24 Haziran 2010 Perşembe

Distopik Romanlar - III


Mülksüzler aslında ütopik bir toplumu anlatıyor, belki de bu yüzden bu yazı dizisinde tanıttığım kitapların tümü arasında en sevdiğim (ve okuduğumda beni en çok etkilemiş olan) roman. Öyeyse ne işi var distopik romanlarla ilgili bir yazıda dediğinizi duyar gibiyim, eh, çünkü Mülksüzler, aslında distopik bir toplumu da anlatıyor :) Bilemiyorum, büyük ihtimalle distopik bir kitap olarak kabul edilmiyor bile, hiçbir fikrim yok. Ama ben ediyor ve bu listeye alıyorum. Ütopik bir roman olarak sınıflanıyor bile olabilir Mülksüzler, ama yazarın kullandığı gerçekçiliğin dozu, romanın ütopik sayılabilmesini engelliyor bana kalırsa (Anarres kusursuz bir toplum değil, ama bunun nedeni böyle bir şeyin insan doğası düşünüldüğünde imkânsız olması, ki Le Guin aşama aşama ve nedenleriyle gösteriyor bunu bolca).

Kitapta iki farklı dünyayla ve bu iki dünyanın son derece zarifçe çizilmiş portreleriyle karşı karşıyayız. Biri şu an yaşadığımız dünyaya benzeyen, zengin kaynaklarla dolu bir gezegen, diğeri de anarşistlerin isyan ederek ilk dünyayı terk edip gidip yerleştiği ve bir nevi ütopya yarattığı kupkuru çöllerle dolu, çorak dünya. Bu iki gezegenin her biri bir ötekinin "ay"ı, birbirlerinin etrafında dönüyorlar, ama nihai olarak hangisinin dünya, hangisinin ay olduğu, sizin ne taraftan baktığınıza bağlı. Benim distopik olarak nitelendirdiğim zengin dünyanın adı Urras, kapitalist bir ekonomisi ve ataerkil, sömürüye dayanan sistemi var ve besbelli bir biçimde hem ABD'ye, hem de zamanın Sovyetler Birliği'ne gönderme (SSCB göndermesi yorumlardaki düzeltilerle eklendi, Urras'ta başarısız olmuş sosyalist bir sistemi temsil eden ayrı bir bölge vardı belki? O kısmını hatırlayamamaktayım. Ama URRAS sözcüğünün USA ve USSR harflerinden devşirilmiş olduğu kesin). Fakir dünya ise sonradan keşfedilmiş, sonradan yerleşilmiş dünya, adı Anarres. Odo adlı kadın bir anarşist bir isyan başlatarak kendisi gibi düşünenlerle birlikte Urras'ı terk ederek Anarres'e göç ediyor ve burada devletin, otoritenin ve mülkiyet kavramının (Anarres'lilerin dilinde iyelik eki yok) olmadığı bir toplum kuruyor. Kitap, bunun 150 yıl sonrasında, Shevek isimli Anarres'li bir fizikçinin, Urras'a olan ziyaretine odaklanıyor.

150 yıl önce kurulmuş Anarres'teki toplum, ama elbette mülkiyet ve devletin olması otoritenin oluşmasına engel olmamış, Odo'nun 150 yıl önce yaptığı devrim yeterli değildir, bu nedenle devrim sürekli, her kuşakta yeni baştan olmalıdır gibi bir anlam çıkıyor -ya da ben bu anlamı çıkarmıştım. Dil kavramı, iktidar, cinsel devrim ve feminizm üzerine de müthiş şeyler söyleyen Mülksüzler'in kurgusuna ayrıca değinmek gerek: Çift sayılı bölümler Anarres'te, tek sayılı bölümler Urras'ta geçer. İlk ve son bölümler hariç tüm bölümlerde böyle bu.

Mülksüzler iki farklı sistemin -ve hepsinden önemlisi insan doğasının- doğru açılardan mantıklı eleştirilerini yapan ve sürekli doğru soruları soran, yanıtları okuyucuya bırakacak, özgürlüğün aslında ne olduğunu okuyucuya sorgulatacak cesareti gösteren usta işi, nefis bir roman.



Stephen King'in ilk baskılarında Richard Bachman takma ismiyle yayınlattığı Azrail Koşuyor*, 2025 yılında, şiddetin gitgide arttığı, ekonominin yerlerde süründüğü, totaliter bir distopya haline gelmiş Amerika'da; reytinglerin ve eğlence anlayışının insan avı şekline büründüğü korkutucu bir gelecekte geçiyor. Romanın kahramanı, işsiz ve parasız, ama ölmek üzere olan hasta kızı için acele para bulması gereken Ben Richards. Son çare olarak devletin düzenlediği yarışmaların yayınlandığı bir kanala gidiyor; bu yarışmalar halkın yeni eğlence anlayışını oluşturmakta, içlerinden biri, ancak kalp hastalarının katılabildiği ve hedefin koşu bandının üzerinde mümkün olduğu kadar çok kalmak olduğu bir oyun mesela, doğal olarak çoğu kez yarışırken kalp krizinden ölen yarışmacılara ev sahipliği ediyor.

Kahramanımız, The Running Man (Koşan Adam) isimli, kanalın en popüler, en vahşi ve en tehlikeli yarışması için seçiliyor. Yarışmacı dünyada istediği yere gidebiliyor bu yarışmada, ama peşinde onu öldürmeye çalışan, kanal için çalışan "Avcı"lar (tetikçiler) oluyor. Bir yere saklanması anlamsız olur, çünkü günde iki kez kendini kameraya çekip, kasetleri kanala yollamak zorunda (ve tabii ki bunların nereden yollandığı belli oluyor). Hayatta kaldığı her saat başına 100 dolar para kazanıyor yarışmacı, öldürdüğü her avcı/polis için de aynı parayı alıyor, yarışmayı kazanırsa yani 30 günün sonunda sağ kalırsa ise 1 milyar dolar. Elbette daha önce kimse kazanamamış bu yarışmayı, en fazla hayatta kalan ise 8 gün kalabilmiş sadece. Tabii ki Ben bu rekoru kırıyor, ama nasıl ve sonra ne oluyor merak ediyorsanız, Azrail Koşuyor'u okumanız gerekecek :). Sizi edebi olarak doyurmaz belki ama, çok eğlenceli saatler sunacağı kesin. Schwarzenegger'li film uyarlamasından kat be kat iyi olan kitap, bana göre Stephen King'in en iyi romanlarından biri.

* Çevirinin mantığını ne kadar düşünürsem düşüneyim bulamadım, kitabın orijinal adı "The Running Man" yani Koşan Adam, kitapta Azrail mazrail de yok, nitekim Koşan Adam'daki 'adam' baş kahramana gönderme, Azrail falan da değil kendisi. Acaba onun peşindekiler kast edilerek mi 'Azrail' denmiş, ama o zaman "Azrail Kovalıyor" falan olmaz mıydı, hani bunda Azrail tek başına koşup kaçıyor gibi bir anlam çıkmıyor mu? Neyse.



1980'lerde yazılmış olan ve yazıldığı tarihin yakın geleceğinde, 1990'ların sonunda nükleer savaş sonrası İngiltere'sinde geçen çizgiroman V for Vendetta, sadece "V" olarak bilinen ve Guy Fawkes maskesini yüzünden asla çıkarmayan bir adamın, totaliter devlete karşı açtığı tek kişilik savaşı anlatır. Başlarda Batman'e benzer V, gölgelerin altından maskesiyle belirir ve Evey isimli bir genç kızı, onu tecavüz edip öldürmeyi planlayan polislerin elinden kurtarır. Ama Batman benzerliği bu noktada sona erer, çünkü aynı gece parlamento binası patlar ve bunun V'nin eseri olduğunu, Shakespeare'in oğlu havasında konuşarak gururla patlamanın sorumluluğunu üstlenmesinden anlarız. Bu patlama sonuncu da olmayacaktır, daha büyük bir planı vardır V'nin. Evey'le birlikte, yavaş yavaş V'nin geçmişini öğreniriz hikaye ilerledikçe. Devlet V'yi hapsetmiş, işkence etmiş, üzerinde deneyler yapmıştır, ve aslında ona eskiden bunları yapanları tek tek öldürürken V'nin tek istediği, faşist yönetimi devirmek ve halkı, kendi kendini yönetmek için ikna edebilmektir.

David Lloyd'un illüstrasyonlarıyla ilgili yorum yapamayacağım çünkü hiç ama hiç anladığım bir alan değil. Zaten merkezde Moore'un öyküsü var; V for Vendetta fikirlerle ve adaletle ilgili. Bu devrimci distopyanın en önemli öğelerinden biri, öyküde hükümet tarafından terörist olarak damgalanan suçlunun, zorba hükümetle savaşan hikayenin devrimci kahramanı olması. V idealleri adına binaları bombalar ve insanları öldürmekten hiç çekinmez. Ama Moore'un çizgiromanın tamamı boyunca sorguladığı da budur zaten; halkı bilinçlendirmek adına yapılan terör, aslında kahramanlık mıdır?



Sanal gerçeklik ve genetik mühendisliklerle dolu bir dünya, çok uluslu şirketler tarafından yönetilen uluslar, yapay zeka ve cyberspace gibi konseptlerin ilk kez ortaya atıldığı bir dil, cyberpunk (siberpunk?) akımının yaratıcısı bir yazar. Kendinden sonrakileri en fazla etkileyen bilim kurgulardan biri olan Neuromancer'a hoş geldiniz. Tarihsel olarak da çok önemli bir roman bu, sadece ilk cyberpunk romanı olmakla kalmıyor çünkü, günümüzde hâlâ en iyi cyberpunk romanı olma özelliğini koruyor.

Ama baştan uyarmalı: Ya çoktan tükenmiş olan Sarmal Yayınevi baskısını sahaflarda falan bir şekilde arayıp bulmanızı (gerçi onun çevirisi de gayet kötü olabilir, bu baskısından okumadım ben), ya da daha iyisi -İngilizce biliyorsanız ve yeni bir terminoloji sizi korkutmayacaksa, biraz teknik bir anlatımı göze alıyorsanız- orijinalinden okumanızı öneririm. Daha yeni olan Altın Kitaplar baskısından bucak bucak kaçmalı; Türkçe çeviri(+msi)si evlere şenlik, zaten kitabın adını da değiştirip "Matrix Avcısı" diye deli saçması bir isimle yayınlamışlar, Matrix furyasından sonra popüler olur diye herhalde. Saçmalık.

Neuromancer'ın konusu şöyle: Japonya'da distopik bir yeraltı dünyasında yaşayan yetenekli hacker Henry Dorsett Case, patronundan çalarken yakalanınca ceza olarak sinir sistemi hasara uğratılır; artık siberuzaydaki global ağa erişebilmek için beyin-bilgisayar arayüzünü kullanamayacak, kısaca işini yapamayacaktır. Kendini uyuşturucuya veren Case intihara günbegün daha çok yaklaşmaktadır ki Molly isminde acayip gizemli ve çekici bir paralı asker+sokak samurayı ona bir teklifle yaklaşır: Case güçlü bir yapay zekayı yok edecek, Molly de karşılığında onu eski haline döndürecektir.



Damızlık Kızın Öyküsü, kadınların erkeklerin buyruğu altında olduğu ve bir kast sistemine göre sınıflandırıldıkları, doğurmanın her şeyden çok teşvik edildiği ve değerli görüldüğü dehşet verici bir hiyerarşiyi, totaliter ve teokratik bir devleti anlatıyor. ABD'nin günbegün itibar kaybetmesine bir son vermek amacıyla askerler ABD başkanını öldürür (ama bunu bir terörist saldırı gibi gösterir ve suçu Müslüman teröristlerin üzerine atarlar), bu da ilk hedefleri 'düzeni yeniden sağlamak' olan, "Jacob'ın oğulları" isimli hareketi başlatmış olur. Yaptıkları ilk iş de, ülkedeki tüm kadınların banka hesaplarını dondurarak tüm haklarını ellerinden almaktır. Yeni askeri diktatörlük, toplumu teokratik, ırkçı ve şovenist biçimde yönetmeye başlar.

Kadınların maruz bırakıldığı kast sisteminin en tepesinde doğuramayan evli kadınlar, en altında da otellerde saklanan ve erkeklerin keyfini bekleyen fahişeler vardır. Aradaki sınıflar da kız evlatlar (eşlerin evlat edinilmiş kızları), Martha'lar (ev işleriyle ilgili yetenekleri sayesinde kolonilere gönderilmekten sıyıran bekar, kısır, orta yaşlı kadınlar) ve Teyzeler'den (Damızlık'ları eğitip gözlemlemek için kullanılan, özerkliği olan tek grup) oluşur. Bir de fahişelerle teyzelerin bir üstünde, hayattaki tüm amaçları daha üst sınıflar için çocuk doğurabilmek olan Damızlık'lar vardır, romanın anlatıcısı da Offred isimli bir Damızlık kızdır zaten.

Offred bu yeni toplumu sürekli eski normal hayatıyla karşılaştırır, bu da okuyucuya toplumun nasıl işlediği bilgisini doğal bir şekilde verme yöntemi olarak başarılı olur. Anlatım son derece sade, temiz, üstelik sürekli karşılaştığımız sözcük oyunları da çok hoş. Damızlık Kızın Öyküsü, güvende olmak adına özgürlüğümüzün ne kadarından vazgeçmeye gönüllü olduğumuzu sorgulayan, bilim kurgu türüne (en azından yazarın kendisine göre) ait olmasa da, feminist distopyanın en iyi önekleri arasında sayılan bir roman.

16 yorumcuk:

mit dedi ki...

Ursula K. Le Guin'i hiç okumadım maalesef. Ama methini çok duydum. Özellikle de Yerdeniz Üçlemesi hakkında... Bir ara bir kitabını mutlaka okuyacağım.

Azrail Koşuyor'un incelemesini okurken de aklım ister istemez "Running Man" filmine kaydı. Kendi kendime "O mu acaba? Yok yok olamaz, ismi çok alakasız." derken gerçek Zonk! diye çıkıverdi karşıma :) Filmini severdim. Kitap daha iyi demişsiniz, demek ki okumak gerek.

V for Vendetta ise efsanedir zaten. Hem çizgi-romanı hem de sinema uyarlaması çok başarılıydı.

Ama en çok merak ettiğim Neuromancer oldu. Bu kitabı mutlaka okumalıyım dedim içimden.

Benden de size bir tavsiye o zaman. Gerçi kitap değil, bir bilgisayar oyunu bahsedeceğim şey. Beneath The Steel Sky... Belki duymuşsunuzdur. Gelecekteki yozlaşmış bir dünyada geçen, cyberpunk bir adventure oyunudur. Çok da eğlencelidir aynı zamanda. Şiddetle tavsiye ederim.

leithygurumi dedi ki...

margaret atwoodun kalemi beni benden alıyor, sağlam cümleleri insanı sürükleyip satırların içine çekiyor. kitabın elimde olduğu her saniye soluğumu tutarak okuyorum, sürükleyici olmasada ilgisiz kalamıyor insan kitaba.

Bay Kavun dedi ki...

Mülksüzler hayatımın bilimkurgusudur. Ekleyecek bir şey bulamıyorum çünkü yazılacak her şeyi yazmışsınız, gözlemleriniz harika. Neuromancer ve V for Vendetta uzak olduğum türlerde, ilgimi çekmediler o yüzden. Damızlık Kızın Öyküsü yaklaşık 10 yıldır kitaplığımda duruyor (ki sanırım artık yok o baskısı) ama hiç merak etmemiştim, bu yazıdan sonra hemen bu akşam başlıyorum ;) Azrail Koşuyor'u ise ortaokul - lise yıllarımda, Stephen King furyası altındayken okumuştum, yazarın heralde 20-25 romanını okumuşumdur o dönem, aklımda kalan sayılı romanlarından biri Azrail Koşuyor (diğeri Medyum yani Shining idi hem onun filmi de çok güzeldir), gerçekten de King kendini aşmıştır bu kitabıyla.

beyzaburcak dedi ki...

yazı dizisini çok beğendim. ben de yeni yeni tanıdığım ve en sevdiğim tür olma yolunda baya ileryen bir şey distopyalar. maggie gee'nin the ice people'ını günümüz distopyalarına iyi bir örnerk olarak tavsiye ederim.

new version of me dedi ki...

Bu yazi dizisi mukemmel oluyor. Acikcası daha once ozel bir ilgi duymamistim distopik kitaplara ve utanarak soylerim ki burda incelediginiz kitaplarin cok buyuk bolumunu okumadim. Ama yazilari okuduktan sonra bana bir hirs ve heves geldi, dun internetten tam 5 kitap siparisi verdim: Biz, Cesur Yeni Dunya, Fahranheit 451, Otomatik Portakal ve Mulksuzler. Heyecanla bekliyorum hepsini okumayi :)

Duygu dedi ki...

Yani resmen kıskandım. Yıllardır yazmayı istediğim bir yazı idi distopik romanlar (ama doğrusu yazacağım da yoktu). Eline aklına sağlık. Müthiş olmuş. Ben de arada okumadığım romanları görmüş oldum. Hemen listeme ekliyorum.

Unknown dedi ki...

Mülksüzler etkileyici bir roman, daha önce hiç distopik okumadığım için farklı tarza alışmak biraz zaman aldı ama sonrasındaki kurguyu çok beğenmiştim. Yerdeniz üçlemesini de merak ediyorum ama bu aralar kitap okumam inanılmaz yavaşladı :(

Prometheus dedi ki...

Zannedersem kitap bilim-kurgu roman dalında çeşitli ödüller de almıştı. Çok yüksek beklentiler ve büyük tavsiyelerle okuduğum için olsa gerek ben romanı çok sevememiştim malesef. Bilim kurgu tarz romanlara olan uzaklığım da bu sevememe durumunu oluşturmuş olabilir tabi bilemiyorum...

FK dedi ki...

Oncelikle boylesine genis bir distopik arsiv hazirladiginiz icin tesekkur ederim, simdiye kadar gordugum en genis liste. Bir suredir roman turune ilgiliyim ve elimden geldigince film-kitap olarak bu alana agirlik vermeye calisiyorum. Bu arsiv bu acidan bana cok yardimci olacak. Tekrar tesekkurler.

Mulksuzler yazisina ufacik bir duzeltme yapmak isterim; URRAS , USA ve RUSSIA kelimelerinden turetilirken ANARRES, anarchy kelimesinde turetilmistir. Urras'ta biri Rusya digeri Amerika'ya benzeyen iki egemen devlet ve somurulen fakir bir kac ulke var. Anarres ise Odo ve arkadaslari sonrasinda asil kimligini buluyor.

Cevher Eryürek dedi ki...

Ursula Le Guin'i pek severim özellikle en bilinen kitabı "Yer Deniz Büyücüsü" favorimdir. Baktım bir listede geçiyor mu diye hep distopik kitapları-filmleri incelemişsiniz. Yer Deniz Büyücüsü her halde ütopik sayılır diye düşündüm :) O zaman bir de ütopikler listesi yapsanız ne güzel olur? Bu arada gerçekten çalışmaya dönmem lazım :) sonra tekrar gelip bakacağım. Siz de isterseniz benim blogum oyunla ilgili: http://www.tavernoflight.com/ ve eşim de yazardır kendisi blogu: http://www.hayalhane.com/ sevebilirsiniz diye düşündüm. Yeni yazılarınızı bekliyorum :)

Adsız dedi ki...

Güzel liste falan Mülksüzleri bi daha okumanızı öneririm :) İnsan doğası; sanırım siz bu kavramı bir şekilde kafanızda oluşturmuşsunuz sonra da okuduğunuz kitaplarda görüp duruyorsunuz (Sineklerin Tanrısı mesela). Mülksüzler de çıkan sorunlar insan doğası falan değildi. Tamamen kendi sistemlerinin ya da sistemsizliklerinin, felsefeleri nedeniyle sürekli çelişkili kalacağını ve çıkmazlara düşeceğini belirtiyordu. Örneğin, Shevek Urras'a gitmekte ve iyi amaçla onlarla bilgi alışverişinde bulunması, özgürlük düşünceleri nedeniyle, diğer insanlar tarafından desteklenmeliydi. Fakat Urrasiın kötü etkisinden etkilenmemek için, onlara benzememek için toplum içerisinde sürekli olarak aslında kendisine karşı çıkılıyordu. Olay buydu. Tabi sadece Urras değildi sorun. Anarres felsefesi nedeniyle de kendi içerisinde çıkmazlarla karşı karşıya gelmekten kaçamazdı. Tabi Shevek, bu felsefi çıkmazlar gerçek sorun mu yoksa gerçekten sorun denilebilecek başka şeyler var mı görüyor sonra :D

Diğeri de isim olayı daha önce de söylenmiş. URRAS, USSR ve USA isimlerinden geliyor. Anarres, Anarşi'den. Bi gezegen kapitalizmi bi gezegen komünizmi simgeliyor değil yani :)

Çavlan dedi ki...

fk & eärfalas: urras&anarres düzeltisi için çok teşekkürler.

eärfalas: insanlarla ve insanların farklı koşul ve sistemlerde verdikleri farklı tepkilerle ilgili olan bir kitabın hayvan doğasıyla ilgili olacak hali yok herhalde :p

exaybachay dedi ki...

ayrıca William Gibson'ın Neuromancer'ı 6.45 yayınları tarafından tekrar çevrilmiş olup güvenerek okunabilir :)

bkz. http://www.645dukkan.com/products/neuromancer-william-gibson-on-siparis-45-indirim

Unknown dedi ki...

bana kalırsa insan porselen bi kül tablası

thegood dedi ki...

Çavlan'a bir ek öneri : Zamanın Kıyısındaki Kadın - Marge Piercy... Mülksüzlerdeki gibi hem distopya hem ütopya içermekle kalmıyor, modern zamanda yoksul bir kadının yaşadıkları üzerinden giderek moderniteyi de yerin dibine sokuyor. Ayrıntı yıllar sonra nihayet ikinci baskısını yaptı da, kitap bulunabiliyor.

Çavlan dedi ki...

en kısa zamanda edinmeye çalışıcam, teşekkürler!