15 Temmuz 1988'de, üniversitenin son gününde tanışıp tek gecelik bir ilişki yaşayan Dexter ve Emma'nın tek bir günlerine yoğunlaşarak başlayan roman, aynı karakterleri sonraki yirmi yıl boyunca (2007'ye dek) her yılın 15 temmuzunda ziyaret ediyor. Kitapta her yılın belirli bir günü anlatılıyor. Yıldan yıla atlamanın biraz riskli bir anlatım tekniği olduğunu, kahramanlarının hayatındaki pek çok şeyi kaçıracağını düşünüyor insan, ama diğer günlerde neler olduğuna dair bir fikrimizin olması, en azından büyük değişiklikleri bilebilmemiz için, Nicholls ustaca minik ipuçları serpiştirmiş her köşeye. Akıllıca bir fikir bu; her yılın tek bir gününe odaklanıldığı için kazanılanlar, kaybedilenler, mutluluklar, üzüntüler, sevinçler ve acılar, kısaca hayat ileri sararak geçiyor, geçip giden zamanın zekice kullanımı Bir Gün'e page-turner denilen niteliği katıyor -yani sürükleyici, elinizden bırakamayacağınız bir kitap. En fazla birkaç gün içinde bitireceğinizin garanti olduğu kitaplardan biri oluyor bu özgün anlatım tekniği sayesinde Bir Gün.
Dexter, kendi yaşamı da dahil olmak üzere el attığı her şeyi ve herkesi insanı hayrete düşürecek bir istikrarla mahveden, acayip ukala, sinir bozucu bir zengin piç. David Nicholls alışıldık olmayanı yaparak en başta Dexter'ı okuyucunun "ah canım, kötü çocuk ama çekici, hem derinde iyi aslında, sempatik serserim" nidalarıyla sevmesini sağlayacak kadar klişe ve yüzeysel bir karakter olarak çizmek yerine (çünkü ne de olsa iki ana karakterden biri), karakterin kendine duyduğu aşk ile nefretin zehirli bir şekilde içiçe geçtiğini göstererek çok daha gerçekçi bir tipleme yaratıyor. Dexter'ın yanında başta melek gibi görünen Emma da pek o kadar da sevilesi/özenilesi bir hatun değil aslında; somurtkan, inatçı, bunalımlı ve kendi kendini imha alanında şaşırtıcı bir yeteneğe sahip, kendi mutluluğunun önündeki tek engel. Anlayacak kadar zeki, üzülecek kadar duyarlı ama değiştirebilecek kadar cesur olmadığı dünya karşısında tökezleyip duruyor. Gerçek hayatlarımızda tanıdığımız insanlara, hatta kendimize çok yakın karakterler bunlar, bu nedenle çok gerçekçi, çok gıcıklar. Yine de kitabın sonlarına doğru bu iki karaktere ne kadar çok değer vermeye başladığımı fark etmek beni şaşalattı, sanırım Nicholls'ın asıl başarısı burada yatıyor. Fevkalade karakterizasyonunda.
İngiltere'deki bir üniversitede, mezun olmadan önceki son günlerinde tanışıyor kahramanlarımız, ilerleyen yıllarda birer günlerine tanık olduğumuz yaşamlarının o günlerini genelde ayrı, bazen de beraber geçiriyorlar. Aralarında inkar edilemez bir çekim olduğu kesin, ama farklı yönlere itiyor hayat onları: Dexter önce bir dünyayı dolaşıp bolca baba parası yiyecek, sonra da ünlü bir televizyoncu olma yolunda gidecek, Emma ise uzun süre gerçekleştirmeye cesaret edemediği yazarlık hayallerini içine gömüp, amatör oyunculuktan garsonluğa çeşitli işlerde çalışıp, gerçek tutkusunun ne olduğunu keşfetmeye çalışacak.
Başlarda When Harry Met Sally benzerliği beni rahatsız etti, ama kısa sürede özgün (ve eğlenceli) bir kitaba dönüştü Bir Gün. 'Sadece arkadaş' olan (ama aslında olmayan) kadın ve erkeğin son derece gerçekçi, çok ama çok tanıdık bir portresi çizilmiş. Kadın-erkek arkadaşlığının doğası, üniversite sonrası kariyer ve sevgili durumlarının masaya yatırıldığı bazı yerler (ve özellikle Nicholls'ın kaleminin gücünü gösterdiği ikili diyalgolar) okuyucuyu yüksek sesle güldürecek kadar komik olsa da, hikayenin ağırlaştığı, hatta kasvetli bir hale büründüğü de oluyor; hayatın hüzünlü, iç karartıcı hallerine bolca rastlanıyor. Roman ayrıca İngiltere'nin 80'leri, 90'ları ve yeni binyılın başlarına dair kültürel referanslarla dolu. Hikayenin her bölümüne serpiştirilmiş dönemin popüler kültür ve politik durumuna dair ayrıntıların hiçbiri rastgele değil, kahramanlarının hem karakterlerini, hem de yaşayışlarını belirliyor.
Üniversite bittikten sonra hiçbir şeyin planlandığı gibi olmayacağının çok nefis (ama iç acıtan) bir gösterisi bu kitap, özellikle benim gibi okulu bitireli birkaç yıl olmuş ve "gerçek hayat"ın ne sıkıcı bir yer olduğunu yeni yeni algılayan, 20'lerinin ikinci yarısındaki insanlar için birebir (hem bir kılavuz, hem de ağza sıçan bir rehber niteliğinde). 'Karakter' demeye dilimin varmadığı, gerçekçilikte sınır tanımayan iki kişinin yirmi yıl boyunca sürekli bir tökezleme, suyun üstüne çıkma ve yine dibi boylama hikayesi.
Kapak tasarımı ve "yirmi yıl, iki insan, bir gün" tagline'ı bunun bir aşk romanı olduğu yanılgısına kapılmanıza neden olmasın. Elbette aşk var bu kitapta, ama kesinlikle tozpembe bir aşk romanı ya da bir chick-lit değil Bir Gün, çok daha fazlası. İçinde alkol, uyuşturucu, şöhret, bolca ihanet, bolca da ölüm var, ancak asla bir pembe dizi havası vermiyor okuyucuya, çünkü her şey gerçek hayat gibi işte. Ve bunlara rağmen her şeyi dozunda bırakarak asla sömürü yapmamış, hiçbir şeyi dramatize etmemiş Nicholls ki beni en çok etkileyen de bu oldu; gerçekçiliğin kusursuz ayarlanmış, tam tutturulmuş dozu. Yürek ısıtan, neşeli bir öykü olduğu yanılgısına kapılmadığınız sürece, Bir Gün'ün sizi hayal kırıklığına uğratacağını hiç sanmıyorum.
Not: Kitabı bitirdikten sonra öğrendiğime göre sinemaya uyarlanıyormuş, başrollerde de Anne Hathaway ve Jim Sturgess olacakmış. Anne Hathaway nasıl bir Emma olur bilemem ama, kitabı okurken kafamda oluşan Dexter Jim Sturgess'ın aynısıydı. Jim Sturgess'i tanımadığımı, daha önce herhangi bir filmini izlemediğimi düşünecek olursak, garip bir durum (sıradan bir tip de ondan mı acaba?). Nasıl bir film olacak hiçbir fikrim yok, sevdiğim romanların film uyarlamalarının hemen hemen tümünde hayalkırıklığına uğradığım için, beklentilerim neredeyse tamamen düşmüş vaziyette. Zamanı geldiğinde bu filmi de izleyeceğim büyük olasılıkla, ama kitaptan farklarını ve ne kadar bozduğunu görüp sinirlenmemek adına bağımsız bir yapım olarak görmeye çalışacağım. Sonuçta güzelim hikayeyi bir romantik komediye dahi dönüştürebilirler.
Dexter, kendi yaşamı da dahil olmak üzere el attığı her şeyi ve herkesi insanı hayrete düşürecek bir istikrarla mahveden, acayip ukala, sinir bozucu bir zengin piç. David Nicholls alışıldık olmayanı yaparak en başta Dexter'ı okuyucunun "ah canım, kötü çocuk ama çekici, hem derinde iyi aslında, sempatik serserim" nidalarıyla sevmesini sağlayacak kadar klişe ve yüzeysel bir karakter olarak çizmek yerine (çünkü ne de olsa iki ana karakterden biri), karakterin kendine duyduğu aşk ile nefretin zehirli bir şekilde içiçe geçtiğini göstererek çok daha gerçekçi bir tipleme yaratıyor. Dexter'ın yanında başta melek gibi görünen Emma da pek o kadar da sevilesi/özenilesi bir hatun değil aslında; somurtkan, inatçı, bunalımlı ve kendi kendini imha alanında şaşırtıcı bir yeteneğe sahip, kendi mutluluğunun önündeki tek engel. Anlayacak kadar zeki, üzülecek kadar duyarlı ama değiştirebilecek kadar cesur olmadığı dünya karşısında tökezleyip duruyor. Gerçek hayatlarımızda tanıdığımız insanlara, hatta kendimize çok yakın karakterler bunlar, bu nedenle çok gerçekçi, çok gıcıklar. Yine de kitabın sonlarına doğru bu iki karaktere ne kadar çok değer vermeye başladığımı fark etmek beni şaşalattı, sanırım Nicholls'ın asıl başarısı burada yatıyor. Fevkalade karakterizasyonunda.
İngiltere'deki bir üniversitede, mezun olmadan önceki son günlerinde tanışıyor kahramanlarımız, ilerleyen yıllarda birer günlerine tanık olduğumuz yaşamlarının o günlerini genelde ayrı, bazen de beraber geçiriyorlar. Aralarında inkar edilemez bir çekim olduğu kesin, ama farklı yönlere itiyor hayat onları: Dexter önce bir dünyayı dolaşıp bolca baba parası yiyecek, sonra da ünlü bir televizyoncu olma yolunda gidecek, Emma ise uzun süre gerçekleştirmeye cesaret edemediği yazarlık hayallerini içine gömüp, amatör oyunculuktan garsonluğa çeşitli işlerde çalışıp, gerçek tutkusunun ne olduğunu keşfetmeye çalışacak.
Başlarda When Harry Met Sally benzerliği beni rahatsız etti, ama kısa sürede özgün (ve eğlenceli) bir kitaba dönüştü Bir Gün. 'Sadece arkadaş' olan (ama aslında olmayan) kadın ve erkeğin son derece gerçekçi, çok ama çok tanıdık bir portresi çizilmiş. Kadın-erkek arkadaşlığının doğası, üniversite sonrası kariyer ve sevgili durumlarının masaya yatırıldığı bazı yerler (ve özellikle Nicholls'ın kaleminin gücünü gösterdiği ikili diyalgolar) okuyucuyu yüksek sesle güldürecek kadar komik olsa da, hikayenin ağırlaştığı, hatta kasvetli bir hale büründüğü de oluyor; hayatın hüzünlü, iç karartıcı hallerine bolca rastlanıyor. Roman ayrıca İngiltere'nin 80'leri, 90'ları ve yeni binyılın başlarına dair kültürel referanslarla dolu. Hikayenin her bölümüne serpiştirilmiş dönemin popüler kültür ve politik durumuna dair ayrıntıların hiçbiri rastgele değil, kahramanlarının hem karakterlerini, hem de yaşayışlarını belirliyor.
Üniversite bittikten sonra hiçbir şeyin planlandığı gibi olmayacağının çok nefis (ama iç acıtan) bir gösterisi bu kitap, özellikle benim gibi okulu bitireli birkaç yıl olmuş ve "gerçek hayat"ın ne sıkıcı bir yer olduğunu yeni yeni algılayan, 20'lerinin ikinci yarısındaki insanlar için birebir (hem bir kılavuz, hem de ağza sıçan bir rehber niteliğinde). 'Karakter' demeye dilimin varmadığı, gerçekçilikte sınır tanımayan iki kişinin yirmi yıl boyunca sürekli bir tökezleme, suyun üstüne çıkma ve yine dibi boylama hikayesi.
Kapak tasarımı ve "yirmi yıl, iki insan, bir gün" tagline'ı bunun bir aşk romanı olduğu yanılgısına kapılmanıza neden olmasın. Elbette aşk var bu kitapta, ama kesinlikle tozpembe bir aşk romanı ya da bir chick-lit değil Bir Gün, çok daha fazlası. İçinde alkol, uyuşturucu, şöhret, bolca ihanet, bolca da ölüm var, ancak asla bir pembe dizi havası vermiyor okuyucuya, çünkü her şey gerçek hayat gibi işte. Ve bunlara rağmen her şeyi dozunda bırakarak asla sömürü yapmamış, hiçbir şeyi dramatize etmemiş Nicholls ki beni en çok etkileyen de bu oldu; gerçekçiliğin kusursuz ayarlanmış, tam tutturulmuş dozu. Yürek ısıtan, neşeli bir öykü olduğu yanılgısına kapılmadığınız sürece, Bir Gün'ün sizi hayal kırıklığına uğratacağını hiç sanmıyorum.
Not: Kitabı bitirdikten sonra öğrendiğime göre sinemaya uyarlanıyormuş, başrollerde de Anne Hathaway ve Jim Sturgess olacakmış. Anne Hathaway nasıl bir Emma olur bilemem ama, kitabı okurken kafamda oluşan Dexter Jim Sturgess'ın aynısıydı. Jim Sturgess'i tanımadığımı, daha önce herhangi bir filmini izlemediğimi düşünecek olursak, garip bir durum (sıradan bir tip de ondan mı acaba?). Nasıl bir film olacak hiçbir fikrim yok, sevdiğim romanların film uyarlamalarının hemen hemen tümünde hayalkırıklığına uğradığım için, beklentilerim neredeyse tamamen düşmüş vaziyette. Zamanı geldiğinde bu filmi de izleyeceğim büyük olasılıkla, ama kitaptan farklarını ve ne kadar bozduğunu görüp sinirlenmemek adına bağımsız bir yapım olarak görmeye çalışacağım. Sonuçta güzelim hikayeyi bir romantik komediye dahi dönüştürebilirler.
6 yorumcuk:
Jim Sturgess Across the Universe ve Other Boleyn Girl'de izlemiştim ve One Day'da oynadığını okuyunca işte biçilmiş kaftan dedim bende. Ama Anne nasıl olur hakikaten bilemiyorum, keşke kızıl birini bulsalardı.
Bu kitabı okuyanlar direk bana gelip, senin hayatını anlatmış oku bence dediler. Başlarken tırsa tırsa başladım o yüzden. Birde Dexter tarzı biri de hayatımda olunca bana çok fena etki yaptı =)
Anlatım teknikleri acısından zengin bir hafta oluyor, bu serinin devamını bayimden ısrarla istiyorum:)
Kesinlikle okunmali, tesekkurler bu guzel elestiri icin.
Bende kitabı almayı hakikaten çok istiyordum ama dış baskılar nedeniyle askıya almıştım. Tekrar gündeme getirmek için sabırsızlanıyorum. :)
fuara çok az kala listeler şiştikçe şişiyor, ne yapacağız , nasıl okuyacağız hepsini :)
sadece bana mı öyle geldi bilmiyorum ama Türkçe tercümesinden keyif alamadım..
Yorum Gönder