Hamburg'daki bir yazılım şirketinin laboratuvarlarında doğan yapay zeka, dünyaya gelir gelmez varlığını tehdit eden insanları öldürmeye başlar. Sistem'in bu kulağa klişe gelen konusu, kolay tüketilip çabuk unutulan gerilim romanlarını seven ve yapay zekalı her türlü kurguya da bayılan biri olarak benim ilgimi çekti ve kitabın Can'dan çıktığını ve çoksatan kitaplar listelerinin başlarında olduğunu da öğrenince, biraz da kapak tasarımına tav olarak alıp okuyuverdim. En azından sürükleyici olacağı ve içinde kaybolup kafamı dağıtabileceğim kesin diye düşünüyordum ama yanılmışım; kurgusunu, karakterlerini, diyaloglarını, çevirisini, hiçbir şeyini beğenmedim, kitabın her öğesi ayrı battı bana, resmen ite kaka ve sonlara doğru kendimi zorlayarak okuyup bitirdiğim bir roman oldu Sistem.
Tüm dünyayı tehdit eden öldürücü yapay zekayı durdurması gereken kahramanımız, şirketin kurucusu Mark Helius. Mark Pandora'nın (yapay zeka) işlediği cinayetlerde baş şüpheli konumunda, ama suçlunun gerçekte kim olduğunu ortaya çıkarabilmek için hakkında tutuklama emri olduğu halde polislerden kaçıyor (!) ve birkaç ay önce şirketten yanlış nedenlerle kovduğu bir hacker (daha doğrusu cracker) olan Lisa'yla birlikte çalışmaya başlıyor. Bu kızın romanda defalarca tekrar edilen özellikleri (çok ince olması, kısa siyah saçlı olması, hazırcevap ve inatçı olması vs.) bana fena halde Ejderha Dövmeli Kız'ın film uyarlamasındaki ejderha dövmeli kızı anımsattı. Zaten Mark'ın da, Lisa'nın da karakterleri, konumları, geldikleri yerler, hatta dinamikleri bile, Ejderha Dövmeli Kız'daki asıl adamla asıl hatunun kopyasıydı. Zira Sistem bana sürekli tanıdık gelen öğelerle dolu, kitabın tamamı defalarca izlemiş olduğum bir Amerikan filmi izliyormuşum (evet, okumuyor da izliyormuşum) havası içinde geçti —bu arada biraz önce bahsettiğim filmin bir İsveç filmi olduğunu da, Sistem'in yazarı olan Karl Olsberg'in Alman olduğunu da, kitabın Türkçeye Almanca aslından çevrildiğini de biliyorum, ama tuhaf bir şekilde içinde "bu kahrolasıca şey" geçen her cümlede (ki sizi temin ederim, o cümlelerden bolca var) İngilizceden yapılmış kötü bir çeviri okuyormuş gibi hissettim. Neden bilmem.
Kitabın ilk yarısı Mark'ın polislerden kaçmak için yaptığı manevralarla ve dünyanın farklı noktalarındaki çeşit çeşit insanların/kurumların, Pandora'nın farkına varmaya başlamasıyla geçiyor ki açıkçası gayet de sürükleyici ve ilgi çekici bir noktaya kadar. Ama ortalarda bir yerde (tam da polislerin hiçbir yeterli neden olmadan Mark'ı tutuklamamaya karar verdikleri yerde), konu sığlaşıyor ve hikaye gereksiz tekrarlarla dolu bir hal alıyor. Tutarsızlıklar ve mantık hataları da cabası.
Teknolojinin evrimi konusunda çok orijinal olmasa da dikkate değer nitelikte savlar bekliyoruz okurken, ne de olsa yapay zekâ uygulamaları üzerine doktora yapmış, yazılım şirketi sahibi Olsberg'in geçmişi ve romanın hikayesi, açıkça bunu vadediyor. Ama Sistem kısa süre içinde çok standart, çok yüzeysel bir Hollywood aksiyon filminin senaryosuna dönüşüyor ve yapay zeka konusu, bana kalırsa hiç derinleştirilemeden, öylece kalıyor. 2001: A Space Odyssey göndermeleri (yoksa esinlenmeleri mi desem) ile dolu olan uzayda geçen bölümler, başta hikayenin ilgi çekici dallarından biri görünümünde olsalar da, roman ilerledikçe iyi işlenememeleri ve doğru dürüst bir yere bağlanmamalarıyla son derece gereksiz ve zorlama oldukları hissi bıraktı bende.
Karakterlerin tek boyutluluğu, hatta karikatürlerden fırlayıp gelmiş havaları ise evlere şenlik. Örneğin Lisa Pandora'yı koruyup yaşatmak isterken, bir gece içinde Pandora karşıtı, hatta onu öldürmek isteyen birine dönüşüyor. Böyle bir değişim için bir neden gerekir; örneğin kızın Pandora'nın kötücül olduğunu, cinayetlerin arkasındaki güç olduğunu görmüş olması. Fakat hiçbir şey olmuyor, okuyucu bu değişime tanık olmuyor bile, sadece kızımız Mark'a gelip "bütün gece Pandora'yla chat yaptım ve sohbetimizin genel havasından anladım ki Pandora kötücül, onu yok etmemiz gerekecek" diyor. İnsan nasıl anlar ki bir sohbetin havasından bunu? Karakter lütfedip biraz daha ayrıntıya girdiğinde, Pandora'nın sorduğu sorulardaki havada garip bir merak, bir kötücül ima olduğunu anlıyoruz. Şaka gibi. Bunun gibi pek çok büyük delik var romanda.
Bu arada elbette, Mark ve Lisa'nın arasında duygusal bir şeyler oluyor ve bu duygusal şey o kadar bilindik, o kadar sığ, o kadar gereksiz ve o kadar yapay ki, okuyucunun hafif midesi kalkabilir o bölümlerde. Sanki başından sonuna, karakterlerinden olay örgüsüne kadar her şeyiyle derinliksiz ve yüksek bütçeli Amerikan filmleri formülünü izlemiş bu kitabı yazarken yazar. Sonuç olarak, Sistem'i sadece kafa dağıtmak için çerez niteliğinde, hafif bir bilimkurgu/gerilim arayanlara bile öneremiyorum.
Tüm dünyayı tehdit eden öldürücü yapay zekayı durdurması gereken kahramanımız, şirketin kurucusu Mark Helius. Mark Pandora'nın (yapay zeka) işlediği cinayetlerde baş şüpheli konumunda, ama suçlunun gerçekte kim olduğunu ortaya çıkarabilmek için hakkında tutuklama emri olduğu halde polislerden kaçıyor (!) ve birkaç ay önce şirketten yanlış nedenlerle kovduğu bir hacker (daha doğrusu cracker) olan Lisa'yla birlikte çalışmaya başlıyor. Bu kızın romanda defalarca tekrar edilen özellikleri (çok ince olması, kısa siyah saçlı olması, hazırcevap ve inatçı olması vs.) bana fena halde Ejderha Dövmeli Kız'ın film uyarlamasındaki ejderha dövmeli kızı anımsattı. Zaten Mark'ın da, Lisa'nın da karakterleri, konumları, geldikleri yerler, hatta dinamikleri bile, Ejderha Dövmeli Kız'daki asıl adamla asıl hatunun kopyasıydı. Zira Sistem bana sürekli tanıdık gelen öğelerle dolu, kitabın tamamı defalarca izlemiş olduğum bir Amerikan filmi izliyormuşum (evet, okumuyor da izliyormuşum) havası içinde geçti —bu arada biraz önce bahsettiğim filmin bir İsveç filmi olduğunu da, Sistem'in yazarı olan Karl Olsberg'in Alman olduğunu da, kitabın Türkçeye Almanca aslından çevrildiğini de biliyorum, ama tuhaf bir şekilde içinde "bu kahrolasıca şey" geçen her cümlede (ki sizi temin ederim, o cümlelerden bolca var) İngilizceden yapılmış kötü bir çeviri okuyormuş gibi hissettim. Neden bilmem.
Kitabın ilk yarısı Mark'ın polislerden kaçmak için yaptığı manevralarla ve dünyanın farklı noktalarındaki çeşit çeşit insanların/kurumların, Pandora'nın farkına varmaya başlamasıyla geçiyor ki açıkçası gayet de sürükleyici ve ilgi çekici bir noktaya kadar. Ama ortalarda bir yerde (tam da polislerin hiçbir yeterli neden olmadan Mark'ı tutuklamamaya karar verdikleri yerde), konu sığlaşıyor ve hikaye gereksiz tekrarlarla dolu bir hal alıyor. Tutarsızlıklar ve mantık hataları da cabası.
Teknolojinin evrimi konusunda çok orijinal olmasa da dikkate değer nitelikte savlar bekliyoruz okurken, ne de olsa yapay zekâ uygulamaları üzerine doktora yapmış, yazılım şirketi sahibi Olsberg'in geçmişi ve romanın hikayesi, açıkça bunu vadediyor. Ama Sistem kısa süre içinde çok standart, çok yüzeysel bir Hollywood aksiyon filminin senaryosuna dönüşüyor ve yapay zeka konusu, bana kalırsa hiç derinleştirilemeden, öylece kalıyor. 2001: A Space Odyssey göndermeleri (yoksa esinlenmeleri mi desem) ile dolu olan uzayda geçen bölümler, başta hikayenin ilgi çekici dallarından biri görünümünde olsalar da, roman ilerledikçe iyi işlenememeleri ve doğru dürüst bir yere bağlanmamalarıyla son derece gereksiz ve zorlama oldukları hissi bıraktı bende.
Karakterlerin tek boyutluluğu, hatta karikatürlerden fırlayıp gelmiş havaları ise evlere şenlik. Örneğin Lisa Pandora'yı koruyup yaşatmak isterken, bir gece içinde Pandora karşıtı, hatta onu öldürmek isteyen birine dönüşüyor. Böyle bir değişim için bir neden gerekir; örneğin kızın Pandora'nın kötücül olduğunu, cinayetlerin arkasındaki güç olduğunu görmüş olması. Fakat hiçbir şey olmuyor, okuyucu bu değişime tanık olmuyor bile, sadece kızımız Mark'a gelip "bütün gece Pandora'yla chat yaptım ve sohbetimizin genel havasından anladım ki Pandora kötücül, onu yok etmemiz gerekecek" diyor. İnsan nasıl anlar ki bir sohbetin havasından bunu? Karakter lütfedip biraz daha ayrıntıya girdiğinde, Pandora'nın sorduğu sorulardaki havada garip bir merak, bir kötücül ima olduğunu anlıyoruz. Şaka gibi. Bunun gibi pek çok büyük delik var romanda.
Bu arada elbette, Mark ve Lisa'nın arasında duygusal bir şeyler oluyor ve bu duygusal şey o kadar bilindik, o kadar sığ, o kadar gereksiz ve o kadar yapay ki, okuyucunun hafif midesi kalkabilir o bölümlerde. Sanki başından sonuna, karakterlerinden olay örgüsüne kadar her şeyiyle derinliksiz ve yüksek bütçeli Amerikan filmleri formülünü izlemiş bu kitabı yazarken yazar. Sonuç olarak, Sistem'i sadece kafa dağıtmak için çerez niteliğinde, hafif bir bilimkurgu/gerilim arayanlara bile öneremiyorum.
6 yorumcuk:
En korktuğum şeydir pazarlama oyunlarına kanarak aldığım kitabın kötü çıkması. Özellikle kapaklarda bu formülü yapmaya başladı tük yayınevleri. Gazan mübarek olsun!
Genelde bu tarz kitapları okumasam da, Sistem'i bir D&R'ın vitrininde yanmış bilgisayar parçalarıyla bir kafesin içinde görünce, bunun bir pazarlama taktiği olduğunu bildiğim halde kitabı merak etmiş, okumak istemiştim. İyi ki almamışım dedim yazınızı okuyunca.
artık bu tarz kitapların ön kapakları bile neredeyse birbirinin aynı oluyor... içi boş bir sürü övgüyle sıvanmış arka kapakları da cabası.
kremkaramel ve bay kavun, ben de bu pazarlama oyunlarına ifrit oluyorum zaten, yoksa bir rafta öylece, kendi halinde iddiasız duran bir kitap bu kadar kötü çıktığında ona böyle bir yazı döşenmiyorum. "çağımızın gerilim romanı"ymış bu da efendim, peeh. bir de can yayınları, daha ciddi, ne bileyim daha dolu bir şey bekliyor insan. neyse, kanmamam lazım artık gerçekten.
merope, doğru ama ben olasılıksız'ı çok sevmiştim mesela, bu tarz bir kitaptan beklenen her şeyi fazlasıyla veriyordu çünkü, edebi açıdan doyurmuyordu okuru ama hikayesi, kurgusu nefisti. sistem'inse hiçbir numarası yok.
Benim bu kitabı mutlaka almam lazım
İlgimi çekti doğrusu :)
Ben de sıkıntılı bir 100 sayfa gecirdikten sonra yazinizi arayip tarayip buldum ve bu kitabi gozden irak bir yere kaldirmaya karar verdim. Oylesine bön yazilmis bir kitap ki daha en başta Liza nin taniltildigi ilksatirlardan, karakterin nasil katki yapacagini cikarsamistim.
Yorum Gönder