Yazar: Stephen Belber
Oyuncular: Ethan Hawke, Robert Sean Leonard, Uma Thurman
Tür: Dram
Yapım yılı: 2001
Süre: 86 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 7.2/10
Çavlan'ın puanı: 7.5/10
Tape, Stephen Belber'ın tiyatro oyunundan, yine Belber'ın kendisi tarafından sinemaya uyarlanmış. Bir buçuk saatlik süresi boyunca sadece bir motel odasında, eş zamanlı olarak geçiyor ve Ethan Hawke, Robert Sean Leonard ve Uma Thurman dışında tek bir oyuncusu bile yok. Bunlara rağmen film hiç mi hiç durağan gelmiyor, nitekim Tape'i dijital kamerayla çeken yönetmen Richard Linklater, -bir anda her yerde olabiliyormuş hissi veren ve konuşmalarda bir oyuncudan diğerine sanki kirli sırlarını yakalamak istermişçesine uçarak geçen- kamerasının hareketleriyle, doğaçlama hissi veren eş zamanlı doğal diyaloglarıyla ve diyaloglardaki zeka oyunlarıyla sıkılmanıza izin vermiyor.
Filmde, Ethan Hawke'ın içinde bir yerlerde çıkmak için bekleyen gerçek oyuncuyu serbest bırakışına şahit oluyoruz. 20'lerinin sonunda, geveze uyuşturucu satıcısı Vince rolündeki Hawke, 88 dakikalık filmi bira, ot ve kokainden kafayı bulmuş vaziyette küçük, adi bir motel odasının her köşesinde zıplayarak ve lise günlerinden beri en yakın dostu olan Jon'u (Robert Sean Leonard) geçmişlerine dair korkunç bir sırrı itiraf etmesi için ikna etmeye çalışarak geçiriyor. Tape'i izleyene kadar Hawke'ın oyunculuğunu pek ciddiye aldığım söylenemezdi, oysa bu filmde gerçekten çok başarılı bir performans sergiliyor.
House'ın Wilson'ı Robert Sean Leonard'ı ise göze bu kadar çarpmayan bir rolde, daha yumuşak bir oyunculukla görüyoruz. Doğrusu sadece House'taki karakterinden tanıdığım Leonard'ı hem bu kadar genç, hem de bu kadar farklı bir tiplemeyle görmek çok hoş oldu. Filmdeki karakteri Jon, ukala ya da burnu havada gözükmese de aslında kendini pek bir beğenen bir yönetmen; okur-yazarlar arasında moda olan uygar, nazik bir dil kullandığı için bencil birisi olmadığına, bir baltaya sap olamamış ilkel Vince'ten çok daha "iyi" olduğuna kendini inandırabiliyor. Film de zaten onların uygar şehirli erkeğe karşı aylak serseri rekabetine dayanıyor, başlarda tuttuğunuz taraf son derece açıkken film ilerledikçe yavaş yavaş Jon karakterinden tiksinmeye (bilmiyorum fazla güçlü bir sözcük mü oldu tiksinmek, ama benim hissettiğim bu oldu filmi izlerken) ve son derece boktan bir adam sayılabilecek Vince'e gitgide daha büyük sempati duymaya başlıyorsunuz. Daha buluştukları ilk dakikalar, hevesli göründükleri ilk biraraya gelme, hal hatır sorma vs. anları dahi garip bir düşmanlıkla bozuluyor. Jon Vince'e laf sokmaya ve hayatını nasıl yaşamaması gerektiğini söylemeye, alışkanlıklarından, işinden ve ikili ilişkiler içindeki davranışlarından dolayı onu yargılamaya dünden hazır, Vince'se Jon'a karşı aslında çok daha derin bir düşmanlığı gizliyor. Arkadaşının iikiyüzlülüğünü bir şekilde kanıtlayabilmek için yanıp tutuşan Vince, ikisinin de lise sonda çıktığı kıza, Amy'e (Uma Thurman) başvuruyor... ve olaylar gelişiyor.
Filmde, Ethan Hawke'ın içinde bir yerlerde çıkmak için bekleyen gerçek oyuncuyu serbest bırakışına şahit oluyoruz. 20'lerinin sonunda, geveze uyuşturucu satıcısı Vince rolündeki Hawke, 88 dakikalık filmi bira, ot ve kokainden kafayı bulmuş vaziyette küçük, adi bir motel odasının her köşesinde zıplayarak ve lise günlerinden beri en yakın dostu olan Jon'u (Robert Sean Leonard) geçmişlerine dair korkunç bir sırrı itiraf etmesi için ikna etmeye çalışarak geçiriyor. Tape'i izleyene kadar Hawke'ın oyunculuğunu pek ciddiye aldığım söylenemezdi, oysa bu filmde gerçekten çok başarılı bir performans sergiliyor.
House'ın Wilson'ı Robert Sean Leonard'ı ise göze bu kadar çarpmayan bir rolde, daha yumuşak bir oyunculukla görüyoruz. Doğrusu sadece House'taki karakterinden tanıdığım Leonard'ı hem bu kadar genç, hem de bu kadar farklı bir tiplemeyle görmek çok hoş oldu. Filmdeki karakteri Jon, ukala ya da burnu havada gözükmese de aslında kendini pek bir beğenen bir yönetmen; okur-yazarlar arasında moda olan uygar, nazik bir dil kullandığı için bencil birisi olmadığına, bir baltaya sap olamamış ilkel Vince'ten çok daha "iyi" olduğuna kendini inandırabiliyor. Film de zaten onların uygar şehirli erkeğe karşı aylak serseri rekabetine dayanıyor, başlarda tuttuğunuz taraf son derece açıkken film ilerledikçe yavaş yavaş Jon karakterinden tiksinmeye (bilmiyorum fazla güçlü bir sözcük mü oldu tiksinmek, ama benim hissettiğim bu oldu filmi izlerken) ve son derece boktan bir adam sayılabilecek Vince'e gitgide daha büyük sempati duymaya başlıyorsunuz. Daha buluştukları ilk dakikalar, hevesli göründükleri ilk biraraya gelme, hal hatır sorma vs. anları dahi garip bir düşmanlıkla bozuluyor. Jon Vince'e laf sokmaya ve hayatını nasıl yaşamaması gerektiğini söylemeye, alışkanlıklarından, işinden ve ikili ilişkiler içindeki davranışlarından dolayı onu yargılamaya dünden hazır, Vince'se Jon'a karşı aslında çok daha derin bir düşmanlığı gizliyor. Arkadaşının iikiyüzlülüğünü bir şekilde kanıtlayabilmek için yanıp tutuşan Vince, ikisinin de lise sonda çıktığı kıza, Amy'e (Uma Thurman) başvuruyor... ve olaylar gelişiyor.
4 yorumcuk:
ama, ama Robert Sean Leonard'ı Ölü Ozanlar Derneği'nde izlememiş miydin?
küçükken yarım yamalak dublajlı falan izlemiştim, hem zaten o sırada house mouse olmadığından, sonra house'u izlediğimde de adamın ölü ozanlar derneği'ndeki halini hatırlamadığımdan bana bir şey ifade etmemişti.
kısa süre önce denk geldim bu filme bende, öyle yılın en iyi filmi değil belki ama küçük, hoş bir film. oyunculuklar da senaryo da çok etkileyici. ama vurdulu kırdılı efektli içi boş hollywood filmlerine alışmış olanlar pek sevmiyebilir :)
Robert Sean Leonard'ın en sevdiğim filmlerinden biri de Swing Kids'dir. Mutlaka izleyin, tekrar tekrar izlemek istiyceksiniz :) Ama tabi ki de benim için de Ölü Ozanlar Derneği hem Ethan Hawk'ı hem de Robert Sean Leonard'ı keşfettiğim filmdir ki hatta oda arkadaşlarıydılar o filmde :)
Yorum Gönder