17 Mayıs 2010 Pazartesi

Torchlight

Diablo çıktığı zaman o dönemde çocuk olan bizleri çok etkilemişti; karanlık ve küçük bir kasabada, içinden garip sesler ve ışıklar gelen terk edilmiş bir kilisenin içine doğru maceramıza başlar, giderek derinleşen ve büyüyen labirentler içinde binbir türlü garip yaratığı avlayıp üzerlerinden çıkan şeyleri toplardık. Henüz adamakıllı grafiklere alışmayan bizler için, gerek başlangıç ve bitiş demosunun, gerek oyunun kendisinin sunduğu atmosfer inanılmaz etkileyiciydi. Oyun o kadar tuttu ki, o günden itibaren Action RPG türüne ait onlarca (belki yüzlerce?) Diablo klonu çıktı. Öyle ki, Blizzard’dan ayrılan Diablo 2’nin yapımcıları bile tekrar aynı türde bir oyun yapmakta sakınca görmediler ve şimdi Diablo serisinden beri yapılmış en başarılı Diablo klonuyla olduğu söylenen –ki muhtemelen öyle- bir oyunla karşı karşıyayız.

Torchlight, oyuna adını veren bir kasabada geçiyor, burası madenlerin üzerine kurulmuş bir kasaba ve madenlerden “ember” denilen ve pek bir önemli olan maden çıkarılıyor. Gel gör ki, bu madenlerde karanlık güçler türemiş, buradan gelen yaratıklar kasabadakilere rahat vermez olmuş. Böyle başlayan bir hikaye var ama pek de önemli değil, biraz yüzeysel. Özet olarak her diablo klonundaki gibi kasabadaki sorunlu mekana girip, giderek derine doğru inip, önümüze geleni kesip biçip küçük bir hazine biriktiriyoruz. Esasında biriktiremiyoruz çünkü hayatları boyunca hiç kıpırdamaklarını tahmin ettiğim kasaba esnafı, zarla zorla kazandığımız bütün paraya el koyuyor her işimiz düştüğünde (bu çakal esnafa daha sonra değineceğim).

Çok uçup kaçmak yerine, temel olarak 3 karakter belirlenmiş: savaşçı, büyücü ve okçu (okçu dediğim belli bir mesafeden savaşan, yarı savaşçı yarı büyücümsü bir karakter. Herhangi bir hırsız skill'ine sahip olmadığı için “rogue” yerine “vanquisher” demişler sanırım). Karakter yaratım ekranı bir Action-RPG’ye göre alışılmadık derece sade denilebilir, tiplerini falan değiştiremiyoruz bunların ama bu kararın beni rahatsız ettiğini söyleyemem, daha oyuna başlamadan bir sürü karar vermenizi isteyen karakter yaratımı beni her zaman baymıştır. İlginç bir şekilde, karakterimizin sınıfını belirlemek kullanabildiğimiz silahları/eşyaları çok da etkilemiyor, yetenek puanlarımızı istediğimiz gibi dağıtıp, o yeteneklere uygun silahları kullanabiliyoruz. Bir silahı kullanmak için şu sınıftan olacaksın diye bir şey yok. Farklı sınıfların farklı becerileri çıkıyor karakterler geliştikçe, sınıflar arası temel farklılık burada oluşuyor. Bir de evcil hayvanınız var, kedi ya da köpek, düşmanlara saldırmak, büyü yapmak, fazla eşyaları taşımak, kasabaya dönüp onları satmak gibi bir sürü güzelliği var.



Beni bu oyuna dair mutlu eden en önemli şeylerden biri, sistem gereksinimlerinin düşük olması. Oyunun çalışmayacağı PC çok azdır günümüzde, bunun yanında hafızada tuttuğu yer de çok düşük. Torchlight, hardcore türde sayılabilecek bir oyunun, olabilecek en casual uyarlaması olmuş diyebiliriz bu yönden. Arayüz bir sürü detay içerse de, olabildiğince basit, ayrıca kısa yollarla çok kullanışlı hale getirilmişler. Bu yaklaşım grafiklerde de hissediliyor, ilk bakışta WoW benzeri gibi gözüken ama online oynanacağı için zorunlu olarak basitleştirilmiş grafiklerden çok, bilerek ve istenerek basit ve cartoony tutulmuş bir tarz göze çarpıyor. Bu hoşuma gitti açıkcası, oyunun hafif –ve Diablo’ya kıyasla iddiasız- yapısına uymuş. Diablo oynadığınızda olduğu gibi ürpermiyorsunuz belki (Butcher’ın olduğu level’da cesetlerin duvarlarda asılı olduğu o kanlı odaya girmek ne kadar tırstırırdı beni!), ya da konu nasıl ilerleyecek diye merak etmiyorsunuz, ama olabildiğince renkli, hoş –ve oldukça boş- zaman geçirten bir tek kişilik oyun deneyimi yaşıyorsunuz. Zaten kuşların ve örümceklerin büyülü kılıçlar düşürdüğü, küçük evcil kedinizin sizin için 50 tane büyülü eşyayı sırtlanıp kasabaya satmaya gidebildiği (hatta parmağına yüzük takıp büyüler yapabildiği) bir evrenden bahsediyoruz, işe gerçekçilik katalım demek yerine işin renkli kısmına odaklanalım demişler belli ki.

Ekip, oyunun çok kişiyle oynanabilecek olan MMORPG’sini çıkarmayı da planlıyormuş ama benim için pek bir şey ifade etmiyor açıkcası, tek kişilik oyun deneyiminin nostaljisi adına bu oyuna takıldığımı itiraf etmem lazım. Sürekli değişen labirentler içinde dolanıp binlerce farklı silahı ve büyülü item’i toplayıp, soketlerine “ember”ları yerleştirerek veya büyü kullanarak onları özelleştirmek oyun ne kadar monotonlaşsa da insanın bir türlü bırakamadığı bir bağımlılık işte. Bu arada müzikleri yine Diablo’nun ödüllü müziklerini yapan adam yapmış ki, bu da ayrı bir güzellik katıyor.

Oyunun beni bayan noktalarına gelince.. Garip olacak ama oyuna bağımlı hale gelmeme rağmen oynarken çok sıkılıyorum bazen. Karışık duygular içindeyim resmen. Oyun zevkli olduğu anlarda bile fazlasıyla monoton. Eşyaları kasabaya bırakmak için gidip gelme işkencesini evcil hayvanınızı oraya göndererek atlatabiliyorsunuz, ama büyülü objelerin ne işe yaradığını öğrenmek için “identify” büyüsü yapma gerekliliği işkencesi yine devam ediyor. Oyun bunlar gibi bir sürü tekrara dayanan şeye dayanıyor zaten, başladıktan kısa bir süre sonra sadece obje toplama bağımlılığından dolayı devam ediyorsunuz, onun dışında oyuna sizi bağlayan pek bir şey kalmıyor. Senaryonun sonunda geleceğini bildiğiniz o büyük yaratığı öldürmek, farklı quest’lere çıkmak, farklı yaratıklarla karşılaşmak vs. hiçbiri pek fazla yeni heyecan vaadetmiyor. Belki de zaten bu kadar fazla tüketilmiş bir tür için bunlar erişmesi imkansız hedeflerdir ve belki de bu yüzden yapımcılar, senaryoyla falan uğraşmak yerine, esas bağımlılık yapıcı diğer öğeleri mükemmelleştirmeye zaman harcamış olsalar gerek, sonuçta da Diablo’ya kıyasla içi boş fakat şu ana kadarki en başarılı, estetik ve oynanabilir klonu ortaya çıkmış sanırım. Oynanabilirlik demişken, Diablo’da da zordu bunda da zor, mouse’la uzaktan yaratığın tekine ok atmak için tam olarak üstüne tıklamazsanız, gerizekalı karakteriniz yaratığın nur düşmüş yüzünü yakından görebilmek için yanına kadar gidip durabiliyor saf saf. Sürekli hareket eden ekranda da yaratıkları (özellikle örümcek gibi ince yapılıları) tutturmak pek zor, bazı yaratıkların her yerini algılamıyor mouse bir de. Shift’e basınca yaratığı tutturmaya gerek kalmadan ateş edebiliyorsunuz gerçi, ama onbin kısa yol arasında bir de onunla uğraşmak bayıyor beni.



Son olarak, oyunda bir esnaf tayfası var ki ömrümü tüketti. Oyunu bitirdikten sonra zindan zindan gezip yaratık kesmeye, hazine toplamaya devam edebiliyorsunuz ya, ben de devam ettim, hani zavallı kasabalıları büyük kötülükten kurtardım, biraz sokaklarda kaygısızca gezineyim, halkla bir olayım, yaşamlarındaki değişime şahit olayım diyerek. Yaşamları pek değişmiş gözükmediği gibi beni kazıklamaya devam etti şerefsizler. Yahu eşek gibi değerli eşyaları alıp alıp satıyorum, bir baktım fiyatlara nasıl kazık yiyorum belli değil. Alın teriyle yerin beş kat altından bulduğum ve 900 dolara sattığım unique silaha adam aynı seans içinde çat diye 17800 altın para çekmiş. Sorsan “ohoo bunun gümrüğü var vergisi var” der utanmadan. Sonra yok Torchlight’a kötülük hakim, yok efendim bizi kurtarın kötülükten falan. Tam ağlak esnaf ağzı, e kurtardık seni, hala aynı yerde dikiliyorsun mıy mıy ediyorsun bana, belli yani bir pislik var bu işte. Bütün param silahlara falan büyü yapıp (enchantment) özelliklerini artıran adama gitti, nasıl kazıkçı belli değil. Bir de arada yanlışlıkla büyü yaparken işler ters giderse eşyanızdaki tüm büyüler gidiyor, ama herif parayı iade falan etmiyor yani, verdiğinizle kalıyorsunuz öyle, hayvan gibi yatırım yaptığınız silah/eşya da bir yerinizde patlıyor. Oyunu zengin bitirmiştim, keyfine kalayım dedim kasabada, cebimde para kalmadı bu yüzden. Vergi falan da ödemiyorlardır bence bunlar, kral gelse onu dolandırırlar feodal sistem falan sallamayıp.

İnsana en büyük kötülük yine insandan geliyor diyerek bitirmek isterim bu yazıyı da azizim. Zaten altındaki binlerce dehlizde kötülük dolaştığı söylenen kaç kasabada yaratıkların yüzeye çıktığını, kasabalılara saldırdığını gördük ki? Bir bildikleri var elbet, onlar bile tırsmış, yer altına çekilmişler. Öyle bir kasaba bulup, keko maceracılar için dükkan açıp geçinmek lazım vallahi.



4 yorumcuk:

ebruhu. dedi ki...

Huaaaa fresh meat! Baştaki Diablo referansını görüp heyecanla geldim,acaba dedim Lod gibi bi' patch mi çıkıyor, 3'e ek olarak, lakin değilmiş.

Anlattığına göre ve ekran görünümlerine bakılırsa oynanası bi' oyun, sistem gereksinimlerinin düşük olması da aradığım ilk özelliktir ki 21. yy da hala 16bit commodore64 grafiklerine katlanıyorum.

Ekran görünümlerinde de Diablo III benzerliği sezdim, oyun teaserlarını 500 kez izleyince, haliyle.. Yine de inceleme güzel, oyun oynanası; yaz gecelerinde dotaya alternatif çıktı.

Aydedeye havlayan dedi ki...

işaret parmağı kası yapmak için birebir. madenlerin alt katlarında geze geze bi süre sonra fenalık geliyor adama.

kerevizli kedi dedi ki...

Diablo 3'ü bekleye bekleye çıldırınca bu tarz klon oyunlarına saldırıyorum. Bunu da özellikle renkli grafikleriyle çok beğenerek oynamaya başlamıştım ama uninstall etme vakti çabuk geldi. Anlattığın iç bayıcı detaylar yüzünden ben de çok sıkıldım. Bir zaman sonra her şey kendini tekrarlıyor. Bir de görev bitse bile, illa tüm haritayı açmak gibi bir takıntım var benim bu tür oyunlarda, o yüzden aslında kendi kendimi de bayıyorum farkında olmadan.

Bundan daha önce çıkmış Titan Quest diye bir Diablo klonu daha vardı, o bence bundan daha güzeldi. Hele hele mitolojiyle ilgili kişiler için resmen ağız sulandırıcıydı. O buna göre biraz daha uzun dayanmıştı ama ondan da çabuk sıkılmıştım.

İşin ilginci, klon oyunlarını başta beğenip sonra kendini tekrar ediyor diye sıkılıyorken, Diablo 2'yi hâlâ oynayabiliyorum. Her zaman harddiskimde duruyor. Bunun sebebi sanırım Blizzard farkı :)

Cem dedi ki...

ben iki gün önce bi arkadaşın torchlight ne güzel oyunmuş lan?! diablonun oynanabileni. demesiyle başladım.
d2 nin değil ama D1 in oynanabileni evet. karakter koşuyor dedim ilk önce.

oyundaki sınırsız enchantment olayını çok takdir ettim açıkçası. adam gelip de abi bunda soket var büyü var büyü üstüne büyü olmaz demiyor, enchantı açmak için bizden şeytani demircideki kutsal çekiçi istemiyor.
ilk alchemist açtım, ilk golemimi yapana kadar level atladım, sonra düşen pistollere asabım bozuldu vanquisher açtım (evet alc. de pistol kullanabilir ama vanq. daha iyi :D )

vanquisher açtım, yanımda fireball atan bir kediyle ve ellerimde dante modunda 2 pistolle tödö tödö tödö diye ateş ederek ilerliyorum. henüz sıkıcı da gelmedi.

ben loading ekranlarından memnun kalmadım ama açıkçası. hem loadingleri çok uzun sürüyor, hem de her portaldan geçişte yeniden loading ekranı çıkıyor. diablo 2deki gibi olsun isterdim.

ama oyunu son derece beğendiğimi, finallere çalışacağım zamanı benden çalacağını da söyleyebilirim. külüstür makinelerin can dostu gibi bişey bence.