Game of Thrones'un 5. sezonunun başlamasına sadece birkaç gün kaldı. Bu yıl öncekilerden farklı olarak, iki sezon arasındaki uzuun aylar süren bekleyişe dayanmayı kolaylaştıracak bir yol vardı: oyununu oynamak. Son dönem tüm Telltale oyunları gibi, tv dizisivari episodik sistemde çıkıyor oyunlar; şu an ilk sezondayız, bu sezon 6 bölümden oluşacak ve şimdilik 3 bölüm çıktı piyasaya (Iron From Ice, The Lost Lords ve The Sword in the Darkness). Her bölümü tamamlamak, aşağı yukarı 2-3 saat alıyor. Game of Thrones'un oyununu ayıla bayıla oynadığımı söyleyemem, hatta bu yazıda tanıtacağım tüm oyunlar arasında en az sevdiğim gibi bir şey. Ama HBO-Telltale ortak yapımı olan oyunun prodüksiyon kalitesinin yüksek olduğu ve dizinin yokluğunda iyi gittiği de bir gerçek.
Oyunda, Westeros'un kuzeyinde yaşayan asil Forrester ailesinin dört farklı çocuğundan ve babanın squire'ından oluşan birkaç farklı karakteri birden kontrol ediyoruz. Dizinin zaman çizgisiyle karşılaştıracak olursak, 3. sezonun ortalarında bir yerde başlıyor oyun, Red Wedding gecesiyle. İlk 3 bölümde Forrester'ların evinin olduğu Ironrath'ten başka King's Landing, The Wall ve Meereen'de geziniyoruz. Belki kitap serisinde ve dizide alıştığımız karakterleri yönetmediğimiz için, oyunun hikayesi bana çok ilgi çekici gelmedi, ancak Cersei, Tyrion, Jon Snow, Ramsey Snow, Margery ve -son bölümde ufacık da olsa- Daenerys'in göründüğü sahnelerde her şey birden güzelleşiyor sanki. Karakterleri aktörlerin kendilerinin seslendirmiş olması da büyük bir artı bu yönde. Nitekim ana karakterleri yönetebiliyor olsaydık, ya zaten bildiğimiz hikayeleri izleyip oynuyor olacaktık, ya da karakterlerin kaderlerini değiştirebiliyor, ama bunu yaparken A Song of Ice and Fire evrenine ihanet, yazara da haksızlık ediyor olacaktık. Bu nedenlerle, Telltale'dekilerin böyle bir yöntem izlemesi, yani kurgusal bir aile yaratıp onların hikayesini ana hikayeye yedirmesi, bunu yaparken bildiğimiz karakterleri de ucundan kıyısından öyküye sokup ilgiyi canlı tutmaları çok mantıklı ve akıllıca olmuş. Game of Thrones evrenine bu oyun tarzı çok uymuyor belki de. Elder Scrolls Skyrim'deki gibi bir oynanış, açık dünya ve RPG türü, Game of Thrones atmosferine daha iyi giderdi sanki.
The Walking Dead: Season 2
The Walking Dead, tıpkı aynı adı paylaştığı TV dizisi gibi Robert Kirkman'ın çizgiromanlarından uyarlama bir oyun, hatta benim oynadığım, bölümler halinde çıkan ve temel oynanış şeklinin karar vermeye dayandığı ilk oyun. Game of Thrones'un tersine, dizideki karakterlerin hiçbirine yer vermiyor, tamamen yeni karakterlerin bambaşka hikayelerini oynuyoruz. Diziyle tek benzerliği, zombilerin (pardon, "walker"ların) dünyayı sarmış olması. İyi ki de öyle, çünkü diziyle 1 sezon süren maceramdan hemen hemen bütün karakterlerden nefret eder halde çıkmıştım, belki de bu nedenle çok övülmesine rağmen merak edip devam etmedim. Oyunun ilk sezonunu, şuradaki yazısında Umut uzun uzun anlatmıştı. Ben kısaca 2. sezondan bahsedeceğim. (Tabii ilk sezonu daha oynamadıysanız ve oynamayı planlıyorsanız, alttaki paragrafı okumamanız hayrınıza olabilir.)
Bu sezonda, geçen sezon başlamış hikayeye devam ediyoruz. Doğal olarak Lee olmamız imkansız, artık Clementine'ız, küçük bir kız olarak hayatta kalmaya çalışıyoruz.. Bu arada birkaç yıl geçmiş, Clem büyümüş, masumiyetini azıcık yitirmiş. Ben Clementine'ı oynamaktan, Lee'yi oynamaya göre çok daha fazla keyif aldım, belki de bundan dolayı, bu sezonu daha çok beğendim. İki sezon arasında, bağımsız bir bölüm olarak çıkmış "400 Days" isimli bir de mini-oyun var. Eğer bu sezona başlamadan onu da oynarsanız, hikaye azıcık değişebiliyor (birkaç sahnede görünen-görünmeyen çok az replikli yancı karakterler gibi). Hiçbir şekilde elzem değil, ana karakterlerimiz de yok içinde ama, zombi kıyametinin ardından farklı günlerde farklı karakterleri oynadığımız hoş bir bölüm. Kurunca ilk oyunu açıyorsunuz, orada 5. bölümden sonraki boşlukta belirmiş oluyor.
400 Days'den çok ilk sezonda verdiğimiz kararlar bu sezonu etkiliyor, ama anladığım kadarıyla diyalog opsiyonlarının yer yer biraz değişik olmasından ibaret bir etkilenme bu. Zaten Telltale sizin yaptığınız seçimlerin ve verdiğiniz kararların gidişatı deli gibi etkilediğine ve ne olursa olsun yanlış kararı verdiğinize, kötü bir seçim yaptığınıza sizi inandırmakta (!) çok başarılı. Oysa aslında ana hikaye ve gidişat değişmiyor. Bu sezon ilk sezondakinden farklı olarak, hikayenin çeşitli -ve birbirinden çok farklı- sonları vardı. Ben nasıl olduysa acıklı ve ağlak tek sona ulaşmayı başarmış ve ilk sezonun sonunda olduğu gibi birazcık ağlamış olabilirim :) Suçlu Telltale. Bu kadar etkileyici yapamamalılardı bir oyunu.
The Wolf Among Us
The Wolf Among Us, Bill Willingham'ın Fables adlı çizgiroman serisinden uyarlama. Belki de bu nedenle, grafikleri çizgiroman tarzında, film-noir havasında, çok ama çok güzel. Şu an için 1 sezonu var, tüm bölümleri de 2014 yılında çıkmış (Şu an Game of Thrones ve Life is Strange'de yaşadığım üzre episodik oyunların en kötü yanı, bir bölümü çıktıktan sonra 2 ay sabırsızlıkla beklemek zorunda kalmamız, yeni bölüm çıktığında da bir öncekini neredeyse unutmuş olmamız. En mantıklı davranış tüm bölümlerin yayınlanmasını bekleyip oyuna öyle başlamak. Ben sabırsız olduğum için yapamıyorum, ama Walking Dead ve Wolf Among Us'ı keşfettiğimde neyse ki bütün bölümleri önceden piyasaya çıkmıştı).
"Fable" olarak bilinen, bizim de yakından tanıdığımız masal kahramanları -Pamuk Prenses, Güzel ve Çirkin, Mavi Sakal, Kurbağa Prens, Üç Küçük Domuzcuk, ve daha niceleri- Adversary adıyla nam salmış kötü adam tarafından yerlerinden yurtlarından sürgün edilmiş, yaşamak için bizim büyüden uzak, modern dünyamıza gelmişlerdir. New York'un göbeğinde, Manhattan'da kendilerine Fabletown isimli bir yerleşim bölgesi kurarlar. Aralarında insan gibi görünmeyenler, parayla glamour (bir nevi sihir) satın alıp üzerlerinde kullanarak sıradan insanların dikkatini çekmemeyi başarmakta, paraları glamour'a yetmiyorsa da hiç mi hiç cazip bir yer olmayan ve "Çiftlik" olarak bilinen, anladığım kadarıyla hayvan barınaklarına benzeyen yere gönderilmektedir.
Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kötü kurt geçen yıllarda ıslah olmuş, içindeki kurtu uyutmuş, kirli sakallı, biraz huysuz, biraz asabi bir adam görünümüne bürünmüştür. Fable'ların düzenini sağlamak ve onları normal insanların gözlerinden korumaktan sorumludur. Big Bad Wolf, yani bizim karakterimiz, artık Bigby Wolf'tur ve Fabletown'ın şerifidir. Bu öfke kontrol sorunu olan, sigara tiryakisi, belki birazcık alkolik, yalnız ve mutsuz adam, toplulukta pek sevilmemektedir -geçmişi unutmak kolay değildir. Bigby kendini içindeki kurttan korumaya çalışır, kalbininin derinliklerinde pek güzel bir masal kahramına karşı yatan aşkımsı hisleri bastırmaya uğraşır, Fabletown sakinlerini kendini daha fazla nefret ettirmeden hizaya sokmaya gayret ederken – bir cinayet işlenir. Ve bu muhteşem dedektiflik hikayesi başlar.
Sanırım Telltale'in en sevdiğim oyunu bu. (Üstelik son dönem Telltale oyunları arasında seçimlerimizin cidden bir önem teşkil ettiği, hikayenin gidişatını en çok değiştirebildiğimiz oyun.) Walking Dead de şahane, ama biraz fazla depresif benim zevkime göre. Wolf Among Us'ın ikinci, Walking Dead'in de üçüncü sezonlarını büyük bir hevesle beklemekteyim. Bir ara çıkacaklar ama, ne zaman?
Son olarak, minik bir not: Bu oyunların hiçbiri, bize alışageldiğimiz bilgisayar oyunları tadında bir deneyim sunmuyor. Bunları oynarken, daha çok interaktif bir dizi seyrediyor gibi hissediyoruz. Diyaloglar akarken sık sık seçim yapıyor, aksiyon sahnelerinde uygun tuşlara seri biçimde basıyor, arada bir de etrafta dolaşıp bir iki parça şeyi topluyoruz. Bu da pek çok oyuncuda "bu ne şimdi, bu da oyun mu" hissiyatı yaratıyor, ki nedenini anlamak çok zor değil. Ama bu türü sevin ya da sevmeyin, şu bir gerçek ki, Telltale bu işi çok iyi yapıyor ve bu yazıda bahsettiklerim de, bu türün çok başarılı örnekleri. Eski adventure oyunlarının güzelliğinin g'sinin kalmadığı bu çorak dönemde, altında derin hikayelerin yattığı oyunları bulunca onlara can yeleği bulmuşçasına sarılmak gerek.
Life is Strange
Life is Strange, üstte bahsettiğim oyunlardan biraz daha farklı, biraz daha... "oyun gibi" :) Yine kararlarımız hikayeyi şekillendirmede önemli rol oynuyor, oyun yine parça parça çıkıyor (şu an sadece 2 bölümü var ne yazık ki) ama bildiğimiz adventure türüne daha yakın gibi, etrafta daha çok gezinip daha bir sık etkileşime girebiliyoruz objelerle. Life is Strange, bu yazıda bahsettiğim oyunlar arasında Telltale'in çıkarmadığı tek oyun.
Oyunda Max isimli, lise son sınıf öğrencisi 18 yaşında bir kızı yönetiyoruz. Bu kızımız biraz ezik, biraz hipster, içedönük bir fotoğraf tutkunu. Yatılı bir okulda okuyor, bu prestijli sanat okuluna yeni kabul edilmiş. Okulun iyi bir fotoğrafçılık programı var, fakat okul aynı zamanda, ailesiyle birlikte 5 yıl önce taşındığı (ve en yakın arkadaşı Chloe'yi geride bıraktığı) küçük kasabada. Bu sefer de Seattle'ı bırakıp Blackwell Akademisi'nde okuyabilmek için çcukluğunu geçirdiği kasabaya dönen Max, tipik ergenlik/kendine güven sorunları yaşıyor, yakın tarihteki fotoğraf yarışmasına nasıl bir fotoğrafla katılsa diye düşünüyor, okulun zengin şımarık zorbalarından uzak durmaya çalışıyor ve tüm bunlardan zaman bulduğunda da, 5 yıl önce taşındığında arayıp sormadığı fakat hiç unutmadığı eski en iyi arkadaşını, Chloe'yi düşünüyor. Derken tuvaletlerde kötü bir olaya şahit oluyor Max ve refleksif olarak zamanı geriye alıp, olayı siliveriyor. İşte bu şekilde, Max'le aynı anda, zamanı geriye alabildiğimizi öğreniyoruz. Özellikle benim gibi, bir seçeneği seçerken "ama ya böyle yapsaydım o zaman ne olacaktı acaba, peki şimdi ona şöyle şöyle deseydim bana ne diyecekti, bunun sonuçları ne olacaktı bidi bidi" ile boğuşan biriyseniz, bu özellik çok hoşunuza gidecek, söylemiş olayım. Oyunda hemen hemen her olayı geri alabiliyor, kırdığımız bardakları (ve potları) tamir edebiliyor, konuştuğumuz kişiden kendisine dair önemli şeyler öğrenip başa sardıktan sonra bunu ona karşı -kötü olmayan bir biçimde- kullanabiliyor, çok önemli kararları bile, o an görünen sonuçlardan memnun kalmazsak başa sarıp değiştirebiliyoruz.
Life is Strange'in arayüzü, müzikleri, kontrolleri, mekanları ve daha bir sürü şeyi de çok şirin. Küçük, tatlı bir sanat filmi izliyormuş gibi hissediyorsunuz bazı yerlerde. Üstelik 2. bölümü, ilk bölümden daha bile başarılı buldum kendi adıma. Şu an tek pişmanlığım, birkaç ay önce bu oyunu oynamaya başlamış olmak. Şimdiki aklım olsa, tüm bölümlerinin çıkmasını bekler, öyle başlardım oynamaya.
Bu tarz oyunların benim için en güzel taraflarından biri, her bölümden sonra o bölümdeki "önemli kararların" listelendiği ve kendi kararlarınızın tüm oyuncular arasında hangi yüzdeye düştüğünü gördüğünüz, kendi seçimlerinizi başkalarınınkilerle karşılaştırabildiğiniz ekranlar. Bazı oyunlarda -Life is Strange ve The Wolf Among Us mesela- sadece üç-beş mühim kararın değil, görece önemsiz seçimlerin göründüğü ekranlara da ulaşmak mümkün. (Alttaki ekran görüntülerini büyütmek için üstlerine tıklayabilirsiniz, ama spoiler niteliği taşıyorlar.)
7 yorumcuk:
TWD2'yi en az 1.isi kadar sevmiştim ve sonunda ben de çok duygulanmıştım (galiba tam aynı olmasada benzer sonlar yaşamışız)
Game Of Thrones yeni sezonun başlamasını gün sayarak bekliyorum fakat oyunu beni cezbetmedi. Sen daha başarılı bulmuş olsaydın belki oynardım fakat bildiğim sevdiğim karakterler ve olaylarını oynamak bana cazip gelmiyor.TWD'nin dizisini bilmem zaten.
Çizgi romandan uyarlama diğer oyunu çok merak ettim, ilk duyuyorum. İlk boş zamanım olsun alıp oynayacağım..
Yazınca ne güzel yazıyorsun :p
Got'un oyunu benim ilgimi çekmedi hiç. Forrester ne ya. Aile adı bile önemsiz karakterleriz diye bağırıyor. Ünlü karakterleri neden oynayamadığımızı da anlıyorum tabii, ama yine de...
Wolfie ve garip hayat hoş duruyor :)
Feed'ime düşünce şaşırıp, olabilir mi diye kontrol ettiğim, heyecanladığım yazı oldu bu :) Ama nerdesiniz siz? Ner-de-si-niz?! Life is strange'i duymuş ama üzerine çok kafa yormamıştım. Hemen kurulacak, oynanacak. Telltale'leri zaten biliyorum, TWAU'ı iki kez oynadım, yazdıklarına tamamen katılıyorum. Kendi kararlarını da koyman çok hoş olmuş.
keşke dizinin ilk 4 bölümü gibi oyunun da kalan bütün bölümleri internete sızsa da bekleme sancılarıyla uğraşmasak. :)
walking dead'in 3.sezonu kesin çıkacakmış ama wolf amoung us'ın ki kesin mi? tarih talep ediyorum. bu episodic oyunlar ömrümü çürüttü be. :)
Özellikle telltale bu açıdan çok başarılı. GoT'u sevmeyenler de var ama bence gayet iyiydi. Ama asıl efsane olan Walking Death oyunlarıydı. Allahım hiç bir oyunda öylesine duygulanmamıştım.
Kız demiş ki "bitirmediyseniz aşağıyı okumayın" salak Korhan ne yaptı? Tabi ki okudu:(( Neyse 2.sine başlayayım Clem'in üzerinde çok hakkım vardır.
The Wolf Among Us içlerindeki en güzel oyun olmuş bana sorarsanız, gerçekten çok fazla farklı seçenek olması insanı düşündürüyor. çizimleri de ayrı bir güzel elbette. yazınız için teşekkürler.
Yorum Gönder