21 Ekim 2009 Çarşamba

Fanfan

Alexandre Jardin'in yazdığı bu kitap yayınlandığı zaman (90'ların ilk yarısı sanırım) Fransa'da bestseller olmuş ve sinemaya uyarlanmış, ben de ilk önce filmini izlemiştim zaten. Sophie Marceau ve Vincent Perez oynuyordu, şirin sayılabilecek bir filmdi.

Robinson Crusoe'nun uzaktan akrabası olan 20 yaşındaki Alexandre, çuvalla sevgilileri olan anne babasına benzememeye kararlıdır. Sıkıcı ama istikrarlı bir hatunla nişanlanmıştır, böylece ebeveynlerine dönüşmemeyi, basit fakat huzur dolu bir yaşam sürmeyi garantiye almıştır sözde. Derken Fanfan'la tanışır ve bu muzip, özgür ve serseri ruhlu genç film yapımcısına deli gibi aşık olur. Hem Laure'a (nişanlısı) ihanet etmemenin, hem de Fanfan'a olan tutkusunun sönüp gitmemesinin yolunu, Fanfan'ı görmeye devam etmekte, ama onunla ilişkiye girmemekte bulur. Aşkları, ancak seks yapmadıkları ve birbirleri için ulaşılmaz kaldıkları takdirde sürecektir.

Romanda, aşka dair gelenekleri ters yüz ediyor Alexandre. Bir ömür boyunca nasıl aynı kadın sevilir, bu konuda bir hayli alışılmadık fikirlere sahip. Monogaminin monotonluk getireceğine kesinkes inanan kahramanımız, bunun kendi başına gelmemesi için, Fanfan'ın evinin bir duvarını yıktırarak karakollardaki sorgu odalarındakine benzer bir ayna yerleştirmeye (kızcağız kendi tarafından sadece bir ayna görürken, Alexandre Fanfan'ı izliyor) kadar götürüyor işi. Böylece, Alexandre'ın hastalıklı sayılabilecek ama eğlenceli beynine göre tabii, birlikte yaşayacaklar (daha doğrusu Alexandre Fanfan'la yaşayacak), ama ilişkileri eskimeyecek, sadece en güzel şeyleri paylaşacaklar, hiçbir zaman birlikte olmayarak da arzunun asla yitip gitmemesini sağlayacaklar; sıradan bir ilişki yaşayıp birkaç senede sıkılmaktansa, beklenti ve bilinmezlik onları (ya da sadece Alexandre'ı) çok daha mutlu edecek.

Can Yayınları'nın sitesinde tanıttığı gibi "erotik bir komedi" diye adlandırmak zor bu romanı. Tutku ve alışkanlığın çelişkisiyle ilgili zarif bir masal diyebiliriz belki. Çok orijinal, o yüzden okumaya değer.

Bu yazıyı, kitabın harikulade çevirisinden (!) bir pasajla kapatıyorum:
Alexandre: "Hayır, birlikte uyumadık, asla birlikte uyumayacağız!"
[Burada kast edilenin uyumak değil beraber olmak olduğunu en aptal insanın dahi anlayacak olmasını geçtim, söz konusu karakterler literal anlamda birlikte "uyumuş"lar çoktan o noktada zaten, fark etmemiş mi acaba çevirmen?]

2 yorumcuk:

Short Skirt Long Jacket dedi ki...

kitabı bilmiyorum ama filimi hatırlıyorum, star gösterip duruyordu bi ara :) şu ayna meselesi beni de çok etkilemişti, oğlan pek hoştu :)

Sera dedi ki...

okuduğum en enteresan aşk öykülerinden biriydi. Alexander'ın çözümleri ve çıkarımları evlere şenlikti. filmini merak etmemiştim hiç. etkisinin bozulmasından çekinmiştim.