Yönetmen: Sofia Coppola
Yazar: Sofia Coppola (senaryo), Jeffrey Eugenides (roman)
Oyuncular: James Woods, Kathleen Turner, Kirsten Dunst, Josh Hartnett
Tür: Dram|Gizem
Yapım yılı: 1999
Süre: 97 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 7.2/10
Benim puanım: 7/10
Francis Ford Coppola'nın kızı Sofia Coppola'nın uzun metrajlı ilk filmi, (ki arkasından, tarafımdan küçük bir başyapıt kabul edilen Lost in Translation gelmişti) tuhaf, ürkütücü, esrarengiz bir havada ilerleyen, tüy gibi hafif bir film. Lisbon ailesi, yaşları 13 ile 17 arasında değişen beş kızkardeş, onların silik, biraz da pısırık, matematik öğretmeni babaları ve kafayı dinle sıyırmış katı annelerinden oluşuyor. The Virgin Suicides, Lisbon kızlarına kelimenin tam anlamıyla tapan komşu çocuklarının, olaylardan yirmi beş yıl sonra biraraya gelip intiharların (spoiler veriyor değilim, filmin adından anlaşılıyor zaten sonu) üzerindeki esrar perdesini kaldırmaya çalışmalarıyla ilgili. Onlar anlatırken biz de zamanda geriye gidiyoruz; her şey, en küçük kızkardeş Cecilia'nın intihar girişimiyle başlıyor.
Hem kızkardeşlerin, hem de komşu çocuklarının yitirdikleri masumiyet ve ergenliği, ekranda neredeyse cismanî şekilde görebilmek mümkün. Tıpkı kasabanın ağaçları gibi, yavaş yavaş ölmek üzere olan, dışarıdan bakınca normal, hoş görünen, ama içi çürümüş olan bir dünya da, kusursuz bir şekilde yansıtılmış. Coppola'nın gergin, tutucu banliyöleri aktarım şekli, orada yaşayan Rapunzel'ler yani Lisbon kızları sayesinde hem erotik, hem de egzotik bir hale bürünmüş. Üzgün, tasalı, ama aynı zamanda büyüleyici ve merak uyandırıcı kızlar bunlar; komşu çocukları tarafından tapınmanın ve anıların o erişilmeyen, akılla kavranılamayan sisli baloncuğunda hapsolmuşlar. Yönetmenin duyarlılığı, zekası ve narin tarzı, filmi kolayca anlamlandırmamızı engelliyor, biraz can sıkıcı bu, ama sonuçta intihar da (hem eden, hem de geride kalan için) can sıkıcı bir şey. Karakterlerinin hareketlerini daha iyi anlayabilmemiz için bizi onların kafalarının içine davet etmek yerine bunun tam tersini yapıyor Coppola, kamerayı araya mesafe koyan bir araç olarak kullanıyor ve bizi, her şeyi komşu çocukları gibi dışarıdan izlemeye zorluyor. Ve de tıpkı onlar gibi, biz de kardeşlerin yaşamlarına yayılmış olan klostrofobiyi asla tam anlamıyla idrak edemiyor, göremiyor, algılayamıyor -ama hissediyoruz.
Film, 70'leri çok iyi yansıtan, Styx, Heart ve ELO şarkılarıyla dolu, ayrıca Air'in akıldan çıkması güç müziği, filme özellikle keskin, ama hayali bir hava katıyor. Lisbon kızlarının tasvir ediliş şekline, filmin dalgın havasına ve sonlardaki ürpertici anlara kusursuz biçimde uyuyor Air'n müzikleri. Oyunculuklarsa muazzam; Kathleen Turner ve James Woods'dan bahsetmeye dahi gerek yok, her zamanki gibi harikuladeler. Beni asıl şaşırtan Kirsten Dunst oldu, daha önce onu hiç bu kadar doğru bir rolde görmemiştim sanırım. Dunst, baştan çıkarıcı, uçucu, Sirenvari Lux rolünde harikalar yaratıyor.
Coppola ilk filminde kamerayla harikalar yaratmış, ama aynısını öykücülük dili açısından söylemek güç. Baskıcı bir evde büyümek zorunda kalan ergen bir kız olmakla ilgili eşsiz bir bakış sunduğunu reddedemem, ancak altmetni ve tüm parçaları yerli yerine oturtmakta zorlanmış gibi Coppola. Öykünün Lisbon kardeşlerine hayran komşu çocukların gözünden anlatılması, seyircinin, Lisbon kızlarının hayatına tam olarak girmesini engelliyor; film eksik parçaları bulmayı ve dilediği gibi yerleştirmeyi seyirciye bırakıyor. Bu bilinçli olarak yapılmış bir şey büyük ihtimalle, komşu çocuklardan birinin filmin başlarında söylediği "Onlar bizim hakkımızda her şeyi bilirken, biz onların (Lisbon kızlarının) hakkında hiçbir şey bilmiyorduk" lafını yansılıyor, ancak sonuç benim için değişmiyor; hikayede çok fazla boşluk var ve bu boşlukların bir kısmı beylik sözler ile stereotiplerle doldurulmaya çalışılmış. Gerçi şunu atlamamak lazım, uyarlandığı roman da benzer şekilde neden intihar ettikleri asla tam olarak anlaşılmayan, Amerikalı yeniyetmelerden çok fantastik, gerçekdışı karakterler gibi görünen kızlarla ilgili. Sonuçta bu, Coppola'nın içinde pek bir gerçekçi karakter ya da öykü olmayan bir film yaratmasını, seyircinin ilgisini de sadece çağrışımlar ve görsellerle canlı tutmasını gerektirmiş demek. Bu açıdan bakıldığında da, Coppola'nın nefis bir iş yaptığını görüyoruz. Bu nedenledir ki, The Virgin Suicides hayalgücüne pek bir şey bırakmazken, aynı zamanda her şeyi hayal gücüne bırakıyor.
Yazar: Sofia Coppola (senaryo), Jeffrey Eugenides (roman)
Oyuncular: James Woods, Kathleen Turner, Kirsten Dunst, Josh Hartnett
Tür: Dram|Gizem
Yapım yılı: 1999
Süre: 97 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDb puanı: 7.2/10
Benim puanım: 7/10
Francis Ford Coppola'nın kızı Sofia Coppola'nın uzun metrajlı ilk filmi, (ki arkasından, tarafımdan küçük bir başyapıt kabul edilen Lost in Translation gelmişti) tuhaf, ürkütücü, esrarengiz bir havada ilerleyen, tüy gibi hafif bir film. Lisbon ailesi, yaşları 13 ile 17 arasında değişen beş kızkardeş, onların silik, biraz da pısırık, matematik öğretmeni babaları ve kafayı dinle sıyırmış katı annelerinden oluşuyor. The Virgin Suicides, Lisbon kızlarına kelimenin tam anlamıyla tapan komşu çocuklarının, olaylardan yirmi beş yıl sonra biraraya gelip intiharların (spoiler veriyor değilim, filmin adından anlaşılıyor zaten sonu) üzerindeki esrar perdesini kaldırmaya çalışmalarıyla ilgili. Onlar anlatırken biz de zamanda geriye gidiyoruz; her şey, en küçük kızkardeş Cecilia'nın intihar girişimiyle başlıyor.
Hem kızkardeşlerin, hem de komşu çocuklarının yitirdikleri masumiyet ve ergenliği, ekranda neredeyse cismanî şekilde görebilmek mümkün. Tıpkı kasabanın ağaçları gibi, yavaş yavaş ölmek üzere olan, dışarıdan bakınca normal, hoş görünen, ama içi çürümüş olan bir dünya da, kusursuz bir şekilde yansıtılmış. Coppola'nın gergin, tutucu banliyöleri aktarım şekli, orada yaşayan Rapunzel'ler yani Lisbon kızları sayesinde hem erotik, hem de egzotik bir hale bürünmüş. Üzgün, tasalı, ama aynı zamanda büyüleyici ve merak uyandırıcı kızlar bunlar; komşu çocukları tarafından tapınmanın ve anıların o erişilmeyen, akılla kavranılamayan sisli baloncuğunda hapsolmuşlar. Yönetmenin duyarlılığı, zekası ve narin tarzı, filmi kolayca anlamlandırmamızı engelliyor, biraz can sıkıcı bu, ama sonuçta intihar da (hem eden, hem de geride kalan için) can sıkıcı bir şey. Karakterlerinin hareketlerini daha iyi anlayabilmemiz için bizi onların kafalarının içine davet etmek yerine bunun tam tersini yapıyor Coppola, kamerayı araya mesafe koyan bir araç olarak kullanıyor ve bizi, her şeyi komşu çocukları gibi dışarıdan izlemeye zorluyor. Ve de tıpkı onlar gibi, biz de kardeşlerin yaşamlarına yayılmış olan klostrofobiyi asla tam anlamıyla idrak edemiyor, göremiyor, algılayamıyor -ama hissediyoruz.
Film, 70'leri çok iyi yansıtan, Styx, Heart ve ELO şarkılarıyla dolu, ayrıca Air'in akıldan çıkması güç müziği, filme özellikle keskin, ama hayali bir hava katıyor. Lisbon kızlarının tasvir ediliş şekline, filmin dalgın havasına ve sonlardaki ürpertici anlara kusursuz biçimde uyuyor Air'n müzikleri. Oyunculuklarsa muazzam; Kathleen Turner ve James Woods'dan bahsetmeye dahi gerek yok, her zamanki gibi harikuladeler. Beni asıl şaşırtan Kirsten Dunst oldu, daha önce onu hiç bu kadar doğru bir rolde görmemiştim sanırım. Dunst, baştan çıkarıcı, uçucu, Sirenvari Lux rolünde harikalar yaratıyor.
Coppola ilk filminde kamerayla harikalar yaratmış, ama aynısını öykücülük dili açısından söylemek güç. Baskıcı bir evde büyümek zorunda kalan ergen bir kız olmakla ilgili eşsiz bir bakış sunduğunu reddedemem, ancak altmetni ve tüm parçaları yerli yerine oturtmakta zorlanmış gibi Coppola. Öykünün Lisbon kardeşlerine hayran komşu çocukların gözünden anlatılması, seyircinin, Lisbon kızlarının hayatına tam olarak girmesini engelliyor; film eksik parçaları bulmayı ve dilediği gibi yerleştirmeyi seyirciye bırakıyor. Bu bilinçli olarak yapılmış bir şey büyük ihtimalle, komşu çocuklardan birinin filmin başlarında söylediği "Onlar bizim hakkımızda her şeyi bilirken, biz onların (Lisbon kızlarının) hakkında hiçbir şey bilmiyorduk" lafını yansılıyor, ancak sonuç benim için değişmiyor; hikayede çok fazla boşluk var ve bu boşlukların bir kısmı beylik sözler ile stereotiplerle doldurulmaya çalışılmış. Gerçi şunu atlamamak lazım, uyarlandığı roman da benzer şekilde neden intihar ettikleri asla tam olarak anlaşılmayan, Amerikalı yeniyetmelerden çok fantastik, gerçekdışı karakterler gibi görünen kızlarla ilgili. Sonuçta bu, Coppola'nın içinde pek bir gerçekçi karakter ya da öykü olmayan bir film yaratmasını, seyircinin ilgisini de sadece çağrışımlar ve görsellerle canlı tutmasını gerektirmiş demek. Bu açıdan bakıldığında da, Coppola'nın nefis bir iş yaptığını görüyoruz. Bu nedenledir ki, The Virgin Suicides hayalgücüne pek bir şey bırakmazken, aynı zamanda her şeyi hayal gücüne bırakıyor.
3 yorumcuk:
ben de bu filmi baya beğenmiştim birlikte izlediğim arkadaşlarımın "iyide niye intihar ettiler şimdi, bi eve kapatıldılar plakları yakıldı diye mi yani halla halla... hem hiçbirşey görmedik ki kristen dunst dışında kızların hepsi birbirinin aynı ayıramıyoruz bile" demelerine karşın. olayı o zaten virgin suicides'ın, dışardan nasıl göründüğünü anlatıyor ki o yüzden yazıdaki tespitler çok hoşuma gitti. ben 8 veririm 10 üstünden.
filmin teknik analizini yapabilecek kapasitede değilim ama, yazıyı okuyupta belki de son 10 yılın en "vurucu" film müziklerinden birini bu film için hazırlayan Air'e bir kez daha saygı duruşuna geçmeden geçemedim. Hayatımızı değiştirdi o "Playground Love", ne desek bir eksik...
böylesine güzel bir filmi hatırlattığınız için teşekkür ederim.
izlerken gerçekten duygulandığım nadir filmlerdendir.
bence Coppola'nın olayları 3.gözden anlatması filmi dahada güzelleştirmiş. Bir erkek olarak, lisbon kızlarının ne yaşadığını onların gözünden anlamak bana daha zor gelirdi.
benim puanım: 4/5
tekrar teşekkürler..
Yorum Gönder