14 Ocak 2010 Perşembe

Los Abrazos Rotos

Yönetmen: Pedro Almodóvar
Yazar: Pedro Almodóvar
Oyuncular: Lluís Homar, Penélope Cruz, Rubén Ochandiano
Tür: Dram|Romantik|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 127
Ülke: İspanya
Dil: İspanyolca
IMDB Puanı: 7.3/10
Çavlan'ın Puanı: 7.1/10

Kahramanımız Mateo, 90'ların sonunda çok başarılı bir yönetmendir. Fakat geçirdiği bir trafik kazası sonucu görme duyusunu yitirince, yönetmenliği bir kenara bırakır ve daha önce de bazı senaryolarını yazarken kullandığı takma isim olan Harry Caine kimliğine bürünerek, sadece senaryo yazarak yaşamını sürdürür. Geçmişten eski bir tanıdık Mateo'nun yaşamına tekrar girince, yıllar önceki (kör olmadan önceki) olayları anımsamaya başlar Mateo. Böylece bir geçmişe (1990'ların başı) giderek, bir günümüze geçerek (2000'lerin ikinci yarısı) hikayesini anlatır bize film.

Los Abrazos Rotos, her Almodóvar filmi gibi keyiften dört köşe olarak izlediğim bir filmdi, ama daha bitmeden de bir Almodóvar filmi olarak zayıf olduğunu, asla bir Todo Sobre Mi Madre ya da Hable Con Ella'yla karşılaştırılamayacağını algılamış bulunmaktaydım. Yine de filmleri bana verdikleri keyfe göre puanlamak gibi çok da adil olmayan bir huy edindim son zamanlarda, sırf bu nedenle (sıkılmadan, bunalmadan, zevk alarak, hatta merakla kendini izlettirme özelliği) 10 üzerinden 7.1'i hak ediyor Los Abrazos Rotos. Almodóvar filmlerinden aşina olduğum -ve pek sevdiğim- öğelerin büyük kısmını barındırıyor, ama zayıf yanları da var filmin. Artıları ve eksilerini iki ayrı başlık altında, maddeleyerek toparlıyorum.



Sevdiklerim

Hikayenin Yeşilçamvari melodramları andırması. Pek çok izleyici fazla "melodramatik", "fotoromanvari" bulduğu için sevmedi bu filmi, bense aksine, bu halinden dolayı daha çok sevdim. Almodóvar'ın yapmaya çalıştığının da bu olduğunu, cafcaflı romantizm ve gizem havasının Alfred Hitchcock ve Douglas Sirk'ün filmlerine bir gönderme olduğunu düşündüm.

Almodóvar filmlerinden alıştığımız derinlikli, renkli yan karakterlerin Los Abrazos Rotos'ta da eksik olmaması: Mateo'ya aşık olan, onun menajeri ve yakın arkadaşı Judit, onun yazıya meraklı, DJ'lik yapan oğlu Diego, Almodóvar'dan beklediğimiz nevrotiklikte olmayan ama büyüleyici sekreter/telekız/aktris Lena, onu saplantı haline getirmiş yaşlı ve zengin patronu, bu patronun eşcinsel oğlu... (sonuncusu olmasa olmazdı zaten).



Film içinde film. Almodóvar'ın Mujeres Al Borde de un Staque de Nervios'unu anımsatan (ve bu nedenle eski filmlerinin parodisini yaptığı fikrini veren), Mateo'nun 90'lı yıllarda yönettiği Chicas y Maletas (Kadınlar ve Bavullar) isimli filmin seti, çekimleri, montaj sahneleri, Penélope'nin peruğu, tümüne bayıldım.

Lena karakteriyle Penélope Cruz, Penélope Cruz ve Penélope Cruz. Hem saçıyla başıyla sesiyle ve duruşuyla (!), hem de oyunculuğuyla, neredeyse tek başına filmi izlettirecek güce sahip. Ama buna gerek kalmıyor çünkü Mateo'yu canlandıran Lluís Homar da pek hoş ve yetenekli bir abimiz. Aslında bütün oyunculuklar gayet iyi.

Diego karakterinin (Mateo'nun menajerinin oğlu, kıvırcık saçlı olan) Umut'a acayip benzemesi. Ya da pek alakasının olmaması ama benim film boyunca deli gibi benzetmem, yüreğimin sevgiyle (!) dolması ve sonuç olarak filmin düşüncesinin bile otomatik olarak bende iyi hislere yol açması.



Sevmediklerim

Ray X karakterinin derinleştirilmemiş olması. Biraz daha üzerinde durulsa, babasıyla arasındaki husumetin nedenleri (gerçi anlamak için alim olmaya gerek yok ama, yine de) ucundan verilse, daha şık olurdu.

Sonlarda, karakterlerimiz barda otururken Judit tarafından yapılan, "sürpriz" olması gereken minik açıklama. Filmi izlememiş olanlar için berbat etmek istemiyorum, ama sanırım şu kapalılıkta söyleyebilirim: Gereksiz, önceden tahmin edilebilir, ve filmin hikayesinin Yeşilçamvari kokusunu pekiştiren bir twist olmuş o. Amaçlanan da buymuş belki, ama olmasa daha iyi olurmuş sanki.

Lena karakterinin sürekli sigara içmesi. Üstelik bunu çok hoş, çok çekici, çok leziz görünerek -ve sigarayı çok hoş, çok çekici, çok leziz göstererek- yapması. Ben sigarayı bir buçuk ay önce bırakmışken, bu hiç yapılacak iş değildi. Ayıp olmuş.



Ben filmi İngilizce altyazıyla izledim, çeviri yer yer feci saçmalıyordu (BRRip sürümü için olan Whiizz altyazısı, aman uzak durun. Ama diğer altyazılar daha bile kötü olabilir, bilemedim). Filmin 5. dakikasında anladığım şuydu: Asıl ismi Mateo Blanco olan yazar, zaman zaman Harry Caine takma ismini kullanmaktan/o kimliğe bürünmekten hoşlanmaktadır, fakat gerçek yaşamdan (ve Mateo'dan) kopmuş değildir. Ancak yaşadığı ağır bir olay, onun Mateo Blanco ismini bırakmasına, sonsuza dek Harry Caine karakterine bürünmesine neden olur. Şu vardır ki, Harry Caine'i kör bir adam olarak yaratmıştır Mateo. Yani benim filmden anladığım (ve son dakikalarına kadar sıkı sıkıya inandığım) şuydu: Mateo/Harry, yıllardır kör taklidi yapıyor. Özellikle Ernesto'nun oğlu Mateo'yu ziyarete geldiğinde Mateo'nun kapısının arkasındaki gözetleme deliğinden bakması, kafamda zaten azıcık olan kuşkuları ezdi geçti. Mateo gerçekten de kör taklidi yapıyordu, ne kadar ilginçti, hele hele evinde tek başınayken bile bile İnternetten bir gazete haberini okumak yerine dinlemesi, bastonunu kullanarak yürümesi, amanın, felsefi yerlere mi gidecekti film, bize zorla giydirilen kimlikleri, kendimizi koşullarla birlikte/koşullara rağmen nasıl tanımlayabileceğimizi, bizi biz yapan çevre ve etkenleri nasıl kabullenebileceğimizi falan mı sorgulayacaktık örneğin? Kendimi o kadar inandırmışım ki, Mateo'nun kör olmasına neden olan trafik kazası ve ardından gelen hastane sahnesinde bile (film geçmişe dönüşlerle dolu olduğu için, bu sahneyi sonlara doğru görüyoruz) doktorun "Şöyle şöyle kör oldu hasta, yok artık imkansız göremez" açıklamasını "Belki Mateo söyletiyordur doktora böyle, bile isteye karanlıkta yaşayacaktır artık" gibi deli saçması düşüncelerle izledim. Gelgelelim film bitti, son sahnede Mateo hala görmeyen bakışlarla yalpalıyordu, hayır Almodóvar da Lynch değil ki, ortaya bir gizem atıp bunu cevapsız bıraksın. Demek biraz benim wishful thinking'im devreye girmişti, biraz da kötü çeviri kurbanı olmuştum. Sonuç olarak bana filmi zevkle izlettiren öğelerden biri, sonlara doğru filmin eksisine dönüştü (çünkü Mateo aslında kör olmasa gerçekten de çok hoş olmaz mıydı?!). Bu yazdıklarım spoiler değil bu arada, endişelenmesin filmi izlememiş olanlar. Mateo/Harry, filmin 2006 yılında geçen bölümlerinde gerçekten de kör. Bu da filmin ilk dakikasında açıklanıyor zaten. Mümkünse düzgün bir çeviriyle izleyin ama.

...Sonuç olarak Almodóvar'ın en iyi filmlerinden biri olmaktan uzak, yine de seyretmeye değer, hele hele yönetmenin hayranıysanız kaçırmamanız gereken bir film Los Abrazos Rotos.


Yönetmen Pedro Almodóvar ve başroldeki Penélope Cruz, sette.



Bu iki fotoğrafı Almodóvar çekmiş, blogundan aldım. Filmin oyuncuları okuma provasında.

6 yorumcuk:

kerevizli kedi dedi ki...

Oh hayır bu yazıyı yazmış olamazsın! Hâlâ izleyemedim, onca zaman bekledim ve nedense(!) herhalde en son bizim güzide ülkemizde gösterime girdi. Okumayacağım hayır, okursam iyice çıldırırım şimdi.

PIERREMANU dedi ki...

Penelope Cruz'un oyunculuğuna laf söyleyecek kadar densizleşecek değilim ama bir erkek olarak ses tonunu çok rahatsız edici buluyorum. Bu nedenle bulunduğu her filmi, Cruz'un ses tonunun kulaklarımı tırmalamasını göze alarak izliyorum. Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz bu konuda veya başka benim gibi rahatsız olan var mı acaba.

torkunc dedi ki...

demek ki insan bir yönetmeni çok sevince onun en sıradan filmleri hakkında uzun uzadıya yazma ihtiyacı duyuyor; ya da böyle bir ihtiyaç duymuyor ama onun hakkında yazmak insanı mutlu edebiliyor. anlaşılır ve hepimiz yaptığı bir şey bu. pek insani...

almodovar'ın yaptığı da bu; insanı anlatmak. melodram mı? evet, hem de en alasıyla (kaza ve adam kör olur; daha ne olsun) demirkubuz kötüyü, suçu anlatırken gri, antrasit renklerle bezerken kadrajını almodovar bahar gibidir. ne zaman almodovar dan bahsetse biri aklıma demirkubuz gelir; birlikte ortak bir film yapsalar nasıl bir şey çıkar merak etmişimdir.

mike figgis' in 2000'lerin başında time code'u nu izleyenler dörte bölünmüş ekranı hatırlayacaklardır. bu ikilinin filmi de o misal, ikiye bölse perdeyi. aynı anda daha sonra kesişecek iki ayrı hikaye aksa. biri siyah beyaz (demirkubuz), diğeri renkli (bittabi almodovar). sonrası mı? canım sonrasını da onlar düşünsün, ben ancak kapıyı gösterebilirim, oradan geçmek onlara kalmış bir şey (morpheous, matrix)

selamlar...

Sera dedi ki...

Benim de en fazla 7buçuk verebileceğim bir film oldu. Los Abrazos Rotos. Başından sonuna soluksuz izlememe rağmen en sevdiğim Almodovar filmlerinden diyemem aynı şekilde. Ray X karakterinin içi doldurulamamış, o konuda da sana katılıyorum.

Filmlere oy verme kriterine gelince; 10 üzerinden kaç vereceğimiz kendi isteğimize kalmış bir şey. Sonuçta bunlar kişisel puanlar ve görüşler. Tüm bir sinema tarihi içindeki yerine göre karar vermeye çalışmak zorlama olur. imdb gibi sitelere oy verenler de sonuçta kişisel düşüncelerine göre oy veriyorlar. kaldı ki sinema eleştirmenleri bile kişiselliğe kadar götürebiliyorlar işi çoğu zaman ya da verdikleri yıldızın kaçta kaçı kişisel kaçta kaçı sinematik değerlendirmeye dayalı tartışılır :)

pariseda dedi ki...

Filmi sıkılmadan izledim.Konuş onunla ya da annem hakkında her şey gibi defalarca izlenecek bir film değil.Kötü de diyemem...

kurtlu kitap dedi ki...

körlük yanılsamasını ben de yaşadım. sanki bilerek yapılmış bir hile gibi geliyor, ama alt yazı çevirisinden de olabilir tabi. ray x konusuna kesinlikle katılıyorum, ama diegoya da fazla derinlik verildiğini düşünmüyorum.
diğer almodovar filmleri gibi olmasa da renkleri beni sarhoş eden, eğlenceli bi seyirlikti sadece.