Yönetmen: Martin McDonagh
Yazar: Martin McDonagh
Oyuncular: Colin Farrell, Brendan Gleeson, Ralph Fiennes
Tür: Suç|Dram|Gerilim
Yapım yılı: 2008
Ülke: İngiltere|ABD
Dil: İngilizce|Almanca
IMDB puanı: 8.1/10
Çavlan'ın puanı: 9/10
In Bruges, İngiltere'de ünlü bir oyun yazarı olan Martin McDonagh'nın ilk uzun metrajlı filmi, senaryoyu da kendisi yazmış üstelik (hem yazarlıkta hem de yönetmenlikte çok yetenekli, üstüne üstlük böyle görünüyor, bu kadarı biraz ayıp). Bu ilk meyvesini gereksiz uzunlukta, içi boş aksiyonlarla doldurup gişe yapsın diye filmini farklı kılabilecek bir sürü öğeyi kaçırmak yerine, aksiyonu ölçüsünde tutmayı ve son derece zekice diyaloglarla senaryonun temelini sağlam bir şekilde oluşturmayı bilmiş. Buna olağanüstü mekanlar ve dekorlar, Carter Burwell'in yaptığı harikulade müzikler ve çok başarılı oyunculuklar da eklenince, ortaya nefis bir film çıkmış.
Bir "iş" sonrası, patronları Harry'nin (Ralph Fiennes) emriyle saklanmak için Brüj'e gönderilerin iki kiralık katil Ray (Colin Farrell) ve Ken (Brendan Gleeson), bir otele yerleşip Harry'den gelecek talimatları beklemeye başlarlar. Harry'nin ne zaman arayacağı belli değildir, iki hafta içinde herhangi bir zamanda olabilir, bu da zaten içi içini yiyen, Brüj'ü de hiç mi hiç sevmeyen Ray'i deli etmeye yeter. Manzaralar onu etkilemez, her şey sıkıcıdır zaten bu kentte ona göre, tek istediği bir an önce Dublin'e (ya da Londra mıydı, Ray karakteri İrlandalı olduğu için karıştırıyor olabilirim) dönmektir. Öte yandan Ken Brüj'e bayılır, oradaki zamanları ona cennet gibi gelir, onun da tek istediği bu sihirli şehirde mümkün olduğu kadar çok kalmaktır. Çok geçmeden Ray sıkıntısını alan bir kızla tanışır, Ken de Harry tarafından Brüj'e gönderilmelerinin gerçek nedenini öğrenir. Ve olaylar gelişir :) Filmin konusuyla ilgili daha fazla bir şey yazmak istemiyorum izlemeyenlerin keyfi kaçmasın diye, sonuçta ben hiçbir şey bilmeden, Colin Farrell'in başrolde olduğunu bile bilmeden bu filmi seyretmeye başladım ve sonuç -benim açımdan- şahane oldu. En son ne zaman bu kadar etkileyici bir kara mizah örneği görmüştüm hatırlamıyorum, hatta In Bruges bu kadar zaman elimin altında olduğu halde izlemediğim için utandım kendimden.
Daha en başlarda, Ray'in dış sesi Londra'da bir suikastın ardından patronları tarafından Brüj'e uçmalarının buyurulduğunu söylediğinde çok özel bir film izlemek üzere olduğumuzu anlıyoruz. "Brüj'ün nerede olduğunu bile bilmiyordum... Belçika'daymış." diyor tiksinmiş bir sesle. Birkaç kare sonra, Ken'le kentin güzelliği hakkında tartışırlarken de diyor ki: "Eğer bir çiftlikte büyümüş olsaydım, bir de embesil olsaydım Brüj beni etkileyebilirdi, ama ne embesilim ne de çiftlikte büyüdüm, etkilemiyor o yüzden." Hmm, bunu böyle yazınca pek bir anlam ifade etmiyor ama filmin içinde çok hoş ve komik geliyor, hele Farrell'in nefis (ve doğal) İrlanda aksanından. Neyse.
Venedik'tekileri anımsatan kanalları, Ortaçağ mimarisi, müzeleri, büyülü dinginliği, yüzlerce çeşit birası ve nefis çikolatalarıyla olağanüstü güzel, küçücük bir kent; Ray nefret etmiş olsa da seyirci bayılıyor (bu filmden sonra Brüj'ün yıllık turizm geliri ne kadar arttı, merak ettim birden). Üstelik böyle bir kentin sokaklarında suç dünyasına ait adamların ellerinde silahlarıyla koşturduğu bir hikaye izlemek çok ilginç oluyor.
Colin Farrell (ki genelde gıcık olurum kendisine) çok başarılı, Ralp Fiennes -her zamanki gibi- şahane, filmin asıl yıldızı Brendan Gleeson ise tadından yenmez bir oyunculuk sergilemiş. Bu üç adamın canlandırdığı karakterler yani tetikçiler pek iyi insanlar değiller elbette, ama karakterizasyon öyle güçlü ki, yine de kendi kendinize "hmm evet çok kötü şeyler yapmış ama baksana nasıl acı çekiyor, suçluluk içinde boğuluyor, bir de ben kızmayayım ona" diyor ve ciddi ciddi bir sevgi duymaya başlıyorsunuz. Yan karakterler (hamile otel sahibi, yankesici kız, onun ortağı, cüce aktör) de evlere şenlik şirinlikte.
Bazı sahneler hafif Coen kardeşler ve Tarantino koksa da, olağanüstü bir özgünlük var aslında In Bruges'da. Yönetmenin iki karakteri sıradan, gündelik konular hakkında konuşturup bu sahnelerin aksiyon sahneleri kadar etkili olmasını sağlamak üzerinde Larry David ve Tarantinovari bir yeteneği var. Dram ve komedi arasında çok iyi bir denge tutturmuş (aslında pek çok sahnede neşelenip gülmek ve hüzünlenip üzülmek arasındaki seçim seyirciye kalmış, hem kara mizah, hem de gerilim türlerine dahil edilebilir film). Rahatlıkla söyleyebilirim ki, In Bruges bir başyapıt.
Yazar: Martin McDonagh
Oyuncular: Colin Farrell, Brendan Gleeson, Ralph Fiennes
Tür: Suç|Dram|Gerilim
Yapım yılı: 2008
Ülke: İngiltere|ABD
Dil: İngilizce|Almanca
IMDB puanı: 8.1/10
Çavlan'ın puanı: 9/10
In Bruges, İngiltere'de ünlü bir oyun yazarı olan Martin McDonagh'nın ilk uzun metrajlı filmi, senaryoyu da kendisi yazmış üstelik (hem yazarlıkta hem de yönetmenlikte çok yetenekli, üstüne üstlük böyle görünüyor, bu kadarı biraz ayıp). Bu ilk meyvesini gereksiz uzunlukta, içi boş aksiyonlarla doldurup gişe yapsın diye filmini farklı kılabilecek bir sürü öğeyi kaçırmak yerine, aksiyonu ölçüsünde tutmayı ve son derece zekice diyaloglarla senaryonun temelini sağlam bir şekilde oluşturmayı bilmiş. Buna olağanüstü mekanlar ve dekorlar, Carter Burwell'in yaptığı harikulade müzikler ve çok başarılı oyunculuklar da eklenince, ortaya nefis bir film çıkmış.
Bir "iş" sonrası, patronları Harry'nin (Ralph Fiennes) emriyle saklanmak için Brüj'e gönderilerin iki kiralık katil Ray (Colin Farrell) ve Ken (Brendan Gleeson), bir otele yerleşip Harry'den gelecek talimatları beklemeye başlarlar. Harry'nin ne zaman arayacağı belli değildir, iki hafta içinde herhangi bir zamanda olabilir, bu da zaten içi içini yiyen, Brüj'ü de hiç mi hiç sevmeyen Ray'i deli etmeye yeter. Manzaralar onu etkilemez, her şey sıkıcıdır zaten bu kentte ona göre, tek istediği bir an önce Dublin'e (ya da Londra mıydı, Ray karakteri İrlandalı olduğu için karıştırıyor olabilirim) dönmektir. Öte yandan Ken Brüj'e bayılır, oradaki zamanları ona cennet gibi gelir, onun da tek istediği bu sihirli şehirde mümkün olduğu kadar çok kalmaktır. Çok geçmeden Ray sıkıntısını alan bir kızla tanışır, Ken de Harry tarafından Brüj'e gönderilmelerinin gerçek nedenini öğrenir. Ve olaylar gelişir :) Filmin konusuyla ilgili daha fazla bir şey yazmak istemiyorum izlemeyenlerin keyfi kaçmasın diye, sonuçta ben hiçbir şey bilmeden, Colin Farrell'in başrolde olduğunu bile bilmeden bu filmi seyretmeye başladım ve sonuç -benim açımdan- şahane oldu. En son ne zaman bu kadar etkileyici bir kara mizah örneği görmüştüm hatırlamıyorum, hatta In Bruges bu kadar zaman elimin altında olduğu halde izlemediğim için utandım kendimden.
Daha en başlarda, Ray'in dış sesi Londra'da bir suikastın ardından patronları tarafından Brüj'e uçmalarının buyurulduğunu söylediğinde çok özel bir film izlemek üzere olduğumuzu anlıyoruz. "Brüj'ün nerede olduğunu bile bilmiyordum... Belçika'daymış." diyor tiksinmiş bir sesle. Birkaç kare sonra, Ken'le kentin güzelliği hakkında tartışırlarken de diyor ki: "Eğer bir çiftlikte büyümüş olsaydım, bir de embesil olsaydım Brüj beni etkileyebilirdi, ama ne embesilim ne de çiftlikte büyüdüm, etkilemiyor o yüzden." Hmm, bunu böyle yazınca pek bir anlam ifade etmiyor ama filmin içinde çok hoş ve komik geliyor, hele Farrell'in nefis (ve doğal) İrlanda aksanından. Neyse.
Venedik'tekileri anımsatan kanalları, Ortaçağ mimarisi, müzeleri, büyülü dinginliği, yüzlerce çeşit birası ve nefis çikolatalarıyla olağanüstü güzel, küçücük bir kent; Ray nefret etmiş olsa da seyirci bayılıyor (bu filmden sonra Brüj'ün yıllık turizm geliri ne kadar arttı, merak ettim birden). Üstelik böyle bir kentin sokaklarında suç dünyasına ait adamların ellerinde silahlarıyla koşturduğu bir hikaye izlemek çok ilginç oluyor.
Colin Farrell (ki genelde gıcık olurum kendisine) çok başarılı, Ralp Fiennes -her zamanki gibi- şahane, filmin asıl yıldızı Brendan Gleeson ise tadından yenmez bir oyunculuk sergilemiş. Bu üç adamın canlandırdığı karakterler yani tetikçiler pek iyi insanlar değiller elbette, ama karakterizasyon öyle güçlü ki, yine de kendi kendinize "hmm evet çok kötü şeyler yapmış ama baksana nasıl acı çekiyor, suçluluk içinde boğuluyor, bir de ben kızmayayım ona" diyor ve ciddi ciddi bir sevgi duymaya başlıyorsunuz. Yan karakterler (hamile otel sahibi, yankesici kız, onun ortağı, cüce aktör) de evlere şenlik şirinlikte.
Bazı sahneler hafif Coen kardeşler ve Tarantino koksa da, olağanüstü bir özgünlük var aslında In Bruges'da. Yönetmenin iki karakteri sıradan, gündelik konular hakkında konuşturup bu sahnelerin aksiyon sahneleri kadar etkili olmasını sağlamak üzerinde Larry David ve Tarantinovari bir yeteneği var. Dram ve komedi arasında çok iyi bir denge tutturmuş (aslında pek çok sahnede neşelenip gülmek ve hüzünlenip üzülmek arasındaki seçim seyirciye kalmış, hem kara mizah, hem de gerilim türlerine dahil edilebilir film). Rahatlıkla söyleyebilirim ki, In Bruges bir başyapıt.
7 yorumcuk:
Nefis bir film, bana da bazıları çok sıkıldım,hiçbir şey anlamadım demişti ki niye sıkıldıklarını filmi izlerken anladım. Çünkü izlemesi çok kolay olmayan, sinema diyince akıllarına sadece senaryo ve konu gelenlere ağır gelebilecek bir film.
Ben de Brugges kentine özellikle bayıldımı, taa Brüksel'e gidip de burayı görmemiş olmama inanılmaz hayıflandım. Yorumuna katılıyorum Colin Farrell iyi oynasa da esas Brendan Gleeson çok çok başarılı oynamış, saf- verilen emri sorgulamayan ve yerine getiren tipteki adamın kendi içindeki sorgulamalarını çok başarılı yansıtmış. Sonuç olarak ben de 10 üzerinden 9 verebilirim rahatlıkla.
yönetmenin bundan önce çektiği six shooter(orada sinyalleri vermiş zaten kendisi) adlı kısa filmine de bakınız derim.
Ya bu arada bir noktayı belirtmek istedim, tüm fotolar çok güzel de o son foto biraz fazla "spoiler" değil mi?
doğru! değiştirdim :)
Fİlm kara mizahın allahı, Coenler ya da Tarantino kokması kadar doğal bir şey yok zaten. :D Kesinlikle 2008'in en başarılı filmlerinden biri, diyalogları, son sahnesi, müzikleri, görüntüleri falan enfes.
Çok oldu izleyeli, fazla detay hatırlamıyorum ama daha film başlar başlamaz 'hakkaten lan hangi ülkedeydi, bi saniye' diye düşünürken, Colin Farrell'ın 'it's in Belgium' diyerek şak diye cevap vermesiyle anlıyorsun zaten iyi bişeyler geceleğini :D O replik için biraz beklemeleri ve seyirciye düşünme süresi sağlamaları şahane bir detay olmuş. Özellikle cahil cühela Amerikan izleyicisini düşünürsek. :P
Bak şimdi:)) ne zamandır benim de elimin altında film ve izlemedim. Bu referans yazı üzerine izlim artık, teşekkürler:)
collin farrel'ın filmde olması filme önyargıyla başlamama neden olmuştu ama muhteşem bir karakteri çok iyi oynamış gerçekten,, karakterlerin film içinde gelişimi o kadar ustaca ki hayranlıkla izletti kendini ve filmden sonra hemn filmden anlayan birilerine filmi anlatmam lazım diye sağa sola koşuşturmama sebep olmuştu :D özellikle Harry ve Ray'in hamile kadını vuruşmanın ortasında bırakmamak için yaptıkları diyalogu hatırlatmak istiyorum :)
- Harry, benim bir fikrim var.
- Neymiş?
Odam kanala bakıyor.Odama geri döneceğim,kanala atlayacağım ve diğer tarafa yüzüp kaçmaya çalışacağım.Dışarı çıkıp köşeyi dönersen,oradan bana ateş edebilir
ve beni yakalayabilirsin.
-Bu şekilde, tüm bu işlerden
bayanı ve çocuğunu uzak tutabiliriz.
-Kanala atlayacağına söz veriyor musun? Oraya kadar koştuktan sonra
10 dakika içinde geri gelip seni dolapta saklanıyorken görmek istemem.
-Söz veriyorum, Harry.Başka bir çocuğun daha hayatını
riske atmam, değil mi?
-Dur bir dakika, dışarı çıktıktan sonra
hangi tarafa gideceğim, sağ mı sol mu?
sen sağa gideceksin,
değil mi?
-kapı aralığından görebilirsin!
Koskoca bir kanal!
Tamam ya! Daha yeni
geldim buraya, değil mi?
Yorum Gönder