Serinin ilk yazısına ait olan Amiga Özel 1 yazısını okumadıysanız, okumak için tıklayın.
Lemmings
Lemmings yeşil saçlı limon kafalı küçük yaratıkların bir bölüm boyunca giriş kapısından girip önlerindeki engelleri aşıp çıkıştan çıkmaya çalıştığı bir oyundu. Bunları biz yönetemezdik, fakat her bölümde farklı sayıda gelen lemming’lerimize, kısıtlı sayıdaki farklı becerileri atayıp kendilerini ya da arkadaşlarını engellerden geçirip çıkışa ulaştırmasını sağlayabilirdik.
Lemmings
Lemmings yeşil saçlı limon kafalı küçük yaratıkların bir bölüm boyunca giriş kapısından girip önlerindeki engelleri aşıp çıkıştan çıkmaya çalıştığı bir oyundu. Bunları biz yönetemezdik, fakat her bölümde farklı sayıda gelen lemming’lerimize, kısıtlı sayıdaki farklı becerileri atayıp kendilerini ya da arkadaşlarını engellerden geçirip çıkışa ulaştırmasını sağlayabilirdik.
Lotus 3
O zamanlar amiga’da en ünlü araba oyunu test drive 2’ydi (daha önce de belirttiğim gibi, dünyayı bilemem ama en azından bizim aramızda böyleydi). Onda arabanın içinde olurduk, biraz klostrofobik bir havası vardı haliyle. Lotus 3’de ise arabamızın arkasından, third-person bakış açısıyla görürdük ve yarışırken manzara izlemek kavramı benim için Lotus 3’le doğmuştu. Tepenize karlar yağarken bembeyaz yollarda, yağmurlu ve kapalı havada, sisin altında, gecenin karanlığında, çöllerde, ormanlarda, şehirlerde ve bazen de güçlü rüzgarın her şeyi uçurduğu yeşillik alanlarda yarışırdınız. Yollarda da farklı engeller olurdu, devrilmiş ağaçlar, kayalar, insan yapımı inşaat işaretleri.. Tabii ki Need for Speed nesli için bir şey ifade etmeyebilir, ama böyle ortamların yarattığı havayı 3d motor olmadan böylesine canlı sunmak her oyunda görebileceğiniz bir şey değildi.
Moonstone
Moonstone, 4 tane şövalyenin gizemli güçleri olan “aytaşının” (ki bu gücü oyunun sonunda öğreniriz) peşinden koşturduğu bir oyundu. Bunun için oyun dünyasının haritası üzerinde gezinirler, haritanın ortasındaki etrafı dağlarla çevrili olan bölgeye girebilmek için gerekli büyülü anahtarları bulabilmek için şehirlerin etrafındaki tekinsiz lair’leri ararlardı. Demosu ayrıca bir fenomen olan bu oyuna FRP desem diyemem, aksiyon desem diyemem, ilginç, benzersiz ve kendine has havası olan bir oyundu ama kesinlikle. Oyuna başlarken menüde ilk gözümüze çarpan “gore” seçeneği olurdu, bunu açıp kapayabiliyorduk (kim kapamıştır ki gerçi?). Buradan anlayabileceğiniz gibi moonstone deli gibi kanlı bir oyundu.
Oyuna başlarken 4 şövalyeden birini seçerdik. Bunların hepsi farklı renkteydi, özellik olarak farkları yoktu fakat her biri haritanın ayrı bir köşesinde başlardı, bu da seçtiğimiz karakterin önündeki oyuna oldukça etki ederdi (mavinin başladığı yer nispeten kolay, kırmızınınki en zordu). Gerçi nereden başlarsak başlayalım, haritada istediğimiz yere ilerleyip, oradaki lair’lere girebilirdik fakat bu zaman alıyordu, o sırada bizim kontrol etmediğimiz diğer 3 şövalye de lair’leri gezip anahtarları arıyorlardı.
Bir sürü lair’e girip onları koruyan yaratıkları (çok fantastik yaratıklar vardı) olabilecek en kanlı şekillerde öldürüp, o lair’de saklı eşyaları talan ediyorduk, bazen sadece altın çıkardı, bazen de büyülü artifact’ler (haritada hızla hareket etmenizi sağlayan, sizi ışınlayan, lair’lerden istediğiniz birinin içini gösteren, gücünüzü artıran vs. bir sürü farklı artifact çıkardı. Ayrıca kılıçları ve kalkanları saymıyorum). Lair’ler dışında 2 şehir, 1 stonehedge (bir büyülü artifact karşı hayat kazandığınız, demoda görülen tapınak), 1 tane de büyücü kulesi vardı. Bir süre sonra haritanın üzerinde bir de ejderha gezinmeye başlardı rastgele. Çok güçlüydü ve sizi yakaladığı anda yenerse bir sürü şeyinizi çalardı.
Pizza Tycoon
Günümüz dünyasının Facebook oyunlarına hiçbir garezim yok, ama her şeyin fazla şirin ve pırıl pırıl olduğu bu oyunların mevcut durumu, social gaming falan hesabına oyun dünyasının yenilikçi yüzü falan olarak lanse edilecekse kalsın.
Birileri Facebook versiyonunu yapıp “bakın bizim versiyonda bunların hepsi var” demeden önce ben söyleyeyim: Kendi pizzacınızı ve şubelerini açıp içlerini tasarlayabildiğiniz, içine çalışan eleman alabildiğiniz, bu elemanların her birinin farklı kişilik özelliklerinin ve background’larının olduğu ve kalitenizi etkilediği, kendi pizza çeşitlerinizi tasarlayabildiğiniz, bunlarla yarışmalara katılabildiğiniz, diğer pizzacılara farklı şekillerde sabotaj düzenleyebildiğiniz bir oyun zaten var. Şimdi böyle bir oyunu oynamış biri, neden bundan çok daha primitif olan versiyonlarını oynasın ki? Social gaming ayağına mı? Social gaming’den kasıt tarlamın yanında arkadaşımın tarlasını görmekten ibaretse, teşekkürler almayayım.
Geri kafalı diyenler olabilir ama ben tasarlanmış oyunları seviyorum. Bundan kastım lineer giden oyunlar değil. Sandbox olsun ya da başka türlü olsun, bildiğimiz profesyonel oyun tasarımcısının gerçekten bir şeyler kattığı oyunlardan bahsediyorum. Diğer türlü bana tarlamı düzenlemek falan bir şey ifade etmiyor, çünkü hareketlerimin bana dönen bir getirisi/götürüsü yani herhangi bir sonucu yok. Evet, patlıcan dikiyorum daha pahalıya satıyorum.. Sonra? Sonra yine aynısını yapıyorum. Bu, kendimi eğlendirebileceğim sayıda lego parçasına sahip oluncaya kadar aynı sıkıcı şeyleri yapmaktan başka bir şey değil (bir de bana küçükken oyunlara bağımlı olduğumu söylerlerdi, şimdi bunu söyleyen insanlar ağızlarından salyalar akarak arkadaşlarına Farmville’den inek soğan falan gönderiyorlar, bu biraz ironik..) Bu tarz bir deneyimi yaratmak için bir programcı ve grafiker yeterli. Kullanıcı verdiğimiz şeylerle kendi şeyini yaratsın. E sonra? Sonrası için bir oyun tasarımcısına gerek var, ne olacak.. Benim yaptığım şeylere tepki verecek bir sistem arıyorum, bu da benim zevk aldığım şey.
Her şeye rağmen, Facebook oyunlarının başarılı oldukları kesin (kişisel kriterler dışında kalan tek kriter olan maddi başarı değişkeni bize böyle söylüyor), o yüzden benimki kişisel bir görüşten ibaret. Facebook oyunları, eşek gibi çalışıp azcık para yapmak yerine çok daha mantıklı bir seçenek bugün oyunlarla uğraşmak isteyen biri için.
Son söz olarak, hem espritüel hem de detaylı bir pizzacı simülasyonu oyun isteyenler bir yerlerden emülatör indirip Pizza Tycoon’u bulup oynasınlar derim (abandonware -yani bedava- olması lazım). [Giderek bu satış elemanı ağzını kapıyorum yalnız farkettiyseniz]
Prince of Persia
Hadi ama bunu da açıklamamı bekleyen yoktur herhalde.
Super Frog
Herkes bir dönem platform oynamıştır herhalde. Ben de Mario yerine Super Frog’a takmıştım n’apalım. Team 17 efekti olsa gerek [“aynı psygnosis için olduğu gibi, team 17 ne çıkarsa oynanır” şeklinde ifade edilen fenomene team 17 efekti denir(di).]
Bir sonraki yazıda tamamlıyorum amiga serisini. Huh!
O zamanlar amiga’da en ünlü araba oyunu test drive 2’ydi (daha önce de belirttiğim gibi, dünyayı bilemem ama en azından bizim aramızda böyleydi). Onda arabanın içinde olurduk, biraz klostrofobik bir havası vardı haliyle. Lotus 3’de ise arabamızın arkasından, third-person bakış açısıyla görürdük ve yarışırken manzara izlemek kavramı benim için Lotus 3’le doğmuştu. Tepenize karlar yağarken bembeyaz yollarda, yağmurlu ve kapalı havada, sisin altında, gecenin karanlığında, çöllerde, ormanlarda, şehirlerde ve bazen de güçlü rüzgarın her şeyi uçurduğu yeşillik alanlarda yarışırdınız. Yollarda da farklı engeller olurdu, devrilmiş ağaçlar, kayalar, insan yapımı inşaat işaretleri.. Tabii ki Need for Speed nesli için bir şey ifade etmeyebilir, ama böyle ortamların yarattığı havayı 3d motor olmadan böylesine canlı sunmak her oyunda görebileceğiniz bir şey değildi.
Moonstone
Moonstone, 4 tane şövalyenin gizemli güçleri olan “aytaşının” (ki bu gücü oyunun sonunda öğreniriz) peşinden koşturduğu bir oyundu. Bunun için oyun dünyasının haritası üzerinde gezinirler, haritanın ortasındaki etrafı dağlarla çevrili olan bölgeye girebilmek için gerekli büyülü anahtarları bulabilmek için şehirlerin etrafındaki tekinsiz lair’leri ararlardı. Demosu ayrıca bir fenomen olan bu oyuna FRP desem diyemem, aksiyon desem diyemem, ilginç, benzersiz ve kendine has havası olan bir oyundu ama kesinlikle. Oyuna başlarken menüde ilk gözümüze çarpan “gore” seçeneği olurdu, bunu açıp kapayabiliyorduk (kim kapamıştır ki gerçi?). Buradan anlayabileceğiniz gibi moonstone deli gibi kanlı bir oyundu.
Oyuna başlarken 4 şövalyeden birini seçerdik. Bunların hepsi farklı renkteydi, özellik olarak farkları yoktu fakat her biri haritanın ayrı bir köşesinde başlardı, bu da seçtiğimiz karakterin önündeki oyuna oldukça etki ederdi (mavinin başladığı yer nispeten kolay, kırmızınınki en zordu). Gerçi nereden başlarsak başlayalım, haritada istediğimiz yere ilerleyip, oradaki lair’lere girebilirdik fakat bu zaman alıyordu, o sırada bizim kontrol etmediğimiz diğer 3 şövalye de lair’leri gezip anahtarları arıyorlardı.
Bir sürü lair’e girip onları koruyan yaratıkları (çok fantastik yaratıklar vardı) olabilecek en kanlı şekillerde öldürüp, o lair’de saklı eşyaları talan ediyorduk, bazen sadece altın çıkardı, bazen de büyülü artifact’ler (haritada hızla hareket etmenizi sağlayan, sizi ışınlayan, lair’lerden istediğiniz birinin içini gösteren, gücünüzü artıran vs. bir sürü farklı artifact çıkardı. Ayrıca kılıçları ve kalkanları saymıyorum). Lair’ler dışında 2 şehir, 1 stonehedge (bir büyülü artifact karşı hayat kazandığınız, demoda görülen tapınak), 1 tane de büyücü kulesi vardı. Bir süre sonra haritanın üzerinde bir de ejderha gezinmeye başlardı rastgele. Çok güçlüydü ve sizi yakaladığı anda yenerse bir sürü şeyinizi çalardı.
Pizza Tycoon
Günümüz dünyasının Facebook oyunlarına hiçbir garezim yok, ama her şeyin fazla şirin ve pırıl pırıl olduğu bu oyunların mevcut durumu, social gaming falan hesabına oyun dünyasının yenilikçi yüzü falan olarak lanse edilecekse kalsın.
Birileri Facebook versiyonunu yapıp “bakın bizim versiyonda bunların hepsi var” demeden önce ben söyleyeyim: Kendi pizzacınızı ve şubelerini açıp içlerini tasarlayabildiğiniz, içine çalışan eleman alabildiğiniz, bu elemanların her birinin farklı kişilik özelliklerinin ve background’larının olduğu ve kalitenizi etkilediği, kendi pizza çeşitlerinizi tasarlayabildiğiniz, bunlarla yarışmalara katılabildiğiniz, diğer pizzacılara farklı şekillerde sabotaj düzenleyebildiğiniz bir oyun zaten var. Şimdi böyle bir oyunu oynamış biri, neden bundan çok daha primitif olan versiyonlarını oynasın ki? Social gaming ayağına mı? Social gaming’den kasıt tarlamın yanında arkadaşımın tarlasını görmekten ibaretse, teşekkürler almayayım.
Geri kafalı diyenler olabilir ama ben tasarlanmış oyunları seviyorum. Bundan kastım lineer giden oyunlar değil. Sandbox olsun ya da başka türlü olsun, bildiğimiz profesyonel oyun tasarımcısının gerçekten bir şeyler kattığı oyunlardan bahsediyorum. Diğer türlü bana tarlamı düzenlemek falan bir şey ifade etmiyor, çünkü hareketlerimin bana dönen bir getirisi/götürüsü yani herhangi bir sonucu yok. Evet, patlıcan dikiyorum daha pahalıya satıyorum.. Sonra? Sonra yine aynısını yapıyorum. Bu, kendimi eğlendirebileceğim sayıda lego parçasına sahip oluncaya kadar aynı sıkıcı şeyleri yapmaktan başka bir şey değil (bir de bana küçükken oyunlara bağımlı olduğumu söylerlerdi, şimdi bunu söyleyen insanlar ağızlarından salyalar akarak arkadaşlarına Farmville’den inek soğan falan gönderiyorlar, bu biraz ironik..) Bu tarz bir deneyimi yaratmak için bir programcı ve grafiker yeterli. Kullanıcı verdiğimiz şeylerle kendi şeyini yaratsın. E sonra? Sonrası için bir oyun tasarımcısına gerek var, ne olacak.. Benim yaptığım şeylere tepki verecek bir sistem arıyorum, bu da benim zevk aldığım şey.
Her şeye rağmen, Facebook oyunlarının başarılı oldukları kesin (kişisel kriterler dışında kalan tek kriter olan maddi başarı değişkeni bize böyle söylüyor), o yüzden benimki kişisel bir görüşten ibaret. Facebook oyunları, eşek gibi çalışıp azcık para yapmak yerine çok daha mantıklı bir seçenek bugün oyunlarla uğraşmak isteyen biri için.
Son söz olarak, hem espritüel hem de detaylı bir pizzacı simülasyonu oyun isteyenler bir yerlerden emülatör indirip Pizza Tycoon’u bulup oynasınlar derim (abandonware -yani bedava- olması lazım). [Giderek bu satış elemanı ağzını kapıyorum yalnız farkettiyseniz]
Prince of Persia
Hadi ama bunu da açıklamamı bekleyen yoktur herhalde.
Super Frog
Herkes bir dönem platform oynamıştır herhalde. Ben de Mario yerine Super Frog’a takmıştım n’apalım. Team 17 efekti olsa gerek [“aynı psygnosis için olduğu gibi, team 17 ne çıkarsa oynanır” şeklinde ifade edilen fenomene team 17 efekti denir(di).]
Bir sonraki yazıda tamamlıyorum amiga serisini. Huh!
2 yorumcuk:
Zamanında, Moonstone dışında hepsini oynamışlığım var. Lemmings'in emir vermezsen uçurumdan aşağı düşen otomaton yaratıkları mı dersin, Lotus'u 2 kişi oynarken ekranın bölünmesi sırasında sürekli rakibini kontrol etmek maksadıyla onun ekranına bakıp oraya buraya çarpmak mı dersin, Super Frog'un grafiklerini görür görmez vurulup, oyunu alıp pc'min ram'inin yetmediği uyarısını aldığımda çocuk halimle ağlayışım mı dersin, Prince of Persia'da yukardan kapanan bıçaklar yüzünden, o zamanlar oyunlarda pek bulunmayan bir vahşet içinde gebermekten korkmak mı dersin? Dersin, hepsini dersin de, ben Pizza Tycoon'a ayrı bir cümlede başlamak istiyorum. Daha dükkan bile bulmadan mafyaya karışıp, paraya para dememek için "mal"ın (ehe) en ucuz ve en pahalı olduğu ülkeleri araştırıp, ucuzdan alıp pahalıya satarak milyon dolarlar kazandıktan sonra oyuna başlardım. Hayvani dükkanlar açıp iştahla yeni pizzalar denerdim, etle meyveyi karıştırdığım acayip denemelerde bile pizzayı beğenenler çıkardı. oyunun başında mal alım satımı ile uğraşmazsam, "doğal yollardan" asla para kazanamazdım, hep zarar ederdim, bu tarz oyunlarda kâr etmeyi hiç beceremedim, ya gerçekten zordu, ya da benim kafam basmazdı.
Bir de pizza zincirimin ismi her zaman ipek's pizza olurdu... Allah beni bildiği gibi yapsın. Utanıyorum.
Neden bilmiyorum ama bu yazının üzerine transporter tycoon oynamam gerekiyormuş gibi hissettim ve sanırım yapacam da ve ne yazık ki demem lazım; ah o eski günlerin inanılmaz ince ayrıntılı, düşündüren simulasyon oyunları ve vaat ettikleri mükemmel başarı duygusu...
Yorum Gönder