10 Mayıs 2010 Pazartesi

Fahrenheit (Indigo Prophecy)

Oyun türü: Action-Adventure
Çıkış tarihi: Eylül 2005
Firma: Atari
Platform: PC, PS2, Xbox
Artılar: Süper bir hikaye, zekice bir kurgu, çok başarılı karakterler, seslendirmeler ve müzik, nefis mini-oyunlar
Eksiler: Aksiyon sahnelerinin zorluk seviyesi (birazcık daha zor olsaymış), PC'de zor kontroller (PS2'de böyle bir sorun yok gerçi), oyunun süresi (biraz daha uzun olabilirmiş sanki)
GameSpot notu: 8.5/10
Oyuncu notu: 8.9/10
Çavlan'ın notu: 8.5/10

Çıkalı neredeyse beş yıl olmuş bir oyunun tanıtımını yapmak ne kadar mantıklı bilemiyorum. Ama çok yakın zamanda bu oyunu tekrar oynadım ve bir kez daha hayran kalıp, mutlaka burada bahsetmem gerektiğini düşündüm... Bilenler hatırlar, bilmeyenler de alıp oynar belki diye. Fahrenheit benim En İyi 33 Adventure Oyunu listemin 3. sırasında. Çıktığı zaman almış, bilgisayarımda oynamış, kontrollerin korkunç olmasına, hatta aksiyon sahnelerinde ekranda PS simgeleri çıkmasına rağmen (çünkü bu bir konsol oyunu orijinal olarak ve pek de başarıyla "aktarıldığı" söylenemez PC'ye) pek bir bayılmıştım. Birkaç ay önce Umut sürpriz yapıp eve elinde bir adet Play Station -PS3 de zannetmeyin yani, PS2- ile gelince, benim aklıma gelen ilk oyun Fahrenheit oldu bu yeni oyuncağımızda denemek için (ikincisi Silent Hill, üçüncüsü de Guitar Hero'ydu ki onları bilhare yazmayı umuyorum sonra). PS başlarda Umut'a da bana da son derece tuhaf ve zor bir alet gibi gelse de (ne de olsa yeni nesil konsol gençliğinden değil, Commodore 64 ve Amiga'larla büyüyen, 20'sine kadar herhangi bir oyun konsolunu yakından görmemiş, hâlâ cesurca bilgisayarda oyun oynamaktan vazgeçmeyen, spor ve yarış oyunlarından çok adventure, simülasyon, rpg ve fps oynayan bir nesilden geliyoruz) kısa sürede alıştık ve Fahrenheit'ı birlikte, oynanabilir üç (bazen dört) karakteri aramızda paylaşarak, controller'ı da elden ele geçire geçire oynamaya başladık. Tabii sonra akıllanıp, sadece 2 player'lı oyunları edinmeye karar verdik, o ayrı. Öhöm, neyse, konumuz oyun konsolları değildi sanki... Evet tabii ki, Fahrenheit.



FPS'lerin PC oyun pazarını ele geçirmeye başlamasından sonra point-and-click adventure türü yavaşça ölmeye başladı. Tamamen yok olmadılar tabii ki, arada bu türe dahil süper oyunların piyasaya çıktığı da oldu (Funcom'un The Longest Journey, Adventure Company'nin Syberia ve LucasArt'ın Monkey Island serileri gibi) ama çoğunlukla, adventure oyunları birbirine benzer oyun tarzı ve puzzle'larla dolu, yaratıcılıktan yoksun, oyuncuyu hiçbir şekilde tatmin etmeyen oyunlara dönüştü. Quantic Dream'in Avrupa'da Fahrenheit, ABD'de Indigo Prophecy adıyla piyasaya sürdüğü oyun, adventure alanında devrim yaratıp üstte, parantez içinde yazdığım üç seriyle birlikte anılmayı hak etmiyor belki, ama adventure oyun türüne bir tutam action, bir tutam da interaktif film havası katarak (tıpkı Dreamfall gibi), size bir oyun oynuyor olmaktan çok bir filmin içindeymişsiniz de karakterleri (bu karakterler arasında hem kovalayan, hem de kovalanan var) yönetiyormuşsunuz hissi yaşatıyor, güçlü bir öykü ve inanılmaz başarılı bir karakterizasyonla yapıyor bunu.



Oyun, Lucas Kane'in bir restoranın tuvaletinde bir adamı öldürmesiyle başlıyor. Lucas bunu trans halindeyken yapıyor, adam öldüğünde Lucas da transtan çıkıyor ve onu yönetmeye başlıyoruz. Kafamız çok karışık, her yer kan olmuş, tuvalette ölü bir adam, dışarıda bize yaklaşmakta olan bir polis var. Kanıtları gizlememiz, cinayet aletinden kurtulmamız ve polis gelmeden restorandan çıkmamız gerekiyor. Bunları yaptıktan sonra, kontrol ettiğimiz karakter değişiyor, kendimizi bu cinayeti çözmekle görevlendirilmiş dedektifler Carla ve Tyler'ın yerinde buluyoruz. Oyun boyunca sürekli bir kedi-fare oyunu oynuyoruz, işin garibi, hem kedi, hem de fare olmamız. Lucas olarak oynadığımızda polise yakalanmamaya ve bu cinayetleri çözmeye, suçsuzluğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz; Carla ya da Tyler olarak oynadığımızdaysa cinayetlerden sorumlu kişiyi bulmaya, katili, yani Lucas'ı, yani kendimizi yakalamaya. Kendi kendimizi sorguya çektiğimiz bir sahne bile var. Önce Lucas'a bağlanıyor, kendimizi ona yakın hissediyor, hemen ardından Carla ve Tyler'la güçlü bağlar kuruyor ve onlara da yardım etmek istiyoruz. İşin garibi, birine yardımcı olmak, diğerinin başını belaya sokmak demek. Hikayeyi spoil etmemek için konuyu daha fazla anlatmıyorum, fakat her chapter'ın bir öncekinden daha keyifli olduğunu söylemem gerek.

Fahrenheit sizi öylesine saracak ve hikayesine bağlayacak ki, gözleriniz uykusuzluktan kapanırken bile, sırf bir sonraki sahnede ne olacağını görmek için oynamaya devam ettiğiniz olacak (benim oldu en azından). Tiryakilik yapan mini oyunları da cabası. Mini oyunlardan kastım cutscene minigames, aynı anda hem bir cutscene havasını yaşatıyor, hem de ilginizi canlı tutuyorlar. Boks idmanından (ki şahane hareketler görüyoruz bu sahnede) basket maçına kadar son derece çeşitli, yaratıcı ve eğlenceli oyunlardan oluşuyorlar, öyküye de çok iyi uyum sağlıyor, hiçbir şekilde sırıtmıyorlar (mesela: kontrol ettiğimiz karakterlerden biri olan Tyler'ın bir meslektaşına borcu var, bu borcu kapatmak için bir basket maçı yapmayı teklif ediyor).






Oyunun grafiklerinin çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim, özellikle 2010 yılından dönüp baktığımda. Ama bazı mekan tasarımları çok etkileyici, şehrin karlar arasındaki görüntüleri de aynı şekilde. Bazı sahnelerde ("sahne"nin bir oyunu anlatırken doğru sözcük sayılamayacağını biliyorum, ama dediğim gibi, oyundan çok interaktif film havasında ilerliyor Fahrenheit) kullanılmış olan split-screen nefis bir etki yaratıyor. Baş karakterin fiziksel gelişimi de keza... Lucas dünyadaki yerini ve sahip olduğu güçleri keşfederken refleksleri hızlanıyor, vücudu daha formda görünüyor, yüzü bile daha zayıf ve bol sakallı bir hal alıyor. Bu da Fahrenheit'in ne kadar özenli bir oyun olduğunu gösteren artılardan biri bence.

Bana göre Fahrenheit'ın en ilgi çekici yanı, klişelerden uzak kalmayı başarabilmiş olması. Kahramanımız Lucas Kane kendi kararıyla cinayet işlememiş de olsa, bilincini yitirse de adam öldürürken ve bu anlamda sadece bir vessel olsa da, sonuç değişmiyor: oyunun kahramanı, pratikte bir katil. Oynadığımız diğer karakterler de (dedektif Carla, partneri Tyler, rahip Marcus) aynı şekilde gerçekçi; pek çok kusurları var ve sürekli bir çatışma içindeler kendileriyle. Özellikle polis olan karakterler yaratılırken stereotiplere başvurulmuş olacağını düşünüyor insan, ancak hiç değil, Lucas gibi insana ait olmayan özellikleri yok belki polislerimizin, ama hem işte, hem de kişisel yaşamlarında hiç bitmeyen bir mücadele içindeler. Carla ve Tyler'ın Lucas'ın sorumlu olduğu cinayetleri araştırıyor olması ve bizim sırayla bu karakterlerin tümünü yönetmemiz, önce Lucas'ı oynayıp cinayet aleti gibi şeyleri gizlerken, hemen ardından suç mahaline Carla ve Tyler olarak gelip mekanı onların gözünden görmemiz ve bu sefer birkaç dakika önce oynattığımız karaktere karşı oynamamız, onu yakalamaya, sakladığı kanıtları bulmaya çalışmamız, Fahrenheit'i diğer oyunlarla karşılaştırıldığında eşsiz yapmaya yetiyor bana kalırsa. Bu kedi-fare oyununun ne kadar incelikli ve zekice biçimde kurgulandığı göz önüne alındığında, Fahrenheit şimdiden kült mertebesine erişmiş olması gereken bir oyun.



3 yorumcuk:

Sabaku Taisou dedi ki...

Bu oyun süperdir. Tam bir depresif, karların bürüdüğü şehirde geçen film-noir havasındadır. Zaten yanılmıyorsam ana menüde "new game" yerine "new movie" yazıyordu. Bi de aynı firmadan PS3 için çıkmış Heavy Rain var. Onu daha da merak ediyorum, PS3 almak lazım da parasızlık.... :D

Fatih Birinci dedi ki...

İnceleme için teşekkürler. Hemen söyleyeyim, bu oyun zaten benim nezdimde kült mertebesindedir - bana göre gelmiş geçmiş en iyi adventure oyunudur. Senin de üzerinde durduğun gibi, gerçekten bir oyundan çok bir filmi "oynuyormuşuz" gibi bir hava yaratıyor. PS kontrollerinin çıktığı o anlardaki heyecanı unutamam. Sabaku Taisou'nun tesbiti çok yerinde: Tam bir film noir bu... Sürükleyici bir senaryo ve mükemmel bir atmosfer...

Fatih Birinci dedi ki...

Ha bu arada yine mükemmel soundtrack'i unutmamak gerek. Özellikle Theory of a Dead Man'dan Santa Monica!