Eğer Benjamin Linus'u canlandıran Michael Emerson olmasaydı, bu bölüm son derece hafif, çerez bir bölüm olurdu. Ama neyse ki bir adet Emerson'ımız var –yardımcı oyuncu Emmy'sini Locke/Flocke rolleriyle Terry O'Quinn'in alacağından emindim bugüne kadar, son bölümü izledikten sonraysa o kadar emin değilim.
Benjamin Linus: Şimdiye dek yaratılmış TV dizisi karakterleri arasında en karmaşık, en ilgi çekici kötü adamlardan biri. Pek çok açıdan, Ben'in davranışlarının arkasında yatan nedenler kötü değil; dünyayı yok etmeye falan çalışmıyor. Dünyayı kontrol etmeye de çalışmıyor. Ben'in en büyük arzularından birinin, kendi dünyasını kontrol etmek olduğunu söyleyebiliriz. Etrafındakiler üzerinde güç sahibi olmak için hemen her şeyi yaptı şimdiye kadar. Adayı korumak, The Others'ın liderliği konumuna geçmek de, bu arzunun yansımalarından biriydi. Bu durumda iktidarı tehdit altındayken niçin bu kadar korkunç şeyler yaptığını anlamak zor değil.
Ama tam da bu nedenle (kendi babasını, bir köy dolusu adamı, Locke'ı ve Jacob'ı öldüren, kızının ölümüne neden olan/izin veren bir adamdan bahsediyoruz) Ben'in günahlarını ödeyerek bağışlanması ve baştan başlaması, gerçek anlamda söz konusu değildi şu noktaya kadar. Elindeki kontrolün tümünün alınması, kendi yaşamıyla ilgili hiçbir söz hakkının kalmaması ve bunun üzerine bir seçim şansı verilmesi gerekiyordu kendisine. Jacob'ı öldürmek üzereyken olanlara "seçimini yaptı, öldürdü" diyemeyiz çünkü elinde yeteri kadar bilgi yoktu o sırada. Bu bölümde ise durum daha farklı, bütün cevapları hâlâ bilmiyor ama önündeki seçimin doğasını sezecek kadar biliyordu. Ama tabii ki bu noktadan sonra Lostie'lerin kendisine güvenebilmesi çok düşük bir ihtimal gibi görünüyor, bu da ne demek? Ben hikayenin sonunda kendini feda edecek demek.
Benjamin Linus: Şimdiye dek yaratılmış TV dizisi karakterleri arasında en karmaşık, en ilgi çekici kötü adamlardan biri. Pek çok açıdan, Ben'in davranışlarının arkasında yatan nedenler kötü değil; dünyayı yok etmeye falan çalışmıyor. Dünyayı kontrol etmeye de çalışmıyor. Ben'in en büyük arzularından birinin, kendi dünyasını kontrol etmek olduğunu söyleyebiliriz. Etrafındakiler üzerinde güç sahibi olmak için hemen her şeyi yaptı şimdiye kadar. Adayı korumak, The Others'ın liderliği konumuna geçmek de, bu arzunun yansımalarından biriydi. Bu durumda iktidarı tehdit altındayken niçin bu kadar korkunç şeyler yaptığını anlamak zor değil.
Ama tam da bu nedenle (kendi babasını, bir köy dolusu adamı, Locke'ı ve Jacob'ı öldüren, kızının ölümüne neden olan/izin veren bir adamdan bahsediyoruz) Ben'in günahlarını ödeyerek bağışlanması ve baştan başlaması, gerçek anlamda söz konusu değildi şu noktaya kadar. Elindeki kontrolün tümünün alınması, kendi yaşamıyla ilgili hiçbir söz hakkının kalmaması ve bunun üzerine bir seçim şansı verilmesi gerekiyordu kendisine. Jacob'ı öldürmek üzereyken olanlara "seçimini yaptı, öldürdü" diyemeyiz çünkü elinde yeteri kadar bilgi yoktu o sırada. Bu bölümde ise durum daha farklı, bütün cevapları hâlâ bilmiyor ama önündeki seçimin doğasını sezecek kadar biliyordu. Ama tabii ki bu noktadan sonra Lostie'lerin kendisine güvenebilmesi çok düşük bir ihtimal gibi görünüyor, bu da ne demek? Ben hikayenin sonunda kendini feda edecek demek.
Los Angeles
- Yeni zaman çizgisindeki her karakterin hayatında büyük bir değişiklik oluyordu, Ben'in hayatındaki değişiklik de (eğer yanlış anlamadıysam), yıllar boyunca babasının taciziyle uğraşmaktan oluşan abartılı kızgınlığın, küskünlüğün olmamasıydı. Bu, Ben'in babasında değişen bir şeyler olduğunu ima ediyor tabii. Dharma'da onu psikopat bir ayyaşa dönüştürecek kadar kalmadı belki de. Peki karısı? Emily Linus Ben'i doğurduktan sonra öldü mü yine? Yoksa bu sefer çok daha farklı bir şekilde, farklı bir zamanda mı öldü, bu yüzden mi delirmedi Roger?
- İktidara kavuşmak için Alex'i feda etmek yerine, Alex'in iyiliği için gücünün tamamını feda ediyor burada Ben. Tamamı bir kontrol arayışıyla geçen hayata rağmen. Ben'in başından geçenler, bu sezonda LA'de diğer karakterlerin yaşadıklarının tamamıyla uyuşuyor: durum ne kadar kötü olursa olsun kendileriyle ve yaşamlarıyla barışmayı başarıyor karakterler.
- Michael Emerson, iki Ben Linus olarak da mükemmeldi. Şimdiye kadarki en iyi performansı diyeceğim hatta -ki bunu zaten çok iyi bulduğum Emerson için söylüyorsam, eh düşünün işte ne anlama geldiğini.
- Bu sezonun ilk bölümünden beri süregelen temalar Dr Linus'ta da vardı: seçimler, sonuçlar ve ödenen kefaret. Ve yine bölümün odağındaki karakter, yeni oluşan zaman çizgisinde, adadakinden daha huzurluydu.
- Yine paralellerle dolu bir bölümdü; adada Flocke Ben'e adanın kontrolünü teklif etti, Los Angeles'ta ise Locke okulun müdürlüğünü.
- Bu haftaki ayna ayna söyle bana anımız: Ben babasına yemek ısıtırken mikrodalgaya bakıyor ve evet, bildiniz, kendi yansımasına dalıp gidiyor.
Ada
- Ben ve Ilana arasındaki son konuşma mükemmeldi, kendimi tutmasam ağlayacaktım, kalkıp Linus'a sarılmak geldi içimden "because he's the only one who will have me" dediğinde. Ilana'nın "i'll have you"su da aynı derecede dokunaklıydı. Ama hemen ardından sahil ve reunion sahnesi geldi ki Hurley ve Sun'ı yanyana gördüğümde tüm duygusallığım uçup gitti :)
- Geriye 6 aday kaldığını söyledi Ilana. Flocke'ın Locke'ın ismini çizdiğini görmüştük -eh, öldüğünü biliyoruz zaten, Ilana'nın da bildiğini biliyoruz. Kwon'lardan sadece birinin aday olduğunu da biliyoruz. Bu durumda Sawyer, Sayid, Hurley ve Jack, bir de Sun ya da Jin kalıyor. 6. kesin Kate mi? Lighthouse'ta ismi yazıyordu, üstü çizilmemişti ama şu özel numaralardan biri verilmemişti ona; 51 miydi 55 miydi ne sayısı. Belki de kimsenin dikkate almadığı, ama son anda kilit bir rol oynayacak bir adaydır Kate.
- Jacob'ın geleceğini söylediği şu kötü kişi Widmore'du herhalde, ama içten içe Desmond'ın çıkacağını umut ediyordum ben. Bu durumda denizaltının odalarından birinden yanında Desmond Penny'le birlikte çıksa itiraz etmem şahsen :)
- Richard, Hurley ve Jack'in Black Rock'a gitmesini anlatan yan hikaye de hiç fena değildi, ama Jack beş dakikalık ekran zamanıyla bile beni sinir etmeyi başardı. Richard "anlatsam da inanmazsınız" der demez, hemen aklındaki bütün soruları unutup dinamitle oyun oynamaya girişiyor sözde kahramanımız Jack'imiz. Dinamit patlamadığında da, ilişkileri birdenbire şekil değiştiriyor, artık Richard Jack'in cevaplarla dolu olduğunu düşünüyor! Ölümsüz müdür ne olduğu belli olmayan adam tam karşında duruyor, Jacob'la ilgili, şununla ilgili, bununla ilgili, 6 sezondur her bölümde yenileri çıkan binlerce gizemle ilgili bir sürü şey biliyor ve senin umrunda bile değil, değil mi Jack? İnanıyorsun sen artık, hiçbir yanıta ihtiyacın yok. Özelsin, isteniyorsun, her şeyi fix etme yetisine sahipsin. O yüzden düşünme hiç, kafan karışmasın, ne gerek var.
- Richard'ın ölmesine (yani ölmemesine) yardım etmek de Jack'in faith'i test etmesiydi herhalde, faith sınavdan geçtiğine göre bir man of faith mi izleyeceğiz Jack'te bundan sonra? Hâlâ küçük bir kızgın ayı, ama inanmaya başlıyor belli ki. Ne olarak izleyeceksek izleyelim, tek istediğim orayı burayı yok etmemesi, bir şeyleri kırıp birilerine bağırıp çağırmaması, herkesin işine burnunu sokup insanlara patronluk taslamaması... Evet, çok şey istiyorum.
- Richard'ın bir zamanlar Black Rock'ta esir olduğu doğrulandı bu bölümde, Jacob'ın Richard'a yaptığı teklif de "The Incident" bölümünde, sahilde oturup Black Rock'ı bekleyen Jacob ve Flocke sahnesindeki imayı da anlamlandırdı. Richard'ın bir zamanlar adaylardan biri olduğu iması yapıldı (hatta böyle bakarsak Michael da adaydı bir zamanlar, kendini öldüremediğini düşünecek olursak). Richard odaklı bölüm (ne zaman gelecek artık?) bunları adam gibi açıklar artık diye umuyorum.
- Jacob insanlara dokunduğunda, onlara çok özel bir özellik (ya da lanet) vermiş oluyor. (O yüzden Ilana'ya dokunmamış demek hastane sahnesinde, eldivenleri de açıklanmış oluyor böylece nihayetinde) Peki Lostie'lere de ölümsüzlük mü verdi Jacob, yoksa bambaşka özellikler miydi verdiği? Belki de sadece hayatlarının içine sıçtı bir gün adaya düşebilmeleri için ve budur "hediye" olarak kabul edilen şey.
- Sun'ın "Where is my husband?"ları tehlikeli bir biçimde Claire'in "My baybi! My baybi!"leriyle Michael'ın "Waaaalt! Waaalt!"larını anımsatmaya başladı bana. Hayır Sun sinir olduğum bir karakter olmadı hiçbir zaman. Bundan sonra da olmasın lütfen, ya bulsun kocasını ya da sussun.
- Black Rock nasıl gelmiş adanın ta ortasına allah aşkınıza? Dalgalar mı sürüklemiş acaba :)
- En yeni teorim, Flocke ve Jacob'ın aynı kişi olduğu :p
Geçen yazıda (yoksa bir öncekinde miydi?) flash-sideways'in yani Los Angeles'ta geçenlerin, adadakine alternatif bir gerçeklik değil de, bir nevi flash-forward olma ihtimalinden bahsetmiştim; Los Angeles sahnelerinde karaterlerimizin Flocke ve Jacob'ın arasındaki savaş bittikten sonra başlarına gelenleri izliyor olabilme ihtimali yani (ki düşük de olsa var böyle bir olasılık bence).
Eğer bunun üzerinden gidecek olursak, Jacob'ın saflarına geçenlerle Flocke'ın yanında savaşanlar arasındaki çok mühim farklılıkları gördüğümüz söylenebilir Los Angeles sahnelerinde. Hurley mesela, ne kadar mutlu, zengin, şanslı, şu bu. Ben'in yaşamı mükemmel değil belki, lise öğretmenliği yapıyor, harcanıyor bir anlamda, ama babasıyla sağlıklı bir ilişkisi var, dostları var, Alex ona saygı duyuyor falan. Bir de Flocke'ın tarafına geçen Sayid'e bakalım: Nadia'nın yakınlarında belki ama onunla birlikte değil, sevdiğin kadının kardeşinle evli olması bir nevi trajedi olsa gerek.. Ayrıca ne kadar uğraşırsa uğraşsın içindeki karanlıktan kurtulamıyor, geçmişini geçmişte bırakamıyor, ne yaparsa yapsın her zaman bir katil Sayid. Bu durumda Jacob iyi, ve savaşı kazanacak, onun saflarında olanlar da bir nevi ödüllendirilecek gibi bir anlam çıkıyor bundan. Bu durumda geri almak istiyorum bu teoriyi izninizle hemen.
Sürekli iyilik ve kötülük arasında gerçekleşecek olan bir savaş denip dursa da, artık bana iyiden iyiye kimsenin 'doğru' ya da 'yanlış' diye adlandıramayacağı iki tarafın arasında geçen, özgür iradenin değeri üzerine yapılan bir münazara gibi gelmeye başladı Jacob ve Flocke'ın çekişmesi. Flocke'çı olduğumu tekrar belirtmeme gerek var mı :)
Bu bölüm çok az şey öğrendik (Richard'la ilgili zaten bildiklerimizin teyidi, bir de Jacob'ın dokunuşunun önemi) ama Ben'le ilgili kısımlar harikaydı. 4 üzerinden 3.
- Yeni zaman çizgisindeki her karakterin hayatında büyük bir değişiklik oluyordu, Ben'in hayatındaki değişiklik de (eğer yanlış anlamadıysam), yıllar boyunca babasının taciziyle uğraşmaktan oluşan abartılı kızgınlığın, küskünlüğün olmamasıydı. Bu, Ben'in babasında değişen bir şeyler olduğunu ima ediyor tabii. Dharma'da onu psikopat bir ayyaşa dönüştürecek kadar kalmadı belki de. Peki karısı? Emily Linus Ben'i doğurduktan sonra öldü mü yine? Yoksa bu sefer çok daha farklı bir şekilde, farklı bir zamanda mı öldü, bu yüzden mi delirmedi Roger?
- İktidara kavuşmak için Alex'i feda etmek yerine, Alex'in iyiliği için gücünün tamamını feda ediyor burada Ben. Tamamı bir kontrol arayışıyla geçen hayata rağmen. Ben'in başından geçenler, bu sezonda LA'de diğer karakterlerin yaşadıklarının tamamıyla uyuşuyor: durum ne kadar kötü olursa olsun kendileriyle ve yaşamlarıyla barışmayı başarıyor karakterler.
- Michael Emerson, iki Ben Linus olarak da mükemmeldi. Şimdiye kadarki en iyi performansı diyeceğim hatta -ki bunu zaten çok iyi bulduğum Emerson için söylüyorsam, eh düşünün işte ne anlama geldiğini.
- Bu sezonun ilk bölümünden beri süregelen temalar Dr Linus'ta da vardı: seçimler, sonuçlar ve ödenen kefaret. Ve yine bölümün odağındaki karakter, yeni oluşan zaman çizgisinde, adadakinden daha huzurluydu.
- Yine paralellerle dolu bir bölümdü; adada Flocke Ben'e adanın kontrolünü teklif etti, Los Angeles'ta ise Locke okulun müdürlüğünü.
- Bu haftaki ayna ayna söyle bana anımız: Ben babasına yemek ısıtırken mikrodalgaya bakıyor ve evet, bildiniz, kendi yansımasına dalıp gidiyor.
Ada
- Ben ve Ilana arasındaki son konuşma mükemmeldi, kendimi tutmasam ağlayacaktım, kalkıp Linus'a sarılmak geldi içimden "because he's the only one who will have me" dediğinde. Ilana'nın "i'll have you"su da aynı derecede dokunaklıydı. Ama hemen ardından sahil ve reunion sahnesi geldi ki Hurley ve Sun'ı yanyana gördüğümde tüm duygusallığım uçup gitti :)
- Geriye 6 aday kaldığını söyledi Ilana. Flocke'ın Locke'ın ismini çizdiğini görmüştük -eh, öldüğünü biliyoruz zaten, Ilana'nın da bildiğini biliyoruz. Kwon'lardan sadece birinin aday olduğunu da biliyoruz. Bu durumda Sawyer, Sayid, Hurley ve Jack, bir de Sun ya da Jin kalıyor. 6. kesin Kate mi? Lighthouse'ta ismi yazıyordu, üstü çizilmemişti ama şu özel numaralardan biri verilmemişti ona; 51 miydi 55 miydi ne sayısı. Belki de kimsenin dikkate almadığı, ama son anda kilit bir rol oynayacak bir adaydır Kate.
- Jacob'ın geleceğini söylediği şu kötü kişi Widmore'du herhalde, ama içten içe Desmond'ın çıkacağını umut ediyordum ben. Bu durumda denizaltının odalarından birinden yanında Desmond Penny'le birlikte çıksa itiraz etmem şahsen :)
- Richard, Hurley ve Jack'in Black Rock'a gitmesini anlatan yan hikaye de hiç fena değildi, ama Jack beş dakikalık ekran zamanıyla bile beni sinir etmeyi başardı. Richard "anlatsam da inanmazsınız" der demez, hemen aklındaki bütün soruları unutup dinamitle oyun oynamaya girişiyor sözde kahramanımız Jack'imiz. Dinamit patlamadığında da, ilişkileri birdenbire şekil değiştiriyor, artık Richard Jack'in cevaplarla dolu olduğunu düşünüyor! Ölümsüz müdür ne olduğu belli olmayan adam tam karşında duruyor, Jacob'la ilgili, şununla ilgili, bununla ilgili, 6 sezondur her bölümde yenileri çıkan binlerce gizemle ilgili bir sürü şey biliyor ve senin umrunda bile değil, değil mi Jack? İnanıyorsun sen artık, hiçbir yanıta ihtiyacın yok. Özelsin, isteniyorsun, her şeyi fix etme yetisine sahipsin. O yüzden düşünme hiç, kafan karışmasın, ne gerek var.
- Richard'ın ölmesine (yani ölmemesine) yardım etmek de Jack'in faith'i test etmesiydi herhalde, faith sınavdan geçtiğine göre bir man of faith mi izleyeceğiz Jack'te bundan sonra? Hâlâ küçük bir kızgın ayı, ama inanmaya başlıyor belli ki. Ne olarak izleyeceksek izleyelim, tek istediğim orayı burayı yok etmemesi, bir şeyleri kırıp birilerine bağırıp çağırmaması, herkesin işine burnunu sokup insanlara patronluk taslamaması... Evet, çok şey istiyorum.
- Richard'ın bir zamanlar Black Rock'ta esir olduğu doğrulandı bu bölümde, Jacob'ın Richard'a yaptığı teklif de "The Incident" bölümünde, sahilde oturup Black Rock'ı bekleyen Jacob ve Flocke sahnesindeki imayı da anlamlandırdı. Richard'ın bir zamanlar adaylardan biri olduğu iması yapıldı (hatta böyle bakarsak Michael da adaydı bir zamanlar, kendini öldüremediğini düşünecek olursak). Richard odaklı bölüm (ne zaman gelecek artık?) bunları adam gibi açıklar artık diye umuyorum.
- Jacob insanlara dokunduğunda, onlara çok özel bir özellik (ya da lanet) vermiş oluyor. (O yüzden Ilana'ya dokunmamış demek hastane sahnesinde, eldivenleri de açıklanmış oluyor böylece nihayetinde) Peki Lostie'lere de ölümsüzlük mü verdi Jacob, yoksa bambaşka özellikler miydi verdiği? Belki de sadece hayatlarının içine sıçtı bir gün adaya düşebilmeleri için ve budur "hediye" olarak kabul edilen şey.
- Sun'ın "Where is my husband?"ları tehlikeli bir biçimde Claire'in "My baybi! My baybi!"leriyle Michael'ın "Waaaalt! Waaalt!"larını anımsatmaya başladı bana. Hayır Sun sinir olduğum bir karakter olmadı hiçbir zaman. Bundan sonra da olmasın lütfen, ya bulsun kocasını ya da sussun.
- Black Rock nasıl gelmiş adanın ta ortasına allah aşkınıza? Dalgalar mı sürüklemiş acaba :)
- En yeni teorim, Flocke ve Jacob'ın aynı kişi olduğu :p
Geçen yazıda (yoksa bir öncekinde miydi?) flash-sideways'in yani Los Angeles'ta geçenlerin, adadakine alternatif bir gerçeklik değil de, bir nevi flash-forward olma ihtimalinden bahsetmiştim; Los Angeles sahnelerinde karaterlerimizin Flocke ve Jacob'ın arasındaki savaş bittikten sonra başlarına gelenleri izliyor olabilme ihtimali yani (ki düşük de olsa var böyle bir olasılık bence).
Eğer bunun üzerinden gidecek olursak, Jacob'ın saflarına geçenlerle Flocke'ın yanında savaşanlar arasındaki çok mühim farklılıkları gördüğümüz söylenebilir Los Angeles sahnelerinde. Hurley mesela, ne kadar mutlu, zengin, şanslı, şu bu. Ben'in yaşamı mükemmel değil belki, lise öğretmenliği yapıyor, harcanıyor bir anlamda, ama babasıyla sağlıklı bir ilişkisi var, dostları var, Alex ona saygı duyuyor falan. Bir de Flocke'ın tarafına geçen Sayid'e bakalım: Nadia'nın yakınlarında belki ama onunla birlikte değil, sevdiğin kadının kardeşinle evli olması bir nevi trajedi olsa gerek.. Ayrıca ne kadar uğraşırsa uğraşsın içindeki karanlıktan kurtulamıyor, geçmişini geçmişte bırakamıyor, ne yaparsa yapsın her zaman bir katil Sayid. Bu durumda Jacob iyi, ve savaşı kazanacak, onun saflarında olanlar da bir nevi ödüllendirilecek gibi bir anlam çıkıyor bundan. Bu durumda geri almak istiyorum bu teoriyi izninizle hemen.
Sürekli iyilik ve kötülük arasında gerçekleşecek olan bir savaş denip dursa da, artık bana iyiden iyiye kimsenin 'doğru' ya da 'yanlış' diye adlandıramayacağı iki tarafın arasında geçen, özgür iradenin değeri üzerine yapılan bir münazara gibi gelmeye başladı Jacob ve Flocke'ın çekişmesi. Flocke'çı olduğumu tekrar belirtmeme gerek var mı :)
Bu bölüm çok az şey öğrendik (Richard'la ilgili zaten bildiklerimizin teyidi, bir de Jacob'ın dokunuşunun önemi) ama Ben'le ilgili kısımlar harikaydı. 4 üzerinden 3.
6 yorumcuk:
Ilana'nın 6 aday demesi bence Kwonlar'ı çift saymasından dolayı. Hani o da emin değil. Diyordu ya Sun'a, "hanginizi koruyacağımı bilmiyorum" gibi bir şey. Ya da ben Kate olmasın istiyorum o 6. kişi. :D
Uzun zaman sonra adada olmasa bile Linus'u temiz yüzüyle uzun süre görebildik. Efsane oyunculuğu da eklenince ne kadar özlediğimizi fark ettim ben de onu.
Bilgi açısından kısırdı bölüm, evet. Geçen bölümde Jack yine kırıp dökmeye başlayınca gözümüzden düşmüştü, gerçi hep düşük benim gözümde, neyse. Bu bölümde tamamen artistliğini kullanarak tekrar faithe bağladı ve tekrar göze girme çabası vs. Koskoca Richard bile diz çökecek sandım Jack'in önünde. :D
Finalde Widmore'u göstererek bölümü kurtarmaya çalıştılar sanki ama vasattı gerçekten bu bölüm.
Ben, iyi taraf yada kötü taraf olduğunu düşünmüyorum flocke adayları adadan göndermeye çalışan jacopsa onları adaya toplamaya çalışan taraftı her zaman böyle düşünürsek aslında Linus herzaman jacop'a hizmet etti onları adaya getirende oydu tabi ki bunun nedeni neden adaya gelmelerinin istendiği ileri ki bölümlerde daha net anlatılacak bize ( Gerçi benim kafamda bir iki şey var ama saçmalamış olmayayım burda ) bende Lax taki gördüklerimizin adada yaşanacak finalden sonra yaşanacak olaylar olduğunu düşünüyorum hatta dizinin finalinin son sahnesinin bu sezon ilk bölümde gördüğümüz uçak sahnesi olacak diye de iddia ediyorum en son adayı sular altında göreceğiz bence .
Dogen Sayite her insanın içinde iki taraf vardır biri iyi diğeri karanlık dediğinde bende jacop ve Flocke'ın aynı kişi olduğunu aynı kişinin iki yanı olduklarını düşünmüştüm bakalım ne çıkacak sonunda ama aynı kişi olmaasalar bile çok yakın oldukları kesin belki de iki kardeş .
jacop birşeyleri değiştirmek için adayları adaya topluyor Flocke ise bu değişimi istemiyor birde özgür seçimlerimiz cümlesi var bu bana kader!i çağrıştırıyor jacop insanların kendi kaderini değiştirebileceğini Flocke ise yazılmış kaderin değiştirilemeyeceğini ispatlamaya çalışıyorlar . Bu yüzden adaylar Gerçek yaşamlarından memnun olmayan ve onun değişmesini isteyen kişilerden oluşuyor. Seçimlerini doğru yaparak kaderlerini iyi yönde kötü yaparak kötü yönde değiştirecekler ve Lax taki çekimlerden kaderlerini değiştirmeyi başardıklarını görüyoruz kimi iyi kimi kötü yönde bu adadaki seçimlerinden kaynaklanmış olabilir.
Bu arada sahide konuşurlarken flocke jacop'a yine beni haksız çıkarmaya çalışıyorsun değilmi demişti..
Olası 6 aday için es geçtiğiniz bir şey var.
Locke
Sayid
Sawyer
Kate
Hugo
Jack
Kwon
Şimdi Ilana Locke ve Sayid'in diğer tarafa geçtiğini bilerek "6 kişi kaldınız" diyor.Kwon'lardan herhangi biri aday diye bahsedildiğine göre bir kişimiz eksik.O da Benjamin...Çünkü Jacop'un ölmeden önce temasa geçtiği son kişi Ben.
Ayrıca Ilana on kere öldürmez miydi Jacob'un katilinin Ben olduğunu bildiği halde.Tavırlarına bakın.Kolay kabulleniyor Ben'in özrünü.Dediğim gibi 6 aday şu anda;
Jack
Hugo
Kate
Sawyer
Kwon
Ben
6. adayın lapidus olduğunu düşünüyorum. çalar saat, ada istediğini alır geyikleri. bir yerlerde jacob, lapidus'un çalar saatine dokundu deniyordu ama hatırlamıyorum tam nerede olduğunu.
dizide gözden kaçan mı diyelim yoksa bilerek mi bozulmayan sun kwon ismi bir aldatmaca zira. sun her zaman "sun paik" idi. listedeki isim jin. lostpedia'da vesaire bu konunun altını defalarca çizdiler.
Hoş yazı olmuş.
Bence sun ve kate aday olamaz, erkek olması gerek.
Yorum Gönder