Yönetmen: Lone Scherfig
Yazar: Nick Hornby (senaryo), Lynn Barber (anılar)
Oyuncular: Carey Mulligan, Peter Sarsgaard, Alfred Molina
Tür: Dram
Yapım yılı: 2009
Süre: 95 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 7.7/10
Çavlan'ın Puanı: 5.5/10
16 yaşındaki Jenny'i anlatıyor An Education. Görünüşü pek çarpıcı olmayan bu genç kızımızın zekası son derece kıvrak; gece gündüz çalışarak üniversiteye hazırlanıyor, tek hayali Oxford'a girip adam olabilmek. Ona Oxford'a girebilmesi için inanılmaz bir baskı yapan bir baba var hayatında, bir sivilceli yeniyetme oğlan, bolca kıkırdaşıp Paris hayallerini paylaştığı birkaç kız arkadaşı, odasında gizlice dinlediği Fransız şarkıcıların plakları, bir de Oxford başvurusunda iyi görünecek koro çalışmaları. Yaşamı gerçekten de bunlardan ibaret.
Oysa kafayı yeme raddesinde, sürekli çalışmaktan bezmiş vaziyette, had safhada bir Fransız özentiliği geliştirmiş; hayatı güzel müzikler dinlemek, güzel kitaplar okumak, güzel yerlerde yemekten ibaret olsun istiyor Jenny. Romantik bir sevgilisi olsun, arada Paris'e romantik seyahatler yapsınlar, birlikte günbatımını filan izleyip leziz şaraplar içip kokulu peynirler yesinler, o arada sanat dünyasındaki son yenilikleri tartışsınlar istiyor.
Yağmurlu bir havada otobüs beklerken David'le tanışıyor sonra. Arabasıyla geçiyor oradan David, onu (daha doğrusu çellosunu) arabasına almayı teklif ediyor, aslında daha bu tanışma biçiminden anlaşılıyor David'de bir bokluk olduğu. Jenny'nin iki katı yaşında, alengirli işlerle kazanıyor hayatını, entelektüel açıdan güdük kalmış ama güzel restoranlara, şık konserlere, Paris'e bile götürüyor Jenny'i, tipi de fena değil. 'Olgun' adam bir de. Bunlar da kızımızın büyülenmesine yetiyor, ne de olsa onunla evlenerek Jenny'i sıkıcı mı sıkıcı hayatından çekip alabilecek bir nevi kurtarıcı David Jenny için. Gerçekten de Yeşilçam filmlerine benziyor film bu açıdan; Jenny David'le evlenirse ders çalışmak zorunda kalmayacak, hayatını kazanmak için sıkıcı işler yapmasına da gerek kalmayacak, kocası onu besleyecek, o da gününü filmler, kitaplar ve müzikle geçirebilecek.
Ama tabii ki böyle olmuyor, David şahane bir kazık atıyor Jenny'e filmin sonlarında. David'in göründüğü ilk sahneden beri bu kazığı bekliyor zaten seyirci. (Hatta David ve Jenny'nin aşk sahnelerinde benim fena halde midem kalktı açıkçası, özellikle David'in "sevişemiyorsak bari bıcılarını göster bana, ama bakiresin sen, dur muzla halledelim bu engeli" sahnelerindeki hali tavrı inanılmaz itici geldi, niçin bu kadar 'rahatsız' bir karakter yaratmışlar da bunu acayip karizmatik, çekici, karşı konulamayan bir adammış gibi göstermeye çalışmışlar anlayamadım pek.) Peki en sonunda ne oluyor? Jenny'nin hayallerinin aslında ne kadar fos ve boş olduğunu anlıyoruz; mutlu olmak için çalışmak çabalamak gerek, İngiliz kuralcığını sakın ha küçümsemeyin, kestirme yol yoktur hayatta, gırgır şamatayla gününüzü gün ederseniz dımdızlak kalırsınız ortada, aman dikkat!
Bir de film boyunca sürekli hissedilen "zengin bir koca bulursanız eğitimle falan uğraşmanıza gerek kalmaz minimini hanımlar, doğru koca adayı sizi gereksiz çabalardan kurtaracaktır" söylemi çok sinir bozucu geldi bana. Evet bu bir dönem filmi ve aslında eleştirmek istediği nokta da bu, ve en sonunda gelip dayandığı yer farklı ama, bunu da "aman Jenny gibi yanlış seçimler yapmayın!"a bağlamak mümkün. Yani fark etmeden kendi hazırladığı tuzağa düşüyor An Education. Bolca da kendi söyledikleriyle çelişiyor, çünkü nihayetinde (son derece ahlakçı bir tutumla) verdiği mesaj "tek yol üniversite, üniversite eğitimi olmadan bir hiçsiniz, hiç!" oluyor. Sonuç olarak sürekli bir öğüt verme hali var ve bu öğütler daha çok kafası karışık 15'liklere özel hazırlanmış gibi görünüyor.
Bize 60'ların İngiltere'si havasını sonuna kadar hissettiren kostümler ve mekânlar olağanüstü, görüntü yönetmeni şapka çıkarılası bir iş başarmış. Oyunculuklara da diyecek laf yok, başroldeki hanım kızımız Carey Mulligan'dan Alfred Molina'ya, Peter Sarsgaard'dan Rosemund Pike'a kadar çok güçlü oyunculuklarla karşı karşıyayız. Minik rollerde görünen Emma Thompson ve Olivia Williams da -her zamanki gibi- mükemmel. Film su gibi akıyor, sıkılmıyorsunuz hiç, bir sonraki sahnede ne olacağını bildiğiniz halde, her an bir şeylerin derinleşeceği, filmin bir şeye benzeyeceği ve yeni, beklemediğiniz bir şey söyleyeceği inancına sonuna kadar sıkı sıkıya bağlı kalıyorsunuz, niçin/nasıl bilmiyorum, ama bir şekilde o havayı veriyor An Education. Fakat hiçbir şey derinleşmiyor, en sonunda ortaya abidik gubidik bir mesaj ve tatmin etmeyen bir son çıkıyor; başarılı oyunculuklar ve başarılı bir görüntü yönetmenliği bir filmi kayda değer yapmaya yetmiyor. Hikaye o kadar sıradan ki, An Education'ın gözümde ortalamanın az buçuk üstünde olması sadece geçtiği dönemin havasını yansıtmaktaki müthiş başarısı ve oyuncularının gücüne dayanıyor.
Yazar: Nick Hornby (senaryo), Lynn Barber (anılar)
Oyuncular: Carey Mulligan, Peter Sarsgaard, Alfred Molina
Tür: Dram
Yapım yılı: 2009
Süre: 95 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 7.7/10
Çavlan'ın Puanı: 5.5/10
16 yaşındaki Jenny'i anlatıyor An Education. Görünüşü pek çarpıcı olmayan bu genç kızımızın zekası son derece kıvrak; gece gündüz çalışarak üniversiteye hazırlanıyor, tek hayali Oxford'a girip adam olabilmek. Ona Oxford'a girebilmesi için inanılmaz bir baskı yapan bir baba var hayatında, bir sivilceli yeniyetme oğlan, bolca kıkırdaşıp Paris hayallerini paylaştığı birkaç kız arkadaşı, odasında gizlice dinlediği Fransız şarkıcıların plakları, bir de Oxford başvurusunda iyi görünecek koro çalışmaları. Yaşamı gerçekten de bunlardan ibaret.
Oysa kafayı yeme raddesinde, sürekli çalışmaktan bezmiş vaziyette, had safhada bir Fransız özentiliği geliştirmiş; hayatı güzel müzikler dinlemek, güzel kitaplar okumak, güzel yerlerde yemekten ibaret olsun istiyor Jenny. Romantik bir sevgilisi olsun, arada Paris'e romantik seyahatler yapsınlar, birlikte günbatımını filan izleyip leziz şaraplar içip kokulu peynirler yesinler, o arada sanat dünyasındaki son yenilikleri tartışsınlar istiyor.
Yağmurlu bir havada otobüs beklerken David'le tanışıyor sonra. Arabasıyla geçiyor oradan David, onu (daha doğrusu çellosunu) arabasına almayı teklif ediyor, aslında daha bu tanışma biçiminden anlaşılıyor David'de bir bokluk olduğu. Jenny'nin iki katı yaşında, alengirli işlerle kazanıyor hayatını, entelektüel açıdan güdük kalmış ama güzel restoranlara, şık konserlere, Paris'e bile götürüyor Jenny'i, tipi de fena değil. 'Olgun' adam bir de. Bunlar da kızımızın büyülenmesine yetiyor, ne de olsa onunla evlenerek Jenny'i sıkıcı mı sıkıcı hayatından çekip alabilecek bir nevi kurtarıcı David Jenny için. Gerçekten de Yeşilçam filmlerine benziyor film bu açıdan; Jenny David'le evlenirse ders çalışmak zorunda kalmayacak, hayatını kazanmak için sıkıcı işler yapmasına da gerek kalmayacak, kocası onu besleyecek, o da gününü filmler, kitaplar ve müzikle geçirebilecek.
Ama tabii ki böyle olmuyor, David şahane bir kazık atıyor Jenny'e filmin sonlarında. David'in göründüğü ilk sahneden beri bu kazığı bekliyor zaten seyirci. (Hatta David ve Jenny'nin aşk sahnelerinde benim fena halde midem kalktı açıkçası, özellikle David'in "sevişemiyorsak bari bıcılarını göster bana, ama bakiresin sen, dur muzla halledelim bu engeli" sahnelerindeki hali tavrı inanılmaz itici geldi, niçin bu kadar 'rahatsız' bir karakter yaratmışlar da bunu acayip karizmatik, çekici, karşı konulamayan bir adammış gibi göstermeye çalışmışlar anlayamadım pek.) Peki en sonunda ne oluyor? Jenny'nin hayallerinin aslında ne kadar fos ve boş olduğunu anlıyoruz; mutlu olmak için çalışmak çabalamak gerek, İngiliz kuralcığını sakın ha küçümsemeyin, kestirme yol yoktur hayatta, gırgır şamatayla gününüzü gün ederseniz dımdızlak kalırsınız ortada, aman dikkat!
Bir de film boyunca sürekli hissedilen "zengin bir koca bulursanız eğitimle falan uğraşmanıza gerek kalmaz minimini hanımlar, doğru koca adayı sizi gereksiz çabalardan kurtaracaktır" söylemi çok sinir bozucu geldi bana. Evet bu bir dönem filmi ve aslında eleştirmek istediği nokta da bu, ve en sonunda gelip dayandığı yer farklı ama, bunu da "aman Jenny gibi yanlış seçimler yapmayın!"a bağlamak mümkün. Yani fark etmeden kendi hazırladığı tuzağa düşüyor An Education. Bolca da kendi söyledikleriyle çelişiyor, çünkü nihayetinde (son derece ahlakçı bir tutumla) verdiği mesaj "tek yol üniversite, üniversite eğitimi olmadan bir hiçsiniz, hiç!" oluyor. Sonuç olarak sürekli bir öğüt verme hali var ve bu öğütler daha çok kafası karışık 15'liklere özel hazırlanmış gibi görünüyor.
Bize 60'ların İngiltere'si havasını sonuna kadar hissettiren kostümler ve mekânlar olağanüstü, görüntü yönetmeni şapka çıkarılası bir iş başarmış. Oyunculuklara da diyecek laf yok, başroldeki hanım kızımız Carey Mulligan'dan Alfred Molina'ya, Peter Sarsgaard'dan Rosemund Pike'a kadar çok güçlü oyunculuklarla karşı karşıyayız. Minik rollerde görünen Emma Thompson ve Olivia Williams da -her zamanki gibi- mükemmel. Film su gibi akıyor, sıkılmıyorsunuz hiç, bir sonraki sahnede ne olacağını bildiğiniz halde, her an bir şeylerin derinleşeceği, filmin bir şeye benzeyeceği ve yeni, beklemediğiniz bir şey söyleyeceği inancına sonuna kadar sıkı sıkıya bağlı kalıyorsunuz, niçin/nasıl bilmiyorum, ama bir şekilde o havayı veriyor An Education. Fakat hiçbir şey derinleşmiyor, en sonunda ortaya abidik gubidik bir mesaj ve tatmin etmeyen bir son çıkıyor; başarılı oyunculuklar ve başarılı bir görüntü yönetmenliği bir filmi kayda değer yapmaya yetmiyor. Hikaye o kadar sıradan ki, An Education'ın gözümde ortalamanın az buçuk üstünde olması sadece geçtiği dönemin havasını yansıtmaktaki müthiş başarısı ve oyuncularının gücüne dayanıyor.
12 yorumcuk:
DVD'de izlenmeyi bekliyor.
Bugün izleyeyim o zaman.
Başlık süper :))
bloğun adını "kediler ve filmler" diye değiştirseniz.. :))
Yazınız çok hoşuma gitti, filmi ben de hiç beğenmemiş, hem izleyici hem de eleştirmen çevresinde hiç hak etmediği bir tantana kopardığını düşünmüştüm. Bize diyor ki; "genç kızlar, ya okumak ve çalışmak gibi zamanınızı alacak şeylerle uğraşmayıp size bakacak birilerini bulursunuz ve istediğiniz gibi entelektüel bir hayat yaşayabilirsiniz, ya da çalışırsınız ki bu hayatınız boyunca çalışacağınız, her zaman sıkıcı bir yaşam süreceğiniz, bu filmde gördüğünüz güzel şeyleri yapmaya vakit bulamayacağınız ve asla 'güzel' bir kız olamayacağınızın, sadece 'zeki' olacağınızın resmidir. Bu ikisinden başka seçenek yok. Ayrıca ilk seçenek göze hoş görünse de kanmayın, dışarıda kurtlar var sizi avlamaya çıkmış olan." Ve 3 dalda birden Oscar'a aday oluyor sonra. Anlamak mümkün değil gerçekten de.
Nuri Alço'yu gel de arama diyeceğim ama neyse geyiğe dökmeyelim. bu film konusunda da anlaştığımızı görüp geldim yine buraya :)
an education, yılın en iyilerinden...
Bafta'da Carey Mulligan en iyi kadıncı oyuncu dalında ödülü kapmış.
Helal olsun valla.
Oscar'ı da alabilecek mi bakalım.
Bu arada An Education filmini çok bayılarak izlemedim bende, fena değildi yani Göks :))
Ben merak ediyorum bu filmi epeydir. Bir ara izleyeceğim ama ne zaman bilmem. Bence kostümleri için bile izlenmeye değer :)
Aslında normal şartlarda filmin bağlandığı nokta, sonunda verdiği mesaj hakkında dediklerinize yüzde yüz hak verirdim. "Hayat gırgır şamatayla olmaz, doğru yolu İngiliz disiplini, katılığı ve kuralcılığında bulacaksınız" gibi bir mesaj ne açıdan bakarsanız bakın hoş olmayan ve tüm film boyunca anlatılmak istenen şeyle tamamen çelişen bir mesaj. Ancak bu film İngiliz gazeteci Lynn Barber'ın anılarına dayanıyor. Kendisi An Education isimli makalesinde Jenny'nin yaşadıklarına benzer şeyler yaşadığını anlatmış ve Nick Hornby de bunu senaryoya uyarlamış. Kısaca gerçek bir öyküden uyarlama. Barber da aynen böyle bir adama kapılıp ardından tıpış tıpış Oxford'un yolunu tutmuş. O yüzden sizin kadar sert bakamıyorum.
İkinci olarak filmi izlemeyenler için bu kadar detay vermeseydiniz keşke. Neredeyse her şeyi anlatmışsınız zaten:) bize sadece filmin sonunu izlemek kalmış, ki onu bile izlemesek olur, yazıdan David'in attığı kazığın ne olduğunu az çok tahmin etmek mümkün.
Dediklerinizin çoğunda haklısınız ama izlemesi hoş, keyifli bir filmdi en nihayetinde. Yine de hepsi ondan ibaret. Oscar adayları bu sene çok zayıflar bana göre. Ne Avatar'ı ne Hurt Locker'ı çok beğendim. Diğer filmlerin de yarısından fazlası ortalama zaten. O açıdan An Education'ın aday olmasını garipsememek gerekiyor belki de.
ben de aslinda film de jenny'in deneyiminin ya iyi koca bul ya da universiteye git seceneklerinden farkli bir yol yarattigini ve kadinlari bu ikilige iten durumu elestirdigini dusundum. yani kadinlara cizilmis iki rol yani romantik hayalperest (ki sonu madame bovary olur) ya da caliskan cirkins (ki sonu cirkin murebbiye olur) disinda gercek kadin portresi ciziyor gibi geldi bana. cunku jenny hem asik olup sonra da hayal kirikligina ugrayarak, hem de calisarak gucleniyor. beyonce'nin dedigi gibi "i depend on me" diyebilecek alani yaratiyor kendisine ve bu sirada ailesini de egitiyor. ne ailesinin ne de okul mudiresinin cizdigi yolda ilerliyor, kendi yolunu kendi yaratiyor.
çok istedim buna inanmayı ben de, valla bak :) ve fakat en sonunda kızımız "paris'e hiç gitmedim" diyordu yeni tanıştığı üniversiteli bir yağız gence, sanki her şeyi silmiş, bir nevi geriye almış kaybettiği 1 yılı (ve de hiçbir ders çıkarmamış), masum kitap kurdu haline geri dönmüş ve en sonunda okumuş çirkin olmayı tercih etmiş gibi bir sonuç çıkarmıştım paris'e gitmekle ilgili söylediği yalanın sonunda.
bu kadar didaktik bir film olamaz,hele anne babasına ne demeli adamın zengin olduğunu hissedince hemen oxford hayallerinden vazgeçmeleri?!.bana bir sahneyi hatırlattı bu film; pride&prejudice ta jane e davet yolluyor ya mr bingley ha işte o sahnede annelerinin bir tepkisi var;
-kurtulduk!
bilmem anlatabildimmi:D
Yorum Gönder