Kimsenin olmadığı bir ormanda devrilen bir ağaç, ses çıkarır mı? Bu felsefe dersi klişesine Yanılsamalar Kitabı'nın bir noktasında rastlamak mümkün. Ama romanın sunduğu asıl soru şu: eğer bir adam, kimsenin fark etmediği bir yaşam sürerse, gerçekten yaşamış sayılır mı?
Karısı ve çocuklarını bir uçak kazasında yitiren edebiyat profesörü David Zimmer, hayata küsmüş, günlerini bir alkol ve keder bulutunun içinde geçirmeye başlamıştır. Bir gece televizyonda sessiz film döneminin kayıp komedi oyuncusu Hector Mann'la ilgili bir belgesele rastlar, Mann'ın eski filmlerinden bir bölüm, Zimmer'ı aylardan beri ilk kez güldürür. O kısa gülüş anı, içinde hâlâ yaşamak isteyen bir parça olduğuna inandırır Zimmer'ı, ama beynini meşgul edecek, sabahları yataktan kalkmasını sağlayacak bir amaca ihtiyacı vardır. Zimmer, uzun süre sonra kendisine gülümsetmeyi başaran adamı seçer o amaç olarak: Hector Mann.
Mann'la ve filmleriyle ilgili bir kitap yazmaya başlayan Zimmer, 1929 yılından beri kayıp olan bu gizemli oyuncunun filmlerinin peşinde, farklı kıtalara uzanır, Mann'ın yaptığı 12 sessiz filmin asıl ve tek kopyaları dünyanın dört bir yanındaki müzelere dağıtılmıştır çünkü. Tüm müzeleri tek tek dolaşan Zimmer, filmleri ezberleyene kadar tekrar tekrar izler. Yazar bu noktada, filmleri Zimmer'ın gözlerinden izletir bize. Zimmer filmlerin sadece konusunu, ana fikirlerini değil, gizli anlamlarını da anlatır. Kitap yayınlandıktan hemen sonra, Mann'ın eşi olduğunu iddia eden bir kadından bir mektup gelir: Mann'ın kitabı okuduğunu, kendisiyle tanışmak istediği yazmaktadır mektupta. Ama Mann elbette hastadır, ölmek üzeredir, Zimmer'ın elini çabuk tutması gerekmektedir. Oysa Zimmer mektupta yazanlara inanmaz ve Mann'ın hayatta olduğuna dair kanıt ister, elbette etkilenir, fakat kendini kaptırmak istemez, ne de olsa altmış senedir dünyanın gözünde ölü olan bir adamdır söz konusu. Çok geçmeden, Alma isimli bir kadın gelir evine; onu gerekirse silah zoruyla New Mexico'ya, Mann'ı görmeye götürmeye gelmiştir. Bu da bol yaşamlı, ama aynı zamanda bol ölümlü, çok katmanlı bir hikayenin başlangıcı olur.
Karısı ve çocuklarını bir uçak kazasında yitiren edebiyat profesörü David Zimmer, hayata küsmüş, günlerini bir alkol ve keder bulutunun içinde geçirmeye başlamıştır. Bir gece televizyonda sessiz film döneminin kayıp komedi oyuncusu Hector Mann'la ilgili bir belgesele rastlar, Mann'ın eski filmlerinden bir bölüm, Zimmer'ı aylardan beri ilk kez güldürür. O kısa gülüş anı, içinde hâlâ yaşamak isteyen bir parça olduğuna inandırır Zimmer'ı, ama beynini meşgul edecek, sabahları yataktan kalkmasını sağlayacak bir amaca ihtiyacı vardır. Zimmer, uzun süre sonra kendisine gülümsetmeyi başaran adamı seçer o amaç olarak: Hector Mann.
Mann'la ve filmleriyle ilgili bir kitap yazmaya başlayan Zimmer, 1929 yılından beri kayıp olan bu gizemli oyuncunun filmlerinin peşinde, farklı kıtalara uzanır, Mann'ın yaptığı 12 sessiz filmin asıl ve tek kopyaları dünyanın dört bir yanındaki müzelere dağıtılmıştır çünkü. Tüm müzeleri tek tek dolaşan Zimmer, filmleri ezberleyene kadar tekrar tekrar izler. Yazar bu noktada, filmleri Zimmer'ın gözlerinden izletir bize. Zimmer filmlerin sadece konusunu, ana fikirlerini değil, gizli anlamlarını da anlatır. Kitap yayınlandıktan hemen sonra, Mann'ın eşi olduğunu iddia eden bir kadından bir mektup gelir: Mann'ın kitabı okuduğunu, kendisiyle tanışmak istediği yazmaktadır mektupta. Ama Mann elbette hastadır, ölmek üzeredir, Zimmer'ın elini çabuk tutması gerekmektedir. Oysa Zimmer mektupta yazanlara inanmaz ve Mann'ın hayatta olduğuna dair kanıt ister, elbette etkilenir, fakat kendini kaptırmak istemez, ne de olsa altmış senedir dünyanın gözünde ölü olan bir adamdır söz konusu. Çok geçmeden, Alma isimli bir kadın gelir evine; onu gerekirse silah zoruyla New Mexico'ya, Mann'ı görmeye götürmeye gelmiştir. Bu da bol yaşamlı, ama aynı zamanda bol ölümlü, çok katmanlı bir hikayenin başlangıcı olur.
Mann'ın vasiyetine göre son altmış yılda çektiği filmler, o öldükten sonraki 24 saat içinde yakılacak, yok olacaktır, Zimmer gerçekten de acele etmek zorundadır. Deli gibi film çekmiştir kayıp olduğu bu süre boyunca Mann, ama filmlerini oyuncular dahil (zaten çok küçük bir ekiple çalışmaktadır) hiç kimseye izletmemiştir. Bir eserin yaratılması onu var etmeye yeter mi, yoksa ancak üçüncü şahıslar tarafından tarafından izlendiği, okunduğu, görüldüğü zaman mı var olmuş sayılır? Görülmemiş bir film ya da okunmamış bir biyografi bir hikaye anlatır mı?
Yanılsamalar Kitabı'nı anlatmak çok zor. Evet kısaca konuyu anlattım, ama yeterli gelmiyor bu. Çünkü romanda basit görünen her öykünün altında bambaşka hislerden, tasvirlerden ve sembolizmden oluşan bir başka tabaka var. Eşleştirmeler ve yankılardan geçilmiyor bir kere. Zimmer ve Mann'ın yaşamları birbirini yansıtıyor. İkisi de ölüyor, sonra bir şekilde hayata dönüyor; ikisi de vicdan azabı dolu ve kefaret ödeme arzusuna karşı koyamıyor; ikisi de sanatı bir kurtuluş olarak görüyor; yaşayan ölü adamlar ikisi de. Sanat hem bir kaçış, hem de bir başa çıkış yolu ikisi için de. Hem ölüm, hem yeniden diriliş. Hem gerçeklik, hem de yanılsama. Yanılsamalar Kitabı, Auster'ın en iyi kitaplarından. Olağanüstü zekice bir kurgusu olan, nefis bir roman.
Yanılsamalar Kitabı'nı anlatmak çok zor. Evet kısaca konuyu anlattım, ama yeterli gelmiyor bu. Çünkü romanda basit görünen her öykünün altında bambaşka hislerden, tasvirlerden ve sembolizmden oluşan bir başka tabaka var. Eşleştirmeler ve yankılardan geçilmiyor bir kere. Zimmer ve Mann'ın yaşamları birbirini yansıtıyor. İkisi de ölüyor, sonra bir şekilde hayata dönüyor; ikisi de vicdan azabı dolu ve kefaret ödeme arzusuna karşı koyamıyor; ikisi de sanatı bir kurtuluş olarak görüyor; yaşayan ölü adamlar ikisi de. Sanat hem bir kaçış, hem de bir başa çıkış yolu ikisi için de. Hem ölüm, hem yeniden diriliş. Hem gerçeklik, hem de yanılsama. Yanılsamalar Kitabı, Auster'ın en iyi kitaplarından. Olağanüstü zekice bir kurgusu olan, nefis bir roman.
12 yorumcuk:
Paul Auster'in okuduğum ilk kitabıydı ben de çok beğenmiştim, nitekim sonrasında kitaplar ardı ardına geldi. Seviyorum bu adamı.
Harika harika bir kitaptı Paul Auster'dan. Çok seviyorum yahu, ergen takıntısı gibi bir şey oldu benim için romanları.
Öncelikle yazıya bayıldığımı belirteyim.
Ve bence de Auster'in en iyi kitaplarından biridir bu. Sırf siyah-beyaz sessiz filmlerin niçin bu denli önemli olduğunu anlattığı satırlar için bile okumak şart!
Ben ki, Potemkin Zırhlısı ve Chaplin'ler başta olmak üzere tüm siyah-beyaz sessiz filmlere veryansın eder, tüm sinema eleştirmenlerince de niçin bu kadar mühimsendiklerine bir türlü mana veremezdim.
Fakat bu kitabı okuyanca, ne kadar ahmakça düşündüğümü fark ettim.
Kanırtıcı gerçek dünyayla, bizim aramızdaki tek sahici köprünün bu 'siyah-beyaz sessiz filmler külliyatı' olduğunu romanın kahramanı David Zimmer'ın ağzından öyle nefis bir biçimde anlatmış ki!
Kitabı okuduğum günden beri, elime geçen tüm siyah-beyaz sessiz filmleri hapır küpür izliyorum.
Glamdring, çok sağol :) Sessiz filmlerle ilgili yazdıklarına tamamen katılıyorum ayrıca.
Aslı + Ata İsmet Özçelik, bende de bir garip Paul Auster takıntısı var son 10 yıldır. Ergenlerin Robbie Williams posterleriyle odalarını donatıp adam gak dese o gakı sanat eseri zannetmeleri gibi, Auster imzalı her metin kutsal kitap muamelesi görüyor tarafımdan. Bu kadar basit ve sade bir dille böylesine büyüleyici dünyalar/kurgular yaratabilen başka bir çağdaş yazar da yok ama, ya da ben bilmiyorum.
auster'ın "görünmeyen" de dahil olmak üzere birkaç romanını okudum ama yanılsamalar kitabı bunlardan biri değildi. şimdi bu yazıyı okuyunca,yanılsamalar kitabı'nı okumayarak ne çok şey kaçırdığımı gördüm. bir an önce okumak lazım! teşekkürler yazı için :)
Bu adamın beyni nasıl işliyor da böyle kitaplar yazabiliyor, bunun araştırılması (tabii ki Auster'ın beynine ve kendisine bir zarar vermeden) lazım.
Ayrıca pek güzel yazı olmuş öhöm öhöm buradan da söylemiş olayım :)
ölmek üzere olan bir adam olsun
o adamla bir şekilde yolu kesişen bir başka adam olsun
ölmekte olan adamın hayat öyküsü aracılığı ile diğer adamın öyküsü şekillensin
Hikaye somut bir sonuca bağlanmasın, nihai kesinliklerden uzak durulsun
Paul Auster, çok kıymetli bir yazar olsa da, bir dolu orijinal fikri edebiyat dünyasına kazandırmışsa da sanırım son zamanlarda biraz formdan düştü; ya da en iyi vakitleri geride kaldı. Zira yukarıdaki formülasyonu başka kaplamalarda sıkça görmeye başladık.
"New York Üçlemesi" gibi enfes güzellemelere geri dönse keşke. Ama dönmezse de...dönemezse de farketmez. Bir sanatçının, en iyi zamanları geçse de, onu hep yaratıcılığı en üstte olduğu haliyle, en pervasız yenilikçi eserleriyle hatırlayacak sevenlere ihtiyacı vardır. Onu, bunu kendisinden esirgemeyecek kadar çok seviyoruz elbette.
Yanılsamalar Kitabı'nı henüz okumadım, sanırım en sona saklıyorum. :)
bu kitabın benim için ilginç olan yönü hiç ilgimi çekmeyen bir konuda yazılmasına rağmen severek okumamdır.
benim de ne zamandır aklımda bu kitap ile ilgili bir şeyler yazmak. kitap resmen tesadüftü, okuduğum zaman da içindeki isimler de olaylar da... bir an kafayı yediğimi düşünmüştüm. =)
Paul Auster kesintisiz takıntı halinde beyne işleyen yazarlardan biri, okumaya başladıkça tüm kitaplarını yalayıp yutmak için sabırsızlanıyorsun...
yanılsamalar kesinlikle Auster en çarpan kitabı...
konu ilgimi çekmemesine rağmen beni dili ile ve garip bir etki ile sürüklemesi...şuanda elimden bırakamıyorum misafirlerim olmasa utanmasam onların yanında okuyacam o derece beynimde :) adam kanıma işledi ya
Yorum Gönder