30 Kasım 2015 Pazartesi

Kitap Günlüğü (Kısa Kısa #14)


Güngezgini, 256 sayfalık bir çizgi roman, bizde Çizgi Düşler'den çıkmış. Brezilyalı iki erkek kardeş yazar ve çizerleri. Kahramanımız Bras de Olivias Dominguez, ilk bölümde 32 yaşında, asıl tutkusu yazmak, ama henüz başarıyı yakalamamış, ünlü bir yazar olan babasının gölgesi altında eziliyor, para kazanmak için de bir gazetenin ölüm ilanlarını kaleme alıyor. Her bölüm, Bras'ın hayatından önemli bir günü anlatıyor ve her bölüm Bras'ın ölümüyle bitiyor. Bir sonraki bölümde bir bakıyoruz, on yıl geçmiş, Bras hayatta ve yaşamının başka bir kilit anında. Sonraki bölümde de çocukluğuna dönüyoruz mesela -zaman çizgisi düz şekilde ilerlemiyor. Ölümün hikayenin bu kadar merkezinde olması, hayatın da merkezinde olduğu için, belki onu kabullenmek yerine tüm hayatlarımızı yokmuş gibi davranarak geçirmeye çalıştığımız için. Güngezgini öyle aklımızı başımızdan alacak hikayeler anlatmıyor, ama hayatın çok içinden, çok gerçek öyküler anlatıyor, üstelik çizimler de harikulade.




1980'ler, Alan Moore'unkilerin başı çektiği çizgi romanlar, karışık kasetler, Cure, The Smiths, Elvis Costello, U2, Joy Division var Eleanor & Park'ta. "Tuhaf" bulunduğu için okulda dışlanan ve dalga geçilen hafif tombik kırmızı saçlı bir kızla, kendi halinde yarı Koreli bir çocuk ve onların inanılmaz güzel bir şekilde anlatılmış dostlukları var. Bu kitapla ilgili "okuyun" dışında ne diyebilirim cidden bilmiyorum. Eğer lise yıllarınızı hatırlıyorsanız, siz de o dışlanma ve ait olmama hissinden az buçuk nasibinizi almışsanız (ki almamış olan yoktur herhalde) okuyun. Bu, Rainbow Rowell'ın okuduğum ikinci kitabıydı - ilki Fangirl'dü ve ona da bayılmıştım. Fangirl'ün baş rolünde, dünyayı kasıp kavuran fantastik bir kitap serisi üzerine fanfic yazan, sosyal sorunlarından dolayı üniversitenin kafeteryasına çıkıp yemek bile alamayan, içedönük ama çok sempatik bir karakter vardı, bölümler arasında da kızımızın fanfic'ini yazdığı kurgu-seriden kurgu kupleler. Rowell Carry On isimli son kitabında, Fangirl'ün dünyasında popülerliği Harry Potter serisiyle paralel olan ve Simon Snow isimli büyücü çocuğun maceralarını anlatan fantastik seri Simon Snow'u gerçekten yazmış. Kıssadan hisse: Rainbow Rowell okuyalım, okutalım. Ben de daha fazla ertelemeden Carry On'u okuyayım :)



1963 yılında yayınlanmış ve Norveç edebiyatının klasiklerinden sayılan Buz Sarayı'nı, dilimize Melih Cevdet Anday kazandırmış. Belki güzelim çevirisinin de etkisiyle Buz Sarayı iddiasız, sade ama çok etkileyici bir başyapıt. Tarjei Vesaas'ın başka hiçbir kitabını okuma fırsatım olmadı, türkçe çevirisi olan bir başka kitabı var mıdır onu da bilmiyorum, ancak kendisi aynı zamanda şairmiş de -ki Buz Sarayı'nı okuduktan sonra hiç şaşırtıcı gelmedi bu bana. Öyle şiirli, güçlü, unutulmaz bir dili var kitabın. Yeniyetmeliğe henüz adım atmış iki kızın, Unn ve Siss'in kısa süreli ama çok şiddetli arkadaşlığı üzerine, kaybolan masumiyetin ve büyümenin, kaybın ve yalnızlığın, insan olmanın, hem dışardaki hem de içimizdeki sonsuz yalnızlığa uzanan büyüleci buz sarayları üzerine.



Kafes, aslında müzisyen olan Josh Malerman'ın ilk romanı. 2014'ün de en çok ses getiren kitaplarından biri. Kafes'i gerilim, hatta haydi haydi korku türüne dahil edebiliriz - ben şahsen gerim gerim gerildim okurken, korktum demek biraz ağır kaçacak belki ama, ürpertiler içinde okudum diyeyim. Kafes, post-apokaliptik bir dünyada geçiyor, ama aralara serpiştirilmiş bölümlerde geçmişe, insanlığın büyük kısmının yok oluşuna neden olan felaketin yeni yeni başladığı zamanlara gidiyoruz. Dünyanın dört bir yanında insanların bir şey görüp, görür görmez korkunç bir deliliğe sürüklendiği, dakikalar içinde önce yanlarındaki diğer insanları, sonra da kendilerini olabilecek en vahşi şekillerde öldürdükleri bir felaket bu. Sağ kalanlar çareyi evlerine kapanmakta, penceleri kartonlarla, battaniyelerle sıkı sıkıya örtmekte, evden çıkmaları gereken anlarda da gözlerini bağlamakta buluyor. Kafes şimdiye dek okuduğum en korkutucu kitaplardan diyebilirim -ki çocukluğum Stephen King okuyarak geçti. Bilinmeyenden, görülmeyenden duyulan korku belki de en büyük korku, yazar da bunu çok güzel vermiş. Karakterlerin hapsoldukları karanlığın doğurduğu korkunç çaresizlik hissini de.



(Aralara serpiştirdiğim görsellerin tümü Güngezgini/Daytripper'dan)

10 yorumcuk:

Umut dedi ki...

Oooo kimler gelmiş :p

Gün gezgini süper gözüküyor, Eleanor & Park'ı sırf Alan Moore referanslarından dolayı okuyabilirim :)

geyikli gece dedi ki...

çok hoş öneriler dikkate alacağım teşekkürleer (:

Mavi dedi ki...

Buz Sarayı ile yazdıklarınıza kesinkes katılıyorum, üniversiteye başladığım sene okumuş ve kendimden geçmiştim. Elanor ve Park'ı almayı düşünüyorum!

closet monkey dedi ki...

Evvet oooley daha çok kitap daha çok dizi daha çok film günlükleri isteriz isteriz De isteirz :)

çay bardağında rakı dedi ki...

Kafesi çok beğendim, eski stephen king kitapları tadını aldım okurken.

pdf kitap indir dedi ki...

Blogunuzu takipteyim gerçekten çok güzell

İlkbahar dedi ki...

Hepsini Not Ettim Teşekkürlerr

verba volant dedi ki...

Güngezgini'ni alayım dedim. rob389'a, idefix'e baktım; baskısı yok :( Senden ödünç alma şansım olur mu?

Çavlan dedi ki...

@verba volant tabii ki, ama bende fiziksel bir baskısı yok, e-kitap olarak tabletten okumuştum ve ingilizce. telefondan da okunabiliyor çizgiroman okuma programıyla. mail adresine göndereyim mi?

miniminibirnick dedi ki...

merhaba :) güngezgini'nin geçtiğimiz günlerde yeni baskısı yapıldı, haber vermek istedim. keyifli okumalar :)