30 Nisan 2010 Cuma

In Treatment



Israil yapımı bir diziden uyarlanan In Treatment, alıştığımız dizilerden çok farklı. İki sezonu da (şu an ara vermiş durumda, üçüncü sezonu önümüzdeki yıl yayınlanacak) haftanın beş günü, her gece yarım saatlik bölümler halinde HBO’da yayınlanmış. İlk sezon 43, ikinci sezon 35 bölümden oluşuyor. Her bölüm, bir psikoterapist olan Paul’ün (Gabriel Byrne) hastalarıyla yaptığı seanslardan ibaret. Her sezona dört farklı hasta düşüyor. Pazartesi günü biri, ertesi gün bir diğeri şeklinde cumaya kadar onları izliyoruz, cuma günü ise hasta koltuğunda bu sefer Paul’ün oturduğu bir başka seans izliyoruz. Evet, sadece tek bir mekanda ve inanılmaz sınırlı sayıda karakterle geçiyor In Treatment. Sadece konuşuyorlar. Ve ben "2000’lerin En İyi 20 Dizisi" yazısındaki dizileri keşke bu diziyi keşfettikten sonra oluştursaymışım, diye hayıflanıyorum. O listeye tepelerden bir yerden girerdi, kesin.

Başroldeki Paul’ü, Usual Suspects filminden anımsayabileceğiniz İrlandalı aktör Gabriel Byrne canlandırıyor, ki kendisi benim çocukken video kasetini kiralayıp her nedense onlarca kez keyiften dört köşe olarak izlediğim Gothic isimli korku filminin başrollerinden birindeydi, bir nevi çocukluk kahramanım haline gelmişti o karakterle ve o aksanla. In Treatment’ta olağanüstü bir performans sergiliyor, nitekim geçtiğimiz yıl Altın Küre’yi götürmüş dizideki oyunculuğuyla.

Hastalarıyla uzun uzadıya konuştuktan sonra haftanın sonunda kendi psikoterapistine gittiğinde Paul, onun hastalarıyla ilgili aslında neler düşündüğünü ve kendi problemlerini öğreniyoruz. Dört bölümde, dört hastanın karşısında inanılmaz güçlü, karizmatik ve bilgili duran adamın, aslında hastalarından çok da farklı durumda olmadığını görmek, onun da zaaflarının ve takıntılarının temeline inmek çok ilginç oluyor. Bir süre sonra, Gabriel Byrne’ın harikulade oyunculuğunun da yardımlarıyla elbette, Paul’ün gerçek hislerini bilmek için Gina’yla yaptığı seansları beklemeye gereksinim duymaz oluyorsunuz: Byrne çok ama çok az konuşarak, iki kaş göz hareketiyle size gerekli ipuçlarının tamamını veriyor. Zaten genel olarak bir “müthiş oyunculuklar geçidi” diye bahsedebiliriz sanırım In Treatment’tan.

Diğer oyunculara da değineyim o halde, bu arada hastalar ve karakterlerle ilgili de bilgi vermiş olurum: Paul’ün meslektaşı ve psikoterapisti (ile akıl hocası karışımı bir şeyi aslında) Gina rolünde The Birdcage, The Horse Whisperer ve Edward Scissorhands’deki rolleriyle akıllara kazınmış müthiş yetenekli Oscar’lı aktris Dianne West, Paul’ün eşi Kate rolündeyse 24, Battlestar, Prison Break ve True Blood gibi dizilerden tanıdığımız Michelle Forbes var.





Hastalar da birbirinden renkli isimlerden oluşuyor. Aktarım da aktarım, hem duygusal hem de erotik diye diye Paul’cüğümüzü pek zor hallere düşüren güzellik tanrıçası Laura; Triangle, The Betrayed, 30 Days of Night, Derailed ve Mulholland Dr. ile kendine gayet etkileyici bir filmografi oluşturmuş, Alias ya da Grey’s Anatomy dizilerinden de tanıyabileceğiniz Melissa George. Irak’ta attığı bombalardan biri bir medreseye isabet edip onlarca masum çocuğun ölümüne neden olunca travma geçiren asker pilot Alex rolünde benim Sex and the City’den aşina olduğum Blair Underwood, lise öğrencisi, intihara eğilimli profesyonel jimnastikçi Sophie rolündeyse Burton’ın Alice in Wonderland’inde Alice olarak karşımıza çıkan Mia Wasikowska var, hemencecik belirteyim yaşına, başına ve ipincecik sesine bakmadan inanılmaz oynuyor. İlk sezonda bir de çiftler terapisine gelen iki hastası var Paul’ün: genç, evli bir çift: Jake ile Amy. Josh Charles ve Embeth Davidtz canlandırıyor onları da.

İkinci sezonda ise, 40’ını geçmiş, çok başarılı bir avukat olan ama çocuk/koca özlemi çeken Mia rolünü Hope Davis, henüz 20 yaşında olan, kan kanserine yakalanmış mimarlık öğrencisi rolünü ise Milk, Dan in Real Life, Dear Wendy ve Pieces of April’da yan rollerden hatırlayabileceğiniz Alison Pill üstlenmiş. Anne babası boşanan, aklı karışık şişko çocuk Oliver’ı Aaron Grady Shaw oynuyor. Son olarak Frasier’dan Frasier babası Martin olarak akıllara (en azından benim aklıma) kazınmış John Mahoney de, büyük bir maharetle, uykusuzluk şikayetiyle gelen ama zamanla yüzeyi kazıdıkça altından neler neler çıkan 70’ini aşmış işkolik Walter’ı canlandırıyor.



Anladığım kadarıyla uyarlandığı İsrail dizisi BeTipul, ikinci sezon için sadece ilham vermiş In Treatment’a. İlk sezonu birebir almışlar; karakterler, olaylar, hatta diyaloglar. Bir nevi çeviri olmuş yani. Fakat ikinci sezon daha bir uyarlama olmuş, bir şeyleri değiştirmek konusunda daha serbest bırakmış kendilerini ABD’li yazarlar. Örneğin ikinci sezondaki Oliver’ın anne ve babası, BeTipul’da aslında ilk sezonun Jake ve Amy’siymiş. In Treatment’ın yazarları ise bu çift için yeni karakterler yaratmayı tercih etmişler. İki sezonu da çok beğendim ben, çok farklılardı, ama ayrı ayrı çok güçlü yanları vardı. Üçüncü sezon içinse biraz korkuyorum açıkçası, çünkü orijinal İsrail dizisi iki sezon sürmüş ve bitmiş, Amerikalı tayfanın elinde hiçbir şey yok yani artık “ilham alacak”. Umarım ilk iki sezonun kalitesinde olur üçüncü sezon da.

Tıpkı gerçek terapideki gibi, son derece yavaş ilerliyor. Hiçbir şey mucizevi bir şekilde çözülmüyor, biraz kafanızı vermeniz ve dikkatle gözlemlemeniz gerekiyor terapi süreçlerini hem de. Ama büyük gelişmelerin olduğu o nadir anlar o kadar olağanüstü ve etkileyici oluyor ki, bekleyişe değiyor. Psiko-dram olduğu kadar bir gizem dizisi aynı zamanda In Treatment. Paul sorunların köküne inmeye çalışırken, siz de kendi koltuğunuzdan kafa yoruyorsunuz. Bazen hastanın şikayet ettiği sorun asıl sorundan çok daha farklı bir şey oluyor mesela; bunu bilinçsizce ağzından çok mühim bir bilgi kaçırarak belli ettiğinde hasta, siz de bir House bölümünde House’tan önce doğru teşhisi koymuş ya da Veronica Mars’ta Veronica’dan önce suçluyu bulmuş gibi tatmin olmuş hissediyorsunuz kendinizi.

Bu diziyi sevmek için, psikolojiye ilgi duymanız gerekmiyor. Ağır tempolu yapımlar sizi bayıyorsa da sorun değil aslında. Tek mekanda geçiyor ve sadece konuşmalardan oluşuyor olabilir, sıradışı karakterler ve olağandışı yaşamlar sunmuyor olabilir, fantastik, aksiyon ya da bilim kurgu dizisi de olmayabilir... Tüm bunlara rağmen, In Treatment her şeyden önce ve her şeyden öte insanla ilgili bir dizi. Hatta Six Feet Under’la birlikte şimdiye dek izlediğim diziler arasında, insanoğlunu en başarılı, en gerçekçi şekilde anlatan dizi. Umut’la kendimizi kaybedip bütün diziyi (78 bölüm, net 32 saat!) birkaç hafta gibi bir sürede izledik, ama In Treatment başlayınca bırakılamayacak dizilerden. Karakterler karakter gibi gelmiyor, yaşadıkları da uzak gelmiyor izlerken insana. Kişiliklerle, davranışlarla, bastırılmış çocukluk travmalarıyla, motivasyonlarla, isteklerle, zaaflarla ve korkularla ilgili öyle doğru şeyler söylüyor ki In Treatment, televizyonda görmeye alışmadığı kadar “gerçek” bir şey sunuyor seyirciye. Bunun üzerine bir de cillop gibi oyunculuklar eklenince, niye hemen koşup bu diziyi bulmak için gerekli işlemlere başlamak yerine hâlâ bu yazıyı okuduğunuzu merak ediyor insan.



16 yorumcuk:

Unknown dedi ki...

İlginç bir diziye benziyor, yaz için düşünülebilir. Teşekkürler inceleme için :)

Persephone dedi ki...

oha, izlenir ki bu! :D

kurtlu kitap dedi ki...

bi psikolog olarak aktarım konusunda hemfikirim. 2 sezonu da gözümü kırpmadan izledim. eğer psikoterapiden korkan veya nasıl bişey olduğunu merak eden varsa diziden bikaç bölüm izlemesi yeterli. birebir süreç aynı. tek fark dizide seansların biraz kısa sürmesi, normalde 45-50dakika civarında olur, ki bu da izleyiciyi bayıltabilir :)

Brenda Walsh dedi ki...

çok ilginç bir formatmış, normalde ben hiç gelemem yavaş tempolu dizilere ama in treatment gerçekten çok ilgimi çekti, süper de anlatmışsınız. keşke zaman olsa da izleyebilsem hepsini :(

ilter dedi ki...

Tabii çeviri sırasında pekçok detay kaybolacaktır muhtemelen.
DVD'si çıkmış mı bir bakayım... House'tan daha ilginç olabilir.
Teşekkür ederim :)

Çavlan dedi ki...

ata ismet özçelik ve ilterocktive, rica ederim, utandım şimdi :)

persephone, izlenir ki ne izlenir, hadi aynı anda ben the wire'a başlayayım, sen de in treatment'a :)

kurtlu kitap, benim psikoloji alanında hiç bilgim olmadığı için in treatment bir psikoloğun bakış açısından ne kadar gerçekçi görünüyor bilmiyordum, çok makbule geçti yani yorumunuz.

methadonia, aynı sorun bende de var, izlenecek sürüyle iyi dizi durup bekliyor bir köşede, şu an mesela true blood, the wire, rome, damages, breaking bad, the office, fringe, the mentalist hepsi tarafımdan başlanmayı bekliyor ki bir de zaten takip ettiklerim var... çok zor canım bu çağda dizilere yetişmek :p

ilterocktive, türkçe altyazısının korkunç olacağını tahmin ediyorum, en son 3 sene önce digiturk'ün karşısında saçlarımı yolduğumdan beri her şeyi divx/dvd formatında ve kesinlikte türkçe altyazılara bulaşmadan izliyorum... o yüzden tavsiyem ingilizceniz fena değilse kesinlikle ing. altyazıyla izlemeniz.

Persephone dedi ki...

anlaştık! :D

Zaman durumu çok fena ya, izlemediğim tonla HBO dizisi, mini seriler, aynı şekilde breaking bad, fringe, mentalist, damages, (utanmadan) dexter, daha böyle gider bu, dizi var. ama zaman yok!

even better than the real thing dedi ki...

Bir TV şaheseri In Treatment. Başyapıt falan diyeceğim utanmasam. Yazı süper, daha güzel anlatılamazdı. Pek birşey eklemiyorum o yüzden.

Ben geçen sene 1. sezonu tamamlamıştım sadece, 2. sezonun DVD'si yoktu o zaman. Ama bu yazı In Treatment'ı ne kadar özlediğimi hatırlattı bana, DVD çıkmamışsa bile başka yolları deneyip buluyorum 2. sezonu. Hemen şimdi!

wessago dedi ki...

ya ilk iki bölümü izledim ne zaman housevari çıkarımla yapıcak?

dogrusu bunu sadece house un alternatifi olabilcegi için izlemeye başlamıştım.

Çavlan dedi ki...

even better, çok sağol. katılıyorum ayrıca, şaheser falan :) 2. sezonu bir an önce izle bence de, ilk sezondan farklı ama gene çok güzel.

wessago, house'un alternatifi olabilecek bir dizi değil in treatment, çok ama çok farklı türler ikisi de. sadece karakterlerle ilgili bir takım gizemlerin çözülmesi babında house'la (ve veronica mars'la) karşılaştırmıştım ama aynı paragrafta şunu da demişim: "tıpkı gerçek terapideki gibi, son derece yavaş ilerliyor. hiçbir şey mucizevi bir şekilde çözülmüyor." yani iki bölümde bir şeylerin çözülmesi imkansız, bir de iki bölüm izlediğin halde hoşuna gitmediyse ve sıkıldıysan (çünkü ben daha ilk bölümün beşinci dakikasında diziye bayıldığımı anlamıştım) zorlamayıp bırak bence, sana göre bir dizi değil demek ki, zamanını harcama boşuna :)

wessago dedi ki...

tamam give up

yorumunuz için teşekkürler.

Unknown dedi ki...

Bugün oturdum ve 5 bölümünü birden izleyiverdim. Niye tüm sezonu indirmedim diye kızdım kendime. Sonraki 5'i indirdim. Şimdi yine oturacağım. :)

Bu kadar mı akıcı olur. Özellikle sınırlı mekanlı-karakterli dizilerin-filmlerin bu kadar akıcı ve çekici olabilmesi muhteşem birşey. Kim yazıyor len bunları diyor insan.

Çok teşekkür ediyorum. Finallerden önce geleceğimle oynadın. :P

Sezondaki bölüm sayısı ise çok hoşuma gitti. 43. :D Adamın ağzından salya akıttırır valla. :)

Çavlan dedi ki...

ahahaha :) beğenmene sevindim ama finallerden sonra başlamak en iyisi değil mi, o konuda sorumluluk kabul etmem :p bir de bitince (iki sezon var, biri 40 biri 30 küsur bölüm diye hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor insana ama inan bana hemencecik bitiveriyor) bir boşluğa düşebilirsin, o konuda da baştan uyarayım :)

Kentaki dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Cansu dedi ki...

birinci sezonunu izlemeyi 12 günde bitirdim. başlarken çok korkmuştum izlerken uyuyakalırım diye ama aksine uykusuz bırakıp bir gecede iki haftayı bitirmeyi zorladığım zamanlar oldu.
ikinci sezonu izlemeye de başladım ama bir türlü karakterlere bağlanamadım. sanırım bir an evvel kimin aslında ne sorunu olduğunu çözme derdindeyim. gözüm sürekli sophie'yi arıyor :/

sweet drop dedi ki...

HBO'nun izleyenlerine attığı en büyük kazık bu diziyi sonlandırmış olması gerek.Deliler gibi özlüyorum Paul'u ve hastalarını.