derecede gerçek, size bir film izlediğinizi unutturacak kadar gerçek bir anlatımı var filmin. Müzikler, oyunculuklar, filmin genel havası, bunların hepsi ama en çok da tekinsiz, soğuk doğallığı müthiş.
Winter's Bone herkese göre bir film değil, onu sıkıcı bulan, hiç mi hiç akıcı olmadığını düşünen çok izleyici olacaktır -özellikle genelde mainstream filmleri tercih edenler. O yüzden bu filmi herkese tavsiye edemiyorum. Ama benim son zamanlarda izlediğim en vurucu, en çarpıcı filmlerdendi ve yılın en iyi filmlerinden olduğunu düşünüyorum.
The Kids Are All Right
Yönetmen: Lisa Cholodenko
Yazar: Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg
Oyuncular: Annette Bening, Julianne Moore, Mark Ruffalo, Mia Wasikowska
Tür: Komedi|Dram
Yapım yılı: 2010
Süre: 106 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 86/100
IMDb Puanı: 7.4/10
Benim puanım: 6.3/10
Yıllar önce sperm bankasından aldıkları spermle iki çocuk sahibi olan lezbiyen bir çiftimiz var, 18 yaşında bir kızları, 15 yaşında bir oğulları var ve de kullanılan spermin sahibi, resme 18 yıl sonra giren biyolojik baba var. İşte bu karakterlerin yaşamlarının karışması, birbirine geçmiş öyküleri ve ilişkileri, falan filan. Başta çok hoş geliyor bu konu kulağa bence, bir Woody Allen filmini andırıyor. Eğlenceli de bir film sonuçta. Benim gibi bir Wasikowska (In Treatment, Alice in Wonderland) hayranı için ideal bir film gibi duruyor üstelik. Ama pek iyi bir film olduğu söylenemez; çok daha iyi bir yerlere gidebilecekken ortalarına doğru sapıtıyor, olay benim için lezbiyenlerden birinin biyolojik babadan hoşlanmaya başlamasıyla kopuyor zaten. Oyunculukların çok iyi olduğunu söylemiş miydim? Cholodenko senaryo yazmayı bırakıp tamamen kasting işine girmeli belki de, ama Julianne Moore gibi bir yetenek bile, "Bazen en çok sevdiklerinizi incitirsiniz" repliğini bana satamıyor. Canınız sıkılıyorsa ve çerez niyetine hafif bir film arıyorsanız, izlenebilir.
Despicable Me
Yönetmen: Pierre Coffin, Chris Renaud
Yazar: Ken Daurio, Cinco Paul (senaryo), Sergio Pablos (hikaye)
Seslendirenler: Steve Carell, Jason Segel, Russell Brand
Tür: Animasyon|Komedi|Aile
Yapım yılı: 2010
Süre: 95 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 72/100
IMDb Puanı: 7.6/10
Benim puanım: 7.5/10
Umut'un puanı: 7.3/10
Çok şirin bir animasyon Despicable Me. Dünyanın en saygı görülen, en büyük kabul edilen, en korkulan evil'ı olmaya çalışan Gru (ki Steve Carell çok komik bir aksanla bu karaktere ses ve hayat vermekte), bir gün Mısır'daki piramitlerin çalındığını ve bu yeni hırsızın dünyanın gözünde en büyük evil kabul edildiğini duyduğunda çok bozulur ama yıkılmaz ve bir plan yapar hemencecik: O da önce küçültme-ışınını, sonra da onun sayesinde Ay'ı (hani şu gökyüzündeki) çalacak, böylece en baba evil o olacaktır. Yalnız küçük bir engel vardır yolunda: Üç yetim ve öksüz kız çocuğu. Yoksa bu kızlar sayesinde sevgiyi filan keşfedip, kötü adamlığı bırakıp kahraman mı olacaktır Gru?
Bu filmde beni tatlılıklarıyla kendimden geçiren yaratıklar, Gru'nun minion'ları oldu. Sanırım ekranda oldukları her saniye tuhaf sevme sesleri çıkardım. Nefis şeyler. Sırf onlar için bile izlenir bu animasyon.
Toy Story 3
Yönetmen: Lee Unkrich
Yazar: John Lasseter, Andrew Stanton & Lee Unkrich (hikaye), Michael Arndt (senaryo)
Seslendirenler: Tom Hanks, Tim Allen, Joan Cusack, Michael Keaton
Tür: Animasyon|Komedi|Macera
Yapım yılı: 2010
Süre: 103 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 92/100
IMDb Puanı: 8.7/10
Benim puanım: 9/10
Umut'un puanı: 10/10
Toy Story 3'ü izlemek için bu kadar beklememin nedeni, diğer Toy Story'leri izlememiş olmamdı -aslında bir tanesini yarım yamalak hatırlıyorum ama çok bulanık, çocuktum herhalde. Oysa bu filmden zevk alabilmek için öncekileri izlemiş olmak gerek diye bir şey yokmuş -yine de biter bitmez ilk iki Toy Story'i izlemek istiyor insan deli gibi. Çünkü insana inanılmaz mutluluk veren, mükemmel, mükemmel bir animasyon Toy Story 3.
Konu kısaca şöyle: Artık büyüyüp üniversiteye gitmek için evden ayrılacak çağa gelmiş olan Andy, oyuncaklarını çatıya kaldırılacak kutulardan birine koyar, ama kutu (daha doğrusu çöp torbası) yanlışlıkla bir anaokuluna gider. Woody diğer oyuncakları aslında terk edilmediklerine, eve dönmeleri gerektiğine, burasının hiç mi hiç eğlenceli olmayacağına ikna etmeye çalışır, ama kendilerini Andy tarafından reddedilmiş hisseden ve anaokulundan büyülenen oyuncaklar, kabul etmez bunu. Woody tek başına, Andy'nin yanına dönmek için yollara dökülür, ama kendini küçük bir kızın odasında bulur. Diğer oyuncaklarımız ise anaokulunda kalır: başta bir cennet gibi gelir orası onlara, ama işler göründüğü gibi midir acaba?
Toy Story 3, dünyada yaşlanmadan, sıkıcılaşmadan, düzleşmeden, merak ve serüven duygularını yitirmeden büyümeyi bilen insanlar olduğunu kanıtlayan bir animasyon -bu insanların tümü de Pixar için çalışıyor gibi görünüyor. Ben de istiyorum Pixar'da çalışmak. Eee... Neyse. Şahane bir film sonuç olarak.
The Social Network
Yönetmen: David Fincher
Yazar: Aaron Sorkin (senaryo), Ben Mezrich (kitap)
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Andrew Garfield, Justin Timberlake
Tür: Biyografi|Dram
Yapım yılı: 2010
Süre: 120 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 95/100
IMDb Puanı: 8.2/10
Benim puanım: 6/10
Umut'un puanı: 5/10
Facebook'un kurucusu, dünyanın en genç dolar milyarderi Mark Zuckerberg ile ilgili bir film -ama zaten herkes biliyordur konuyu. Hatta bu filmi Ocak ayına kadar izlememiş son kişiler bizdik sanırım dünya üzerinde. Bu kadar isteksiz olmamdan ve geç seyretmemden belliymiş The Social Network'ü beğenmeyeceğim aslında, sosyal ağlar -özellikle Facebook- ve nasıl kuruldukları, genç "dahi" milyarderler ve işlerini nasıl oluşturdukları, nasıl zengin oldukları falan o kadar ilgisiz olduğum konular ki. İlgi meselesi bu biraz sanırım, hiçbir şeyiyle de hitap etmedi bana bu film sonuç olarak. Olağanüstü yorumlar aldığı ve biraz da Fincher filmi olduğu için pes ederek izledim sonunda, ama sıkılarak.
Bunun ne kadar biyografik bir film olduğuna ise hiç girmeyeyim, artık bir noktada dünyanın en piç, en orospu çocuğu, en iğrenç herifi olarak gösterilen Mark Zuckerberg ve onun mülayim, naif, yüce gönüllü, iyi kalpli arkadaşı şu an adını hatırlayamadığım bıdıdan (ki bu filmin senaryosunun dayandırıldığı kitabı yazan arkadaş diye tahmin ediyorum) kusasım geldi ciddi ciddi.
Bir de şu var: bu kadar basit bir senaryoya sahip bir filmi Fincher değil de vasat bir yönetmen çekseydi, hayli hayli kötü bir film çıkardı herhalde. Şimdi ise kendisinden (Fincher'dan) beklenebilecek iki sistem eleştirisini bile barındırmasa da hiç olmazsa izlenebilir, yüzeysel ama akıcılığıyla vasatın üstü bir film çıkmış ortaya -bu elbette sadece benim fikrim, yoksa hem eleştirmenlerin hem seyircilerin bayıldığı, ödül üstüne ödül toplamış bir film The Social Network.
__________ O __________
Winter's Bone
Yönetmen: Debra Granik
Yazar: Debra Granik & Anne Rosellini (senaryo), Daniel Woodrell (roman)
Oyuncular: Jennifer Lawrence, John Hawkes, Garret Dillahunt
Tür: Dram|Gizem|Gerilim
Yapım yılı: 2010
Süre: 100 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 90/100
IMDb Puanı: 7.5/10
Benim puanım: 8/10
Fiziken orda olsa da artık kafaca olmayan bir anneye ve kanun kaçağı, artık hiçbir yerde olmayan bir babaya sahip 17 yaşındaki Ree, yaşadığı ıssız dağ kasabasında iki küçük kardeşine bakmaktan, inanılmaz bir fakirlik içinde yaşarken onların karnını doyurmaktan sorumludur. Filmin başlarında, babası mahkeme gününde görünmezse oturdukları evi kaybedecekleri haberini alır ve babasını aramaya çıkar, işte bir nevi bu arayışın hikayesi Winter's Bone. Ağdalı, yapış yapış duygusallıklara hiç girmeyen, klişelerden uzak kalan ve inanılmaz derecede gerçek, size bir film izlediğinizi unutturacak kadar gerçek bir anlatımı var filmin. Müzikler, oyunculuklar, filmin genel havası, bunların hepsi ama en çok da tekinsiz, soğuk doğallığı müthiş.
Winter's Bone herkese göre bir film değil, onu sıkıcı bulan, hiç mi hiç akıcı olmadığını düşünen çok izleyici olacaktır -özellikle genelde mainstream filmleri tercih edenler. O yüzden bu filmi herkese tavsiye edemiyorum. Ama benim son zamanlarda izlediğim en vurucu, en çarpıcı filmlerdendi ve yılın en iyi filmlerinden olduğunu düşünüyorum.
__________ O __________
The Kids Are All Right
Yönetmen: Lisa Cholodenko
Yazar: Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg
Oyuncular: Annette Bening, Julianne Moore, Mark Ruffalo, Mia Wasikowska
Tür: Komedi|Dram
Yapım yılı: 2010
Süre: 106 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 86/100
IMDb Puanı: 7.4/10
Benim puanım: 6.3/10
Yıllar önce sperm bankasından aldıkları spermle iki çocuk sahibi olan lezbiyen bir çiftimiz var, 18 yaşında bir kızları, 15 yaşında bir oğulları var ve de kullanılan spermin sahibi, resme 18 yıl sonra giren biyolojik baba var. İşte bu karakterlerin yaşamlarının karışması, birbirine geçmiş öyküleri ve ilişkileri, falan filan. Başta çok hoş geliyor bu konu kulağa bence, bir Woody Allen filmini andırıyor. Eğlenceli de bir film sonuçta. Benim gibi bir Wasikowska (In Treatment, Alice in Wonderland) hayranı için ideal bir film gibi duruyor üstelik. Ama pek iyi bir film olduğu söylenemez; çok daha iyi bir yerlere gidebilecekken ortalarına doğru sapıtıyor, olay benim için lezbiyenlerden birinin biyolojik babadan hoşlanmaya başlamasıyla kopuyor zaten. Oyunculukların çok iyi olduğunu söylemiş miydim? Cholodenko senaryo yazmayı bırakıp tamamen kasting işine girmeli belki de, ama Julianne Moore gibi bir yetenek bile, "Bazen en çok sevdiklerinizi incitirsiniz" repliğini bana satamıyor. Canınız sıkılıyorsa ve çerez niyetine hafif bir film arıyorsanız, izlenebilir.
__________ O __________
Despicable Me
Yönetmen: Pierre Coffin, Chris Renaud
Yazar: Ken Daurio, Cinco Paul (senaryo), Sergio Pablos (hikaye)
Seslendirenler: Steve Carell, Jason Segel, Russell Brand
Tür: Animasyon|Komedi|Aile
Yapım yılı: 2010
Süre: 95 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 72/100
IMDb Puanı: 7.6/10
Benim puanım: 7.5/10
Umut'un puanı: 7.3/10
Çok şirin bir animasyon Despicable Me. Dünyanın en saygı görülen, en büyük kabul edilen, en korkulan evil'ı olmaya çalışan Gru (ki Steve Carell çok komik bir aksanla bu karaktere ses ve hayat vermekte), bir gün Mısır'daki piramitlerin çalındığını ve bu yeni hırsızın dünyanın gözünde en büyük evil kabul edildiğini duyduğunda çok bozulur ama yıkılmaz ve bir plan yapar hemencecik: O da önce küçültme-ışınını, sonra da onun sayesinde Ay'ı (hani şu gökyüzündeki) çalacak, böylece en baba evil o olacaktır. Yalnız küçük bir engel vardır yolunda: Üç yetim ve öksüz kız çocuğu. Yoksa bu kızlar sayesinde sevgiyi filan keşfedip, kötü adamlığı bırakıp kahraman mı olacaktır Gru?
Bu filmde beni tatlılıklarıyla kendimden geçiren yaratıklar, Gru'nun minion'ları oldu. Sanırım ekranda oldukları her saniye tuhaf sevme sesleri çıkardım. Nefis şeyler. Sırf onlar için bile izlenir bu animasyon.
__________ O __________
Toy Story 3
Yönetmen: Lee Unkrich
Yazar: John Lasseter, Andrew Stanton & Lee Unkrich (hikaye), Michael Arndt (senaryo)
Seslendirenler: Tom Hanks, Tim Allen, Joan Cusack, Michael Keaton
Tür: Animasyon|Komedi|Macera
Yapım yılı: 2010
Süre: 103 dk.
Ülke: ABD
Metacritic Puanı: 92/100
IMDb Puanı: 8.7/10
Benim puanım: 9/10
Umut'un puanı: 10/10
Toy Story 3'ü izlemek için bu kadar beklememin nedeni, diğer Toy Story'leri izlememiş olmamdı -aslında bir tanesini yarım yamalak hatırlıyorum ama çok bulanık, çocuktum herhalde. Oysa bu filmden zevk alabilmek için öncekileri izlemiş olmak gerek diye bir şey yokmuş -yine de biter bitmez ilk iki Toy Story'i izlemek istiyor insan deli gibi. Çünkü insana inanılmaz mutluluk veren, mükemmel, mükemmel bir animasyon Toy Story 3.
Konu kısaca şöyle: Artık büyüyüp üniversiteye gitmek için evden ayrılacak çağa gelmiş olan Andy, oyuncaklarını çatıya kaldırılacak kutulardan birine koyar, ama kutu (daha doğrusu çöp torbası) yanlışlıkla bir anaokuluna gider. Woody diğer oyuncakları aslında terk edilmediklerine, eve dönmeleri gerektiğine, burasının hiç mi hiç eğlenceli olmayacağına ikna etmeye çalışır, ama kendilerini Andy tarafından reddedilmiş hisseden ve anaokulundan büyülenen oyuncaklar, kabul etmez bunu. Woody tek başına, Andy'nin yanına dönmek için yollara dökülür, ama kendini küçük bir kızın odasında bulur. Diğer oyuncaklarımız ise anaokulunda kalır: başta bir cennet gibi gelir orası onlara, ama işler göründüğü gibi midir acaba?
Toy Story 3, dünyada yaşlanmadan, sıkıcılaşmadan, düzleşmeden, merak ve serüven duygularını yitirmeden büyümeyi bilen insanlar olduğunu kanıtlayan bir animasyon -bu insanların tümü de Pixar için çalışıyor gibi görünüyor. Ben de istiyorum Pixar'da çalışmak. Eee... Neyse. Şahane bir film sonuç olarak.
10 yorumcuk:
Teşekkürler
Winter's Bone en kısa zaman da izleyeceğim!...
Toy Story 3 on numara bir animasyon ;)
Winters Bone'u ben de dün izledim, görüşlerinize aynen katılıyorum, içim ürperdi bir ara, tiplerden ruhum daraldı ama gerçekten iyi filmdi.
Sevgiler...
Winter's Bone benden uzak dursun. :)
Ooo çok hoş olmuş bu yazı :) Bende Social Network'ü biraz fazla şişirilmiş buluyorum ama Toy story 3 hakkaten muhteşemdi. Winter's Bone ve Despicaple Me'yi ise not aldım bi kenara :))
The Kids Are Allright dışında hepsini izledim, sıralamam şöyle: 1)Toy Story 2)Social Network 3) Winters Bone 4) Despicable Me. Sevdim 'Kısa Kısa' formatını :)
Despicable Me 'yi izleyeceğim hemen:)
sanırım artık dizi izlemeye fazla alıştığımızdan ben birçok filmin başına oturacak gücü kendimde bulamıyorum. Çoğu zaman fragmanlarını görüp heyecanlandığım, tamamdır bu filmi görmek lazım dediğim filmlere TR'ye geldikten sonra üşenip gitmiyorum. Social Network de bunlardan biriydi. Çok övdüler, zaten çok övülünce daha bir soğuyorum (uyuzum sanırım) bu haftasonuna kadar daha hala izlememiştim. Ev arkadaşım netten indirdi, izleyim dedim sadece ilk 15 dakikasına dayanabildim. Gerçekte öyle bir adam mı bilmiyorum ama Mark'tan resmen tiksindim sinir bastı kapattım filmi :S Senenin benim için şaşırtıcı filmi ise daha önce sadece posterini bir kere görüp arkadaşlarımla zorla götürüldüğüm hiç istemeyerek girdiğim ama film boyunca özellikle "minyon"lar yüzünden çok güldüğüm süper eğlenceli bir filmdi! Çoğu insan bu iki film konusunda benimle ters fikirlerde, o yüzden aynı fikri paylaştığım birini bulmama sevindm :)
Son gunlerde hasta olup evin konforuna alisan Gozde oturup gunde 3 film birden izler mi izler :) once biraz eskileri izledim, 12 Angry Men, My Fair Lady gibi insani 50lerde yasama gibi imkansiz obsesyonlara surukleyen. Sonra azcik action izleyim diyip Hulk olsun efendim Batman Begins olsun, X-Men olsun bunlari hatmettim. Robert Downey Jr.'a hastalik derecesinde tutkun oldugum icin Iron Man I, II ve Sherlock Holmes geldi arkasindan...
Simdiyse kim ne derse desin izlemekten cok zevk aldigim Golden Globe ve Academy odullerinin zamani yaklasiyor yavas yavas. Bir yandan eski kazananlari izlerken diger yandan bu senekilere bir goz atayim dedim. Baktim Cavlanin son yazisi da bununla ortusuyor, cenemi tutamadim :)
Sondan baslarsak Toy Story III'u sinemada izlemis ve cok begenmistim ve ben de ilk ikisini izlemeden gitmistim. Sonra once II'yi sonra I'i izleyerek tamamladim bu seriyi. Golden Globe adaylarindan The Social Network hic ilgimi cekmiyor ve The Kids Are Allright konusunda dusunuyordum ama yazini okuyunca cok da acele etmemek gerektigine karar verdim.
Despicable Me'nin fragmanini gormustum onu izleyecegim hemen. The King's Speech de Globe adaylarindan hem de Geoffrey Rush var icinde, o da listemde duruyor :))
Social Network'ün neden bu kadar beğenildiğini ve olumlu eleştiriler aldığını anlayamayanlardan biri de benim. Gerçekten film olması için kasılmış bir proje. David Fincher'ın dokunuşuyla anca bu kalitede bir film ortaya çıkmış.
Film çıkmadan önce filmin sinopsisine göz gezdirdiğimde "Ee, ne kadar iyi olabilir ki?" diye düşünmüştüm. David Fincher'ın bile filmi yönetecek olması da kafamdaki 'şema'yı değiştirmedi. Ve sinema salonundan ayrılırken filme dair en küçük bir hayalkırıklığım yoktu. Her şey beklediğim gibiydi. Ama yine de Hollywood kazanmıştı. Bir kez daha şatafatlı söylemleriyle beni ikna etmiş ve sinema salonuna sokmayı başarmıştı.
Benim için asıl mesele David Fincher'ın neden böyle bir işe kalkıştığı. Her ne kadar kendinden kaynaklanmasa da Social Network kendisinin kariyerindeki en kötü iş bence. Kendisi yıllar geçtikçe mainstream'e oynuyor ve kendi özgün havasından bir şeyler kaybediyor, çarkın birbirinin tıpatıpı dişlerinden biri oluyormuş gibi geliyor bana. Son olarak kendisinin bitmek bilmez Hollywood uyarlamaları kervanına (Girl With the Dragon Tattoo) katılması da nezdimdeki mevzubahis intibayı güçlendirdi.
fincher cekmese direkt ustune sifon cekilecek film. ayip ettin fincheer!
Yorum Gönder