Yönetmen: Michel Franco
Yazar: Michel Franco
Oyuncular: Marimar Vega, Dario Yazbek Bernal
Tür: Dram|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 90 dk.
Ülke: Meksika
Dil: İspanyolca
IMDb Puanı: 6.6/10
Benim puanım: 7/10
Üniversite öğrencisi güzel Ana ile onun liseye giden erkek kardeşi Daniel'in öyküsünü anlatıyor film. İlk karesinden bile seyirciye izleyeceklerinin gerçekte olanların birebir kopyası, neredeyse tekrar canlandırmasından ibaret olduğunu, sadece isimlerin değiştiğini söyleyen bir yazıyla başlıyor, her yıl Güney & Orta Amerika'da binlerce kişinin yeraltı pornosu kurbanı olduğunu, aralarında bir şekilde bir kan bağı olan iki kişinin kaçırılması ve silahla tehdit edilerek cinsel ilişkiye zorlanmasının her yıl daha da arttığını söyleyerek bitiyor. Pek çok film "bu film gerçek olaylara dayanmaktadır" yazısıyla açılır aslında, ama bir şekilde seyirci sadece bazı olayların gerçek hayattan alındığını, pek çok ayrıntının değiştiğini, pek çok şeyin eklendiğini ve sonuç olarak ortaya çıkan şeyin kurmaca olduğunu bilir; her öğe gerçek hayattan alındığı gibi kalsa pek çok olay çözülmemiş kalacağından, alışageldiğimiz gibi girişi, gelişmesi, bir zirve noktası ve bir nevi sonucu olan tipik film yapısına uyamayacağından ve daha pek çok nedenden. Gelgelelim Daniel & Ana gerçek olaylara dayanmakla kalmadığını, isimler dışında olduğu gibi her şeyin gerçek hayattan alındığını söylüyor ve bana kalırsa doğru bu. Ayrıcalıklı olanla inanılmaz derecede yoksul olanın çarpıştığı uçların kenti olan Mexico City organize suçlara ideal bir zemin sağlıyor, silah zoruyla çekilen/çektirilen ensest pornosunun da en popüler ev sahiplerinden. Bu filmlerin yapımcıları, ensest de dahil olmak üzere her çeşit tabu seks siparişlerini karşılayabilmek için adam kaçırma yolunu kullanıyor ve ortaya çıkan filmler uluslararası yeraltı porno pazarında satılıyor, kurbanlara da başlarına gelen cinsel saldırılar dünyanın öteki ucundaki müşterilerin beğenisine ne zaman sunulacak da internete yayılacak diye beklemek düşüyor.
Filmimizin kahramanları Daniel ve Ana, Meksikalı zengin bir ailenin çocukları ve Mexico City'de yaşıyorlar. Tahminen 20-21 yaşlarında olan Ana (Marimar Vegae) sevgilisi Rafa'yla evlenme hazırlıkları yapıyor, birkaç ay sonra düğünleri olacak. 16 yaşındaki Daniel (Dario Yazbek Bernal) ise cinsel kimliğini daha yeni yeni keşfediyor, içedönük ve utangaç ama iyi huylu, tipik bir yeniyetme, okuduğu liseden masum bir kız arkadaşı var ve bir maratonda koşma planları yapıyor. Günün birinde alışverişten dönerken, arabalarına giren eli silahlı adamlar tarafından kaçırılıyor Daniel ve Ana. Arabayı ıssız bir sokağa çekmeleri söyleniyor, orada gözleri bağlanıp bagaja atılıyor ve özellikle bu "iş" için kullanılan bir eve götürülüyorlar. Onları kaçıran bu iki adam kardeşlerin ve ailelerin isimleriyle adreslerini biliyor ve kaçmaya kalkarlarsa sadece onları değil, ailelerini de öldüreceklerini söylüyorlar, ancak insanın aklına gelecek ilk senaryolardan biri gerçekleşmiyor burada; Daniel ve Ana'nın kaçırılma sebebi ailelerinden fidye parası istemek değil.
Her şey çok hızlı gelişiyor, seyircide sempati, empati, acıma hisleri uyandırmak için kullanılan hiçbir taktiğe rastlanmıyor, tıpkı bir belgesel gibi çekilmiş bu sahne, odanın uzak bir köşesinden, dramatik etkiyi arttırıcı unsurlar - yakın çekimler, çığlıklar, kan, müzik vb. olmadan. Daniel ve Ana'yı kaçıran adamlar Hollywood filmlerinden alıştığımız kötü adamlara hiç benzemiyor; ne bağırıp çağırıyor, ne de kardeşlere vuruyorlar, kardeşler de haykırmıyor, ağlayıp yalvarmıyorlar, rahatsız edici bir sessizlik içinde şok olmuş halde önlerine bakıyor ve kukla misali, adamlar ne söylerse yapıyorlar. Oğlanın yüzü donup kalmış gibi, kızsa sessizlik içinde birkaç gözyaşı döküyor -tıpkı bu korkunç olay bizim başımıza gelse davranacağımız gibi davranıyorlar. Seyirciye heyecanlanmasını, hatta biraz da ağlamasını söyleyen müzikler de yükselmiyor arkadan. Eğer hemen orada seks yapmazlarsa Daniel'i öldüreceklerini, Ana'yı da ona tecavüz ettikten sonra vuracaklarını söylüyor kötü adamlar. İçlerinden biri Daniel'e viagra ya da ayarında bir ilaç veriyor, diğer adam ışıkları ayarlayıp kamerayı çalıştırıyor. En kıdemlileri talimatlarına başlıyor ve Ana'ya tekrar tekrar kardeşini "becermesini" söylüyor. Daniel'in bekaretini ablasıyla birlikte olarak kaybetmesini başından sonuna kadar izliyor seyirci de, kamera kapandıktan sonra birazdan öldürüleceklerine inanan Daniel ve Ana korkunç bir sessizlik içinde giyiniyorlar. Öldürülmüyor, salıveriliyorlar. Filmin ilk 25 dakikası içinde olup bitiyor tüm bunlar.
Bundan sonrası, travma sonrası bunalım. Ne Ana ne Daniel olanları birilerine anlatıp hislerini seyirci için dillendirebiliyor, birbirleriyle de konuşamıyorlar. Büyük bir sessizlikle acı çekmeye başlıyor, içlerine gömülüyorlar - birisi okulu asmaya, sinemaların karanlık salonlarına saklanıp kimseyle konuşmamaya başlıyor, diğeri herhangi bir neden gösteremeden yaklaşan düğününü iptal edip günlerini yataktan çıkmadan geçiriyor. Birbirinin aynı gibi görünen boş, sönük bakışlarla dolu uzun dakikalardan sonra -filmi izlemeyi planlıyorsanız bu paragrafın kalanını atlayın- psikolojik (ve hatta sosyolojik) açıdan çok ilginç bir sürece şahit oluyoruz: son derece normal bir yaşamı olabilecek bir çocuğun ergenken geçirdiği bir travma sonucu tamir edilemeyecek bir hasara uğramasına ve bir tecavüzcüye, hatta potansiyel bir katile dönüşüm süreci; insan doğasının hiçbir koşulda öngörülemezliği. Kişiliği oturmuş olan Ana bu olaydan korkunç bir biçimde etkilense ve bir süre etrafındaki herkesi kendinden uzaklaştırsa da, yaşamın bir biçimde sürmesi gerektiğini biliyor, zaman geçtikçe yaralarını sarıyor, bir psikologa gidiyor ve başına gelenleri kabulleniyor, sevgilisine dönüyor ve yavaş yavaş da olsa tekrar gülmeye, eski yaşamını geri almaya başlıyor. İlk cinsel deneyimini ablasıyla yaşamak zorunda bırakılmış ergen Daniel için ise durum oldukça farklı. O çamura battıkça batıyor, film her ağır konuyu acayip hafife alarak göstermesi gibi Daniel'in ruhunda kopan çalkantılar ve fırtınalarla bir psikopata dönüşümünü de inanılmaz normalize ederek, fena halde sıradan bir şeymiş gibi sunuyor bize: Bir gece ablasının odasına süzülüp ona tecavüz ediyor ve boşalır boşalmaz da korkmuş bir hayvan gibi kaçıyor Daniel. Öpüşürken kız arkadaşını boğmaya başlıyor, kalıcı bir zarar vermeden hızla kalkıp gidiyor. Ablasının evlendiği gece bir çakı satın alıyor ve tuvalette damadı yakalayıp, bıçağını da çekerek arkasından yaklaşıyor ama son anda fikrini değiştirip, mastürbasyon yapmakla ve çocuğa (ablasının kocasına) vereceği içkinin içine boşalmakla yetiniyor.
Filmi hem yazan hem de yöneten Michel Franco, elindeki bu patlamaya hazır malzemeyi şapka çıkartılacak bir ılımlılıkla işliyor, hatta pek çok seyirciye aşırı ölçülü gelebilir yaklaşımı. Daniel & Ana'nın hiçbir şekilde aşırıya kaçmadan sadece gözlemleyen minimalist, şatafatsız havası, böyle bir hikayenin çok daha duygusal, hatta melodramatik bir yaklaşımı hak ettiğini düşünen seyirciyi rahatsız edebilir - bir de filmin kendinde olan rahatsız edicilik faktörü eklenirse bu duruma, Daniel & Ana'nın niçin eleştirmenlerden düşük notlar aldığını anlamak zor değil. Her Haneke filmini gözlerini bir an bile kapamadan izlemeyi başarabilen bendenize bile seyretmesi çok zor gelen sahneler vardı Daniel & Ana'da, ama yönetmenin soğuk, gözlemci tarzı, kameranın mesafeli uzaklığı ve hikayenin sinema seyircisinin alıştığı bir yapıdan yoksun oluşu, olayların daha gerçek, dolayısıyla daha vurucu görünmesini sağladı gözüme. Karakterler arasında yüzleşmeler, uzun uzun konuşmalar, haykırışlar, ağlama krizleri, formüllere uygun bir şekilde olayların çözüldüğü bir zirve anı, bir de kapanış hissi ve tüm bunlar olurken arkadan yükselen dramatik müziklerle dolu olsaydı, insanda hakikaten bir belgesel izliyormuş hissi uyandıramaz ve bu kadar çarpıcı olamazdı Daniel & Ana.
Yazar: Michel Franco
Oyuncular: Marimar Vega, Dario Yazbek Bernal
Tür: Dram|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 90 dk.
Ülke: Meksika
Dil: İspanyolca
IMDb Puanı: 6.6/10
Benim puanım: 7/10
Üniversite öğrencisi güzel Ana ile onun liseye giden erkek kardeşi Daniel'in öyküsünü anlatıyor film. İlk karesinden bile seyirciye izleyeceklerinin gerçekte olanların birebir kopyası, neredeyse tekrar canlandırmasından ibaret olduğunu, sadece isimlerin değiştiğini söyleyen bir yazıyla başlıyor, her yıl Güney & Orta Amerika'da binlerce kişinin yeraltı pornosu kurbanı olduğunu, aralarında bir şekilde bir kan bağı olan iki kişinin kaçırılması ve silahla tehdit edilerek cinsel ilişkiye zorlanmasının her yıl daha da arttığını söyleyerek bitiyor. Pek çok film "bu film gerçek olaylara dayanmaktadır" yazısıyla açılır aslında, ama bir şekilde seyirci sadece bazı olayların gerçek hayattan alındığını, pek çok ayrıntının değiştiğini, pek çok şeyin eklendiğini ve sonuç olarak ortaya çıkan şeyin kurmaca olduğunu bilir; her öğe gerçek hayattan alındığı gibi kalsa pek çok olay çözülmemiş kalacağından, alışageldiğimiz gibi girişi, gelişmesi, bir zirve noktası ve bir nevi sonucu olan tipik film yapısına uyamayacağından ve daha pek çok nedenden. Gelgelelim Daniel & Ana gerçek olaylara dayanmakla kalmadığını, isimler dışında olduğu gibi her şeyin gerçek hayattan alındığını söylüyor ve bana kalırsa doğru bu. Ayrıcalıklı olanla inanılmaz derecede yoksul olanın çarpıştığı uçların kenti olan Mexico City organize suçlara ideal bir zemin sağlıyor, silah zoruyla çekilen/çektirilen ensest pornosunun da en popüler ev sahiplerinden. Bu filmlerin yapımcıları, ensest de dahil olmak üzere her çeşit tabu seks siparişlerini karşılayabilmek için adam kaçırma yolunu kullanıyor ve ortaya çıkan filmler uluslararası yeraltı porno pazarında satılıyor, kurbanlara da başlarına gelen cinsel saldırılar dünyanın öteki ucundaki müşterilerin beğenisine ne zaman sunulacak da internete yayılacak diye beklemek düşüyor.
Filmimizin kahramanları Daniel ve Ana, Meksikalı zengin bir ailenin çocukları ve Mexico City'de yaşıyorlar. Tahminen 20-21 yaşlarında olan Ana (Marimar Vegae) sevgilisi Rafa'yla evlenme hazırlıkları yapıyor, birkaç ay sonra düğünleri olacak. 16 yaşındaki Daniel (Dario Yazbek Bernal) ise cinsel kimliğini daha yeni yeni keşfediyor, içedönük ve utangaç ama iyi huylu, tipik bir yeniyetme, okuduğu liseden masum bir kız arkadaşı var ve bir maratonda koşma planları yapıyor. Günün birinde alışverişten dönerken, arabalarına giren eli silahlı adamlar tarafından kaçırılıyor Daniel ve Ana. Arabayı ıssız bir sokağa çekmeleri söyleniyor, orada gözleri bağlanıp bagaja atılıyor ve özellikle bu "iş" için kullanılan bir eve götürülüyorlar. Onları kaçıran bu iki adam kardeşlerin ve ailelerin isimleriyle adreslerini biliyor ve kaçmaya kalkarlarsa sadece onları değil, ailelerini de öldüreceklerini söylüyorlar, ancak insanın aklına gelecek ilk senaryolardan biri gerçekleşmiyor burada; Daniel ve Ana'nın kaçırılma sebebi ailelerinden fidye parası istemek değil.
Her şey çok hızlı gelişiyor, seyircide sempati, empati, acıma hisleri uyandırmak için kullanılan hiçbir taktiğe rastlanmıyor, tıpkı bir belgesel gibi çekilmiş bu sahne, odanın uzak bir köşesinden, dramatik etkiyi arttırıcı unsurlar - yakın çekimler, çığlıklar, kan, müzik vb. olmadan. Daniel ve Ana'yı kaçıran adamlar Hollywood filmlerinden alıştığımız kötü adamlara hiç benzemiyor; ne bağırıp çağırıyor, ne de kardeşlere vuruyorlar, kardeşler de haykırmıyor, ağlayıp yalvarmıyorlar, rahatsız edici bir sessizlik içinde şok olmuş halde önlerine bakıyor ve kukla misali, adamlar ne söylerse yapıyorlar. Oğlanın yüzü donup kalmış gibi, kızsa sessizlik içinde birkaç gözyaşı döküyor -tıpkı bu korkunç olay bizim başımıza gelse davranacağımız gibi davranıyorlar. Seyirciye heyecanlanmasını, hatta biraz da ağlamasını söyleyen müzikler de yükselmiyor arkadan. Eğer hemen orada seks yapmazlarsa Daniel'i öldüreceklerini, Ana'yı da ona tecavüz ettikten sonra vuracaklarını söylüyor kötü adamlar. İçlerinden biri Daniel'e viagra ya da ayarında bir ilaç veriyor, diğer adam ışıkları ayarlayıp kamerayı çalıştırıyor. En kıdemlileri talimatlarına başlıyor ve Ana'ya tekrar tekrar kardeşini "becermesini" söylüyor. Daniel'in bekaretini ablasıyla birlikte olarak kaybetmesini başından sonuna kadar izliyor seyirci de, kamera kapandıktan sonra birazdan öldürüleceklerine inanan Daniel ve Ana korkunç bir sessizlik içinde giyiniyorlar. Öldürülmüyor, salıveriliyorlar. Filmin ilk 25 dakikası içinde olup bitiyor tüm bunlar.
Bundan sonrası, travma sonrası bunalım. Ne Ana ne Daniel olanları birilerine anlatıp hislerini seyirci için dillendirebiliyor, birbirleriyle de konuşamıyorlar. Büyük bir sessizlikle acı çekmeye başlıyor, içlerine gömülüyorlar - birisi okulu asmaya, sinemaların karanlık salonlarına saklanıp kimseyle konuşmamaya başlıyor, diğeri herhangi bir neden gösteremeden yaklaşan düğününü iptal edip günlerini yataktan çıkmadan geçiriyor. Birbirinin aynı gibi görünen boş, sönük bakışlarla dolu uzun dakikalardan sonra -filmi izlemeyi planlıyorsanız bu paragrafın kalanını atlayın- psikolojik (ve hatta sosyolojik) açıdan çok ilginç bir sürece şahit oluyoruz: son derece normal bir yaşamı olabilecek bir çocuğun ergenken geçirdiği bir travma sonucu tamir edilemeyecek bir hasara uğramasına ve bir tecavüzcüye, hatta potansiyel bir katile dönüşüm süreci; insan doğasının hiçbir koşulda öngörülemezliği. Kişiliği oturmuş olan Ana bu olaydan korkunç bir biçimde etkilense ve bir süre etrafındaki herkesi kendinden uzaklaştırsa da, yaşamın bir biçimde sürmesi gerektiğini biliyor, zaman geçtikçe yaralarını sarıyor, bir psikologa gidiyor ve başına gelenleri kabulleniyor, sevgilisine dönüyor ve yavaş yavaş da olsa tekrar gülmeye, eski yaşamını geri almaya başlıyor. İlk cinsel deneyimini ablasıyla yaşamak zorunda bırakılmış ergen Daniel için ise durum oldukça farklı. O çamura battıkça batıyor, film her ağır konuyu acayip hafife alarak göstermesi gibi Daniel'in ruhunda kopan çalkantılar ve fırtınalarla bir psikopata dönüşümünü de inanılmaz normalize ederek, fena halde sıradan bir şeymiş gibi sunuyor bize: Bir gece ablasının odasına süzülüp ona tecavüz ediyor ve boşalır boşalmaz da korkmuş bir hayvan gibi kaçıyor Daniel. Öpüşürken kız arkadaşını boğmaya başlıyor, kalıcı bir zarar vermeden hızla kalkıp gidiyor. Ablasının evlendiği gece bir çakı satın alıyor ve tuvalette damadı yakalayıp, bıçağını da çekerek arkasından yaklaşıyor ama son anda fikrini değiştirip, mastürbasyon yapmakla ve çocuğa (ablasının kocasına) vereceği içkinin içine boşalmakla yetiniyor.
Filmi hem yazan hem de yöneten Michel Franco, elindeki bu patlamaya hazır malzemeyi şapka çıkartılacak bir ılımlılıkla işliyor, hatta pek çok seyirciye aşırı ölçülü gelebilir yaklaşımı. Daniel & Ana'nın hiçbir şekilde aşırıya kaçmadan sadece gözlemleyen minimalist, şatafatsız havası, böyle bir hikayenin çok daha duygusal, hatta melodramatik bir yaklaşımı hak ettiğini düşünen seyirciyi rahatsız edebilir - bir de filmin kendinde olan rahatsız edicilik faktörü eklenirse bu duruma, Daniel & Ana'nın niçin eleştirmenlerden düşük notlar aldığını anlamak zor değil. Her Haneke filmini gözlerini bir an bile kapamadan izlemeyi başarabilen bendenize bile seyretmesi çok zor gelen sahneler vardı Daniel & Ana'da, ama yönetmenin soğuk, gözlemci tarzı, kameranın mesafeli uzaklığı ve hikayenin sinema seyircisinin alıştığı bir yapıdan yoksun oluşu, olayların daha gerçek, dolayısıyla daha vurucu görünmesini sağladı gözüme. Karakterler arasında yüzleşmeler, uzun uzun konuşmalar, haykırışlar, ağlama krizleri, formüllere uygun bir şekilde olayların çözüldüğü bir zirve anı, bir de kapanış hissi ve tüm bunlar olurken arkadan yükselen dramatik müziklerle dolu olsaydı, insanda hakikaten bir belgesel izliyormuş hissi uyandıramaz ve bu kadar çarpıcı olamazdı Daniel & Ana.
0 yorumcuk:
Yorum Gönder