13 Ağustos 2010 Cuma

Korkunç Filmler Festivali

Gerçek bir festival sayılmayabilir tabii, blog yazarlarınız olarak daha önce izlemediğimiz korku filmlerinden bir seçki yapıp bir hafta boyunca geceleri bunları izledik, onun da adı festival oldu :) İki şart vardı başlamadan; film 2000'lerde çekilmiş olacak, bir de IMDb puanı 6'dan düşük olmayacak. Bu puanlar çok da bir şey ifade etmemeli aslında, ama 10 üzerinden 6'yı bile geçemiyorsa gerçekten de iyi bir film çıkmıyor o (Boxing Helena istisna olmak üzere). Sonuç olarak keyifli bir "festival" oldu, şu an bayağı uzun bir süre korku filmi izlemeyecek kadar yorgun hissetsem de kendimi, bu kadar kısa sürede bu kadar çok korku filmi izleyip de burada onlardan kısacık da olsa bahsetmemek olmaz diye düşündüm. Film adlarındaki kırmızılar bu yazının hatrına, kan göndermeli :) İsimlere tıklayınca imdb sayfalarına gidiyorsunuz. Resim altı yazıları da sırasıyla filmin yapım yılı, ülkesi, yönetmeni ve benim gayet keyfî olarak 5 üzerinden verdiğim puanından oluşuyor.

Ginger Snaps

(2000, Kanada, John Fawcett, 4/5)

16 yaşındaki Ginger ve 15 yaşındaki kardeşi Brigitte, içlerine kapanık, sadece birbirleriyle takılan, ölüm saplantılı iki kız. Bolca boya ve makyaj malzemesiyle farklı yollarla ölmüş gibi birbirlerinin fotoğrafını çekip bunu bir derslerinin ödevinin sunumunda kullanıyorlar mesela. Bu kızlardan büyük olanı bir gece kasabada herkesin köpeklerini öldüren kurtadam tarafından ısırılıyor (hayatında ilk kez regl olması tam da o güne denk geliyor) ve gün geçtikçe bir kurtadama dönüşmeye başlıyor. Brigitte harıl harıl ablasını kurtarmanın yollarını arıyor, ama dolunay yaklaşırken Ginger insanlığından gitgide daha çok uzaklaşıyor.

Kurtadama dönüşmeyi sık sık kadınlığa adım atmak için metafor olarak kullanan Ginger Snaps aslında büyümekle ve yalnızlıkla ilgili bir öykü anlatıyor. Ama buna rağmen sizi bolca yerinizden zıplatacak sahnelere sahip. Bu türdeki (lisede geçen, yeniyetmeleri merkezine alan) korku filmleri arasında en iyisi olmaya aday.


Frailty

(2001, ABD, Bill Paxton, 3.5/5)

Fenton Meeks isimi bir adam, FBI'ya giderek, erkek kardeşinin FBI'ın uzun süredir aradığı seri katil olabileceğini söyler ve geçmişini anlatmaya başlar. Tanrının kendisini insan görünümlü iblisleri yeryüzünden temizlemek (yani onları öldürmek) için seçtiğine inanan bir fanatik olan baba, Fenton 12 yaşındayken iyice sapıtıp insanları -çocuklarının gözü önünde- öldürmeye başlar. Bu arada Fenton'ın kardeşi de babasının gözüne girmek için her şeyi yapabilecek bir yaştadır. Flashback'ler yoluyla, Meeks kardeşlerin çocukluktan yetişkinliğe geçişlerini izleriz.

Frailty, en basit tabirle 'tuhaf' bir film. Pek korkutucu değil ve de başından sonuna kadar bir televizyon filmi havasında, ama çok sürükleyici ve sonda olayların bağlandığı yer açısından da son derece tatmin edici (ve yineliyorum, tuhaf). Sonlara doğru arka arkaya iki twist oluyor, bunlardan ilki tahmin edilebilir, ikincisi ise kesinlikle tahmin edilemeyecek ve tuhaflıkta sınır tanımayan bir twist. Frailty, verdiği dinsel mesajlar bir kenara bırakılacak olursa, aile-korku türünün iyi örneklerinden, eli yüzü düzgün bir film olarak görülebilir. Bir de film boyunca aklıma sürekli Dexter ve Supernatural geldi. Hmm.


Session 9

(2001, ABD, Brad Anderson, 3/5)

Terk edilmiş bir akıl hastanesi ve buradaki asbesti temizlemek için tutulmuş, bir hafta boyunca hastanede çalışacak olan beş kişilik bir ekip. Konu kulağa çok hoş geliyor, özellikle de terk edilmiş bir akıl hastanesinde geçen bir korku filminden ne malzemeler çıkacağı düşünüldüğünde. Ama Session 9 pek zekice olmayan senaryosuyla izleyiciyi başarıyla gerici (!) olsa da, yer yer sıkıcı bir film olmuş. Yönetmenin hakkını yememeli; teknikleriyle, ses efektleriyle, kamerayı yerleştirdiği yerlerle falan seyirciyi diken üstünde tutmayı başarıyor başarmasına da, seyircinin ilgisini canlı tutmayı başaramıyor, çünkü doğru dürüst bir konu yok ortada. Ya da var da, çok fazla klişeyle bezeli. Aynı konunun çok daha iyi işlendiği bir korku filmi örneği için bkz: Identity


May

(2002, ABD, Lucky McKee, 3.5/5)

Zor bir çocukluk geçirmiş genç bir kız ve etrafındaki insanlarla gitgide ümitsiz hale gelen bir bağ kurma çabaları. Bu işe yaramayınca da, etrafındaki insanlardan bebeği için bir arkadaş yaratma çabaları. Oldukça ağır bir tempoda ilerleyen bir film, ama son 10-15 dakikasında gore sahnelerle telafi ediyor bunu. May'in yalnızlığının garip, tüyler ürpertici ama dokunaklı bir hikayesi var. Bu ilginizi çekmiyorsa, sadece göz sahnesi için bile izlenir. Ve bir de Six Feet Under'ın Billy Chenowith'i Jeremy Sisto için.


Haute Tension (High Tension)
(2003, Fransa, Alexandre Aja, 2/5)

Marie ve Alex isimli iki kız, sınavlarına rahat rahat çalışabilmek için birkaç günlüğüne kızlardan birinin ailesinin ıssızlığın ortasındaki çiftlik evine gelir. İlk gece eve bir adam girer ve Alex'in annesini, babasını ve erkek kardeşini pek kanlı yöntemlerle öldürür, Marie bu arada bir yerlere saklanmaya çalışır habire. Katil, tüm bunlardan habersiz kulaklıklarıyla uyuyan Alex'i de bulunca kıza önce tecavüz eder, sonra da onu kamyonetinin arkasına atıp gecenin karanlığında kamyonunu sürmeye başlar. Arkadaşını kurtarmaya kararlı olan ve katilin gözüne gözükmemeyi başaran Maire de, onları takip etmeye başlar.

İzlediğim bir filmin mantıksız olmasına dayanamıyorum; o film seyircisini aptal yerine koyuyormuş gibi geliyor. Doğaüstü bir film olup kendi yarattığı kurallara uyarak yine de gayet mantıklı olabilir, mantıktan kast ettiğim bu değil. Eğer baş karakter katil peşinden koşarken hemen yanındaki dış kapıdan çıkıp arabaya atlayıp giderek özgürlüğüne kavuşmak yerine kendisine çok daha uzaktaki merdivenlere koşup evin üst katına çıkıp kendini katilin kapısını yarım dakikada açabileceği banyoya kapatıyorsa mesela, mantıksız oluyor bu. Bu sadece klişenin klişesi bir örnek, ama Haute Tension da böyle saçmalıklarla dolu. Umut'la birbirimizi gaza mı getirdik bu konuda, (yanındakiyle birlikte sürekli "salak mısın, neden telefon etmeye çalışıyorsun, çıksana kapıdan, o kamyona girilir mi, neden tuvalete giriyorsun ki, bin kamyona sür git işte, neden neden neden" diye bağırınca filmin havasına girmek zor oluyor) yani tek başıma izlesem gerilip korkabilir miydim bilemiyorum, ama Haute Tension'ın bana göre bir film olmadığı kesin. Filmin sonunda bir twist var, ekşi sözlük'te "o gereksiz twist olmasa bir başyapıt sayılabilecek film" gibi girişler çarptı gözüme, oysa tam tersini düşünüyorum ben. O kahrolası twist filme anlam katan tek iyi şey, çünkü o olmadan Haute Tension koca bir mantıksızlıklar yumağı, ancak o bilginin ışığında baktığımızda ilk 70 dakika bir anlam kazanıyor. Ve de tabii ki, filmi kurtarmaya yetmiyor.


Shaun of the Dead
(2004, İngiltere, Edgar Wright, 4.5/5)

George Romero'nun zombi filmleriyle dalga geçen, bol kanlı, ama çok da komik bir film Shaun of the Dead. Genelde korku-komedi bana hitap eden bir tür değildir, ama bu filme bayıldım. Hakkında başka hiçbir şey yazmaya gerek yok aslında. İzleyin. Korku sevmiyorsanız da izleyin. Komedi sevmiyorsanız bile izleyin.


The Dark Hours
(2005, Kanada, Paul Fox, 3.5/5)

Psikiyatr Samantha Goodman'ın beyninde bir tümör var, bu tümör ameliyat edilemeyecek bir yerde ve büyümeye başlamış. The Dark Hours Samantha'nın bu haberi almasıyla başlıyor, kendini (doğal olarak) berbat hisseden kahramanımız, haftasonunu geçirmek için dağ evi gibi bir yerde son kitabının üzerinde çalışmakta olan kocasını ve ona yardım eden kızkardeşini (kocasının değil, kendi kızkardeşi) görmeye gidiyor. İlerleyen saatlerde çok üşüdüğünü söyleyerek kapağı evin içine atan genç bir çocuk, eve girdikten sonra bir silah çıkarıp bizimkileri tehdit etmeye başlıyor. Elbette yalnız değil, bir süre sonra suç ortağı da geliyor, ki o da yıllar önce genç bir oğlana tecavüz ederek öldürdüğü için akıl hastanesine yatırılan, Samantha'nın eski hastası Pyne. Gece ilerledikçe, Pyne kahramanımızı, kardeşini ve kocasını tehlikeli oyunlar oynamaya zorluyor.

The Dark Hours düşük bütçeli bir psikolojik gerilim filmi. Öyle havalı efektleri yok, iyi ki de yok -sonlara doğru yüzünüzü bolca buruşturtacak, hatta ekrana bakmanızı engelleyecek uzuuun mu uzun bir sahnesi var gerçi, hikayesi de gayet sağlam. Sondaki twist pek çok kişi tarafından başlarda tahmin edilebilir, ama bu filmin değerini falan düşürmüyor, tersine, izleyicinin daha çok beyin cimnastiği yapmasını sağlıyor ve de hiçbir şey mantıksız değil, yani sırf sonunda seyirciyi şaşırtabilmek için boşluklarla dolu bir kurgu sunan filmlerden (öhöm!) çok farklı. İddialı bir film olmayabilir The Dark Hours, ama uzun zamandır izlediğim en iyi psikolojik gerilim/korku filmlerinden.


À L'intérieur (Inside)
(2007, Fransa, Alexandre Bustillo & Julien Maury, 4/5)

Kocası kazada ölen hamile bir kadın, doğum yapmasına bir gün kala, evinde saldırıya uğrar. Bir nedenle karnındaki bebeği almayı kafasına koymuş yabancı bir kadın, asıl kadına (ve eve uğrama hatasını yapan yakınlarına) türlü işkenceler yapacaktır. Bolca mantık hatası barındırsa da, amacı sadece sinirleri yıpratmak olduğu ve bunu gayet güzelce başardığı için, kızamıyor insan. Filmin süresi kısa, bir buçuk saat bile değil, ama izleyene bir ömür gibi geliyor. Aslında kendimi dayanıklı bulurdum kanlı kemikli sahnelere, ama sanırım bu filmde o kadar çok var ki onlardan, bir süre sonra dayanamayıp kalktı zavallı cesur midem, son sahnelerde artık gözlerimi kapıyordum ellerimle. Bu kadar iğrenç ve korkunç bir filme 5 üzerinden 4 verme nedenim çok basit: türünün en iyisi À L'intérieur, bu basit nedenle de izlenmeyi hak ediyor. Şöyle kesilen kollar, böyle saplanan makaslar vb. görmek istiyorsanız tam size göre, ama gelemem ben böyle şeylere diyorsanız sakın.

____________________ O __________________

Yukarıdakiler arasında beni bayağı bayağı korkutmayı başaran filmler var olsa da, bu yazı "en korkutucu korku filmleri listesi" gibi bir şey değil; başta da belirttiğim gibi sadece daha önce seyretmediğimiz korku filmleri oldukları için seçtik bunları. Eğer 2000'li yıllarda çekilmiş korku filmlerinden beni en çok korkutanları seçecek olsam, herhalde The Descent, Rec ve 28 Days Later'dan oluştururdum ilk üçümü. Ayrıca Let the Right One In, janraya dahil edilemeyecek olsa da şimdiden bir kült oldu benim için, şimdiye dek çekilmiş en iyi vampir filmi olarak taçlandırıyorum kendisini. Bunlara ek olarak da Identity, The Ring, Battle Royale, Final Destination serisi ve Saw serisini bir hayli ürpertici bulmuştum izlediğimde.

Sadece son 10 yılın değil tüm zamanların korku filmleri arasında da şöyle bir liste yapmışım bir zamanlar, ilgilenen olursa: En Korkunç 33 Korku Filmi

Sizce 2000'lerin en korkunç korku filmleri hangileri?

13 yorumcuk:

bo☂ dedi ki...

Bence Martyrs da bu listeye alınası.

closet monkey dedi ki...

Çok severim korku filmlerini de gore filmleri de :)) Bana çok iyi geldi bu yazı, filmlerin çoğunu duymamıştım çünkü. 2000'lerin korku filmlerinden favorilerim uzakdoğu yapımı her korku filmi diyebilirim, adamlar bu işi biliyor :)

Manuel Calavera dedi ki...

Bruksel'de her sene yapilan fantastik film festivalinin sitesinde ilgini cekebilecek bir liste bulabilirsin
http://bifff.net/shop/index.php?main_page=bifff_movie&zenid=6hfjnhe23av3m5mueounecd143

irem dedi ki...

Aaa inanmıyorum ne çok bilmediğim flim varmış hemen bir el atmalı bunlara! The Others'da götüm üçbuçuk atmıştı ama 2000lerin olmayabilir o, El Orfanato'da da çok korkmuştum onu zaten yazmışsın gerçi korkunç 33 film listene ordan aklıma geldi benim de :) Tırstım bu filmlerin screenshotlarından ben.

new version of me dedi ki...

Çok nefis bir yazı olmuş,hele benim gibi korku meraklıları için,zevkten dört köşe okudum ben de.Festival yapıp izlediğiniz filmlerden Session 9'ı baya beğenmiştim,Shaun of Dead gerçekten kült olabilecek bi film,Saw ve Hostel gibi filmler Inside'ın yanında şirinler gibi kalıyor.Diğerlerini bilmiyordum ama Dark Hours ile Ginger Snaps'i arayıp bulacağım.

Benim en korkutucu bulduğum 2000 yıllarının filmleri sizinkilerle uyuşuyor,ben bir de Hostel'i eklerim.

Short Skirt Long Jacket dedi ki...

Ben Descent derim. 2.sinide izledim, ilki kadar olmasa da o da çok korkunçtu. Ayrıca şunlarda var: Eden Lake,Orphan, Collector ve Last House On The Left. Bir de ben bütün Stephen King uyarlamalarını korkutucu buluyorum. 2000'lerde olanlardan: The Mist, Salems Lot ve 1408.

Hayalci dedi ki...

Festivalinizi kiskandim acikcasi, madem oyle ben de yaparim ama tek basima ne kadar girgir olur bilemem :p

Open Water ve Frozen'da urperdigim kadar hicbir filmde urpermemisimdir nedense. The Hills Have Eyes, Them, 13 Ghosts ve Mirror da oldukca korkunc filmlerdi, son zamanlarda bunlari izledigim icin hatirliyorum ne kadar korktugumu :) Drag Me to Hell de hem komik hem koltuktan zıplatıcı bir film olarak iyiydi.

Ryuk dedi ki...

ayy ben hic izleyemiorum böle filmleri, çok tırsıyorum napimm :p

Yoğurt. dedi ki...

Yazıda adı geçen filmlerin çoğunu seviyorum, ayrıca ekleyebileceklerim Dawn of the Dead, Martyrs, The Eye, Slither, Thirst, Hellboy, Pitch Black, The Grudge. Ayrıca küçük bir not: Let The Right One In başyapıt hakkaten.

Umut dedi ki...

İnsan bunları arka arkaya izleyince artık bir şeyden korkmaz iğrenmez oluyor :) Bazıları güzeldi ama korku filmlerindeki senaryo benzerlikleri bir süre sonra insanı şartlıyor herhalde ki ben bir süre sonra filmden çok sonundaki twist'i tahmin etmekle zihnimi meşgul tuttuğumu farkettim filmleri izlerken. :)

En iyi gore öğeli film ödülünü inside'a veririm ama 2000'ler için vereceğim en korkunç film ödülü ya rec'e ya da cave'e falan giderdi sanırım. Yukarıdakilerden izlemesi en keyiflisi ise Shaun of the dead bence :)

Umut dedi ki...

Amaaan Cave demişim, The Descent olacaktı o, karıştırdım, Çavlan "sen onu izlemedin ki" diyince jeton düştü :)

kurşunkalem dedi ki...

bu çok güzel olmuş, korku temalı daha çok yazı olsun! ben korku filmi olarak the host'u tek geçerim. ve tabii ki saw serisi.

methadonia dedi ki...

ben de 28 days later ve rec'te korktuğum kadar hiçbir filmde korkmamıştım, tabii shining'i de unutamalı, zevklerimiz benziyor :) yalnız haute tension'u da sevmiştim, o kadar mantıksız gelmemişti bana, belki izlerken 15 yaşında olup her türlü korku filminden tırstığım için :)