Bir lisede kimya öğretmenliği yapan, karısına ve ergenlik çağındaki oğluna bakan, kendi halinde, mülayim, sessiz sakin bir aile babasının, acımasız bir uyuşturucu satıcısına dönüşümü. Breaking Bad'i seyretmeye başlamadan önce her yerde duyduğum tek cümlelik konu buydu ve bir türlü, diziye başlamam için yeterli gelmiyordu. Ama dizi kısacık sürede kült mertebesine erişip o kadar taşkın (!) ve coşkulu övgüler aldı ki, birkaç ay önce pes ederek başladım. Tabii başlayış o başlayış, 3 sezon (33 bölüm) tarafımdan yenildi yutuldu. Artık iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki, televizyondaki en iyi şeylerden biri Breaking Bad.
Pilot bölümde Walter White (kahramanımız, buradaki rolüyle üç kez üstüste En İyi Aktör Emmy'sini götüren Bryan Cranston) akciğer kanseri olduğunu, tümörün alınamayacak kadar büyüdüğünü ve yayıldığını, en geç birkaç yıl içinde kesinkes öleceğini öğreniyor. Zaten ailesini geçindirebilmek için okuldan sonra bir de araba yıkamacıda çalışıyor, yani halleri pek iyi değil; değil Walt'ın kemoterapi ve radyasyon tedavisi için ödenecek binlerce dolarları, Walt göçüp gittikten sonra kalan borçları ödeyip kendilerine bakabilecek durumları bile yok. Bunu bilen aile babamız da, hem evde oturan hamile karısı Skyler ve engelli oğlu kendisi yaşamını yitirdikten sonra sürünmesin diye, hem de artık kaybedecek bir şeyi olmadığı için ve hep iyi adam olmaktan sıkıldığından -hep iyi adam olduğu halde hayatın sillesini yemiş olduğundan diyelim (lise öğretmenliği=fakirlik, sigara içmeyip sağlıklı beslenmek=kanser, vs.), yetenek ve uzmanlığını konuşturmaya karar veriyor. En kısa yoldan kolayca para kazanma yolu uyuşturucu işine girmekten geçiyor tabii ki, Walt da kimya bilgisiyle olağanüstü (neredeyse sanat eseri denebilecek saflıkta ve kalitede) metamfetamin üretebilir. Böyle başlıyor işte, hedefi ölmeden yapabileceği kadar çok met (Türkçede de böyle kısaltılıp kullanılıyor mu hiçbir fikrim yok, ama her seferinde metamfetamin yazmaya kasamayacağım) yapıp satmak ve ailesine bir şeyler bırakabilmek.
Elbette böyle işler ha deyince olmuyor, öncelikle bir ortağının olması gerek, kendisini gerekli çevrelere sokabilecek, ürüne alıcı bulacak, böyle işlerden anlayan biri. Onu da, karısının kız kardeşinin narkotikte çalışan kocasıyla bir gün tesadüf eseri baskına çıktığında, yine büyük bir şans eseri buluyor: eski öğrencisi, artık partneri yakalandığı için met yapmaya devam edemeyecek olan Jesse Pinkman (Aaron Paul). Walt'un üretimi, Jesse'nin dağıtımı üstlendiği bir ortaklık kuruluyor aralarında, bir karavan alıp pişirmeye (!) başlıyorlar, Walt'un kafasındaki plan basit: Uyuşturucuyu yap, sat, paranı al ve huzur içinde öl. Ama tabii ki hiçbir şey o kadar kolay olmuyor. Olaylar gelişiyor da gelişiyor.
Kablolu bir kanalda yayınlanan (yani küfrün, çıplaklığın ve gerçekliğin serbest olduğu) dizinin ilk sezonu çok başarılı, ama ikinci sezonunda bütçesiyle birlikte görsel kalitesinin yükselmesiyle senaryo ve kurgu da olağanüstü hale geliyor ve kendi çıtasını o kadar yükseltiyor ki Breaking Bad, daha 20 bölümü bile olmayan bir dizi olduğu halde, çağımızın kayda değer TV yapımları arasına girmeyi, hatta neden olmasın, kült mertebesine ulaşmayı başarıyor. İlk sezondaki müthiş oyunculuğuyla aldığı Emmy'leri hak ettiğini gösteren Bryan Cranston, ikinci sezonda bunun daha da fazlasını yapıyor: bize bir dizinin olağanüstü başarılı olması için, sevilebilir bir kahramana sahip olmak mecburiyetinde olmadığını kanıtlıyor. Walt bu dizide sürekli gördüğümüz kötü adamlar kadar psikopat değil belki, ancak Heisenberg olma yolunda geçirdiği değişim, özellikle ikinci sezonda inanılmaz. -spoiler vermemek için yapabileceğimin en iyisi şu tek kelime: Jane. Walt gitgide daha karanlık yerlere gidiyor, daha zalim bir insana dönüşüyor ama karakterinin gelişimiyle doğru orantılı olarak, dizinin eğrisi de sürekli yükselişte. Spoiler vermeden üçüncü sezonla ilgili yazabileceğim bir şey de yok ne yazık ki, ama ikinci sezon kadar leziz olduğunu söyleyeyim.
İşte Walt/Heisenberg. Canımız. Korkulu rüyamız.
Walt'un ortağı, dizinin diğer başrolü, anti-kahramanı, evimizin neşesi: Jesse. Serseri falan olabilir ama, çok iyi çocuk yahu. Yo chill yo. Biatch!
Breaking Bad karakterler üzerine bir dizi (örneğin yan karakterler arasında Saul, Mike ve Hank başta olmak üzere o kadar çok favorim var ki, say say bitmez), ama aslında bir karakterin üzerinden yola çıkıp, sıradan bir insan suça bulaşırsa ne olur, sorusunun cevabını arıyor bolca. Yeni sorular doğuruyor bu da: Normlara uyan bir insan iyilikle kötülük arasındaki sınırı ne zaman geçmiş sayılır? Ve bir insanın sadece çaresiz olmasıyla gerçekten kötü olması arasındaki ayrım nasıl yapılır? Korkacak, yitirecek hiçbir şeyi olmadığında, nereye kadar gitmeyi göze alır insanoğlu? Doğal olarak, karanlık bir diziden bahsediyoruz. Başta Breaking Bad'in dram olduğuna inanamamış, kara mizah dizisi olduğuna kanaat getirmiştim. Hâlâ böyle düşündüğüm bölümler oluyor açıkçası; genel olarak iç parçalayıcı diye nitelendirilebilecek olaylara ev sahipliği yapsa da, komedi unsurunun yitmesine asla izin vermiyor yazarlar. Bu zeki komediye başarılı bir hikaye, çok ama çok gerçekçi karakterler ve onları canlandıran oyuncuların olağanüstü performansları da eklenince, Breaking Bad nefis bir dizi oluyor çıkıyor.
Elbette böyle işler ha deyince olmuyor, öncelikle bir ortağının olması gerek, kendisini gerekli çevrelere sokabilecek, ürüne alıcı bulacak, böyle işlerden anlayan biri. Onu da, karısının kız kardeşinin narkotikte çalışan kocasıyla bir gün tesadüf eseri baskına çıktığında, yine büyük bir şans eseri buluyor: eski öğrencisi, artık partneri yakalandığı için met yapmaya devam edemeyecek olan Jesse Pinkman (Aaron Paul). Walt'un üretimi, Jesse'nin dağıtımı üstlendiği bir ortaklık kuruluyor aralarında, bir karavan alıp pişirmeye (!) başlıyorlar, Walt'un kafasındaki plan basit: Uyuşturucuyu yap, sat, paranı al ve huzur içinde öl. Ama tabii ki hiçbir şey o kadar kolay olmuyor. Olaylar gelişiyor da gelişiyor.
Kablolu bir kanalda yayınlanan (yani küfrün, çıplaklığın ve gerçekliğin serbest olduğu) dizinin ilk sezonu çok başarılı, ama ikinci sezonunda bütçesiyle birlikte görsel kalitesinin yükselmesiyle senaryo ve kurgu da olağanüstü hale geliyor ve kendi çıtasını o kadar yükseltiyor ki Breaking Bad, daha 20 bölümü bile olmayan bir dizi olduğu halde, çağımızın kayda değer TV yapımları arasına girmeyi, hatta neden olmasın, kült mertebesine ulaşmayı başarıyor. İlk sezondaki müthiş oyunculuğuyla aldığı Emmy'leri hak ettiğini gösteren Bryan Cranston, ikinci sezonda bunun daha da fazlasını yapıyor: bize bir dizinin olağanüstü başarılı olması için, sevilebilir bir kahramana sahip olmak mecburiyetinde olmadığını kanıtlıyor. Walt bu dizide sürekli gördüğümüz kötü adamlar kadar psikopat değil belki, ancak Heisenberg olma yolunda geçirdiği değişim, özellikle ikinci sezonda inanılmaz. -spoiler vermemek için yapabileceğimin en iyisi şu tek kelime: Jane. Walt gitgide daha karanlık yerlere gidiyor, daha zalim bir insana dönüşüyor ama karakterinin gelişimiyle doğru orantılı olarak, dizinin eğrisi de sürekli yükselişte. Spoiler vermeden üçüncü sezonla ilgili yazabileceğim bir şey de yok ne yazık ki, ama ikinci sezon kadar leziz olduğunu söyleyeyim.
İşte Walt/Heisenberg. Canımız. Korkulu rüyamız.
Walt'un ortağı, dizinin diğer başrolü, anti-kahramanı, evimizin neşesi: Jesse. Serseri falan olabilir ama, çok iyi çocuk yahu. Yo chill yo. Biatch!
Breaking Bad karakterler üzerine bir dizi (örneğin yan karakterler arasında Saul, Mike ve Hank başta olmak üzere o kadar çok favorim var ki, say say bitmez), ama aslında bir karakterin üzerinden yola çıkıp, sıradan bir insan suça bulaşırsa ne olur, sorusunun cevabını arıyor bolca. Yeni sorular doğuruyor bu da: Normlara uyan bir insan iyilikle kötülük arasındaki sınırı ne zaman geçmiş sayılır? Ve bir insanın sadece çaresiz olmasıyla gerçekten kötü olması arasındaki ayrım nasıl yapılır? Korkacak, yitirecek hiçbir şeyi olmadığında, nereye kadar gitmeyi göze alır insanoğlu? Doğal olarak, karanlık bir diziden bahsediyoruz. Başta Breaking Bad'in dram olduğuna inanamamış, kara mizah dizisi olduğuna kanaat getirmiştim. Hâlâ böyle düşündüğüm bölümler oluyor açıkçası; genel olarak iç parçalayıcı diye nitelendirilebilecek olaylara ev sahipliği yapsa da, komedi unsurunun yitmesine asla izin vermiyor yazarlar. Bu zeki komediye başarılı bir hikaye, çok ama çok gerçekçi karakterler ve onları canlandıran oyuncuların olağanüstü performansları da eklenince, Breaking Bad nefis bir dizi oluyor çıkıyor.
12 yorumcuk:
Eline sağlık Çavlan.
Ülkemizde doğru düzgün ilgi görmeyen dizilerden biri daha. Bazı dizilerin altyazıları çıktığı gün 15-20 bin indiriliyorken bunun sezon boyunca o kadar indiriliyor gibi bir şey. Umarım zamanla kıymeti bilinir.
müthiş bitti sezon, bence de tv deki en iyi şey.. rome u da izlemeniz lazım..
İzlerim ben böyle diziyi hemen, ooh yeni süper dizi geldi sıcak sıcak :)
Müthiş bir dizi. Bir arkadaşım "Bu dizide aslında hikaye yok. Sadece karakterler var, onları ortaya koymuşlar. Karakterler o kadar derin hazırlanmış ki olaylar kendiliğinden gelişiyor," demişti bu dizi hakkında.
Methamphetamine'i met veya meth olarak kısaltmada ben de herhangi bir sakınca göremiyorum, o maddenin yaygın kullanılan adı zaten meth olduğu için.
Gerçekten kusursuz bir dizi. Bence şimdiden kült olmuş durumda. Söylenebilecek pek bişey kalmamış bize. Herkese gönül rahatlığıyla izlemelerini tavsiye edebilirim.
Çok geçkeşfettim bu diziyi, izledikçe de aklıma küfrettim neden daha önce izlemedim diye. Size de açıklamalarınız için çok teşekkür ederim. Saygılar.
hayırlısıyla ben de bi başlayabilsem Breaking Bad'e...
kar amacı gütmeyen bir kurum olarak yıllardır bu dizinin ülkemizde yaygınlaşması adına emek sarfeden, kah divxplanet'de "en çok indirilen alt yazılar" da ilk 10'a girebilmesi için yapmış olduğumuz sistemli çalışmalar, kah sözlük platformlarında açtığımız anlamlı başlıklarla diziyi hak ettiği mertebeye ulaştırmaya çaba gösterdik.
yapmış olduğunuz listeleri takip ederken, breaking bad'a yer verilmemiş olması her zaman içimizde acı bir burukluk olarak yerini aldı.
ve artık sizi de aramızda görmekten, bizzat-i şahsım adına o kadar mutlu oldum ki anlatamam. yapın bu dizininde bölüm bölüm incelemelerini, çoşalım çoşturalım.
haha ne dediğimi bilmiyorum artık...
"breaking bad'e gereken özeni göstermeliyiz!"
Üçüncü sezonu izlemekte geç kalmıştım, an itibariyle final bölümünü izleyip temmuz 2011'i beklemekteyim. Şunu söyleyebilirim ki; her ne kadar unique senaryolara sahip olsalarda, lost ve heroes gibi fantastik dizilerden sonra, maksimum gerekçiliği ile ilaç gibi gelmiştir Breaking Bad. Kusursuz bir güzelliği var dizinin. Senaryosu oyunculuğu, yönetmenliği vs.. her şeyi ile. Lost'u ve Prison Break'i bir süre sonra izlemekten vazgeçmiş biri olarak diyebilirim ki; bu dizi, sopranos'la birlikte sonusza kadar devam etse izleyeceğim tek yapımdır. Sanattan anlayan herkesin izlemesi dileği ile; saygılar, yo!
Şu ana kadar izlediğim en iyi dizi. Ne Lost'lar, Prison'lar, hatta ve hatta Game of Thrones'lar geride kaldı, ama böylesi bir daha gelmez. Batman'den bile daha çok bekliyorum yeni sezonu, o derece. Hele 4. sezonuyla zaten öyle bir çıtaya yükseldi ki dizi, çıta mıta kalmadı !
ha bir de bu filmi tüketince yerini doldurmak için Narcos'a başlamıştım, bence en az Breaking Bad kadar ve hatta daha da iddialı bir dizi. Devamını iple çekiyorum.
Yorum Gönder