Yazar: Travis Milloy
Oyuncular: Ben Foster, Dennis Quaid, Antje Traue
Tür: Bilim Kurgu|Korku|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Ülke: ABD|Almanya
IMDB Puanı: 7/10
Çavlan'ın Puanı: 6.3/10
Umut'un Puanı: 6/10
Alien setinden fırlamış gibi duran bir uzay gemisindeki uyku tüplerinden iki adam çıkar. Nerede olduklarını, isimlerini, görevlerini, önceki yaşamlarını anımsamıyorlardır. Dakikalar geçtikçe gemideki görevlerini hatırlamaya başlarlar, fakat bu gemiye binmeden öncesine dair hiçbir anı yoktur belleklerinde.
Devasa büyüklükte bir gemidir bu, enerji kaynağındaki problemi gidermek sebebiyle adamlarımızdan biri (daha genç ve daha çirkin olanı) keşfe çıkar. Sonsuza uzayıp gidiyor gibi görünen koridorlarda başkalarıyla karşılaşır; bunlar kendisinden daha önce (belki günler, belki haftalar) önce uyanmış ve yeni duruma "uyum sağlamış" mürettebattır aslında, ilkel silahları vardır, kendisine saldırmaya hazırlardır, hepsinden önemlisi, belli ki çok korkuyorlardır. Kahramanımız çok geçmeden anlar ki, gemide yalnız değillerdir. Inınının!
Alien, Resident Evil, Event Horizon ve The Descent karması gibi Pandorum. Bunlardan başka benim izlemediğim -ya da hatırlamadığım- bilim kurgu/kıyamet filmlerinden izler taşıyor da olabilir elbet. Bu filmlere selam çakmaktan çok daha fazlasını yapıyor, basbayağı bir kolaj yapıyor bu filmlerden. Bir şeyleri hacıladığını söylemeye çalışmıyorum, gizlisi saklısı yok, gayet açık bir etkilenme taşıyor, pek çok klasik unsuru alıp gene de özgün bir sinematografi deneyimiymiş amaçlanan, ama bana çok fazla gelen bir "etkilenme" var, bunu kapamaya yetecek kadar orijinallik yok. Yaratık tasarımıysa bana Buffy'deki The Gentlemen ve Ubervamp'lerin ve Angel'daki Archduke Sebassis'in bir karışımı gibi göründü. Her nedense gözümün önüne bu üç yaratık geldi filmi izlerken, üçü yana kayıp birleşince de hop, Pandorum'un mutantları çıktı ortaya.
Pandorum'un iki önemli (yani önemli olması gereken) twist'i var, sonlarda ortaya çıkan. Fakat twist olamıyor onlar, anlıyor seyirci dakikalar öncesinden, sıkıntıdan teoriler üretiyor oluyor çünkü, aklına gelen ilk teori de gerçekten olanlar —spoiler vermemeye çalışıyorum da, filmin sonunda ortaya çıkanlar diyeyim :)— oluyor.
Ama Pandorum'un çok başarılı bulduğum yanları da var. Bu labirent gibi, nerede olduğu belli olmayan, hatta hangi zamanda olduğu belli olmayan, inanılmaz derecede korkutucu uzay gemisindeki klostrofobik havayı çok güzel hissettiriyor örneğin. Nefes alamıyor gibi oluyorsunuz izlerken, tüyleriniz diken diken oluyor. Çok başarılı bir karanlık mekanlar/sıkışmışlık hissi hakim filme.
Aslında kağıt üzerinde bileşenlerine bakıldığında başarılı olması gereken bir film bu (konusu, dekorları, oyuncuları, ışıkları, şusu busu), ama karşısına geçip izlediğinizde bir yarım kalmışlık hissiyle bitiriyorsunuz filmi, evet kötü bir film değil, evet özgün bir şeyler söylüyor, ama eksik bir şeyler var. Uymayan, garip, eğreti duran bir şeyler. Sanki bir bilgisayar oyununun uyarlaması gibi, ama pek de uyarlanmamış, beyazperdeye öylece aktarılıvermiş gibi. Eğlendirici, ama fazla tahmin edilebilir. Tahmin edilebilir olmak ille de bir eksi değil elbet, ama Pandorum'un hedefinin çok açık bir şekilde şaşırtmak olduğu yerler var. Hal böyle olunca da.. olay beklentide bitiyor. Çok şey beklemeyin, bu senenin en iyi bilim kurgu örneklerinden birini izlemiş olmayacaksınız örneğin. Ama klostrofobi hissini gayet iyi yansıtabilen şahane bir seti, hayran olunası bir görüntü yönetmenliği, bir de saçlı sakallı, gayet çekici bir Dennis Quaid'i var. Çerez bir bilim kurgu arayışındaysanız, Pandorum size göre.
Devasa büyüklükte bir gemidir bu, enerji kaynağındaki problemi gidermek sebebiyle adamlarımızdan biri (daha genç ve daha çirkin olanı) keşfe çıkar. Sonsuza uzayıp gidiyor gibi görünen koridorlarda başkalarıyla karşılaşır; bunlar kendisinden daha önce (belki günler, belki haftalar) önce uyanmış ve yeni duruma "uyum sağlamış" mürettebattır aslında, ilkel silahları vardır, kendisine saldırmaya hazırlardır, hepsinden önemlisi, belli ki çok korkuyorlardır. Kahramanımız çok geçmeden anlar ki, gemide yalnız değillerdir. Inınının!
Alien, Resident Evil, Event Horizon ve The Descent karması gibi Pandorum. Bunlardan başka benim izlemediğim -ya da hatırlamadığım- bilim kurgu/kıyamet filmlerinden izler taşıyor da olabilir elbet. Bu filmlere selam çakmaktan çok daha fazlasını yapıyor, basbayağı bir kolaj yapıyor bu filmlerden. Bir şeyleri hacıladığını söylemeye çalışmıyorum, gizlisi saklısı yok, gayet açık bir etkilenme taşıyor, pek çok klasik unsuru alıp gene de özgün bir sinematografi deneyimiymiş amaçlanan, ama bana çok fazla gelen bir "etkilenme" var, bunu kapamaya yetecek kadar orijinallik yok. Yaratık tasarımıysa bana Buffy'deki The Gentlemen ve Ubervamp'lerin ve Angel'daki Archduke Sebassis'in bir karışımı gibi göründü. Her nedense gözümün önüne bu üç yaratık geldi filmi izlerken, üçü yana kayıp birleşince de hop, Pandorum'un mutantları çıktı ortaya.
Pandorum'un iki önemli (yani önemli olması gereken) twist'i var, sonlarda ortaya çıkan. Fakat twist olamıyor onlar, anlıyor seyirci dakikalar öncesinden, sıkıntıdan teoriler üretiyor oluyor çünkü, aklına gelen ilk teori de gerçekten olanlar —spoiler vermemeye çalışıyorum da, filmin sonunda ortaya çıkanlar diyeyim :)— oluyor.
Ama Pandorum'un çok başarılı bulduğum yanları da var. Bu labirent gibi, nerede olduğu belli olmayan, hatta hangi zamanda olduğu belli olmayan, inanılmaz derecede korkutucu uzay gemisindeki klostrofobik havayı çok güzel hissettiriyor örneğin. Nefes alamıyor gibi oluyorsunuz izlerken, tüyleriniz diken diken oluyor. Çok başarılı bir karanlık mekanlar/sıkışmışlık hissi hakim filme.
Aslında kağıt üzerinde bileşenlerine bakıldığında başarılı olması gereken bir film bu (konusu, dekorları, oyuncuları, ışıkları, şusu busu), ama karşısına geçip izlediğinizde bir yarım kalmışlık hissiyle bitiriyorsunuz filmi, evet kötü bir film değil, evet özgün bir şeyler söylüyor, ama eksik bir şeyler var. Uymayan, garip, eğreti duran bir şeyler. Sanki bir bilgisayar oyununun uyarlaması gibi, ama pek de uyarlanmamış, beyazperdeye öylece aktarılıvermiş gibi. Eğlendirici, ama fazla tahmin edilebilir. Tahmin edilebilir olmak ille de bir eksi değil elbet, ama Pandorum'un hedefinin çok açık bir şekilde şaşırtmak olduğu yerler var. Hal böyle olunca da.. olay beklentide bitiyor. Çok şey beklemeyin, bu senenin en iyi bilim kurgu örneklerinden birini izlemiş olmayacaksınız örneğin. Ama klostrofobi hissini gayet iyi yansıtabilen şahane bir seti, hayran olunası bir görüntü yönetmenliği, bir de saçlı sakallı, gayet çekici bir Dennis Quaid'i var. Çerez bir bilim kurgu arayışındaysanız, Pandorum size göre.
2 yorumcuk:
Ben hiç sevemedim, filme fazla bile vermişsiniz bence Umut'la (ben 5, hadi 5,5 veririm). İlk yarısı fena değildi, bir sürü kült filmden bir şeyler yürütmüş ama bu yürüttüklerini harmanladıktan sonra orjinal birşey katacak gibiydi. Ortam hoştu, konu hoştu. Katamadı, ikinci yarı berbattı. Hele aksiyon sahneleri ne kadar gereksiz ve beceriksizceydi! Bilimkurguyu çok severim ama Pandorum'u çekemedim, sonunu zor getirdim.
fena bi film değildi bence, aynen dediğin gibi almış aynen bilgisayar oyunundan aktarmışlar gibiydi, çuvalla eksiği vardı ve çerez niyetine geçti ama acaip gerildim, o karanlık havasız nerde olduğu belli olmayan korkunç gemide hissettim kendimi. bi de sonunu çok başarılı buldum ve bayaa şaşırdım, tahmin edememiştim önceden :):)
Yorum Gönder