12 Ocak 2010 Salı

Görünmeyen



Görünmeyen'le ilgili "Paul Aster'ın en iyi kitabı!", "Bir başyapıt!" gibi laflar duyuyordum okumadan önce, üstelik NYTimes ayarında yerlerden oluyordu bu alıntılar. Çok heyecanlanmamaya, beklentilerimi yükseltmemeye kararlıydım -çünkü hayalkırıklığına uğramak istemiyordum, üstelik son yıllarda yazarın yaratıcılığını azıcık kaybettiğini düşünüyordum (çünkü en son çıkan Yazı Odasında Yolculuklar ve Brooklyn Çılgınlıkları beni biraz, ama çok azıcık soğutmuştu kendisinden), ama şöyle de bir gerçek var ki, Auster'ın yazdıkları söz konusu olduğunda tarafsız olabilmem imkansız. Bir çocuğun ahı gitmiş vahı kalmış, lime lime olmuş oyuncak ayısını yepyeni bir oyuncak ayıdan çok daha güzel bulmasına benzetilebilir bendeki Auster takıntısı. Bunu bildiğim için de, bu kitap eleştirisinde biraz olsun objektif bir gözle bakabilmek için zorluyorum kendimi.

Objektif ya da değil, ben Görünmeyen'e bayıldım. Heyecandan tırnaklarımı yiyerek okudum, ama belirtmiş olduğum gibi, bunun nedeni Paul Auster'ın son yıllarda yazdığı en iyi roman olmasıdır. Yani son yıllarda tamam da, Ay Sarayı, Yanılsamalar Kitabı ve Yükseklik Korkusu bir tarafta dururken Görünmeyen gerçekten de en iyi kitabı mıdır, bilemeyeceğim (onları ilk kez okuyormuş gibi baştan okuyarak tarafsız değerlendirebilmeme imkan yok).

Bu yazıda kitabı henüz okumamış olanlar için mümkün olduğu kadar az spoiler vermeye çalışacağım. Spoiler demişken, kitabın arkasındaki yazıları da okumayın mümkünse başlamadan. Ben okudum, garip ayrıntılara taktığım için aradaki o mühim tek sözcüğü hemen ayıkladım, kitabın 3. sayfasında o tek sözcükteki olayın (böyle de güzel kasarım spoiler vermemeye!) hangi karakterler arasında gerçekleşeceğini anlamış, beklemeye başlamıştım. 90. sayfaya kadar bekledim. Yani ne gerek vardı ki şimdi? Hani ilginç görünsün, sıkıcı olmadığı belli olsun kitabın diye, ta 90. sayfada gerçekleşecek (ve okuyucu için sürpriz olmuş olsa çok daha keyifli olacak) bir olaydan arka kapak yazısında bahsetmeye değer mi?!!! Can Yayınları'na sinir olduğumu belirtmek isterim. Ayrıca normalde beğendiğim Seçkin Selvi çevirisi de (ki genele bakıldığında gayet temiz bir çeviriydi) birkaç yerde gözüme battı. Belki aceleye geldiğinden, düzeltiye de gerekli önem gösterilmemiş, birkaç yerde cümle düşüklükleri vardı. Can sıkıcı bir detaylara takılma hali bu üzerimdeki, biliyorum, ama konu Paul Auster olduğunda böyle bir canavara dönüşüyorum :) Belki bir sonraki baskıda düzeltirler.

Paul Auster'ın kitaplarında alıştığımız temalar Görünmeyen'de de var: ya halihazırda yazarlık yapan, ya da edebiyat okuyan -büyüyünce yazar olmayı isteyen- kahraman, bir kimliğin altında bir başka kimlik (ya da üzerine geçirilen yeni bir kimlik), karmaşık ilişkiler ve ironik rastlantılar, izolasyon ve yalnızlık. Sürprizler ve gecikmeli ifşaatlar nedeniyle konudan rahatlıkla bahsetmek zor (benim başıma gelen sizin başınıza da gelsin istemem), fakat şu kadarını iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki; son derece sürükleyici ve ilginç bir konusu var Görünmeyen'in. 1967 yılının New York ve Paris'inde geçiyor öykü. Üç farklı anlatıcısı var. Üstelik bu anlatıcılardan ilki (Adam Walker), bir bölümde birinci, diğer bölümde ikinci ve bir diğer bölümde de üçüncü tekil şahsın ağzından anlatıyor hikayeyi. Diğer iki anlatıcı, alıştığımız birinci tekili kullanıyor.

Columbia Üniversitesi'nde edebiyat okuyan Adam Walker isimli karakterimiz (67'de tabii ki Auster da Columbia'daymış), kitabın hemen başında, Rudolf Born isimli hali-vakti yerinde bir profesörle tanışır. Born garip bir adamdır; tekinsiz görünmektedir, özellikle politik konularda pek bir meşumdur (bu sözcüğü de kullandım ya!) ve Adam'a, finanse edeceği edebiyat dergisinin editörlüğünü yapmasını teklif eder. İşin içine Born'un seksi ve gizemli Fransız sevgilisi Margot, Adam'ın yüksek lisans yapan güzeller güzeli ablası Gwyn ve sonradan çok ünlü bir yazar olacak olan, Adam'ın fakülteden arkadaşı, kitabın ikinci anlatıcısı Jim Freeman girer. Aslında daha çok karakter var üzerinde durulabilecek (özellikle kitabın son anlatıcısı), ama okumayı planlayanların keyfini kaçırmak istemiyorsam burada durmam gerekiyor.

Görünmeyen'i "varoluşsal gizem" olarak sınıflandırırsam çok uçmuş olmam herhalde. Kitabın adı, metnin içinde yanılmıyorsam sadece iki kez geçiyor: İlki 18. sayfada; “...hepimizin içinde kaynayıp yanan özsaygı ve hırsın o görünmez kazanı." İkinci sefer ise, Jim, Adam'a yazma konusunda tavsiye verirken. Yazarken kendisinden birinci tekil şahısta bahsederek kendini görünmez kıldığını, böylece aradığı şeyi bulmayı imkansızlaştırdığını söylüyor. Genel olarak kişiliklerin gizli (görünmeyen) tarafları hakkında kitap: ruhsal bozukluklar ve cinayet, son derece uygar maskelerin altına saklanabilir gibi bir anlam çıkardım ben.


-- spoiler --
Görünmeyen, bazı okuyucuların muğlak olarak tanımlayabileceği bir sona sahip. Bazı olayların ucunun açık bırakılmış olması, gerçekten olup olmadıklarının bilinmemesine yol açıyor. Adam'ın anıları güvenilir mi? Born gerçekten de suçlu mu? İşin garibi, yazar da okuyucularından daha fazlasını bilmiyor görünüşe göre. Bir röportajında demiş ki: "Ben de okuyucunun bildiğinden fazlasını bilmiyorum. Born gerçekten de Cécile'in babasını öldürdü mü bilmiyorum, büyük ihtimal öldürmedi diye düşünüyorum hatta. Bunu aklından geçirebilecek bir adam o, ama gerçekten yapabilecek biri mi bilemiyorum. Ensest gerçekten oldu mu peki? Jim büyük olasılıkla oldu diye düşünüyor, aksi takdirde niçin Adam yazsın bunu, yazdığı diğer her şey gerçekten de olmuşken? Ama Gwyn'in inkârları da o kadar ikna edici ki... Sonuç olarak bilemiyoruz, bilemiyoruz işte." Her zaman Auster'ın böyle durumlarda okuyucuyla oynadığına inanmışımdır ("Acaba Adam karakterinde kendini mi yazmış, ne de olsa tam da o yıllarda Auster da Columbia'ya gitmiş, yoksa Adam'ın üniversiteden arkadaşı, sonradan ünlü bir yazar olmuş Jim mi Auster'ı sembolize ediyor, yoksa bu olaylar gerçekten olmuş mu, yoksa yoksa bıdı bıdı." diyenlerden olamıyorum artık örneğin) Görünmeyen'i de, ne Gwyn ve Adam arasındaki cinsel ilişkinin varlığından, ne de Born'un Cécile'in babasının katili olduğundan şüphe ederek okudum. Şüphe etmemeyi, bunlara inanmayı seçtim diyeyim :) Tamamen okuyucuya bırakılmış neye inanmayı, görünmeyenin hangi kısımlarını görmeyi tercih edeceği.
-- spoiler --

Şimdi Auster sevgimden uzaklaşıp, azıcık tarafsız olarak bakmaya çalışacağım Görünmeyen'e: Kitabın hiçbir bölümünde (ne Adam Walker'ın anlatıcısı olduğu birinci, ikinci ve üçüncü tekil şahıstan aktarılan bölümlerde, ne başarılı bir yazar olan Jim Freeman'ın kalemi devraldığı bölümlerde, ne de Cécile'in günlüğünden alınan bölümde) dikkate değer bir dille karşılaşmıyoruz. Elbette Auster'ın diğer romanlarındaki gibi çok akıcı, sizi içine alan ve kitabın sonuna kadar bırakmayan bir dil, ama hayranlık uyandırıcı bir dil değil, Fowles ya da Nabokov'un kullandığı dilin yanına bile yaklaşamaz örneğin. Ancak Görünmeyen'i bitirir bitirmez yeni baştan okumak istiyorsunuz. Başka bir gözle bakıp ilk okuyuşta algılamadıklarınızı algılayacağınız için falan değil, o noktaya hızla ve kolayca gelmiş olduğunuz için, okuyup da geçtiğiniz, gereken önemi vermediğiniz güzellikte bölümler olduğunu düşündüğünüz için, bir sonraki cümleye bir öncekini neredeyse bitirmeden geçtiğiniz için —çünkü okuması olağanüstü keyifli bir roman bu. Çünkü Paul Auster sizi kullandığı dille değil belki, postmodern anlatı hokkabazlıklarıyla da değil belki, ama öykücülüğüyle, aynı zamanda hem gerçekçi, hem de olağanüstü dünyalar yaratmaktaki ustalığıyla, büyülüyor.

[Bu yazı ilginizi çektiyse, Paul Auster'ın Leviathan'ı da çekebilir.]

12 yorumcuk:

Unknown dedi ki...

Harika bir yazı, Paul Auster'ı ben de çok severim 7-8 kitabını okudum bazısı da sırada bekliyor ama bu o kadar iyiyse bunu öne alabilirim.

Bekir Durukan dedi ki...

Paul austerin kitaplarından bazılarını okumuştum bu görünmeyen adlı kitabın teması ilgimi çekti bu kitabın üstünde durulabilir bence.

Bay Kavun dedi ki...

Ben de bu kitabın Türkçeye çevrilmesini bekleyemeden İngilizceden okuyacak kadar deli bir Paul Auster hayranıyım. Deli, çünkü İngilizcem o kadar da iyi değil, eheh. Çok güzel bir inceleme yazısı yazmışsınız, düşündüklerimi dile getirmişsiniz. Teşekkürler.

kerevizli kedi dedi ki...

Ben de bayıldım Görünmeyen'e. Cümleden cümleye koşarcasına geçtim. Ve tamamen aynı şeyi düşünüyorum, arka kapakta verilen o bilgi hiç verilmeseymiş de şaşırsaymışız, "nasıl yani ya?" falan deseymişiz, ama bahsettiğin gibi zaten arka kapak yüzünden hemen anlıyoruz, sinyaller de anında veriliyor zaten.
Aynı karakterin birinci, ikinci ve üçüncü şahıs anlatımları da çok güzeldi.
Ayrıca arka kapağa nasıl saydırdıysam, ön kapaktaki fotoğraftan da o derece etkilendim.
Çok güzeldi çok.

kerevizli kedi dedi ki...

Bu arada kitapta "görünmez" kelimesinin dışında bir yerde de direkt "görünmeyen" kelimesi geçiyordu. Dikkatimi çekmişti, aklımda kalmış, ama sayfasını işaretlemediydim tabii soluk soluğa okumaktayken. :)

Aslısın dedi ki...

Ay ay ben çok heyecanlandım. Bu hafta sonu alacaktım kitabı, hafta içinde üşenme git al dedim kendime. Paul Auster ile ilişkim aynen senin eski oyuncak ayı hikayesi gibi. Okumadım yazını itiraf ediyorum. İki paragraf okudum bıraktım. Spoiler vermemişsindir ama belli mi olur, dedim :))

Çavlan dedi ki...

:)) Spoiler sadece sondan bir önceki paragrafta, onda da ekşi sözlük usulü kocaman kaba ibareler koydum başına ve sonuna 'spoiler' diye :) Okuyabilirsin iç rahatlığıyla.

Brenda Walsh dedi ki...

Ben de bir solukta okudum. New York Üçlemesi dururken Görünmeyen'in Auster'ın en iyisi olduğunu düşünmüyorum, ama sürükleyici ve büyüleyici bir kitap, bu da bir gerçek. Auster'ın farklı dünyalar yaratmaktaki başarısı üzerine yazdıklarına sonuna kadar katılıyorum, adam öyle aman aman bir edebi dil kullanmıyor ama öyle bir kurguluyo ki hikayelerini, okur çakılıp kalıyor. Kıssadan hisse: Auster hayranları okusun, Auster'ı bilmeyenler de okusun :):) Yazı çok güzel.

Unknown dedi ki...

Son zamanlarda işte roman budur diyememenin ve okuduklarımdan keyif alamamanın acısını çekmekte iken "Görünmeyen", hala iyi roman yazılıyor umutlarımı geri verdi bana. Ancak şunu da söyleyemeden geçemeyeceğim, bu sayfaya ilk defa bugün bakıyorum ve uzun süredir de böyle güzel bir roman eleştirisi görmemiştim - kısa, net, doğru saptamalar, olması gerektiği kadar. Görünmeyeni nasıl keyifle okuduysam bu yazıyı da aynı tat ile okudum. Elinize, yüreğinize sağlık.

Çavlan dedi ki...

Sevgili Hacer, çok teşekkürler, mutlu oldum :) Methadonia sana da teşekkür edeyim fırsattan istifade, 1 ay kadar geç kalmış olsam da :)

martin dedi ki...

kitabın arka kapağındaki "gel gel çok muhabbet var burada" tadındaki sevimsiz cümle resmen okuma zevkimi bozmuştu. güzel tespit etmişsin. henüz okumamış olanlar arka kapağa bakmasın bence de.

buraköztürk dedi ki...

Yazı yazılalı iki yıldan fazla olmuş, ki blogu uzun süredir takip ediyorum ancak bu yazıya rastlamamıştım. "Mest of" içindekiler sayesinde gördüm. Hatırlatma için teşekkür ederim.

Konuya dönersek, inanın Görünmeyen benim için çok değerli bir kitap. Yalnızca Auster, kurgu ve/veya sürükleyicilik değil; diğer yandan nerede ve hangi koşullarda okuduğuna da bağlı bir kitabın değer ölçüsü. Zira ben, kitaba geçen yıl (Şubat, 2011) Kıbrıs'ta askerken, soğuk bir gece nöbetinde başında oturduğum masanın ufak bir gözünde rastladım :) Yapacağınız hemen hemen hiçbir şey yokken, yapayalnız bir yerde, birden böylesine güzel bir kitapla göz göze geldiğinizi düşünsenize! Geceyi orada bitirmek için bire bir :)

O günkü kitap keyfi sonrası, insanın hemen her kitaptan almak istediği keyif beklentisi yükseliyor ne yazık ki ama olsun, hiç yaşamamış olmaktan iyidir değil mi?