Yönetmen: Paul King
Yazar: Paul King
Oyuncular: Edward Hogg, Simon Farnaby, Verónica Echegui
Tür: Komedi|Dram
Yapım yılı: 2009
Süre: 101 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB puanı: 6.9/10
Çavlan'ın puanı: 3.5/5
Umut'un puanı: 3.5/5
Bunny and the Bull, yönetmen Paul King'in ilk uzun metrajlı filmi. Düşük bütçeli olmasına rağmen, çok yaratıcı bir hayal gücünü perdeye aktarabilmiş, arkadaşlık, aşk ve ruhsal rahatsızlıklarla ilgili bir film Bunny and the Bull. Ruhsal rahatsızlıkları bilemem ama, aşk ve arkadaşlıkla ilgili yeni bir şey sunduğu söylenemez, yine de basmakalıp bir hikaye anlatıyor olsa da, bunu muheşem bir görsellikle yapıyor.
Stephen (Edward Hogg), bir yıldır evinden dışarı adımını atmamış bir obsesif-kompulsiftir. Her gün aynı şeyleri yapar Stephen, uzun zamandır hiç değişmemiştir rutini, fakat bir gün mutfağını basarak onu aylarca doyurmaya yetecek yiyeceklerini kemiren fareler bu rutini bozar ve bir takım halüsinasyonları tetikler. Stephen, bundan tam bir yıl önce, en yakın arkadaşı Bunny (Simon Farnaby) ile çıktığı Avrupa yolculuğunu baştan yaşamaya başlar.
Yolculuğunun nedeni, üç yıldır gizli gizli aşık olduğu kız tarafından reddedilen Stephen'a moral vermek, onu eğlendirmek, iyileştirmek, bunların hiçbiri olmazsa, ona sevişeceği bir kız bulmaktır. Ayyaş, zampara, kumarbaz bir adamdır Bunny, ve onun yüzünden başları sayısız kez belaya girer yolculuklarında. Yol boyunca (tabii ki) eksantrik yabancılarla karşılaşırlar. İşin içine (tabii ki) bir kız girer. Ve de bu yolculuk sonucunda Stephen eve kapanır. Bu geriye dönüşlerde, Stephen'ın bu hale gelmesinin nedenleri gizlidir yani.
Stephen'ın yolculuklarına dair hatırladığı manzaraların tümü, dairesindeki anılarını canlandıran nesnelerden oluşuyor, bu da bir hayli garip, aynı zamanda da eşsiz bir yol filmi yapmış Bunny and the Bull'u. Filmdeki flashback'ler yani yol sahneleri fazlasıyla literal, ki filmi görsel açıdan bu kadar etkileyici yapan da bu bana kalırsa. Yönetmen şu fikirden yola çıkmış: Bir sene önceki yolculuğunu anımsarken, Barselona'yı aslında olduğu gibi anımsamaz bir insan; ya sıcaktan kavrulan bir yer canlanır gözünde, ya kalabalıktan geçilmeyen, ya da küçük barlardan oluşan. Yani yolculuğunu etkileyen önemli birkaç ana bakar ve o anlarda olduğu gibi kalır şehir aklında. Bunun hikaye anlatmada güçlü bir silah olarak kullanılabileceğini fark eden King, olağanüstü sürreal görüntülerle aslında son derece gerçekçi olan bu filme kişilik vermiş. Bunu yaparken Terry Gilliam ve Michel Gondry gibi yönetmenlerden etkilendiği çok açık, ama bir şekilde orijinal ve çok çarpıcı bir görsel tarz yakalamayı başarmış.
Bu çarpıcı görsellik efektlere değil, el işlerine dayanıyor. Karton kutular, maketler ve kilden heykeller kullanılmış. Neredeyse sihirli olarak adlandırılabilecek görüntüler, izleyiciyi Stephen'ın rüyalarının bir parçası gibi hissettiriyor. Ama aslında bunların hiçbiri rüya değil, hiçbir şey de gerçekdışı değil. Sadece Stephen kafasında biraz süsleyip püsleyerek hatırlıyor gittikleri yerleri. King, gerçeklik ve fantezi arasındaki çizgileri bulanıklaştırma konusunda oldukça iyi bir iş çıkarmış ve müthiş yaratıcı bir film çekmiş.
Bunny and the Bull bir komedi filmi gibi görünse de, aslında agorafobi, takıntılar ve ölüme değiniyor bolca. Sizi kahkahalarla güldürebilecek bir sahnenin hemen ardından son derece hüzünlü bir sahne geliyor ki komikle trajiği seyirciye rahatsızlık hissi vermeden ardarda getirebilmiş olmak da, King'in yeteneği. Temeline indiğimizde, klasik bir iki-erkeğin-dostluğu filmi görüyoruz, ki burada klasikten kast ettiğim basmakalıp aslında ne yazık ki. Bir ilk-film için takdir edilesi olsa da, kabul etmem gerekir ki, senaryonun çok zayıf, karakterlerin de uzun metrajlı bir film için yetersiz kaldığı anlar çok. Oyunculuklar da bazı sahnelerde çok ters geldi bana, sanki ikilinin arasındaki kimya yeteri kadar iyi değildi, ya da karşıtlıkları -amaçlandığı gibi- başarıyla çıkmıyordu ortaya. Filmin çözülme anı da tatmin edici değil, sonuçta Stephen'ın ulaştığı nokta, yolculuklarının sonunda meydana gelen trajik olayların kendi hatası olmadığı, kendini evine bir sene boyunca gereksiz yere hapsetmiş olduğu ve artık tekrar dışarı çıkarak yaşamaya başlayabileceği oluyor. Bu da inandırıcılıktan uzak, içinde pek zeka kırıntısı bulundurmayan bir son.
Sıradan bir yönetmenle ortalamanın altı olurdu bu film, fakat Paul King, buna izin vermemiş ve ortaya çok özel bir şey çıkartmış. Bunny and the Bull'u bir filmden ziyade arka arkaya eklenen sihirli, şiirsel görseller olarak görmeye başladığımda, bu filmden çok daha fazla keyif almaya başladığımı fark ettim. Eğer izleyecekseniz, siz de öyle yapın.
Film, festivalin Antidepresan bölümünde gösteriliyor.
Yazar: Paul King
Oyuncular: Edward Hogg, Simon Farnaby, Verónica Echegui
Tür: Komedi|Dram
Yapım yılı: 2009
Süre: 101 dk.
Ülke: İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB puanı: 6.9/10
Çavlan'ın puanı: 3.5/5
Umut'un puanı: 3.5/5
Bunny and the Bull, yönetmen Paul King'in ilk uzun metrajlı filmi. Düşük bütçeli olmasına rağmen, çok yaratıcı bir hayal gücünü perdeye aktarabilmiş, arkadaşlık, aşk ve ruhsal rahatsızlıklarla ilgili bir film Bunny and the Bull. Ruhsal rahatsızlıkları bilemem ama, aşk ve arkadaşlıkla ilgili yeni bir şey sunduğu söylenemez, yine de basmakalıp bir hikaye anlatıyor olsa da, bunu muheşem bir görsellikle yapıyor.
Stephen (Edward Hogg), bir yıldır evinden dışarı adımını atmamış bir obsesif-kompulsiftir. Her gün aynı şeyleri yapar Stephen, uzun zamandır hiç değişmemiştir rutini, fakat bir gün mutfağını basarak onu aylarca doyurmaya yetecek yiyeceklerini kemiren fareler bu rutini bozar ve bir takım halüsinasyonları tetikler. Stephen, bundan tam bir yıl önce, en yakın arkadaşı Bunny (Simon Farnaby) ile çıktığı Avrupa yolculuğunu baştan yaşamaya başlar.
Yolculuğunun nedeni, üç yıldır gizli gizli aşık olduğu kız tarafından reddedilen Stephen'a moral vermek, onu eğlendirmek, iyileştirmek, bunların hiçbiri olmazsa, ona sevişeceği bir kız bulmaktır. Ayyaş, zampara, kumarbaz bir adamdır Bunny, ve onun yüzünden başları sayısız kez belaya girer yolculuklarında. Yol boyunca (tabii ki) eksantrik yabancılarla karşılaşırlar. İşin içine (tabii ki) bir kız girer. Ve de bu yolculuk sonucunda Stephen eve kapanır. Bu geriye dönüşlerde, Stephen'ın bu hale gelmesinin nedenleri gizlidir yani.
Stephen'ın yolculuklarına dair hatırladığı manzaraların tümü, dairesindeki anılarını canlandıran nesnelerden oluşuyor, bu da bir hayli garip, aynı zamanda da eşsiz bir yol filmi yapmış Bunny and the Bull'u. Filmdeki flashback'ler yani yol sahneleri fazlasıyla literal, ki filmi görsel açıdan bu kadar etkileyici yapan da bu bana kalırsa. Yönetmen şu fikirden yola çıkmış: Bir sene önceki yolculuğunu anımsarken, Barselona'yı aslında olduğu gibi anımsamaz bir insan; ya sıcaktan kavrulan bir yer canlanır gözünde, ya kalabalıktan geçilmeyen, ya da küçük barlardan oluşan. Yani yolculuğunu etkileyen önemli birkaç ana bakar ve o anlarda olduğu gibi kalır şehir aklında. Bunun hikaye anlatmada güçlü bir silah olarak kullanılabileceğini fark eden King, olağanüstü sürreal görüntülerle aslında son derece gerçekçi olan bu filme kişilik vermiş. Bunu yaparken Terry Gilliam ve Michel Gondry gibi yönetmenlerden etkilendiği çok açık, ama bir şekilde orijinal ve çok çarpıcı bir görsel tarz yakalamayı başarmış.
Bu çarpıcı görsellik efektlere değil, el işlerine dayanıyor. Karton kutular, maketler ve kilden heykeller kullanılmış. Neredeyse sihirli olarak adlandırılabilecek görüntüler, izleyiciyi Stephen'ın rüyalarının bir parçası gibi hissettiriyor. Ama aslında bunların hiçbiri rüya değil, hiçbir şey de gerçekdışı değil. Sadece Stephen kafasında biraz süsleyip püsleyerek hatırlıyor gittikleri yerleri. King, gerçeklik ve fantezi arasındaki çizgileri bulanıklaştırma konusunda oldukça iyi bir iş çıkarmış ve müthiş yaratıcı bir film çekmiş.
Bunny and the Bull bir komedi filmi gibi görünse de, aslında agorafobi, takıntılar ve ölüme değiniyor bolca. Sizi kahkahalarla güldürebilecek bir sahnenin hemen ardından son derece hüzünlü bir sahne geliyor ki komikle trajiği seyirciye rahatsızlık hissi vermeden ardarda getirebilmiş olmak da, King'in yeteneği. Temeline indiğimizde, klasik bir iki-erkeğin-dostluğu filmi görüyoruz, ki burada klasikten kast ettiğim basmakalıp aslında ne yazık ki. Bir ilk-film için takdir edilesi olsa da, kabul etmem gerekir ki, senaryonun çok zayıf, karakterlerin de uzun metrajlı bir film için yetersiz kaldığı anlar çok. Oyunculuklar da bazı sahnelerde çok ters geldi bana, sanki ikilinin arasındaki kimya yeteri kadar iyi değildi, ya da karşıtlıkları -amaçlandığı gibi- başarıyla çıkmıyordu ortaya. Filmin çözülme anı da tatmin edici değil, sonuçta Stephen'ın ulaştığı nokta, yolculuklarının sonunda meydana gelen trajik olayların kendi hatası olmadığı, kendini evine bir sene boyunca gereksiz yere hapsetmiş olduğu ve artık tekrar dışarı çıkarak yaşamaya başlayabileceği oluyor. Bu da inandırıcılıktan uzak, içinde pek zeka kırıntısı bulundurmayan bir son.
Sıradan bir yönetmenle ortalamanın altı olurdu bu film, fakat Paul King, buna izin vermemiş ve ortaya çok özel bir şey çıkartmış. Bunny and the Bull'u bir filmden ziyade arka arkaya eklenen sihirli, şiirsel görseller olarak görmeye başladığımda, bu filmden çok daha fazla keyif almaya başladığımı fark ettim. Eğer izleyecekseniz, siz de öyle yapın.
Film, festivalin Antidepresan bölümünde gösteriliyor.
3 yorumcuk:
Ben baya begendim aslinda, biraz klise ve tahmin edilebilir bir senaryosu oldugu dogru ama bu batmadi bana, cok ozel bir sanatsal gorsellikle karsi karsiya oldugumuzu anlayinca. Cok guzel yazmissiniz, gercekten de yonetmenin basarisi bu, insanlarin hatiralarinin aslinda "gercege" uygun olmadigi da cok dogru bir kesif. Oyunculuklari da begendim ben, Bunny Coupling'teki Jeff'i, Steven da Sleepy Hollow'ddaki Johnny Deep'in karakterini animsatti bana.
lale gündüz steven'ı johnny depp'e benzetmiş bana da jack white'ı anımsattı kendisi. senaryo ve gidişat çok sürpriz barındırmasa da vıcık vıcık gençlik yol filmi olmaya çok müsait olan malzemeden oldukça başarılı bir şey yaratılmış. ayrıca önüne gelen her şeye "kopan" "yarılan" veyahut "ölen" bi insan olmayan beni "cow's milk" repliği koparmış/yarmış/öldürmüştür.
Paul King'in asıl yaratıcı işi BBC'de yayınlanmış olan 3 sezonluk Mighty Boosh'tur. Filmde sadece görsellik üzerine kafa yormuş ancak senaryodan hiç hoşlanmadım. Hani belki de Mighty Boosh hayranı olmasam severdim ben de ama bayağı hayal kırıklığı oldu.
Diziyi merak ettiyseniz :
http://www.22dakika.org/yazi/mighty-boosh-tanitim
Yorum Gönder