Yazar: James Cameron
Oyuncular: Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver
Tür: Aksiyon|Macera|Bilim Kurgu
Yapım yılı: 2009
Süre: 162 dk.
Ülke: ABD|İngiltere
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 8.7/10
Umut'un Puanı: 8.5/10
Çavlan'ın Puanı: 8.6/10
Avatar'ın fragmanını izlediğimde aklımda şöyle bir izlenim oluşmuştu: Şirinlerin radyasyon yemiş hali gibi gözüken garip mavi yaratıklar, fragmanın ilk yarısında nedeni belirsiz bir şekilde yeşilliklerin içinde mutlu şekilde sağa sola koşuyor, yine onlar gibi garip yaratıklara biniyor, tavus kuşlarının kur yapmasına benzer şekilde birbirlerine bağırıyor, kendi başına spor dalı olabilecek garip aktivitelerde bulunuyorlardı. Bu kısmıyla daha çok hippilerin gereksizliğine ve uyuşturucunun zararlarına dair alternatif bir belgesel tanıtımı olma yolunda giderken, fragmanın diğer yarısında bu mavi şeylerin sinirlendiğini görüyorduk. Bu değişimin nedeni, olay örgüsü gibi şeyler önemsizdi çünkü verilmedik istenen temelde "dünyanın en spastik ve düşünülmedik yaratıklarını tasarladık" mesajıydı. Ondan sonra ikinci bir Van Helsing vakası olarak tarihe geçeceğini düşündüğüm bu filmi unuttum gitti. (Eğer aksiyon olduğu sürece her türlü şeyi izlerim diyorsanız, Van Helsing'i izledikten sonra uzun bir süre aksiyondan uzak kalmak isteyebilirsiniz, çünkü muhtemelen hayatınızın geri kalanında beyninizde oluşan kalıcı hasardan dolayı günde 5 kez sara atağı geçiriyor olacaksınız ve herhangi hareketli bir şeye tahammülünüz kalmayacak. Hatta filmi iki kere falan izlerseniz Issız Adam'dan bile hoşlanacak seviyeye gelebilirsiniz.)
- Döverim ben bunu ama...
- Allahını seveyim otur yerine!
- Döverim ben bunu ama...
- Allahını seveyim otur yerine!
Bir süre sonra, Avatar'ın başarısı, yapım süreci, 3D olması vs. hakkında söylenen (ve umrumda olmayan) şeyler herkes arasında yayılmaya başladı, ben de bu sırada hiç ilgilenmediğim bu filmin yönetmen ve yazarının James Cameron olduğunu duydum. Tabii ki James Cameron'un bunamış olduğuna kanaat getirdim. Karanlık ve gerçekçi dünyaları/karakterleri seven Cameron'un, Terminator 2 ve Aliens'tan (ki ikisini de çok severim) uzun süre sonra gelen ilk bilim kurgu filminde görmeyi beklediğim en son şey, aniden "Bu bir sevgi hikayesi!" diye bağırarak birbirlerini parmaklamaya başlamalarından korktuğum mavi ve cinsiyeti belirsiz yaratıklardı. Her şeye rağmen, yönetmeni öğrendikten sonra bu filmi görmem gerekiyordu.
İlginçtir, her ne kadar klişelerle ve bir sürü mavi yaratıkla dolu olsa da, Avatar gayet sağlam olmuş. James bunamamış yani, deli bir film çekmiş. Esasında bu film, popüler olan şeylerin neden popüler olduğuna dair çok iyi fikir veriyor; klişelerin çoğu, seyircilerin farkında olmadan taşıdığı pek çok beklentiyi o kadar iyi karşılıyor ki, film boyunca bunlar üzerine düşünmek yerine tamamen perdeye takılıp kalıyorsunuz. Hikayenin kağıt üstünde ne kadar sıradan veya gerçek dışı olduğu sizi ilgilendirmiyor, çünkü anlatım dehşet bir kabiliyetle şekillendirilmiş. İşin ilginci, sizi o deneyimden koparacak bir abartı replik geldiğinde, sizin düşüncenizi filmdeki karakterlerden biri ifade ediyor ve sizi geri filmin içine çekiyor. Avatar'ın her an tansiyonu ayarlayabilme becerisi ve detaylara gösterdiği önem, bu filmin sadece uçan kaçan mavi yaratıklar ve gözünde 5 kiloluk gözlükle ekrana bakmak için can atan birkaç fanatikten daha etkili olmuş başarısında bence. (Yeri gelmişken, Van Helsing'den tiksindiğimi söylemiş miydim?)
Filmin konusunu bilmeyen kalmamıştır ama özet geçeyim, bir tane yürüyemeyen eski askerimiz var, bu eleman kendi isteğiyle abisinin içinde öldüğü çok tehlikeli bir gezegen olan Pandora'ya geliyor kiralık asker olarak. Amacı da abisinin yerini almak, şöyle ki; abisinin yönettiği avatarı (insan DNA'sı ve Pandora yerlisi DNA'sının kombinasyonundan türetilmiş olan ve uzaktan zihninizle içine girip yönetebildiğiniz vücut) bizimki ikiz olduğundan dolayı kullanabilecektir, bu da orada mineral çıkarıp parayı vurmaya endekslenmiş şirket için mali masrafları kısmak için güzel bir fırsattır (Zira her avatar, DNA yapısından dolayı sadece bir kişiye özeldir ve başkası tarafından yönetilemez).
Avatar'ın başında askerimizin bacaklarının yokluğu vurgulanarak, çılgın bir maceraya atladığı vurgulanıyor, gerek etrafındaki insanların ona tepkisiyle, gerek karakterimize dair iç seslerle. Komutanı buraya gelmeden önce bir sürü zorlu görev yaptığını, fakat suratındaki yara izinin buradaki ilk gününde meydana geldiğini söyleyerek, kendisine "zor işlere giriştin oğlum, ama pek de bir cesursun, breh breh!" yapıyor. (Gerçi aynı komutanın sonradan Pandora'nın okla mızrakla gelen yerlilerine hayvan gibi teknolojik imkanlarla saldırırken, karşı tarafla taşak geçtiğini de görüyoruz, "e yani bu muydu tehlikeli Pandora" diye merak etmekten alıkoyamıyoruz kendimizi) Komutanımız, şirketin kazıp almak istediği minerallerin üzerinde evleri olan yerlilerin arasına sızıp bilgi getirmesi karşılığında, bacaklarını geri kazandıracak bir ameliyatı karşılayacağını söylüyor askerimize. O da avatarıyla atılıyor bu maceraya. Genel olarak filmin bir bölümü askerimizin avatarına girmesinin sağlandığı bilimsel ünite ve ekip etrafında geçiyor, diğer bölümü ise avatarın içindeyken yerliler arasında yaşadığı zamanı anlatıyor. Tabii bu bölümler arasında sürekli gidip geliyoruz ve askerimizin zamanla değişen duygularına gün sonunda kaydettiği özel günlük videosuyla da tanık oluyoruz. Fark ettiğiniz ya da etmediğiniz üzere, her James Cameron filminde olduğu gibi bunda da teknolojik anlamda gelişmiş imkanlara sahip olan, yapısı gereği ticari düşünceyi merkeze koyan bir şirket, askerler, şirkete bağlı ama nispeten farklı agendalara ya da görüşlere sahip bilimadamları var.
Araç tasarımları, yine James Cameron'un yönettiği Aliens'a (Alien 2) aldı götürdü beni.
Filmin fragmanını izlediğimde aklıma gelen şeylerden biri de, "ahh yine LOTR benzeri bir fantezi dünyası" düşüncesi olmuştu. Açıkcası LOTR'la ilgili bir sorunum yok fakat halihazırda bir LOTR var zaten (3 kitap ve 3 ayrı film olmak üzere) ve içerik olarak çok farklı bir şey olmadığı takdirde, farklı bir lisanda konuşuyormuş gibi yapan garip aktörler, ejderha veya onlara benzeyen garip yaratıkların orada burada uçuşması, epik müzikler eşliğinde bilgisayar yardımıyla oluşturulmuş kalabalık orduların hiç umrumda olmayan destansı savaşlara girişmeleri falan beni pek de cezbetmiyor. Evet, bravo Tolkien'e, oturup baştan bir dil yaratarak geek'liğin tanımını yapmış ama aynı şeyi (hele ki anlamadığım bir dil esprisini) ikinci, üçüncü, beşinci, onsekizinci bir filmde tekrar izlemek filme ilgimi artıran bir şey değil. Fantezi türünden daha fantastik şeyler beklemek de doğal olsa gerek.
Gel gelelim, Avatar söz konusu olunca, James Cameron'un dokunuşu filmi fanteziden alıp bilim kurguya daha yakın kılmış, gayet de güzel olmuş. Yani fragman için düşündüğüm şeylerin bir kısmı doğru da olsa (garip dilde konuşan varlıklar, ejderhamsı uçan şeyler), bunların daha önce onlarca kez tüketilmiş olduğuna takılmıyorsunuz izlerken. Bir tarafta gezegenin bir köşesine yerleşmiş olan insan birliği var, askeri bir üs kurmuşlar ve açıklanamaz fantastik öğeler görmüyoruz. İndikleri bu dünyada, yerlilerin son derece ilkel bilimsel imkanlara rağmen, gezegenin kendine has özelliklerinden farklı şekillerde yararlandıklarını keşfetmişler ve normal bir filmde olsa "fantastik" denilip geçilebilecek her şeyin bilimsel açıklamasını bulmaya çalışıyorlar. Bu da insanı biraz daha o evrene bağlıyor. Birdenbire beyazlar içinde bir büyücü çıkıp kafasına göre olup biteni değiştiremiyor. (Gerçi film tamamen bilim kurgu da diyemem, özellikle filmin sonu nasıl olduğu tam açıklanmayan fantastik bir olaya bağlanarak bitiyor, sanırım temponun ve hikayenin gerektirdiği bu diye düşünülmüş) Ayrıca, bilim ekibinin başında Sigourney Weaver var. Bu bile tek başına filmi görmek için yeterli. Savaş sahnelerindeki koreografiler de James Cameron tadı taşıyor yine, karanlık bir havası bir tadı var her şeyin (3D gözlüğü kastetmiyorum tabii ki, hehe), abartı olan yerde "ohaaa iyice abarttılar" dedirtmeden, o anın büyüsünü bozmadan, insanı her saniye tetikte ve heyecan içinde tutarak izlettiriyor film kendini. Her karakterin başına her an her şey gelebilir diye düşünmeye başlıyorsunuz kısa süre sonra. Açıkcası James Cameron'un tarzını özlemişim, aralarda alien falan çıkmasını bile dilediğim oldu, o derece çocuklaştım evet.
Bu arada yaratıkların animasyonunda ilginç motion capturing teknikleri kullanılmış ki, sırf buna dair sahne arkası görüntüleri yayınlamışlar o süreci anlatan. Böyle şeylerin Türk izleyicisi için pek önemi yoktur, ota boka "klişe" demeyi bilen çoğu kişi, orada bir tane "efekt" düğmesi olduğunu, gerekli bütçe olduğu ve bu düğme yeterince çevrildiği takdirde filmin giderek daha güzel gözüktüğünü sanıp, bu konuyu fazlasıyla küçümserler. Oysa ki, gerçekçi olarak modellenmiş karakterlerle izleyicinin (en azından benim) ilk defa bu derece yüksek seviyede empati kurabilmesinin altında inanılmaz bir çaba/yaratıcılık/planlama kombinasyonu yatıyor.
"Hangi 3D sistemde izlemeli" konusuna dair yazacak bir şeyim yok açıkcası. Çavlan'la imax olmayan bir sistemde izledik ama perdenin 3D'ye uygun olmamasından dolayı olsa gerek, görüntü karanlıktı gözlüklerle izlendiğinde. Adamakıllı bir yerde bir daha izlemek isterim ama bu filmi. (Ankara'da neresi güzel gösteriyor, bileniniz varsa önerilerini beklerim) Kısacası şu sistemde bu şekilde izleyin kısmı şu an beni aşıyor.
Özetle, aksiyon/fantezi/bilim kurgu gibi türlere özel bir gareziniz yoksa ve James Cameron'un önceki filmlerinde gördükleriniz hoşunuza gittiyse (en azından Titanic dışındakileri), gidin görün. Lakin çok twistli bir senaryo bekliyorsanız, film izlemekten bulmaca çözerken aldığınız hazzı bekliyorsanız, Issız Adam favori filminizse ya da teletubbies'i şirinlerden daha çok seviyorsanız bu filmi görmemeyi tercih edebilirsiniz.
Son bir not olarak, Avatar'dan alınmış bu görüntüde Michelle Rodriguez'in arkasında bir facehugger (Aliens filmindeki küçük yaratıklardan) mı var, bana mı öyle geliyor?
İlginçtir, her ne kadar klişelerle ve bir sürü mavi yaratıkla dolu olsa da, Avatar gayet sağlam olmuş. James bunamamış yani, deli bir film çekmiş. Esasında bu film, popüler olan şeylerin neden popüler olduğuna dair çok iyi fikir veriyor; klişelerin çoğu, seyircilerin farkında olmadan taşıdığı pek çok beklentiyi o kadar iyi karşılıyor ki, film boyunca bunlar üzerine düşünmek yerine tamamen perdeye takılıp kalıyorsunuz. Hikayenin kağıt üstünde ne kadar sıradan veya gerçek dışı olduğu sizi ilgilendirmiyor, çünkü anlatım dehşet bir kabiliyetle şekillendirilmiş. İşin ilginci, sizi o deneyimden koparacak bir abartı replik geldiğinde, sizin düşüncenizi filmdeki karakterlerden biri ifade ediyor ve sizi geri filmin içine çekiyor. Avatar'ın her an tansiyonu ayarlayabilme becerisi ve detaylara gösterdiği önem, bu filmin sadece uçan kaçan mavi yaratıklar ve gözünde 5 kiloluk gözlükle ekrana bakmak için can atan birkaç fanatikten daha etkili olmuş başarısında bence. (Yeri gelmişken, Van Helsing'den tiksindiğimi söylemiş miydim?)
Filmin konusunu bilmeyen kalmamıştır ama özet geçeyim, bir tane yürüyemeyen eski askerimiz var, bu eleman kendi isteğiyle abisinin içinde öldüğü çok tehlikeli bir gezegen olan Pandora'ya geliyor kiralık asker olarak. Amacı da abisinin yerini almak, şöyle ki; abisinin yönettiği avatarı (insan DNA'sı ve Pandora yerlisi DNA'sının kombinasyonundan türetilmiş olan ve uzaktan zihninizle içine girip yönetebildiğiniz vücut) bizimki ikiz olduğundan dolayı kullanabilecektir, bu da orada mineral çıkarıp parayı vurmaya endekslenmiş şirket için mali masrafları kısmak için güzel bir fırsattır (Zira her avatar, DNA yapısından dolayı sadece bir kişiye özeldir ve başkası tarafından yönetilemez).
Avatar'ın başında askerimizin bacaklarının yokluğu vurgulanarak, çılgın bir maceraya atladığı vurgulanıyor, gerek etrafındaki insanların ona tepkisiyle, gerek karakterimize dair iç seslerle. Komutanı buraya gelmeden önce bir sürü zorlu görev yaptığını, fakat suratındaki yara izinin buradaki ilk gününde meydana geldiğini söyleyerek, kendisine "zor işlere giriştin oğlum, ama pek de bir cesursun, breh breh!" yapıyor. (Gerçi aynı komutanın sonradan Pandora'nın okla mızrakla gelen yerlilerine hayvan gibi teknolojik imkanlarla saldırırken, karşı tarafla taşak geçtiğini de görüyoruz, "e yani bu muydu tehlikeli Pandora" diye merak etmekten alıkoyamıyoruz kendimizi) Komutanımız, şirketin kazıp almak istediği minerallerin üzerinde evleri olan yerlilerin arasına sızıp bilgi getirmesi karşılığında, bacaklarını geri kazandıracak bir ameliyatı karşılayacağını söylüyor askerimize. O da avatarıyla atılıyor bu maceraya. Genel olarak filmin bir bölümü askerimizin avatarına girmesinin sağlandığı bilimsel ünite ve ekip etrafında geçiyor, diğer bölümü ise avatarın içindeyken yerliler arasında yaşadığı zamanı anlatıyor. Tabii bu bölümler arasında sürekli gidip geliyoruz ve askerimizin zamanla değişen duygularına gün sonunda kaydettiği özel günlük videosuyla da tanık oluyoruz. Fark ettiğiniz ya da etmediğiniz üzere, her James Cameron filminde olduğu gibi bunda da teknolojik anlamda gelişmiş imkanlara sahip olan, yapısı gereği ticari düşünceyi merkeze koyan bir şirket, askerler, şirkete bağlı ama nispeten farklı agendalara ya da görüşlere sahip bilimadamları var.
Araç tasarımları, yine James Cameron'un yönettiği Aliens'a (Alien 2) aldı götürdü beni.
Filmin fragmanını izlediğimde aklıma gelen şeylerden biri de, "ahh yine LOTR benzeri bir fantezi dünyası" düşüncesi olmuştu. Açıkcası LOTR'la ilgili bir sorunum yok fakat halihazırda bir LOTR var zaten (3 kitap ve 3 ayrı film olmak üzere) ve içerik olarak çok farklı bir şey olmadığı takdirde, farklı bir lisanda konuşuyormuş gibi yapan garip aktörler, ejderha veya onlara benzeyen garip yaratıkların orada burada uçuşması, epik müzikler eşliğinde bilgisayar yardımıyla oluşturulmuş kalabalık orduların hiç umrumda olmayan destansı savaşlara girişmeleri falan beni pek de cezbetmiyor. Evet, bravo Tolkien'e, oturup baştan bir dil yaratarak geek'liğin tanımını yapmış ama aynı şeyi (hele ki anlamadığım bir dil esprisini) ikinci, üçüncü, beşinci, onsekizinci bir filmde tekrar izlemek filme ilgimi artıran bir şey değil. Fantezi türünden daha fantastik şeyler beklemek de doğal olsa gerek.
Gel gelelim, Avatar söz konusu olunca, James Cameron'un dokunuşu filmi fanteziden alıp bilim kurguya daha yakın kılmış, gayet de güzel olmuş. Yani fragman için düşündüğüm şeylerin bir kısmı doğru da olsa (garip dilde konuşan varlıklar, ejderhamsı uçan şeyler), bunların daha önce onlarca kez tüketilmiş olduğuna takılmıyorsunuz izlerken. Bir tarafta gezegenin bir köşesine yerleşmiş olan insan birliği var, askeri bir üs kurmuşlar ve açıklanamaz fantastik öğeler görmüyoruz. İndikleri bu dünyada, yerlilerin son derece ilkel bilimsel imkanlara rağmen, gezegenin kendine has özelliklerinden farklı şekillerde yararlandıklarını keşfetmişler ve normal bir filmde olsa "fantastik" denilip geçilebilecek her şeyin bilimsel açıklamasını bulmaya çalışıyorlar. Bu da insanı biraz daha o evrene bağlıyor. Birdenbire beyazlar içinde bir büyücü çıkıp kafasına göre olup biteni değiştiremiyor. (Gerçi film tamamen bilim kurgu da diyemem, özellikle filmin sonu nasıl olduğu tam açıklanmayan fantastik bir olaya bağlanarak bitiyor, sanırım temponun ve hikayenin gerektirdiği bu diye düşünülmüş) Ayrıca, bilim ekibinin başında Sigourney Weaver var. Bu bile tek başına filmi görmek için yeterli. Savaş sahnelerindeki koreografiler de James Cameron tadı taşıyor yine, karanlık bir havası bir tadı var her şeyin (3D gözlüğü kastetmiyorum tabii ki, hehe), abartı olan yerde "ohaaa iyice abarttılar" dedirtmeden, o anın büyüsünü bozmadan, insanı her saniye tetikte ve heyecan içinde tutarak izlettiriyor film kendini. Her karakterin başına her an her şey gelebilir diye düşünmeye başlıyorsunuz kısa süre sonra. Açıkcası James Cameron'un tarzını özlemişim, aralarda alien falan çıkmasını bile dilediğim oldu, o derece çocuklaştım evet.
Bu arada yaratıkların animasyonunda ilginç motion capturing teknikleri kullanılmış ki, sırf buna dair sahne arkası görüntüleri yayınlamışlar o süreci anlatan. Böyle şeylerin Türk izleyicisi için pek önemi yoktur, ota boka "klişe" demeyi bilen çoğu kişi, orada bir tane "efekt" düğmesi olduğunu, gerekli bütçe olduğu ve bu düğme yeterince çevrildiği takdirde filmin giderek daha güzel gözüktüğünü sanıp, bu konuyu fazlasıyla küçümserler. Oysa ki, gerçekçi olarak modellenmiş karakterlerle izleyicinin (en azından benim) ilk defa bu derece yüksek seviyede empati kurabilmesinin altında inanılmaz bir çaba/yaratıcılık/planlama kombinasyonu yatıyor.
"Hangi 3D sistemde izlemeli" konusuna dair yazacak bir şeyim yok açıkcası. Çavlan'la imax olmayan bir sistemde izledik ama perdenin 3D'ye uygun olmamasından dolayı olsa gerek, görüntü karanlıktı gözlüklerle izlendiğinde. Adamakıllı bir yerde bir daha izlemek isterim ama bu filmi. (Ankara'da neresi güzel gösteriyor, bileniniz varsa önerilerini beklerim) Kısacası şu sistemde bu şekilde izleyin kısmı şu an beni aşıyor.
Özetle, aksiyon/fantezi/bilim kurgu gibi türlere özel bir gareziniz yoksa ve James Cameron'un önceki filmlerinde gördükleriniz hoşunuza gittiyse (en azından Titanic dışındakileri), gidin görün. Lakin çok twistli bir senaryo bekliyorsanız, film izlemekten bulmaca çözerken aldığınız hazzı bekliyorsanız, Issız Adam favori filminizse ya da teletubbies'i şirinlerden daha çok seviyorsanız bu filmi görmemeyi tercih edebilirsiniz.
Son bir not olarak, Avatar'dan alınmış bu görüntüde Michelle Rodriguez'in arkasında bir facehugger (Aliens filmindeki küçük yaratıklardan) mı var, bana mı öyle geliyor?
6 yorumcuk:
Süper yazı olmuş, Avatar'la ilgili son haftalarda orda burda (aslında pek çok yerde) okuduklarımın en iyilerinden diyebilirim.
Ayrıca Bloxxo'da günün blogu seçilmişsiniz, tebrik eder, alınlarınızdan öperim. Çok tatlı bir çiftsiniz bence, yazılarınızın bağımlısı olduk bir haftada.
Valla utandım ve şımardım aynı zamanda, teşekkürler. :)
Çavlan çok tatlıdır, yerim ben onu, kendimi bilemiyorum :)
Bir üsteki kendini bilmeze cevap: Cümle alem bilmeli ki bu çiftin tadından yenmeyen bireyi sensin, ayrıca kimin kimi yediği konularına hiç girmeyelim şimdi.
En üstteki methadonia'ya cevap: Çok sağol, o senin tatlılığın :)
Pek 'tatlı' bir yorum oldu bu da yahu.
Ayrıca Avatar yazısı çok güzel olmuş evet.
çok komik bi yazı olmuş :D ben de fragmanı ilk gördüğümde noluyoruz demiştim, hatta çizgifilm avatar zannetmiştimde alakası olmadığını anlayınca hayal kırıklığıa kapılmıştım, o derece bilgisizdim :) ama sonnra izledim ve o büyülü dünyanın tadı damağımda kaldı. tabi ki yaşammın anlamını ya da derin felsefi çözümlemeler beklememek lazım bu filmden, zaten o kadar büyük kitlelere hitap edecekse çok derin de olamaz. ama yepyeni teknolojiler kullanıldığı, bambaşka bir görsel şölen olduğu, çok özel olduğu da inkar edilemez.
ps: ikinizde eşit miktarlarda tatlısınız bence :P
pss: bloxoo'da günün blogu olmanızı da kutlarım.
- Döverim ben bunu ama...
- Allahını seveyim otur yerine!
Yüz ifadeleri daha iyi dillendirilemezdi herhalde, çok güldüm. :))))
Güzel bir yazı olmuş. Filmi görmeden fragmanını izlemiş olsaydım, muhtemelen aynı şeyleri düşünecektim. Bilimkurgudan hiç hazzetmeyen biri olarak, burada açıklanması hiç gerekmeyen nedenlerle gitmek zorunda kaldığım bu film bittiğinde büyülenmiş gibiydim. Gerçekten de hikayenin ne olduğu değil, anlatımı ve o muhteşem görsellik çarpıyor insanı. Gerçi insanın ister istemez unobtainium ve Aman Petrol arasında bir takım bağlantılar kurup sokaklarda Viva Pandora/Kahrolsun Emperyalizm çığlıkları atası gelmiyor da değil hani...
Yorum Gönder