20 Mart 2010 Cumartesi

Sadakat: Bolca hezeyan, az biraz aşk

Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri pek çok yazara ilham kaynağı oluyor artık. İnci Aral da son romanı Sadakat için bir üçüncü sayfa haberinden besleniyor; kendisine ihanet eden kocasının cesediyle aynı evde günler geçiren bir kadının haberini okuyor bir gün ve hepimize tanıdık gelen bir konu hakkında ama özgün, derinlikli karakterler yaratarak, çok özgün bir dil kullanarak yazmaya koyuluyor. İnci Aral'ı daha önce okumamıştım, hiç ilgimi çekmemişti romanları açıkçası. Çok sevilen, her yeni romanı heyecanla beklenen, kendine özel bir okur kitlesi edinmiş bir yazar olduğunu biliyordum bilmesine de, hani bir Nermin Bezmen ayarında da olabilirdi, o derece bilgisiz ve ilgisizdim Sadakat'i okumadan önce. Gururla bildiririm: artık değilim. O kadar ki, İnci Aral'la Nermin Bezmen'in isimlerini aynı cümlede yanyana kullanmış olmak kötü hissettiriyor kendimi. Sadakat'in daha ilk sayfalarında anlaşılıyor ne kadar usta bir yazarın beyninden/kaleminden çıktığı; Aral'ın anlatımı neredeyse şiirsel, hani daha sonuna gelmeden yeniden okumak isteyeceğinizi bildiğiniz cümleler vardır ya, işte o cümlelerden daha bol bir şey yok Sadakat'te.

Azra isimli bir karakterimiz var, onun ağzından anlatılıyor her şey. Azra eczacılık yapan genç bir kadın -20'lerinin sonlarıyla 40'larının başları arasında bir yerlerde sekiyor romandaki zaman geçişleri boyunca-. İçten içe ancak hayatını bir erkeğe adarsa -ya da onunkiyle birleştirirse- değer kazanacağına inanan, küçük hesaplar peşinde bir kadın. Eğitimi, geçmişi, hatta karakteri böyle olmaması gerektiğine işaret ediyor ama böyle işte; hatta üniversitede ilk sevgilisinden hamile kaldığında geciktirmiş test yapmayı, aklına tam olarak gelmemiş hamile olabileceği, fark ettiğinde -ve sevgilisine açıkladığında- kürtaj için çok geçmiş artık. Yani kendine de tam olarak itiraf edemese de, bir nevi "tuzak" kurmuş Azra ilk sevgilisine, böyle bir karakterimiz var. Yıllar geçiyor, ilk kocası onu terk ediyor -zaten başından beri istekli değil tam olarak-, kızı büyüyor, gün geliyor Ferda'yla tanışıyor Azra –Ferda bir erkek bu arada, annemin adı Ferda olduğu ve başka Ferda tanımadığım için hâlâ garipsiyorum Ferda isimli bir adamı :)– Sadakat de Azra'nın Ferda'yla ilişkisi üzerine.

Romanın kurgusunun zamanda bir ileri bir geri zıplama üzerine kurulduğunu söylemiştim, işte aslında bir anlamda sondan başlıyor yapıyor Sadakat: Azra cezaevinde, 7 yıllık kocası Ferda'yı öldürmekten tutuklanmış (gerçi buna "tutuklanma" mı deniyor bilmiyorum, yani hapsedilmiş ama henüz mahkemesi olmamış, suçlu bulunmamış), avukatı hatırladığı her şeyi yazmasını salık vermiş ona, o da bir deftere Ferda'yla tanıştıkları günden başlayarak yazmaya başlıyor, biz Azra'nın defterine yazdıklarından geçmişte yaşadıklarını, arada da cezaevine yani şimdiki zamana dönüşlerini okuyoruz. Yani Azra'nın eşini öldürmekle suçlanması kitabı okumadıysanız bilmemeniz gereken bir şey değil, ilk sayfalardan açıklanıyor bu zaten.

Azra çok aklı başında, mantıklı, oturaklı moturaklı bir kadın gibi yazıyor, ama daha en başlarda da bir arızası olduğunu belli etmekten geri durmuyor: Ferda'nın kendisine pek de içten yaklaşmadığını fark ettiği halde bastırmayı seçiyor örneğin. Ferda, Azra'yla tanışmadan önce onun hakkında araştırma yapmış, kiralayıp bir seraya dönüştürmek istediği kasabadaki arsasını ziyaret etmiş, ama Azra'ya onu tanımıyormuş, mal varlığı hakkında bir şey bilmiyormuş gibi davranıyor. Azra kasabadaki yardımcısından mı ne öğrendiğinde bunu, bir iki cümlede, üzerinde durmayarak yarım yamalak bahsedip geçiştiriveriyor. Ne Ferda'yla ilgili fikirlerini değiştiriyor bu, ne Ferda'yla konuşuyor bunu. Evlilik hayallerine, bütün varlığını ona yatırmaya tam gaz devam ediyor. Orada hafif bir diken diken oluyor tüyleriniz, ama bu sadece bir başlangıç.

Olaylara sadece Azra'nın bakış açısından yer verilmesine karşın, Aral'ın ustalığı sayesinde belki de, inceden de olsa anlıyoruz Azra'nın kendini kandırışlarını, gözlemlerindeki çarpıklığı, olayları ve kişileri algılayışındaki sağlıksızlığı. Azra kadar, Ferda ve Aliye karakterleri de özenle yaratılmış, güçlü karakterler. Yazar genellemelere uymadan, klişelere düşmeden geliştirmeyi başarabilmiş karakterlerini. Sadakat aslında kadın-erkek ilişkilerindeki belli başlı kavramlardan çok karakterler üzerine bir roman bence. Günümüzde aşkın yaşanış şekli, insanların evlilik ve ihanet gibi kavramlara bakışı falan değil de (evet onlar da var ama arkaplanda, hafif dozlarda), Azra ve Ferda isimli iki hastalıklı karakter ve onların ilişkisi irdeleniyor. Zaten öbür türlüsü olsaydı sıkıcı ve basmakalıp olurdu. Bu haliyle de içinizi açacak, size yepyeni bir görüş açısı kazandıracak, kendini deli gibi merakla okutacak bir roman değil gerçi Sadakat; ne yaparsanız yapın içinize afakanlar basıyor okurken, sonuçta son derece sağlıksız bir ilişki ve aldatma üzerine aldatma okuduğunuz, sonunu da başından biliyorsunuz. Yine de son derece sürükleyici bir kitap, ne de olsa aşkla başlayan, ama intikam alma arzusuyla birleşerek tutku-nefret arasında bir şeye dönüşen ilişkiler okurun ilgisini çekmiştir hep.

4 yorumcuk:

Aslısın dedi ki...

Benzer önyargılardan ben de okumamıştım İnci Aral'ı. Diyorsan ki böyle, bir şans vereyim o zaman.

ahmet dedi ki...

ben de kendisinin daha sonra yeşil adıyla yayınlanan yeni yalan zamanlar kitabını yarım bırakmıştım ne yazık ki.o yüzden hala mesafeliyim.

Çavlan dedi ki...

Valla ben de bir başka kitabını okumayı pek düşünmüyorum açıkçası :) Konu ilginç geliyorsa okunası bir roman ama Sadakat.

Bay Kavun dedi ki...

Yazınıza baştan aşağı katılıyorum. İnci Aral konularıyla, meseleleriyle bana hitap edebilen bir yazar değil, fakat ustalığına diyecek laf yok. Sadakat'te de Türkçeyi kullanımındaki ustalık ve kahramanlarındaki derinlik, okuyucuya dil ısırtması gereken türden. Ancak temanın çok hoşuma gittiğini söyleyemem. Dediğiniz gibi insanın içi daralıyor, kitap uzayıp uzayıp bitmiyor. Merkezine aldığı son derece hastalıklı ilişki olmalı bunun nedeni, yani amacına ulaşmış diyebiliriz belki.