Aynı Yıldızın Altında, 16 yaşındaki Hazel Grace Lancaster'ın bakış açısından kaleme alınmış. Hazel 4. evre tiroid kanseri. Teşhis edildiğinde kanser akciğerine metastaz yapmış bile, ama henüz deneme aşamasındaki mucizevi (cidden mucizevi, gerçek hayatta olmayan) bir ilaç sayesinde ciğerlerindeki tümörlerin büyümesi durdurulmuş. Durumu terminal, ama zamanı var ve her yere taşıdığı oksijen tüpü sayesinde günlük hayatını idame ettirebiliyor.
Hazel, zoraki katıldığı destek grubunun bir seansında, bir bacağını kemik kanserine kurban vermiş Augustus Waters'la tanışıyor. Ve evet, bu iki kanserli ergen birbirine aşık oluyor ve birlikte maceralara yelken açıyorlar, falan filan. Buraya kadar kulağa şu okuyucusunu ağlatmaya bayılan, gereksiz yere içinize bir ağırlık oturtan duygu sömürüsü dolu bir roman gibi gelmiş olabilir. Ama öyle değil. Çok çok farklı hatta. Ben mesela bu kitabı ilk kez kanser tedavisi gören babamın yanında hastanede kalırken okumuştum. Mazoşist olduğumdan değil, sadece başladıktan sonra bırakamamıştım ve kahramanlarının akıbeti düşünülecek olursa çok tuhaf ama, bana bir nevi umut veren bir kitap olmuştu Aynı Yıldızın Altında. (Aylar sonra Türkçeye çevirilince tekrar okudum ve hemen hemen aynı şeyleri tekrar hissedebildiğime şaşırdım.) Tipik trajik kanser romanlarına hiç mi hiç benzemiyor ve son tahlilde kanser hakkında bir kitap değil, ölüm hakkında da değil. Evet bu iki temaya da bolca rastlamak mümkün, ama karakterler kadar önemli değiller. Ve karakterler de, uzun süre aklınızdan çıkmayacak kadar "canlı" ve muhteşem karakterler. Ağlatmadığını söyleyemeyeceğim, ama ağlatırken aynı anda deli gibi güldürebilen (ve etrafınızdakilerin size garip garip bakmasına neden olan) ender kitaplardan olduğu da bir gerçek. Bir ilkgençlik romanı olmasına rağmen, bir yetişkin olan bendenizi fena etkilemiş bir kitap ayrıca.
Romanın orijinal adı The Fault In Our Stars. Türkçe Yıldızlarımızın Kusuru/Kabahati, Yıldızlarımızdaki Hata gibi bir şey oluyor. Başlık yanılmıyorsam, Shakespeare'in Julius Caesar'ından geliyor: The fault, dear Brutus is not in our stars, / But in ourselves, that we are underlings. Yani: Birer uşak gibi yaşıyorsak, sevgili Brutus / Kabahat yıldızlarımızda değil, kendimizde. Hazel'in, ölümcül olduğu başından beri belli olan hastalığının yaşamında izlediği yolu belirlemesine izin vermemesi ve "aydınlanmış, etrafına bilgelik ve mutluluk saçan olgun mu olgun bir varlık" olmayı da, genç yaşta öleceği için kurban rolünü oynamayı da başından reddetmesi düşünüldüğünde, bu başlık isabetli olmuş bence. (Belki de Shakespeare alıntısıyla ilgisi yok, yıldızlardaki defo sadece güneşin bir gün dünyayı yutacağına dair bir gönderme. Yine de.) Türkçe çevirisi olan Aynı Yıldızın Altında ise ne tek başına bir anlam ifade ediyor, ne de kitabın içeriğinde kendine herhangi bir karşılık buluyor. Toz pembe ve romantik aşıklarla ilgili olduğunu ima ettiği için, yanıltıcı bile. Neyse ki romanın kendisinin çevirisinde başlığı kadar büyük bir rahatsız edicilik yok.
Kitabın yazarı John Green'in tumblr'ı ya da youtube kanalını ziyaret etmek isterseniz şuradan ve buradan.
Son olarak: “There are infinite numbers between 0 and 1. There's .1 and .12 and .112 and an infinite collection of others. Of course, there is a bigger infinite set of numbers between 0 and 2, or between 0 and a million. Some infinities are bigger than other infinities. A writer we used to like taught us that. There are days, many of them, when I resent the size of my unbounded set. I want more numbers than I'm likely to get, and God, I want more numbers for Augustus Waters than he got. But, Gus, my love, I cannot tell you how thankful I am for our little infinity. I wouldn't trade it for the world. You gave me a forever within the numbered days, and I'm grateful.”
Eğer Yaşarsam, tıpkı Aynı Yıldızın Altında gibi bir genç-yetişkin romanı. 17 yaşındaki Mia'nın mükemmel bir hayatı vardır: sevgi dolu ve sanki biraz fazla "hip" bir aile, ünlü bir rock grubunda çalan/söyleyen harikulade bir sevgili, kafa dengi bir en-yakın-arkadaş ve olağanüstü bir müzik yeteneği. Fakat ailecek arabayla seyahat ettikleri karlı bir sabah, bu kusursuz yaşam birkaç saniyede altüst olur. Trajik bir araba kazası, annesini ve babasını öldürür, Mia'yı ise ölümle yaşam arasında bir nevi limboda bırakır. Mia komadadır, beyin hasarının ne miktarda olduğu bilinmemektedir, ama Mia aynı zamanda ayaktadır, etrafındakileri, onu ameliyat eden doktorları, yoğun bakımdaki hemşirelerle diğer hastaları, onu ziyarete gelen akrabaları izlemekte ve geçmişini hatırlamaktadır. Kitabın türü fantastik değil aslında, ama kahramanımız nedensizce (ve sonunda bir açıklama da olmadan) böyle bir deneyim yaşıyor; bedenine dışarıdan bakma, hatta bedenini orada bırakıp istediği gibi hastanede dolaşabilme ama diğer insanlarla bir etkileşime girememe, onlara görünmeme. Ve de vermesi gereken bir karar var; bu trajediden sonra yaşayacak mı, kendini bırakıp ölecek mi?
Kitap, bir bölüm kaza sonrası ve şimdiki zaman, bir bölümse geçmişe dönüş ve hatırlama şeklinde ilerliyor. Mia hayatının önemli anlarını (erkek arkadaşıyla tanışma, ilk resitalini verme vb. gibi) anımsarken, arada da dönüp makineleri ve tüplere bağlı kendisine dışarıdan bakıp etrafındakilerinin konuşmalarını dinliyor. Flashback'lerin bazıları son derece zorlama ve gereksiz geldi bana, bazılarıysa tekrar tekrar aynı anıyı anlatıyor gibiydi. Sonuç olarak bütün geriye dönüşler aynı şeyi söylüyordu: Mia deli gibi yetenekli olduğu müziği, acayip derecede "cool" anne babasını, melek gibi olan tatlı küçük kardeşini ve ona aşık rockçı sevgilisini çok seviyor. Mia'nın hayatı (tabii bu noktaya dek) dünya üzerinde hiçbir ergenin hayatının olmadığı kadar kusursuz. Mia da, dünya üzerindeki hiçbir ergenin olmadığı kadar hayata uyum sağlamış, olgun ve yetişkin. (Bir noktada, sanıyorum sırf ortada bir sorun olsun diye bunu bulmuş yazar, Mia'nın kendini rockçı ve punkçılarla dolu ailesine aitmiş gibi hissedemediğini, onların arasında kendini "yeterli" bulmadığını okuyoruz. Mia Juilliard'a kabul edilmiş bir çellist bu arada. Peki.) Karakterler biraz birbiriyle karışıyor ve hiçbiri üzerinizde diğerlerinden ayrı ve belirgin bir iz bırakamıyor. Zaten pek derinlikli karakterler oldukları da söylenemez; o kadar mükemmeller ve ilişkileri her türlü çatışma ve anlaşmazlıktan öyle arınmış ki, kitabın sayfalarının içinde kalıyorlar.
Ölmenin yahut yaşamanın neden ve nasıl Mia'nın elinde olan bir karar olduğunu anlayamadığım gibi, böyle bir durumda bir insanın ölmeyi nasıl seçebileceğini de anlamıyorum. Eğer olay "ölmüş aileye kavuşmak, onların yanına gitmek"se, yani ölümden sonra bir başka hayatın olduğuna inanıyorsa, e önce biraz yaşa ve 50 yıl sonra git onların yanına, hiçbir şey değişmeyecek. O zaman verilmesi gereken karar ne? Belki de Eğer Yaşarsam bana o acıyı, o korkunç "geride kalmaya dayanamama, hayatın devam ediyor olmasına katlanamama" hissini veremediği için anlamıyorum. Mia'nın bütün ailesi, gencecik yaşlarda ölüveriyor. Ama yazarı, bunun yaratacağı duygunun d'sini bile aktarmayı başaramıyor.
Ne kurgusunun yaratıcılık, ne de dilinin ustalık koktuğu söylenebilir. Ama çok akıcı, elinize aldıktan sonra birkaç saat içinde rahatlıkla bitirebileceğiniz bir kitap olduğu da doğru. Eğer Yaşarsam'ı ancak, kafanızı yormayacak ama üzerinizde ciddi bir iz de bırakmayacak hafif bir kitap arıyorsanız önerebilirim. Bir uçak ya da otobüs yolculuğu için son derece uygun olabilir.
Hazel, zoraki katıldığı destek grubunun bir seansında, bir bacağını kemik kanserine kurban vermiş Augustus Waters'la tanışıyor. Ve evet, bu iki kanserli ergen birbirine aşık oluyor ve birlikte maceralara yelken açıyorlar, falan filan. Buraya kadar kulağa şu okuyucusunu ağlatmaya bayılan, gereksiz yere içinize bir ağırlık oturtan duygu sömürüsü dolu bir roman gibi gelmiş olabilir. Ama öyle değil. Çok çok farklı hatta. Ben mesela bu kitabı ilk kez kanser tedavisi gören babamın yanında hastanede kalırken okumuştum. Mazoşist olduğumdan değil, sadece başladıktan sonra bırakamamıştım ve kahramanlarının akıbeti düşünülecek olursa çok tuhaf ama, bana bir nevi umut veren bir kitap olmuştu Aynı Yıldızın Altında. (Aylar sonra Türkçeye çevirilince tekrar okudum ve hemen hemen aynı şeyleri tekrar hissedebildiğime şaşırdım.) Tipik trajik kanser romanlarına hiç mi hiç benzemiyor ve son tahlilde kanser hakkında bir kitap değil, ölüm hakkında da değil. Evet bu iki temaya da bolca rastlamak mümkün, ama karakterler kadar önemli değiller. Ve karakterler de, uzun süre aklınızdan çıkmayacak kadar "canlı" ve muhteşem karakterler. Ağlatmadığını söyleyemeyeceğim, ama ağlatırken aynı anda deli gibi güldürebilen (ve etrafınızdakilerin size garip garip bakmasına neden olan) ender kitaplardan olduğu da bir gerçek. Bir ilkgençlik romanı olmasına rağmen, bir yetişkin olan bendenizi fena etkilemiş bir kitap ayrıca.
Romanın orijinal adı The Fault In Our Stars. Türkçe Yıldızlarımızın Kusuru/Kabahati, Yıldızlarımızdaki Hata gibi bir şey oluyor. Başlık yanılmıyorsam, Shakespeare'in Julius Caesar'ından geliyor: The fault, dear Brutus is not in our stars, / But in ourselves, that we are underlings. Yani: Birer uşak gibi yaşıyorsak, sevgili Brutus / Kabahat yıldızlarımızda değil, kendimizde. Hazel'in, ölümcül olduğu başından beri belli olan hastalığının yaşamında izlediği yolu belirlemesine izin vermemesi ve "aydınlanmış, etrafına bilgelik ve mutluluk saçan olgun mu olgun bir varlık" olmayı da, genç yaşta öleceği için kurban rolünü oynamayı da başından reddetmesi düşünüldüğünde, bu başlık isabetli olmuş bence. (Belki de Shakespeare alıntısıyla ilgisi yok, yıldızlardaki defo sadece güneşin bir gün dünyayı yutacağına dair bir gönderme. Yine de.) Türkçe çevirisi olan Aynı Yıldızın Altında ise ne tek başına bir anlam ifade ediyor, ne de kitabın içeriğinde kendine herhangi bir karşılık buluyor. Toz pembe ve romantik aşıklarla ilgili olduğunu ima ettiği için, yanıltıcı bile. Neyse ki romanın kendisinin çevirisinde başlığı kadar büyük bir rahatsız edicilik yok.
Kitabın yazarı John Green'in tumblr'ı ya da youtube kanalını ziyaret etmek isterseniz şuradan ve buradan.
Son olarak: “There are infinite numbers between 0 and 1. There's .1 and .12 and .112 and an infinite collection of others. Of course, there is a bigger infinite set of numbers between 0 and 2, or between 0 and a million. Some infinities are bigger than other infinities. A writer we used to like taught us that. There are days, many of them, when I resent the size of my unbounded set. I want more numbers than I'm likely to get, and God, I want more numbers for Augustus Waters than he got. But, Gus, my love, I cannot tell you how thankful I am for our little infinity. I wouldn't trade it for the world. You gave me a forever within the numbered days, and I'm grateful.”
***
Eğer Yaşarsam, tıpkı Aynı Yıldızın Altında gibi bir genç-yetişkin romanı. 17 yaşındaki Mia'nın mükemmel bir hayatı vardır: sevgi dolu ve sanki biraz fazla "hip" bir aile, ünlü bir rock grubunda çalan/söyleyen harikulade bir sevgili, kafa dengi bir en-yakın-arkadaş ve olağanüstü bir müzik yeteneği. Fakat ailecek arabayla seyahat ettikleri karlı bir sabah, bu kusursuz yaşam birkaç saniyede altüst olur. Trajik bir araba kazası, annesini ve babasını öldürür, Mia'yı ise ölümle yaşam arasında bir nevi limboda bırakır. Mia komadadır, beyin hasarının ne miktarda olduğu bilinmemektedir, ama Mia aynı zamanda ayaktadır, etrafındakileri, onu ameliyat eden doktorları, yoğun bakımdaki hemşirelerle diğer hastaları, onu ziyarete gelen akrabaları izlemekte ve geçmişini hatırlamaktadır. Kitabın türü fantastik değil aslında, ama kahramanımız nedensizce (ve sonunda bir açıklama da olmadan) böyle bir deneyim yaşıyor; bedenine dışarıdan bakma, hatta bedenini orada bırakıp istediği gibi hastanede dolaşabilme ama diğer insanlarla bir etkileşime girememe, onlara görünmeme. Ve de vermesi gereken bir karar var; bu trajediden sonra yaşayacak mı, kendini bırakıp ölecek mi?
Kitap, bir bölüm kaza sonrası ve şimdiki zaman, bir bölümse geçmişe dönüş ve hatırlama şeklinde ilerliyor. Mia hayatının önemli anlarını (erkek arkadaşıyla tanışma, ilk resitalini verme vb. gibi) anımsarken, arada da dönüp makineleri ve tüplere bağlı kendisine dışarıdan bakıp etrafındakilerinin konuşmalarını dinliyor. Flashback'lerin bazıları son derece zorlama ve gereksiz geldi bana, bazılarıysa tekrar tekrar aynı anıyı anlatıyor gibiydi. Sonuç olarak bütün geriye dönüşler aynı şeyi söylüyordu: Mia deli gibi yetenekli olduğu müziği, acayip derecede "cool" anne babasını, melek gibi olan tatlı küçük kardeşini ve ona aşık rockçı sevgilisini çok seviyor. Mia'nın hayatı (tabii bu noktaya dek) dünya üzerinde hiçbir ergenin hayatının olmadığı kadar kusursuz. Mia da, dünya üzerindeki hiçbir ergenin olmadığı kadar hayata uyum sağlamış, olgun ve yetişkin. (Bir noktada, sanıyorum sırf ortada bir sorun olsun diye bunu bulmuş yazar, Mia'nın kendini rockçı ve punkçılarla dolu ailesine aitmiş gibi hissedemediğini, onların arasında kendini "yeterli" bulmadığını okuyoruz. Mia Juilliard'a kabul edilmiş bir çellist bu arada. Peki.) Karakterler biraz birbiriyle karışıyor ve hiçbiri üzerinizde diğerlerinden ayrı ve belirgin bir iz bırakamıyor. Zaten pek derinlikli karakterler oldukları da söylenemez; o kadar mükemmeller ve ilişkileri her türlü çatışma ve anlaşmazlıktan öyle arınmış ki, kitabın sayfalarının içinde kalıyorlar.
Ölmenin yahut yaşamanın neden ve nasıl Mia'nın elinde olan bir karar olduğunu anlayamadığım gibi, böyle bir durumda bir insanın ölmeyi nasıl seçebileceğini de anlamıyorum. Eğer olay "ölmüş aileye kavuşmak, onların yanına gitmek"se, yani ölümden sonra bir başka hayatın olduğuna inanıyorsa, e önce biraz yaşa ve 50 yıl sonra git onların yanına, hiçbir şey değişmeyecek. O zaman verilmesi gereken karar ne? Belki de Eğer Yaşarsam bana o acıyı, o korkunç "geride kalmaya dayanamama, hayatın devam ediyor olmasına katlanamama" hissini veremediği için anlamıyorum. Mia'nın bütün ailesi, gencecik yaşlarda ölüveriyor. Ama yazarı, bunun yaratacağı duygunun d'sini bile aktarmayı başaramıyor.
Ne kurgusunun yaratıcılık, ne de dilinin ustalık koktuğu söylenebilir. Ama çok akıcı, elinize aldıktan sonra birkaç saat içinde rahatlıkla bitirebileceğiniz bir kitap olduğu da doğru. Eğer Yaşarsam'ı ancak, kafanızı yormayacak ama üzerinizde ciddi bir iz de bırakmayacak hafif bir kitap arıyorsanız önerebilirim. Bir uçak ya da otobüs yolculuğu için son derece uygun olabilir.
20 yorumcuk:
Bu yaz çıkan kitapların bir kısmı beni şaşırttı, yani seveceğimi zannettiklerim berbat kitaplar çıktı ya da tam tersi. Bu ikisini de okumadım. Pegasus'tan bu yaz sadece "Kafası Kıyak"ı okudum, o kadar kötüydü ki tamamlayamadım bile. "Millennium" serisiydi bence Pegasus'un en iyi serisi. Şimdilerde yayımladığı kitaplar beni pek çekemiyor.
Ben de blogum Kafa'da bu yazın kitaplarını listelemeyi düşünüyorum.
Sevgiler!
Bu yazıyı okuduktan sonra kararsızlığım gitti. Aynı yıldızın altında kitabı okunacak:)
Special Topics in Calamity Physics adlı kitap hoşunuza gidebilir, tavsiye ederim. Yanılmıyorsam Türkçesi de yakında Siren Yayınları'ndan çıkacak.
Aynı Yıldızın Altında'yı çok merak ediyorum ve okumak istiyorum. Ancak ikinci kitabı sevmedim.
Aynı Yıldız'ın altındaydı okudum, bu yaz içerisindeki okudum en iyi kitaplardan biriydi. Kızın okuduğu kitap gibi kitabın bitmesi çok hoş bir detaydı. Kitabı okumadan önce kitaptan ne beklediysem verdi bana aynı yıldızların altında. Ne yazık ki bu yaz çıkan kafası kıyak adlı kitap için aynısını söyleyemeyeceğim, kitabı bitirir bitirmez hemen 2. El kitapçının tekine sattım. "Piç fantezi" adlı kitapla aynı yazara sahiplenmiş zaten bilmeliydim. Bu kadar yağan ve itici bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum.
Aynı Yıldız Altında kitabını aynı senin gibi çok severek ve aynı duygularla okudum. Ne yazık ki çeviri romanlarda yazarın masumiyeti kalmıyor.Sinema isimleri ve roman isimleri çevirilerinde bu çokça yaşanıyor. Bazı çeviriler ise romanı baştan yazıyor sanki. Bu konuda Pegasus yayıncılık fena değil ama ben de romanın isminin çevirisini çok eleştirmiştim. Blog yazısı da yazdım. Ruhunu bozmak bu kitabın da filmin de.
Eğer Yaşarsam hakkındaki yazını okurken aklıma Just Like Heaven geldi, güzel filmdi ama kitap güzel değil anladığım kadarıyla. ama diğerini merak ettim ve okumak istedim. Teşekkürler.
cinar; just like heaven da kitap uyarlamasıydı aslında, kitap türkçe keşke gerçek olsa diye çıkmıştı. onun filmi de kitabı da gayet hoştu bence, eğer yaşarsam konu olarak benziyor gibi görünse de aslında çok farklı onlardan.
Merhaba Çavlan,
Blogunuzu uzun zamandır takip ediyorum ama ilk defa yorum yazıyorum. Veronica Mars hayranı olarak, yazdıklarını okumak için keşfetmiştim zaten. İlk yorum şerefine de bir haber vermek istedim (bilmiyorum haberin var mı yok mu?)Veronica Mars film olarak geri dönüyor 2014'te!^^ Bu konuda da yazını bekliyor olacağım.
(Not: Alakasız bir yere yorum yaptığımı sanma, iki kitap da anlattığın kadarıyla hoşuma gitti. En kısa zamanda okurum umarım:))
dora selam, evet vm'nin filmini biliyor ve büyük bir heyecanla bekliyorum! çekimleri tamamlanmış bile, post-prodüksiyondaymış. elbette yorum da yapıcam buraya izleyince :)
bende cok duydum fault in our stars'i. hem de hep ovgu dolu seyler. ama firsat bulamamistim almaya. okumali o halde hemen en kisa zamanda!
diger kitabi pas geciyorum :)
Kitabevinde kitap bakınırken kitabevi çalışanı tavsiye etmişti Aynı Yıldızın Altında'yı da sonraya bırakmıştım almak için, bu yazıdan sonra kesin alıyorum artık :)
Aynı Yıldızın Altında'yı epey merak ediyordum ama yaşadığım Tatlı Bela hezimetinden sonra çok çekincelerim vardı. İyi ki yazdın Çavlancığım, hemen alıp okuyacağım.
Not : Tatlı Bela kadar pespaye bir roman olamaz, önemle uzak durulmasını tavsiye ederim:)
okumayı seviyor fakat zaman ayırmıyorum.. tesadüfen buldugum blogunuz çok güzel :)
çok teşekkür ederiz :)
bu aynı yıldızın altında kitabı hangi kitabevinde satılıyor bana yardımcı olurmusunuz . okumayı çok istiyorum :)
bu aynı yıldızın altında kitabı hangi kitabevinde satılıyor bana yardımcı olurmusunuz . okumayı çok istiyorum :)
valla hemen her kitabevinde satılıyordur herhalde? ellerinde yoksa bile isterseniz sipariş verip getirtebilirler.
vizyonda şimdi.
filmle ilgili değerlendirmenizi de bekliyoruz sevgili çavlan.
Yorum Gönder