10 Mart 2010 Çarşamba

Johnny Depp Filmleri (2003-2010)

Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl

Yönetmen: Gore Verbinski
Yazar: Ted Elliott & Terry Rossio
Oyuncular: Johnny Depp, Orlando Bloom, Geoffrey Rush, Keira Knightley
Tür: Aksiyon|Macera|Fantastik
Yapım yılı: 2003
IMDB Puanı: 8/10
Benim Puanım: 7.3/10

17. yüzyılda Karayiplerde geçen Pirates of the Caribbean serisinin bu ilk filminde, Kaptan Barbossa (Rush), adamlarını valinin kızı Elizabeth Swann'ı (Knightley) kaçırmaya gönderir. Barbossa'nın gemisinin eski kaptanı Jack Sparrow (Depp) isimli korsan, Elizabeth'in sevgilisi Will Turner (Bloom) ile işbirliği yaparak, kızı kurtarmaya çalışacaktır.

Johnny Depp, Kaptan Sparrow karakteriyle harikalar yaratıyor, ama oyuncu kadrosunun tümü çok başarılı zaten. Ses, set tasarımı, makyaj, sinematografi, bu film tüm alanlardan tam not alıyor. Ama tabii ki eğlencelik bir filmden fazlası değil The Curse of the Black Pearl. Yine de çok nitelikli bir eğlence vadettiği; yapılmış en iyi korsan filmi olabilir Pirates of the Caribbean.

Ayrıca Jack Sparrow karakterinin alışageldiğimiz tipik "kahraman"dan binlerce kilometre uzak olması, buna rağmen ilgiyi asıl kahramandan çalması, bu filme dair en sevdiğim şeylerden.

Finding Neverland

Yönetmen: Marc Forster
Yazar: David Magee (senaryo), Allan Knee (oyun)
Oyuncular: Johnny Depp, Kate Winslet, Julie Christie
Tür: Biyografi|Dram
Yapım yılı: 2004
IMDB Puanı: 7.9/10
Benim Puanım: 7.2/10

Oyun yazarı J.M. Barrie'nin 1903 Londra'sındaki (Peter Pan'i yazdığı sene) hayatına bir bakış atan bir film Finding Neverland. Barrie bir süredir bir şey yazamamaktadır, karısıyla arası iyi değildir, son eseri kötü eleştiriler almıştır falan. Dört çocuklu, dul Sylvia Lleweyn Davies'le tanıştığında hayatı birden değişmeye başlar; Sylvia onun ilham perisi, çocukları da ilham kaynağı olur ve Barrie, hepimizin bildiği, büyümek istemeyen çocuklarla ilgili oyunu yazmaya koyulur.

İnsanların anlamadıklarından ne kadar korktuklarını ve nasıl da hemencecik yargıladıklarını, dış dünyanın ne yaparsa yapsın masumiyeti -ve masumları- yıkıp dökmek gibi bir huyu olduğunu anlatıyor Finding Neverland. Depp'in İskoç aksanı -taklit edilmesi en zor aksanlardan biri olduğu da göz önüne alınırsa- olağanüstüydü. Depp zaten muhteşem oynuyor (şaşırdınız değil mi böyle düşünmeme), ama filmi tek götüren ya da tüm yükünü sırtlanan o değil. Kate Winslet ve Freddy Highmore da çok başarılılar. Biyografi de, dram da bana uzak türler aslında, o yüzden 7.2'yi aşamadı verdiğim puan. Buna rağmen bu filmin büyüsüne kapılmamak elde değil.

Secret Window

Yönetmen: David Koepp
Yazar: David Koepp (senaryo), Stephen King (roman)
Oyuncular: Johnny Depp, John Turturro, Maria Bello
Tür: Korku|Gizem|Gerilim
Yapım yılı: 2004
IMDB Puanı: 6.4/10
Benim Puanım: 6.9/10

Mort Rainey, karısından boşanmak üzere olan, boşanmaya yol açan olayların üzerinde yarattığı travmayı atlatamamış, medeniyete uzak bir göl evinde tek başına yaşayan bir yazardır. Bir gün, adının John Shooter olduğunu söyleyen bir yabancı evine gelir ve Rainey'nin onun hikayesini çaldığını iddia eder. Rainey, hikayenin Shooter'a değil kendisine ait olduğunu ve Shooter'ın yazdığını iddia ettiği tarihten çok daha önce yazılmış olduğunu kanıtlayabileceğini söyler ve yıllar önce basılmış bir dergiyi arar, etrafta sorup soruştururken, garip şeyler olmaya başlar. Rainey'nin önce köpeği, sonra da çevresindeki insanlar ölmeye başlar.

Pek çok insanın bu filmi sevmemesinin nedeni, filmin sonunun klişe ve önceden tahmin edilebilir olması. Bense gördüğüm en iyi filmlerden biri olduğu gibi bir sanrıya kapılmasam da gayet hoş buluyorum Secret Window'u, her şey şaşırtmaca demek değildir bir kere, filmin kendisi saklamaya da çalışmaz zaten şu "twist"i, filmin ilk yarım saatinde anlaşılır (sözde twist'ine seyircinin asla aklına gelmeyecek çok büyük bir sürpriz muamelesi yapan Hide and Seek gibi filmlerin taktiğinden çok daha iyidir bence Secret Window'un tarzı). Rainey hayatında yazarlığından başka hiçbir şey kalmamış bir adamdır; karısı başkasını ona yeğlemiştir, arkadaşı yoktur, yazmak dışında bir uğraşı yoktur, insanlardan uzak bir yerde yaşar, sürekli uyur, kendine bakmaz, kötü beslenir ve yazar. Yani, sadece yazar. Bu yüzden birisi çıkıp da onun yazarlık kimliğini tehdit eden bir suçlamada bulunduğunda, Rainey'nin ruh halini, Shooter'ı başından savmak için ona kanıt olarak göstereceği orijinal hikayeyi ararken aslında bir insan olarak az buçuk kalmış değerinin son gıdımlarını aradığını tahmin etmek zor olmaz. Eğer yaşamınızı bir şekilde üreterek kazanıyorsanız, kendinizi Rainey'le ve içindeki delilikle özdeşleştirip bu filmden çok keyif almanız mümkün.

The Libertine

Yönetmen: Laurence Dunmore
Yazar: Stephen Jeffreys (senaryo), Stephen Jeffreys (oyun)
Oyuncular: Johnny Depp, Samantha Morton, John Malkovich
Tür: Dram
Yapım yılı: 2004
IMDB Puanı: 6.5/10
Benim Puanım: 7.8/10

Yetenekli ve karizmatik, aynı zamanda da sadakatsiz bir ayyaş olan biseksüel şair John Wilmot'la ilgilidir The Libertine. Dostu II. Charles, Fransız büyükelçisine yaranabilmek için bir piyes sahnelemesini talep eder Wilmot'tan. Wilmot bu piyesin hazırlıkları sırasında çiçeği burnunda aktris Elizabeth Barry'le tanışır ve onu bir yıldız yapmaya karar verir. Ve olaylar gelişir :)

Film pek gişe yapmadı, büyük ihtimal ortalama seyirci uzun diyalogları takip edemediği için filmi sıkıcı buldu. Pek çok kişi Finding Neverland'in sonunda ağlamış, ben The Libertine'in sonunda (hüzünlü gözler, "do you like me now", şaraptan alınan bir yudum) ağladım. İzleyen herkese aynı tadı vermediğini biliyorum, ama yazmadan duramayacağım: Eğer Johnny Depp'i seviyorsanız bu filmi görmeniz gerek. Johnny Depp'i sevmiyorsanız da bu filmi görmeniz gerek.

Coupling'in Jeff'ine de rastlamak mümkün hem The Libertine'de!

Charlie and the Chocolate Factory

Yönetmen: Tim Burton
Yazar: John August (senaryo), Roald Dahl (roman)
Oyuncular: Johnny Depp, Freddie Highmore, David Kelly, Helena Bonham Carter
Tür: Macera|Komedi|Fantastik
Yapım yılı: 2005
IMDB Puanı: 7.1/10
Benim Puanım: 7/10

Annesi, babası, anneannesi, babaannesi ve iki dedesiyle yaşayan Charlie, çok ama çok yoksuldur. Bir gün, yaşadığı kasabanın efsanevi çikolata fabrikası sahibi Willy Wonka, dünyanın dört bir yanına giden çikolatalarının içinde toplam beş tane altın bilet koyduğunu, bu biletleri bulan çocukların yıllardan beri kimsenin girmediği çikolata fabrikasını gezeceğini, en sınırsız hayalgücünün bile yetersiz kalacağı çeşitte çikolata ve şekerlemelerin nasıl yapıldığını göreceğini açıklar. Aslında planı, çocukları bir takım testlere tâbi tutarak, en son kalan çocuğa fabrikasını bırakmaktır. İşte bizim Charlie de, bu biletlerden birine sahip olmayı deli gibi istemektedir.

Diğer Tim Burton uyarlamalarında olduğu gibi, bu filme de bir uyarlama olarak bakmamak lazım bence. Charlie'nin Çikolata Fabrikası en sevdiğim çocuk kitaplarından biri, ve 70'lerde çekilmiş uyarlaması da -kitaba sadık kalınması değil de karakter gelişimi açısından- hiç fena değildi. Burton'ın filminiyse Dahl'ın kitabından bağımsız düşünmeye çalışıyorum, çünkü ancak böyle yaparsam keyif veriyor bu film bana, üstelik 1 Umpa Lumpa = 1000 Umpa Lumpa mantığını, onların şarkılarını ve romanın asıl mesajını tamamen hiçe sayan, yoktan var edilmiş Wonka'nın çocukluğuna dair flashback'leri (ve aile takıntısını) başka türlü sevmem imkansız. Başka bir dünya sunuyor bize Tim Burton, aklımızdaki Wonka'dan çok çok farklı bir Wonka var ortada, evet asıl Wonka değil belki, ama bu Wonka da bambaşka açılardan harika. Burton'ın filmi ve Dahl'ın kitabının şöyle bir ortak noktası var: basit ve çocukça olduğunu bilseniz de duygulanmaktan, coşmaktan, heyecanlanmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Elfman'ın müziği (Umpa-Lumpa'ların şarkıları hariç!) ve set tasarımları, tabii ki, olağanüstü.

Corpse Bride

Yönetmen: Tim Burton & Mike Johnson
Yazar: Tim Burton & Carlos Grangel (karakterler), John August, Caroline Thompson & Pamela Pettler (senaryo)
Oyuncular: Johnny Depp,
Tür: Animasyon|Komedi|Fantastik|Müzik|Romantik
Yapım yılı: 2005
IMDB Puanı: 7.5/10
Benim Puanım: 8/10

1800'lerin sonunda bir köyde geçen filmde, asil Everglot ailesi varını yoğunu yitirmiş, iflasın eşiğinde, sonradan görme para babaları Van Dort ailesi de yüksek sosyetede kendine yer edinme çabaları içindedir. Bu iki aile, kızlarıyla oğullarını evlendirmeye karar verirler, böylece Everglot'lar eski bolluğa kavuşacak, Van Dort'lar da sosyetede kendilerine yer bulacaklardır. Damat adayımız Victor (Depp) ormanda evlilik yemininin provasını yaparken, deneme mahiyetinde evlilik yüzüğünü bir cesedin parmağına takınca, kendini birden ölüler diyarında, ölü bir gelinle (Bonham Carter) evlenmiş bulur. Asıl sevdiği kıza (Watson) dönmenin, daha da önemlisi yaşayanların dünyasına çıkmanın bir yolunu bulmak zorundadır.

Söyleyecek çok da bir şey yok aslında Corpse Bride'la ilgili. Şahane bir animasyon; karakter gelişimi, modellemeler, müzikler, seslendirmeler, senaryo, hepsi çok iyi. Animasyon korkunuz yoksa mutlaka izleyin.

Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest

Yönetmen: Gore Verbinski
Yazar: Ted Elliott & Terry Rossio
Oyuncular: Johnny Depp, Orlando Bloom, Keira Knightley
Tür: Aksiyon|Macera|Fantastik
Yapım yılı: 2006
IMDB Puanı: 7.3/10
Benim Puanım: 7.1/10

Kaptan Jack Sparrow, hayalet gemi Flying Dutchman'ın efsanevi kaptanı Davy Jones'a (Nighy) kan borcu oldugunu öğrenir. Zamana karşı yarışan Sparrow, bir şekilde bu borçtan kurtulmanın bir yolunu bulmak zorundadır, aksi takdirde sonsuza kadar lanetlenerek Jones'un gemisinde bir köleye dönüşecektir. Diğer tarafta evlilik hazırlıkları yapan Will Turner ve Elizabet Swann tutuklanıp ölüm cezasına çarptırılırlar.

Davy Jones ve onun korsan gemici tayfası üzerindeki özel efektler şahane, zaten Dead Man's Chest genel olarak görsel açıdan çok etkileyici. Tek eleştiri, görsel efektler ve aksiyona ağırlık verirken, ilk filmden farklı olarak asıl hikayeyi ihmal etmesi olabilir. POTC üçlemesi içinde kişisel olarak benim en az sevdiğim, yine de bir devam filmi olarak gayet başarılı, komik, hızlı tempolu bir film.

Pirates of the Caribbean: At World's End

Yönetmen: Gore Verbinski
Yazar: Ted Elliott & Terry Rossio
Oyuncular: Johnny Depp, Orlando Bloom, Keira Knightley
Tür: Aksiyon|Macera|Fantastik
Yapım yılı: 2007
IMDB Puanı: 7/10
Benim Puanım: 7.5/10

(Bu filmin açıklamasını ilk iki POTC filmini izlemediyseniz okumayın!) Ölüler tarafından hayata döndürülen Kaptan Barbossa'yla işbirliği yapan Will Turner ve Elizabeth Swann, Jack Sparrow'u hapsolduğu Davy Jones'un sandığından kurtarmak zorundadır, fakat bu yolculuk elbette kolay olmayacaktır. Eğer bunu başarırlarsa, önlerine bir de eski düşmanlar çıkacaktır: Davy Jones ve Lord Cutler Beckett. Lord Cutler Beckett, Davy Jones'un kalbini kontrol etmektedir, bu da ona denizlerin kontrolünü vermektedir. Dünyanın dört bir yanındaki korsan lordları, Beckett ve Jones'a karşı büyük bir savaş için toplanmak zorundalardır.

At World's End, POTC üçlemesinde eleştirmenler ve izleyiciler arasında en az beğenilenken, benim en çok sevdiğim. Karanlık havasından mıdır, Sparrow karakterinin temeli Keith Richards'ın varlığından mıdır, öncekilere göre daha karmaşık ve derin olan hikayesinden midir, her zamankinden fazla (ve her zamankinden daha deli) bir Jack Sparrow görmenin verdiği heyecandan mıdır, gerçekten bilmiyorum niçin en çok bu filmi sevdiğimi. Obektif bakacak olursak gereksiz yere uzatılmış, gereğinden fazla açıklamalarla dolu, çok fazla karakter ve çok fazla konunun sıkıştırılmaya çalışıldığı, ilk iki film kadar eğlenceli olmayan bir film görüyoruz. Ama benim favorim ne olursa olsun At World's End.

Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street

Yönetmen: Tim Burton
Yazar: John Logan (senaryo), Stephen Sondheim & Hugh Wheeler (müzikal), Christopher Bond (müzikal uyarlama)
Oyuncular: Johnny Depp, Helena Bonham Carter, Alan Rickman
Tür: Dram|Korku|Müzikal|Gerilim
Yapım yılı: 2007
IMDB Puanı: 7.7/10
Benim Puanım: 8.2/10

Sweeney Todd - Fleet Sokağının Şeytan Berberi adıyla ün yapan Benjamin Barker'ın hikayesini anlatır bu film. Karısı ve kızı elinden alınan ve haksız yere suçlanan Barker, cezaevinde yıllar geçirdikten sonra intikam yemini etmiş halde Londra'ya gelir, bir berber dükkanı açar, turtacı Ms. Lovett'la suç ortaklığı yaparak intikam planını uygulamaya başlar.

Bu filmle ilgili yazabilecek hiçbir şey düşünemiyorum -bunun nedenini Sweeney Todd'ın sözcüklere dökülemeyecek bir film olması kadar, yukarıda sekiz tane film anlattıktan sonra yorulmuş olmama da bağlayabiliriz tabii. 8.2 puan verdiğimi bir de burada belirtiyor, Sweeney Todd anlatılmaz, yaşanır diyorum :) Ama bir de şöyle bir şey var: Müzikallere normalde hiç katlanamayan ben, bu filmden çıktığımda filmin güzelliğinden nerdeyse gözlerim dolu dolu, genelde film zevklerimin uyuştuğu yanımdaki arkadaşıma hevesle baktığımda, bana "Bu mu yani beni getirdiğin film Çavlan, iğrençti, sonunu zor getirdim" dedi. Fazla kanlı bir film olduğundan mıdır, başka bir nedenden midir (o nedeni inanın bilemiyorum), hiç beğenmeyebilirsiniz Sweeney Todd'ı, söylemiş olayım :)



Seyretmediğim için burada bahsedemediğim, ikisi de 2009 yapımı The Imaginarium of Doctor Parnassus ve Public Enemies en kısa zamanda izlenecekler listesinde.

Bir de Tim Burton-Johnny Depp ortaklığının son meyvesi Alice in Wonderland var. Yine Danny Elfman yapmış müzikleri, yine Helena Bonham Carter filmin içinde bir yerlerde, yine çok meşhur bir çocuk romanı Burton tarafından büyük ihtimal tanınmayacak hale getirilmiş, karanlık ve büyüleyici bir dünya halinde sunulmuş. Büyük ihtimal diyorum çünkü ben bu filmi görmedim, daha birkaç ay da görebilecek gibi durmuyorum. Vizyona girdiği gün sabahtan Büyülü Fener'e gidip gece seansı için iki bilet almaya kalkışmış olduğum düşünülürse garip gelebilir bu durum, ama garip değil aslında. Şu var ki, artık kim karar veriyor böyle şeylere bilmiyorum, ama işte dağıtımcılar, filmciler, şunlar, bunlar, Alice in Wonderland'i vizyonda izlemek istiyorsak, dublajlı izlememiz gerektiğine karar vermişler. Ciddiyim, Ankara'da tek bir sinemada bile yok hem 3D hem orijinal dilinde gösterim. Hani bütün gün dublajlı versiyonunu gösterelim, gece seansına İngilizcesini koyarız falan demek de yok. Şimdi baktım İstanbul'da da yok. Ne ki bu şimdi? Çocuk filmi mi sanıyorlar bunu, hayır öyle olsa ne yazar? Gece 00:00'a seans koymayı biliyorlar, o seansa çocuklar gelemeyeceğine göre öyle bir şey de değil, ne o zaman? NE? Bu tarz bir filmi izliyorsak bize Türkçe dublaj mı yakışır, hak etmiyor olduğumuza karar vermiş bu insanlar mesela oyuncuların kendi seslerini ve kendi dillerini duymayı? Ya da belki Türkçe olunca direkt daha iyi diye bir fikir vardır kafalarında, kim ister ki yabancı bir dili, kimsenin anlamayacağı gürültüyü falan? Şaka gibi, hiçbir sinemasever izlediği filmi kendi dilinden (o dil Farsça da olsa, Japonca da olsa) başka bir dilde izlemeye katlanamaz ki, ben de sırf 3D izleyebilmek için bu kadar yıllık alışkanlıklarımı değiştirecek değilim -böyle yapsaydım beğenemeyecektim bile filmi büyük olasılıkla. O yüzden aynı anda hem bir Danny Elfman, hem bir Tim Burton hem de bir Johnny Depp manyağı olan şu satırların yazarı, bu üçlünün son filmini izleyemiyor. Ve de kimbilir ne kadar bekleyecek o filmin riplenmesini. Her halükarda Alice'i 3D izleme şansı yok artık (ki dünyanın bir yerlerinde millet iMax izliyor!). Son bir iç çekişle mızmızlanmayı kesiyorum, artık birkaç ay sonra bir haftasonunu buna ayırıp bu üç filmi izleyebileceğimi ve burada uzun uzun anlatabileceğimi umuyorum.



Ayrıca bkz:
Johnny Depp Filmleri (1984-1995)
Johnny Depp Filmleri (1996-2002)


12 yorumcuk:

pariseda dedi ki...

Neredeyse bütün filmlerini izlemişim.Tek tip rollerde kalmayan farkını ortaya koyan bir oyuncu.Aslında bir johnny hayranı olarak onu iyi bir romantik filmde izlemek isterdim.Yanında eski sevgilisi (onun için dövme bile yaptırmış)winona ryder olsa ne güzel olur:D ayrıca merak ediyorum Alice Harikalar Diyarında'yı nasıl buldun.Ben tim ve johnny sever olarak beğenmedim:(

Çavlan dedi ki...

Gitmedim Alis'e sadece dublajlı oynuyor diye. Ama ilk andaki hevesim kaçtı şimdi zaten, çok kötü eleştiriler aldı çünkü.

so far so good so what dedi ki...

ben de çok sinir oldum şu dublaj olayına,ama el mahkum gittim,3d fırsatını kaçırmak istemedim. pek iyi değildi,evet hoş bir görsellik, oyuncular falan çok iyi ama çok daha yüksekti benim beklentilerim. konu namına pek birşey bulamadım ben. zaten bu film 3d çekilmemiş,çekildikten sonra 3d hale getirilmiş. bazı (çok hareketli) sahnelere yansımış bu,kalitesini düşürmüş gibi geldi.

anlattığın filmlerden izlediklerimde zevklerimiz düşüncelerimiz uyuşmuş. sweeney todd benim de en sevdiğim,finding neverland biraz abartıldı ama güzel tabi,charlie ve pirates'la ilgili yazdıklarına da katılıyorum. secret window,corpse bride ve the libertine'i yazıklar olsun bana ki izlememişim.

public enemies'i tavsiye ederim çok güzel. parnassus'u aradım ama bulamadım,düşmedi hala malum ortamlara.

Callieach Bheur dedi ki...

Cevahir ve Kanyon da var altyazı ama 3d yi unutun:D
bence klişe ama güzeldi. Yine çay partisini izlerken "as mad as a hatter" kıvamına gelmek isterdim olmadı. üzüldüm ama yıkıldım diyemem. Çavlan'ın Wonkla yorumu burada da geçerli

The Queen dedi ki...

Ben de neredeyse hepsini izlemişim bu filmlerin, ve ben de büyük oranda Johnny Depp takıntıma bağlıyorum bu durumu. Şanslı azınlıktanım ki, What's Eating Gilbert Grape ile vuruldum kendisine... O gün bugündür, her filmini bulup onlarca kere izlemeye taktım kafayı.

An itibariyle Türkiyede değilim, bu nedenle Alice in Wonderland'i orijinal dilinde ve 3D olarak izleme imkanı buldum. IMDBde gördüğümden beri iple çekiyordum vizyona gireceği tarihi. Öncelikle şunu söyleyeyim, hiçbir eleştiriyi okumadan gittim ben Alice'e. Katlanamadığım için değil, spoiler içerebilir, bir şekilde büyüyü bozabilir diye. İyi ki de öyle yapmışım, evet şimdi görüyorum çoğu insan hayal kırıklığına uğramış ama benim için yine Depp-Burton-Elfman (artı Rickman ve Bonham Carter) mucizesiydi. Evet, orijinal hikaye değil, tam bir Burton yorumu ama yine de çok başarılı; seslendirenlerden kostümlere, setlerin zenginliğinden Depp'in "gitmeyebilirsin" derkenki gözlerine kadar her şey harika. Biraz kısa geldi hatta bana, Mad Hatter'ın çay partisi bu kadar olmamalıydı, daha da uzun olmalıydı mümkünse :))

Elbette objektif olamıyorum bunları yazarken. Spoilerla her şeyi mahvetmek de istemiyorum. Ama Burton'ın Wonka yorumunu beğenenler eminim Alice'i de beğeneceklerdir. Bu arada Türkiyedeki dağıtımcıların böylesi bir filme "çocuk filmi ondan Alice'i de Alis yapalım" gibi komik ve acınası bir mantıkla yaklaşmaları da yazık...

The Imaginarium of Dr. Parnassus da çok farklı ama çok da tatlı, Heath Ledger'a saygı duruşunda bulunan bir şölen. Bir de Christopher Plummer öğesi var tabii ki filmde. Ve Public Enemies, 50li yılların tarzına bürünmüş hem de gangster bir Depp... Daha fazla söze sanırım gerek yok. Bunları da iştahınız kabarsın, filmleri bir an önce izleyin biz de yorumlarınızı okuyalım diye yazmak istedim :))

Blog harika, Depp filmleri yazı dizisi harikadan da öte, izlemediğim bazı filmleri an itibariyle listede ön sıralara aldım. Bu arada, Türkçeyi o kadar güzel kullanmışsınız ki, buna da değinmeden geçemeyeceğim. Emeğinize sağlık.

evvah dedi ki...

nefis film tanıtımları olmuş eline sağlık,ben de Alice konusunda sinirimden köpürmüş bi halde ne yapmam gerektiğine hala karar veremedim ,,, sanırımı dayanamayıp 3d izlicem sonra fullhd1080 versiyonlarının çıkmasını bekleyecem,

ilgiyle takipteyim blogu! :)

Çavlan dedi ki...

Kaileena'yla Callieach Bheur, 'Kedi uzanamadığı çiğere pis der'den yola çıkarak kendimi Alis'ten soğutuyorum. Her taraftan kötü eleştiriler alması bunu yapmamı kolaylaştırıyor. Ama 1-2 ay sonra –DVD'si ne zaman çıkarsa artık– nihayet izleyebildiğimde, beklentilerimi iyice düşürmüş olduğum için beğeneceğim kesin gibi bir şey :) Büyük konuşmayayım ama Johnny Depp varsa, Burton çekmişse, müzikleri Danny Elfman yapmışsa, Helena Bonham-Carter ve Alan Rickman da bir yerlerden çıkıyorsa nasıl sevmem ki ben o filmi, aklım almıyor!

Gözde Damla çok sağolun, mutlu oldum çok :) Parnassus'a da Public Enemies'e de gayet büyük bir iştahla (!) yaklaşıyorum şu an, sanırım gaza geldim bu kadar filmi yazınca. Ama Parnassus'u bulamadım, hem Wonderland de çıksın, üçünü birden aynı gün izleyeyim, acayip keyifli olur diyorum. Peki Depp nasıl "gitmeyebilirsin" dedi ki filmde? Nasıldı o andaki gözleri? Söylemeyecektiniz bunu bana!

Eyvah, 3D gözlükler burnumu ağrıtıyor benim hem kapkaranlık oluyor perdedeki görüntüler (çamur atmayı iyice abarttım) değmez ona boşver, sabırla orijinalini bekleyelim! Teşekkürler takip için bir de :)

NEKO dedi ki...

Ben de orjinal dublajlı izlemek istiyorum ama evet Ankara'da yok!!! Yine de dayanamayip gidip izleyecegim :) Çocuk filmi sanıp Tr dublajlı sunuyorlar, ailerler öyle sanıp çoluğu çocuğu dolduruyor sonra hepsi korkuyorum diyip gözlerini kapatıyor!!

The Queen dedi ki...

:)) Evet, yazarken bir an ben de şüpheye düştüm acaba spoiler mı içeriyor yazdığım şey diye, o yüzden devamını yazamadım - ne kadar istesem de :) Şöyle bir ipucu verebilirim ama: bu kadar Depp filmi izlemiş birisi olarak sizin Johnny Depp'in Mad Hatter karakterine nasıl büründüğünü ve gözlerine yarı yalvarır bir ifadeyi nasıl cuk oturttuğunu (biz izleyenlerin de bu arada nefesini kestiğini öhm) tahmin edebileceğinizi umuyorum. Büyüyü bozmamak adına bu kadarını söyleyebiliyorum, gerisini hayalgücünüze ve filmin kendisine bırakıyorum :))

Blog'u bookmarklarıma ekledim bile. Sadece Depp filmleri değil, film, kitap, dizi incelemeleri hepsine bayıldım :)) İştahla okuyorum :))

Çavlan dedi ki...

çok çok teşekkürler :))

Adsız dedi ki...

kızımın hayran olduğu oyuncu. tüm filmlerini seyrettirdi bize ve ailece beğendik. çok iyi oyuncu

Ayolina dedi ki...

Buradan tek izlediğim film "Sweeney Tod". Hiç müzikalle aram olmasada nedendir bilmem gayet beğenmiştim, konu ve atmosferden olsa gerek. Ve şu an farkettim ki hiç mi hiç film kültürüm yok. Bir ara az bişi takibe alayım endüstriyi, en azından 1, 2 klasiği izlemek lazım. Kişisel (blogda olduğumdan normal olarak) ama başarılı bir yazı çok beğendim! Şimdi bakalım diğer blog girdilerinde neler yazıyor...